Bugün kadının ne olduğunu tartışıyoruz. Hatta gazete haberlerine baktığımızda görüyoruz ki belli yer ve zamanlarda kadınlara sünnet töreni gibi reklamlı toplu örtünme törenleri yapılıyor (Taraf, 25Ekim 2014). Erkeklerle araya set ve sınır çekiliyor. Sorsanız; “bu gelenek olmuş’’ gibi cevaplar alırsınız. Gelenek, geçmişte sahiplenilmiş olan toplumsal alışkanlıklardır. Gelenekler toplumda karşılık buldukça devam ederler, değişirler veya karşılıksız olurlarsa bırakılabilirler.
Eski Türk geleneklerimize bakalım örneğin, acaba kadının yeri neydi?
Nikâh’a ve tek eşli evliliğe dayanan bir aile düzeni vardı. Nikâh, törenle gerçekleştir ve özellikle köy düğün geleneğinin tarihsel köklerini oluşturan, önemli bir olay, bir tür sözleşmedir. Nikâh için ana ve babanın onayı şarttır. Evlenen erkeğin, gelinin ana-babasına bir miktar mal vermesi gelenektir. Başlık adıyla günümüze dek süren bu gelenekte, verilen mala kalıng denirdi. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi olur; kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona kalırdı. Yaş ayrımı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı kuşaktan erkek, genç kuşaktan bir kadınla evlenemezdi (Çin Belgeleri, Sencer Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay.). Yine kadının miras hakkı vardı, kendi malını dilediği gibi kullanırdı, kocanın boşanma hakkı olduğu gibi kadının da boşanma hakkı vardı. Kadınlar at biner, kılıç kuşanır ve yay atarlardı. Savaş zamanları bağlı oldukları beylere tabi olurlar verilen görevleri erleriyle birlikte yerine getirirlerdi. Er leri savaşa gittiğinde otağı korumakta bacılara düşmüştür. Kadının toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra önemli oranda değişmesine rağmen bu geleneği devam ettiren Anadolu Türk beylikleri de olmuştur. Örneğin Dülkadir Beyliği’nin, “otuz bin erkek ve otuz bin kadından” oluşan bir ordusu bulunmaktadır. (akt. Prof. Fuat Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, 1981). Yine 12.yüzyıl tarihçilerinden İbn Cübeyr, “Türk ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı, başka hiçbir yerde” görmediğini belirtmiştir (Orta Asya-Tarih ve Uygarlık” J.Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001).
Peki, ne oldu da Türk kadını eşitlik konusunda ayrı tutuldu?
Özellikle inanç ve toplumsal baskıların artması, İslam adı altında arap geleneklerinin Türk kültürüne enjekte edilmesi, kadının fıtratını sorgular hale getirmiştir. Örneğin Emeviler döneminde, fetihlerin sonucunda elde edilen cariyeler ile evlilik de yaygın idi. Cariye sahibi olan, isterse onunla evlenir, isterse satar, isterse bir başka şey karşılığında değişir idi. Ya da onu azat eder, mevlası olurdu. Yine, Özellikle erkek çocuklar, gelecekte kendilerinin halefleri sayılacakları için daha da önem arz etmektedir (Ali Aksu, Eskidergi, Emeviler döneminde kadın).
Ya Osmanlıda durum nasıldı?
Osmanlının kuruluş zamanıyla, yükselme, duraklama ve çöküş dönemleri arasında dahi pek çok farklar vardır. Kuruluş zamanında orta asya ve horasan gelenek ve göreneklerinin devam ettiğini görebiliriz. Örneğin bacıyanı Rum kadın Teşkilâtı, özellikle anadoluyu İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılmış ve asker Teşkilâtında da kilit roller üstlenmiştir. Bu durum, modern anlamda bir ''sivil inisiyatif örgütünün'' ilk örneklerindendir.
Yükselme devriyle ve sonrasında daha net görülen Harem ve saray hayatında türlü entrikaların baş aktörü kadın sultanlar olmuşlardır.
