YAZI BİRAZ UZUN AMA OKUMAYA DEĞER..
Bu yazıyı kaleme alan Oktay Yıldırım, Astsubay
rütbesiyle Orduya katılmış, Güneydoğu'da yıllarca
çarpışmış yiğit ve kahraman bir Türk oğludur. Kendisi
de güneydoğu gazilerinden olan ve üsteğmen rütbesinde
iken ordudan ayrılan Hakan Evrensel'in "Yer Eksi İki"
adlı romanında anlattığı gerçek kahramanlardan
biridir.Görevi gereği yerinden ayrılmadan saatlerce
buzlu suda kaldığından ayaklarından sakatlanmış ve
zorunlu olarak malulen emekli edilmiştir. Kendisiyle
ilgili bu bilgiyi de Hakan Evrensel vermiştir; çünkü
övünmeyi ve yaptıklarını anlatmayı sevmeyen yüksek bir
karaktere sahiptir. Halen yürüme güçlüğü
çekmektedir.Yazıları Yeni Hayat dergisinde
yayımlanmaktadır. Aşağıdaki yazısı Yeni Hayat
Dergisinde yer alan bir yazıdır.
ŞEMDİNLİ’Yİ BİLEN VAR MI? / Oktay YILDIRIM
Şemdinli’yi bileniniz var mı? Hiç
gitmişliğiniz, Otuz iki virajları aşıp, Kaymakam
çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı? Her
sabah uyandığınızda size merhaba diyen Efkâr tepeyi,
Gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?
Mayına basan aracın içinden, tam on dört
metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin?
“Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi
dışarı çıktı” diye yalan söylediniz mi karısına?
Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?
Gomane tepenin zirvesinden, içinde
eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak
gidip evinizin duvarında patlayan RPG-7’leri izlediniz
mi siz?
Ama yine de bulunduğunuz görev yerini
terk etmeden, acaba öldüler mi, yaralandılar mı, diye
sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?
“Ben bu insanlar rahat uyusun diye
buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar” diye
düşündünüz mü hiç.
Evinizin roketlendiği mahalleden ve
hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında
çalıştığı evin sakinlerinden, ”vallahi biz bir şey
görmedik” dediklerini duydunuz mu kulaklarınızla?
Her şeye rağmen deyip görevinize devam
ettiniz mi? O patlamalardan dolayı yıllardır
psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu
yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu? Hiç böyle
bir baba’nın veya Anne’nin yüz ifadesini gördünüz mü?
Tabancanızı evinizde bırakıp “ bir şey
olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki
mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme” diyerek
her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden,
ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?
Sürekli telsiz anonslarını dinlediği
için, ilk kurduğu cümle “ atışlar normal” olan bir
çocuğunuz oldu mu sizin?
Lojman’ın emniyetini sağlayan silahlı
nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan
dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere,
mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin
nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkırarak
ağladıklarını gördünüz mü hiç?
Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu
mu sanıyorsunuz?
Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer,
orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti
harbiyesi yoktur efendiler. Affedersiniz bu kadar net
konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi
artık.
Siz oturduğunuz ceylan derisi
koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de
umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların
öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları
geliyor, yeminleri geliyor. İşte bu yüzden mevzilerini
terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar. Biz de onun
için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak.
Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında,
dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene
kadar bekledik.
Bu insanlar tüm bunlara vatanları için,
üstüne el koyup yemin ettikleri bayrakları için
katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl
sağlandığını bile bilmediğiniz “egemenlik örtüsü”’nün
bekası için katlanıyorlar.
Peki, onlar bu şartlar altında görev yaparken siz
veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat
gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız, Şimdi ne
yapıyorsunuz?
Anıtlaştırılan terörist mezarlarının
hesabını mı soruyorsunuz?
O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin
imzasının olduğunu mu araştırdınız?
Başbakana güç gösterisi yaparak
“uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca
dağdakilerden vazgeçmeyiz” diyenlere mi hesap sordunuz
yoksa?
Ya bütün kutsal değerlerimize söverek
ayaklanan kalabalıklar, onlara devlet’in varlığını mı
hissettirdiniz?
Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da,
Danimarkalısından, Hollandalısından, Rum’undan
duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı
verdiniz?
Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta
olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı
buldunuz?
Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar
hasar meydana getirdiğini mi, Almanya ile yapılan
telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda
örgütlendiğini mi, araştırdınız?
Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra,
şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan
uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda
tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı,
araştırdınız?
Bütün bu eylemleri kimin planladığını ya
da organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o
gün halkı sürüsünü idare eden bir çoban maharetiyle
kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?
Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız.
Siz ne yaptınız peki?
Sizin farkında bile olmadığınız değerler
için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş
bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular,
mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği
olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar,
sendikacılar, susurluk paranoidleri, Soroscular,
hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa
etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında
toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan-ki
ben bundan emin değilim- “ Vurun Kahpeye” konseri
verdiniz.
Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama
çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama
yinede çaldınız, orkestra şefi, “müzik” demişti
nasılsa.
Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde
şu anda bile kuvvetle muhtemel olan sonuç çıkarsa ki
bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla
beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak
sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?
Allanıp pullanıp önüne çıkarak tek, tek
arzı endam ettiğiniz o basına(!) bu defa ne
söyleyeceksiniz? Acaba yapacağınız hangi açıklama ile
durumu kurtarmaya çalışacaksınız?
Bir açıklamanız var mı efendiler? Daha
doğrusu bir “B” planınız var mı?
Ama bana sorarsanız, sizin minik
kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok
zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür,
besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat
etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini
okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir?
Ne demişler “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım”.
Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem
de gözünüz kapalı yapın. Açarsanız gözünüzü belki Türk
Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan
ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız
depreşir, vazifeniz yarım kalır. Sonra ne der
Avrupalı, değil mi?
Hatta bakın ne diyeceğim, asın gitsin o
astsubayla uzman çavuş’u, Şemdinli’yi, Yüksekova’yı,
Hakkâri’yi de belediye başkanlarına teslim edin,
seçilmiştir nihayet atanmış değil. Öyle Vali’ye filan
da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et,
beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Bir
belediye başkanı ile ulemadan bir zat-ı muhterem yeter
de artar bile.
Siz de bu arada sanatsal sergiler açın,
fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun,
dinlere diyalog kurdurun.
Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar.
Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün,
satan satsın, Avşar’ı da ayırsınlar, Yörüğü de
ayırsınlar, dadaşı da, sarışını da, esmeri de.
Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev
ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler.
Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki
bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet.
Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir
bilemem. Malum ya yaşlı tarih fotoğrafları çekilip,
tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin,
fotoğrafları ile doludur.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
Alıntıdır.