ÇİNGENELERİN KÖKENİ VE KISA ANLATIM GÖÇLERİ
a. Çingene Kavramı
Türkiye´de çingene olarak ifade edilen topluluk, Batı´da "Rom" (çoğulu Roma), kendilerinin bir kısmınca da "Roman" kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kavram üzerinde bir çok görüş ileriye sürülmüştür. Biz bu görüşlerin tamamını vererek, değerlendirmek istiyoruz.
Çingenelerin dil ve menşeleri üzerinde çalışmış olan XIX. yüzyılın en meşhur alimlerinden A. F. Pott ve Franz Miklosich; çingene isminin, Hint kast sisteminin en alt tabakasının müzisyen ve şarkıcıları olan "doma" veya "domba"lardan geldiği görüşündedirler.
Parisli dil araştırmacısı Jan Kochanowski ve Pencablı W. R. Rishi, "Rom" (çingen) kelimesini, Ramayana ve Mahabharata destanlarının efsane kahramanları "Rama" ile irtibatlandırmayı denemişlerdir.
İran´daki çingeneler arasında "rom" ifadesi bilinmemektedir. Farsça´da çingene için "kevlî" kelimesi kullanılmaktadır. Bu kevli kelimesi; Behram Gur (420-438) zamanında Hindistan´dan İran´a gelmiş olan grup veya taife anlamına gelmektedir. Ermenistan´da "Lom", İspanya´da insan ve kara gibi anlamlara gelen "Kalo" (çoğulu Kale), İtalya ve Almanya´da ise "Sinto" (çoğulu Sinti) şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde bunlar, yerli halk tarfından "çingene" genel adıyla anılmaktadır. Lâkin yörelere göre de onlar çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır: "Roman" (Batı Anadolu ve Trakya), "Mutrib" (Van ve Ardahan civarı), "Elekçi" (Orta Anadolu), "Poşa" (Erzurum, Artvin, Erzincan, Bayburt ve Sivas), "Esmer vatandaş", "Köçer". "Arabacı" (Anadolunun pek çok yerinde), "Sepetçi" (Akdeniz ve Ege Bölgelerinde), "Cono" (Adana´daki çingeneleri ifade etmek üzere kullanılmaktadır). Ayrıca, ülkemizde "Kıptî" kelimesi de çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. "Kıptî", Mısırlı manasına gelmektedir. Osmanlı döneminde "çingane" şeklinde ifade edilen çingeneler, Mısırlı oldukları zannıyla, "Kıptî" adıyla anılmış ve bu tabir günümüze kadar gelmiştir. Ancak Ege ve Marmara bölgelerinde yoğun bir şekilde bulunan ve Akdeniz Bölgesi´ne de yayılmış olan çingeneler kendilerini "Roman" kelimesiyle ifade etmektedir.
"Rom" kelimesi Sanskritçe "adam" ve "koca" gibi manalara gelmektedir". Bu kelime, Sanskritçe "dom" kelimesinden türetilmiştir. İspanyol çingenelerince kullanılan "Kalo" kelimesi ise tıpkı Hintçe´de olduğu gibi "siyah" anlamına gelmektedir. Bundan dolayı çingeneler ana vatanlarının dillerine sadık kalarak kendilerine Roman tabirini kullanmaktadır. Aynı şekilde bunlar Avrupa´da "Roma" genel adı altında anılmaktadır.
Dünyada yaklaşık olarak altmış kadar çingene grubu(boyu) vardır. Ancak bununla birlikte çingenelerin ayrıldığı gruplar, genellikle şu ana çingene grup isimleriyle anılmaktadır: Banjara, Gaduliya Lahor ve Nathi (bunlar Hindistan´da bulunmaktadır), Lurî (bu ismi Firdevsî Şehnamesi´nde kullanmaktadır), Gurbetî, Arlije (Türkiye çingeneleri için batılılar tarafından kullanılan kelimedir), Lovar, Gopt ve Kalderaş. İsim karşılaştırmalı araştırmalar Lovar, Tamar ve Gopt kelimelerinin Hintçe´den (Sanskritçe´den) geldiğini ortaya koymaktadır. Lovar kelimesi "Lohar" isminden ve "Loha" kelimesinden türetilmiştir. "Tamar" kelimesi muhtemelen "tamra" kelimesinden gelmektedir. Bu kelimelerin üçü de Sanskritçe "metal"le alakalı olan "demir" anlamına gelmektedir. "Gopt" kelimesi de "geyik ini" yahut "çoban" manasına gelen "go-pa" kelimesinden türetilmiş olup, karışık Parya Kastı´na ait olanlara delalet etmektedir.
