İstanbul'dan ayrılmak kararı
İstanbul'da cereyan eden ahvalden, yapılan teşebbüslerden, bilhassa vaziyetin vahamet (ağırlık) ve fecaatinden milletin haberi yoktu. İstanbul'da oturup milleti haberdar etmek imkânı da kalmamıştı. Binaenaleyh yapılacak şeyin İstanbul'dan çıkıp milletin içine girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim. bunun suret-i icrasını (uygulama şeklini) düşündüğüm ve bazı arkadaşlarla müzakere ettiğim sırada idi ki hükümet beni ordu müfettişi olarak Anadolu'ya göndermeyi teklif etti. Bu teklifi derhal maalmemnuniye (sevinçle) kabul ettim ve tam Yunanlıların İzmir'e girdikleri gün idi ki İstanbul'dan ayrıldım.
Benim düşündüğüm şu idi: Her tarafta muhtelif namlar altında birtakım teşekküller başlamıştı. Bunları aynı program ve aynı nam altında birleştirerek bütün milleti alâkadar etmek ve bütün orduyu da bu maksada hâdim (hizmet eder) kılmak lâzımdı. Anadolu'ya girdiğim zaman, daha ordu müfettişi sıfat ve salâhiyeti üzerimde iken, bu noktadan işe başladım ve bu maksat az zamanda hâsıl oldu.
Takip ettiğim tarz-ı mesai (çalışma tarzı) İstanbul'da malûm olunca beni İstanbul'a celbetmek istediler. Gitmedim. Binnetice istifa ettim.
Bir ferd-i millet sıfatıyla Erzurum Kongresi'ne iştirak ettim. Erzurum Kongresi'nde tespit edilen esasları bütün memlekete teşmil (yayma) maksadıyla Sivas'ta da bir kongre akdolundu. Bu kongrelerin tevlit ettiği Heyet-i Temsiliye namındaki heyetle kongrelerin esasatını takip ettik.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Meb'usanın (milletvekillerinin) tekrar intihabı (seçimi) ve Meclis'in İstanbul'da küşadı (açılması) temin olunmuşsa da Meclis'in duçar-ı tecavüz (saldırıya uğramış) olması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni vücude getirmeye teşebbüs olunmuş ve bu suretle 23 Nisan tarihinde bu Meclis toplanıp işe başlamıştı. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nda mevcut olup mezkûr kanunun ruhunu ifade eden ve ilk projede zikrolunan prensiplerin menşeine gelince, esasen ötedenberi Hâkimiyet-i Milliye'nin en iyi temsili mümkün olacağına dair nazari olarak bazı tetkikat ve tetebbuat-ı nazariyeden benim çıkarabildiğim netice şu idi: Hâkimiyet-i Milliye'nin tamamıyla mütecelli olması (meydana çıkması), bunun sahib-i aslîsi (asıl sahibi) olan bütün insanların bir araya gelip, bunu bilfiil istimal etmesiyle (kullanmasıyla) mümkündür. Fakat bütün Türkiye ahalisinin toplanması suretiyle bu maksadın teminine amelî bir çare olsa olsa bunların sahib-i salâhiyet vekillerinin bir araya gelip bu işi yapması olabilirdi. Hâkimiyet-i Milliye'mizin bir zat veyahut eşhası mahdut (sınırlı) kabine gibi bir heyet tarafından temsil edilmesi yüzünden memleketi ve milleti istibdattan kurtaramadığımız vekayi-i tarihiye ile (tarihi olaylarla) müsbit (ispat edilmiş) olduğundan herhalde bu hakkı temsili mümkün olduğu kadar çok insanlardan mürekkep ve müddet-i vekâleti az bir heyette temsil ve tecelli ettirmek bence yegâne çare idi. Memleket dahilinde ve millet içinde evvel ve âhır (sonra) yapmış olduğum tetkikat ve tetebbuat (araştırma) da bana bu fikrin kaabiliyet-i icraiyesinde (uygulamasında) büyük imkânlar ve isabetler olduğu kanaatini vermişti. Herhalde halkımızı idare ile yakından alâkadar etmek yani idareyi doğrudan doğruya halkın eline verebilecek bir tarzı idareyi tesis etmek hem Hâkimiyet-i Milliye'nin hakiki olarak temsili ve hem de bu sayede milletin benliğini anlaması itibariyle elzem (çok lüzumlu) idi.
İşte bu düşüncelerin bu tetkiklerin ilhamı olarak bu proje yapılmıştı.
Teşkilât en ufak daireye kadar teşmil edildiği takdirde muhassalanın (elde olunan sonuç) daha büyük ve feyznak (feyizli) olacağına şüphe yoktur. Memleket ve milletin içinde bulunduğu müşkülâtı ve hal-i harbi de (savaş durumunu da) düşünürsek Meclis'in muhassala-i faaliyetini (çalışmalarının sonucunu) ve oradaki muvaffakiyetini takdir etmemek mümkün değildir.
