Bunun dışında onun üzerinde etkili olmuş olaylar arasında onun annesiyle birlikte 1889’da bir yıllığına memleketi Simbirsk’e gitmesi yer almaktadır. Günlük tuttuğu bu yolculuğun esnasında Akçura, Osmanlı’nın dışındaki Türklerin yaşamını, zorluklarını yakından görebilme, Osmanlı Türkleri ile Rusya’daki Türklerin yaşam koşullarını karşılaştırabilme olanağına sahip olmuştur. Daha sonraki yıllarda askeri lisede okurken Akçura birkaç kez gitmektedir ata yurduna ve bu yolculukları esnasında su götürmez bir biçimde kendi dünya görüşünü de derinden etkilemiş oldukları insanlarla tanışmaktadır. Bunların arasında ünlü Tatar Türklerinden eğitimci Kayum Nasıri, dini reformcu Galimcan Barudi, Şeyh Şamil’in oğlu General Şamil vb. vardı. Bu seyahatleri esnasında Akçura aynı zamanda, yine Şeyh Şamil’in torunu olan Zahid Şamil Bey’den Fransızca, Osmanlı Tarihi ve Hattatlık derslerini, bayan Rommina’dan da Rusça derslerini almaktaydı (Muhammetdinov, 1996: 52).
Aynı zamanda Akçura, akrabalarından biriyle evli olan ünlü Kırım Türklerinden eğitimci ve düşünce adamı İsmail Gaspıralı’nın misafiri olarak Kırım’da Bahçesaray’da kalmaktaydı. Türkoloji’ye merakını ise Akçura, birkaç Batı lisanı, eski Uygurca, Çağatayca, Eski Osmanlıca ve Yeni Türkçe’ye vakıf olan ve Simbirsk’te yaşayan amcası İbrahim beyden almıştır. Aynı zamanda liberalci görüşlerde de Akçura’yı etkileyen kişinin bu amcasının olması pek olasıdır, çünkü İbrahim bey liberalci görüşlere sahip olup yasak liberal literatürü de okumaktaydı. Aynı biçimde Yusuf Akçura askeri lisede okuduğu yıllarda, kültürde Türk milliyetçiliği etrafında Ahmet Cevdet’in çıkardığı “İkdam” dergisinin çatısı altında bir araya gelerek Türklüğün edebiyat, dil ve tarihteki yerini sorgulamaya çalışan Veled Çelebi, Necip Asım, Mehmet Tahir gibi düşünürlerin çalışmalarını takip etmiş ve bu onun milliyetçilik konusunda yönelik ilgisinin pekişmesine vesile olmuştur
Türk halkının gelişebilmesi için özgürlüğün ve ilericiliğin şart olduğunu daha askeri lise yıllarında açık-açık her yerde söylediğinden dolayı, aslında hiç ilişkisi olmadığı halde, Jön Türkler ile bağlantısı suçlamasıyla onu ilk kez 45 günlüğüne tutuklamaktadırlar, ancak daha sonra çıkmasına izin verilmektedir
1895’te Yusuf Akçura İstanbul’da meydana gelen deprem esnasında annesini kaybetmektedir
1897’de Akçura görüşlerinden ötürü yeniden tutuklanmakta ve ömür boyu sürgüne Libya’ya gönderilmektedir. Jön Türklerin Sultan II. Abdülhamit ile yaptığı görüşmelerin sonucunda özgür kalarak Akçura diğer arkadaşlarıyla Fransa’ya geçmektedir. Burada o, 1899-1903 arasında Sorbonne Üniversitesinde ve Siyasal Bilimler Okulunda (Ecole des Sciences Politiques) okumaktadır. Bu yıllarda o, Siyasal Bilimler Okulunda Albert Sorel ile Emile Boutmey ve Sorbonne Üniversitesinde de Emile Durkheim gibi önde gelen bilim adamlarında eğitim görmüş ve burada “sağlam milliyetçilik” alt yapısını almıştır denilebilir
Hatta, birçok Türk boylarının tanımasından edindiği bilgi ve kendisinden önceki Türkçülerin yapıtlarından edindiği birikime ilaveten Akçura, Paris’te aldığı eğitim sürecinde kendi siyasi ve sosyal görüşlerini billurleştirmiş ve milliyetçilik ile Türkçülüğün siyasal alandaki yeri konusu üzerinde düşünmeye başlamıştır