Kadını imparatorluk içerisinde esir pazarlarında da görebiliriz. Aşık Paşazadenin anlatımına göre; İstanbul'daki en işlek esir pazarı Kapalıçarşı'nın hemen dışında, Nur-u Osmaniye'den Çemberlitaş'a giden yol üstündeki tek katlı, ortası avlulu bir hanmış. 15. yüzyılda yaşamış Osmanlı tarihçisi Âşık Paşazâde'nin anlattıkları bazı çok ilginçtir: Bursa'da ve Edirne'de çok büyük Esirhaneler ve esir pazarları varmış. Her savaştan sonra, sefer dönüşü Osmanlı orduları en güzel kızları ve kadınları toplayıp buraya getirir, satarlarmış. Yazarın da katılmış olduğu 2. Murad'ın Macar seferinde o kadar çok Macar kızı esir alınmış ki, en güzeli bile 300 akçeden fazla etmez olmuş. 2. Murad'ın Belgrad seferinde ise, esir alınan kızların değeri daha da düşmüş ve bir cariye bir çizmeyle değiştirilir olmuş. 2. Murad, Âşık Paşazâde'ye de dokuz cariye vermiş. Paşa bunları 200-300 akçeye zor satabilmiş (Aşık Paşazade, Tevârîh-i Âl-i Osman).
Harem yaşamının gizli ve kapaklı kalması, öncelikle saray kadınlarının dış dünya ile ilişki kurmama kuralına bağlıdır. Padişahlar, kendileri için seçilmiş bu kadınları kimseye göstermezlerdi. 2. Mahmud zamanına kadar çarşaf ve ferace de takmadıklarından, toplu olarak saray dışına çıkma özgürlükleri dahi olmamıştır.
Kadınların yabancı erkeklerden gizlenmesine bir örnek olarak, Fuad Carım "Kanuni Devrinde İstanbul" adlı eserinde, hastalanan bir sultanın hekimle karşılaşmasını şöyle anlatır:
Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan hastalanınca, esir bir İspanyol doktoru tedavi için getirmişler. Doktor, sultanın nabzını yoklamak için kocası Rüstem Paşa'yı güç bela ikna edebilmiş. Mihrimah Sultan'ın yatak odasına girmişler. Doktor yatağın kenarına geldiğinde, çarşaf yığınının arasından çıkmış bir koldan başka bir şey görememiş. Doktor nabzı ölçüp diğer kolu da tutmak isteyince, Rüstem Paşa'nın sabrı taşmış ve sinirlenip doktoru yakasından tuttuğu gibi kapı dışarı atmıştır.
Tanzimatla beraber yenilikler getirilmeye çalışıldı kadın konusunda ama, tepeden inme yenilikler toplumda sudan çıkmış balık misali bir durum yarattı ve çoğu kabül görmedi. Zira Avrupa kanunları direkt alınmış ve bir uyarlama yapılmamıştı. Yine de ilk Türk feminist hareketlerin tanzimatla başladığını söyleyebiliriz. Fatma Aliye Hanım, kadın sorunlarını romanında yayınlayan ilk Türk kadındır. 1908-1923 yılları arasında 40'dan fazla kadın örgütü kurulmuş, okuma yazma oranlarının azlığına ve dağıtım imkanlarının sınırlılığına rağmen, oldukça fazla sayıda okuyucuya ulaşan 27 adet kadın dergi ve gazetesi çıkartılmış, üniversite de dahil olmak üzere, kadınların eğitim görme ve çalışma oranları artmış, 1917'de çok eşliliğe sınırlama getiren kanun çıkartılmış ve kadınların seçme-seçilme haklarıyla ilgili istekler ilk olarak bu dönemde dile getirilmiştir.
Cumhuriyetle beraber kadınlar seçme ve seçilme hakkı elde etmiş, kadın toplumsal hayata tekrardan katılabilme fırsatını yakalayabilmiştir. Bununla beraber, maalesef kadını hala toplumsal hayatta göremeyen, geleneksel görüşler devam etmektedir…