Misak-ı Milli ve ondan sonrası
Misak-ı Milli sulh akdetmek için en mâkul ve asgari (en az) şeraitimizi (şartlarımızı) ihtiva eder bir programdır. Sulhe vâsıl olmak için temerküz ettireceğimiz (toplayacağımız) esasatı ihtiva eder. Fakat memleket ve milleti kurtarmak için sulh yapmak kâfi değildir. Milletin halâs-ı hakikisi (gerçek kurtuluşu) için yapılacak mesai ondan sonra başlayacaktır. Sulhtan sonraki mesaide muvaffak olabilmek milletin istiklâlinin mahfuziyetine (korunmasına) vâbestedir (bağlıdır). Misak-ı Milli'nin hedefi onu temindir. Memleket ve milletin âtisinden (geleceğinden) asıl emin olabilmesi, bir defa milliyetçilik esasına istinat eden teşkilâtı idariyesinin bihakkın teşmiş ve taazzuv ettirilmesi ve tatbik olunmasıyla beraber ahval-i iktisadiyemizin (ekonomik durumumuzun) refah-ı millimizi (milli refahımızı) temin edecek tarzda ıslah ve ihyasına (canlandırılmasına) vâbestedir (bağlıdır).
Bu hakayikı (gerçeği), akîde-i milliye tanıyarak muhafaza edebilecek bir heyet-i içtimaiye olabilmemiz için de maarifimizi tamamen amelî ve ihtiyacat-ı hakikiyemize (gerçek gereksinmemize) muvafık bir program dairesinde ihya etmek lazımdır. Bu noktalarda muvaffakiyet sayesinde memleket imar edilebilecek ve millet zenginleştirilebilecektir.
Ufak bir program kadrosu söylemek lazım gelirse: teşkilât baştan nihayete kadar millet teşkilâtı olacaktır. İdare-i Umumiye'yi milletin eline vereceğiz. Bu Heyet-i İçtimaiye'de sahib-i hak olmak, herkesin sahib-i sa'y (çalışma sahibi) olması esasına istinat edecektir (dayanacaktır). Millet, sahib-i hak (hak sahibi) olmak için çalışacaktır.
Islah olunacak şeyler, iktisadiyat ve maariftir. Bu sayede memleket imar edilecek, millet refah sahibi olacaktır.
Hiçbir millet ve memlekete karşı fikr-i tecavüz (tecavüz fikri) beslemeyiz. Fakat muhafaza-i mevcudiyet ve istiklâl için, bir de milletimizin bu dediğimiz sahada müsterihane ve kemal-i itminan (tam bir güvenle) çalışarak müreffeh ve mesut olmasını temin için her vakit memleket ve milletimizi müdafaaya kaadir (gücü yeter) bir orduya malikiyet de nuhbe-i âmâlimizdir (emellerimizin en kutsalıdır).
Teşkilâtı idaremizde bütün bu esasların mahfuziyeti tabiidir. Buna nazaran hükümet doğrudan doğruya BMM'nin kendisidir. Böyle umur-u idareyi (idari işleri) memlekette sahib-i icraat olan bir heyetin, muhtelif fikir ve içtihatlar etrafında toplanmış partilerden ziyade müşterek nukat-ı esasiyeye (esas noktalara) riayetkâr mümteziç (kaynaşmış) ve müstenit bir heyet olması şayanı arzudur. Ancak içtimai esaslarımızın menbaı (kaynağı) olan millette henüz hayat ve saadat-i hakikiyelerini kâfil (sağlayan) efkârı umumiye şâmil bir surette gayri mütebariz (belirsiz) olduğundan, bundan istifade ederek kendi fikir ve içtihatlarının isabetli iddiasında bulunacak bazı insanlarıny ine bazı kimseleri kendi nokta-i nazarlarına raptetmesi (bağlaması) ve binnetice parti haline teşekküller vücude gelmesi baîdül ihtimal (uzak ihtimal) değildir.
Buna mukabil bazı hususi içtihatların mevcudiyeti belki de müsademe-i efkâr (fikir çarpışması) için faydalı olabilir. Fakat eskisi gibi millet ve memleketten memba ve nokta-i istinat (kaynak ve dayanak noktası) almayan ve onun menafi-i hakikiyesiyle hiç münasebeti olmayacak surette ya sırf nazari veya hissi ve şahsi programlar etrafında parti teşkiline kalkışacak insanların millet tarafından hüsnü telâkkiye mazhar olacağını zannetmiyorum.
Benim bütün tertibat ve icraatta düstür-u hareket ittihaz ettiğim bir şey vardır. O da vücuda getirilen teşkilât ve tesisatın şahısla değil, hakikatle kaabili idâme (sürekli) olduğudur. Binaenaleyh herhangi bir program, filanın programı olarak değil, fakat ihtiyac-ı millet ve memlekete cevap verecek efkârı (düşünceleri) ve tedabiri (tedbirleri) ihtiva etmesi itibariyle haiz-i kıymet ve itibar olabilir.
Şahsi emeller istinatgâh bulamaz
Misak-ı Milli dairesinde temin-i mevcudiyet ettikten sonra gürültü çıkarıp fesatçılık edecek ve tevsii arazi fikrinde bulunacak adamlar ortaya çıkamaz. Bence buna imkân yoktur.
ALINTIDIR