Milliyetçi düşünce konusunda Akçura Fransa’daki hocası Sorel’den etkilenmiş olduğu kesindir. Üstelik, Siyasal Bilimler Okulu, Fransa’nın Almanya’ya 1870 savaşında mağlup olduğundan dolayı düştüğü durumların ileride acısını alabilecek kapasitede aydınları (siyasetçileri) yetiştirmek üzere açılmış bir okul idi, dolayısıyla bu okul organik olarak milliyetçilik havasıyla doluydu ve hocaların çoğu da öğrencilerinde sağlam milliyetçilik duyguların yeşermesine çalışmaktaydı
Akçura İstanbul’da karşılaştığı Türk milliyetçilerden ilk kişi, Osmanlı’da en uygun siyasetin Türk milliyetçiliği olmasını savunan doktor Şerafettin Mağmumi olmuştur. Yine bu düşünürün Batı uygarlığından gelen “adalet” ve “hümanizm” gibi kavramlarına tam olarak güvenmenin saflıktan başka bir şey olmayacağını söylemesi Akçura üzerinde realist bir görüş açısını edinme bakımından etkili olduğu söylenebilir
Aynı zamanda Akçura Paris’te Jön Türkler hareketiyle yakından tanışma ve işbirliğine girme olanağına da kavuşmuş ve İmparatorluğun içerisinde milliyet ve din farklılığına bakmaksızın tüm yurttaşlara özgürlük ve eşitliğin sağlanması için (Sultan II. Abdulhamit tarafından kaldırılan) 1876 Anayasasının yeniden devreye sokulması adına savaşım veren bu hareketin önde gelen isimleri olan Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet ve Prens Sabahattin ile tanışmıştır
1904’te Yusuf Akçura Simbirsk civarındaki babasının köyü olan Züyabaşı’da ünlü çalışması “Üç Tarz-ı Siyaset”i yazmıştır. Bu çalışması aynı yıl içerisinde Kahire’de çıkan “Türk” gazetesinde yayınlanmıştır
Rusya’da bulunduğu süre içerisinde Akçura etkin siyasete de katılmakta ve hatta Rusya’daki I. Devlet Dumasına seçilmesini engellemek adına Çarlık tarafından geçici olarak tutuklanmaktadır
1908 yılında ise Akçura, hem Rusya’daki baskıların artması sonucu hem de devreye sokulan yeni Anayasanın getirdiği göreli özgürlüklerin etkisiyle İstanbul’a geçmektedir. Burada ise o, çeşitli Türkçü dergi ve kuruluşlara etkin olarak katılmaktadır. Bu dönemde onun en önemli katkısı, Kuzey Türklüğü tanıttığı “Türk Yurdu” dergisini kurmasıdır. Yine bu dönemde o, İstanbul Üniversitesinde ve harp okullarında siyaset ve yeni tarih derslerini okutmaktaydı
1915-1916 yıllarında Akçura, Osmanlının Rusya Türklüğünün haklarını koruması çerçevesinde görevlendirilen resmi bir heyetin içinde Avrupa’ya gitmekte ve hatta bu bağlamda Zürich’te Lenin’le* de görüşmektedir
Daha sonraki yıllarda Akçura Rusya’ya tutsak giden Türk asker ve subayların akıbetini araştırmak ve bu bağlamdaki sorunları çözmek üzere Kızılay Cemiyeti adına yeniden Batı Avrupa ve Rusya’ya gidiyor
Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyetin ortaya çıktığı yıllarda Yusuf Akçura Milli Meclis’te milletvekili olarak çalıştıktan sonra İstanbul Üniversitesinde profesörlük ve Atatürk’ün kültür ve siyaset danışmanlığını yapmaktadır
1931’de Atatürk’ün başkanlığında Türk Tarih Kurumu’nun kurulması çalışmalarında etkin bir biçimde yer almakta ve ilk başkanı olduktan sonra yine Atatürk’ün talimatı üzerine I. Türk Tarih Kongresi çalışmalarında başkanlık etmektedir
Yusuf Akçura ile Ziya Gökalp İttihat ve Terakkinin Merkez Yönetim Kurulunda tanışmaktadırlar. Akçura’nın Rusya’daki Türklerin kendi milliliklerinin farkında iken Osmanlı’daki Türklerin ise bu konuda acilen uyandırılması gerektiğine ilişkin sözleri Gökalp üzerinde derin etki yaratmıştır
Ziya Gökalp’ın Y. Akçura ile olan yakın işbirliği yayımcılık alanında da sürmektedir. Böylece Gökalp’ın 1918’de yayımlanan “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı ünlü yapıtı ilk kez “Türk Yurdu” dergisinde yayımlanmaya başlanmaktadır
İttihat ve Terakki içerisinde okul kurmuş ve burada ilk kez sosyoloji derslerini vermeye başlamış Ziya Gökalp İstanbul’a geldikten sonra üniversitede de ilk kez sosyoloji (içtimaiyat) kürsüsünü kurarak toplumbilim derslerini vermekte, ancak 1919’da tutuklanmakta ve Malta’ya sürgüne gönderilmektedir Ziya Gökalp diğer Türk düşünürler için de birçok yararı olmuştur. Örneğin o, Yahya Kemal’in ve Ahmet Ağaoğlu’nun Edebiyat fakültesine girmelerini sağlamış ve Fuat Köprülü ile Necmettin Sadak’ı yetiştirmiştir Bunun yanı sıra Ziya Gökalp’ın meydana getirmiş olduğu ulusçuluk “ideolojisinin önem ve anlamını” işlediği okulundan etkilenmiş yazar ve düşünce adamlarının arasında Halim Sabit, Mustafa Şeref, Tekin Alp (Moiz Kohen) da vardır
Ziya Gökalp Batılılaşma konusunda Namık Kemal’in “orta yolu”nu tercih etmekteydi. Buna göre Batıdan yalnızca maddi uygarlığın transferi gerçekleştirilmeli, yoksa maneviyat alanında Batıdan hiçbir şey Türk toplumuna taşınmamalıydı
Yabancı düşünürlerden Ziya Gökalp’ı etkilemiş olanların arasında Asya Tarihine Giriş kitabını yazan Leon Cahun**, sosyolojide ise Hüseyin Ali’nin önerisi üzerine 1912’de yakından incelemeye başladığı Emile Durkheim’in çalışmaları olmuştur
Toplumbilim alanında edinmiş olduğu geniş bilgi birikimi Ziya Gökalp için, Carle Zimmerman’a göre Türkiye bağlamında yeni bir sosyal değişim modeli geliştirmesine çok büyük katkısı olmuştur
Ziya Gökalp kendi toplumbilimsel düşüncelerinde hem Durkheim’a hem de Comte’a dayanmaktaydı (Nirun, 1999: 127).
Malta’dan geri dönünce Gökalp 1921’de yurdunda pek sıcak karşılanmamakta, hatta hiçbir görev kendisine önerilmemekte, dolayısıyla o, memleketi Diyarbakır’a gitmektedir. Orada ise Küçük Mecmua adlı bir derginin yayımcılığına başlamakta ve kısa bir süre içerisinde Türkiye’de düşünce akımlarını yönlendirecek kadar etkili bir yayın organı haline getirmektedir
1922’de Ankara’ya gelince Gökalp “Telif ve Tercüme Encümeni” başkanı olarak atanmış ve bu dönemde siyasal boyutta Atatürk’ün etkin bir yandaşı olarak çalışmış ve bu bağlamda Atatürk’ün dokuz ilkesini kendi “Doğru Yol” adlı çalışmasında incelemiş ve yorumlamıştır
Daha sonra 1923’te Diyarbakır’dan milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çalışmıştır. Burada Gökalp Eğitim Komisyonunda çalışmış ve hatta eğitim alanında birkaç kitap çıkarmaya niyetlenmiştir. Bu düşüncesinin yalnızca ilk cildi olan “Türk Medeniyeti Tarihi” Ziya Gökalp’ın ancak ölümünden sonra 1925’te gün ışığına çıkabilmiştir Bunun dışında milliyetçilik bağlamında Türkçülüğün ortaya çıkmasında etkili olan bilimsel çalışmalar çerçevesinde daha önce değindiğimiz ve Ziya Gökalp’ın okuduğu ve çok etkilendiği Fransız Yahudisi asıllı yazar ve tarihçi Leon Cahun’un Türk Irkının Tarihine ilişkin yapıtının yanı sıra, Fransız tarihçi Joseph de Guignes’nın Tarihi ve İngiliz Yahudisi olan Arthur Lumley Davids ile Macar Yahudisi olan Arminius Vambery’nin Türklere ilişkin olarak XIX. yy’da meydana getirdikleri eserlerinin etkisi de çok büyük olmuştur. Üstelik Türklerin tarihini, kültürünü ve dilini nesnel ve önyargısız bir biçimde ele alan bu çalışmalar özellikle Anadolu’daki Türk aydınları üzerinde etkili olmuş ve Anadolu’nun ötesindeki Türkleri daha yakından tanımalarına kolaylık sağlamış olduğu şüphesizdir