"Gurbetî" ismi, Afganistan´dan başlayıp Balkan Yarımadası üzerinden Batı Avrupa ülkelerine varıncaya kadar yayılmıştır. Bu kelime, Arap menşeli bir kelime olarak görülmektedir. Türkçe´de de bu kelime, "garip" şeklinde kullanılmaktadır. Garib, "yabancı" ve "gurbetteki kişi" gibi manalara gelmektedir. Hindistan´da yaşayan en küçük çingene grubu olan "Banjaralar", gurbetîlerle irtibatlandırılmaktadır. Banjaralar, kendilerini "Ghor" ve yabancıları da "Kor" olarak ifade etmektedir. Ghorlar, Gurbetîlerin de tapındığı "Durga"ya (Kara Madonna) ibadet etmektedir.
Batılılar, Türkiye çingenelerini yerli manasına gelen "Arlije" kelimesiyle ifade etmektedirler. Bu Türkiye çingeneleri, Gurbetî ana çingene grubunun bir alt kolu olarak kabul edilmektedir. Bunlar; Bulgarca "Erlides, Yerlides", Slavca "Arliyas" kelimesiyle ifade edilmekte ve bu kelimelerin hepsi de yerli manasına gelmektedir. Bu, Valaçay çingene şivesinin değil de, Türk çingene şivesinin tesirli olduğu çingeneler için kullanılan bir kavramdır .
İkinci en büyük çingene grubu olan "Kalderaş" isminin Rumence´den geldiği ve "Calderar" (kazan ve tencere yapım sanatı) kelimesinden türetilmiş olduğu ileri sürülmektedir. Bütün Avrupa ve hatta Amerika, Arjantin ve Brazilya´da da bulunan "Kalderaş" çingene kolunun, çingene dil ve geleneğini en iyi bir şekilde muhafaza ettiği bildirilmektedir. Ayrıca diğer çingene grupları tarafından onların, genellikle Romanya´da çok önceleri yaşamış olan "Trgu Niamcu"lara işaret olarak, "Niamcura" olarak isimlendirildikleri de söylenmektedir. Bu Kalderaş çingene grubunun beş alt gruptan oluştuğu bildirilmektedir: 1) "Lovari", Fransa ve Macaristanda aynı adla anılmaktadırlar. 2) "Boyhas", bunlar Transilvanya´dan gelmiştir. 3) "Luri yahut Luli", Hint kökenli isimlerini taşımaktadırlar. 4) "Çunrari", seislikle meşgul olan yerli çingeneler. 5) "Turko-Amerikalılar", bunlar Türkiye´den Amerika´ya göç ettikleri için bu isimle anılmaktadır.
Bir diğer Çingene grubu ise "Manuşlar"dır. Bunlar Orta Avrupa çingeneleridir. "Manuş" Sanskritçe "insan" demektir. Aynı zamanda bunlar, Indus ırmağı kıyılarından geldikleri için bunlara "Sinti" de denilmektedir. Bunların üç alt grubu vardır: 1) "Valsikarlar" yahut "Fransız Sintiler", bunlar genellikle gezici sirkçi ve panayırcılardır. 2) "Gaynikanlar" yahut "Alman Sintiler", 3) "Piomestesi" yahut " İtalyan Sintiler"dir. Bu üç grubun yanında İngiltere, İskoçya ve İrlanda´da Manuş ve Kalderaşlara benzer çingeneler bulunmaktadır.
Avrupa´daki çingene grublarından biri de "Gitonolar"dır. Bunlar genellikle İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika ve Güney Fransa´da ikamet etmektedir. Bunların şiveleri Kalderaşlardan farklıdır.
Çingeneler, Arab dünyasında "el-Nuri" (çoğulu Nuayr) şeklinde isimlendirilmektedir. Türkçe olan çingene kelimesi, Balkanlardan itibaren Avrupa´da "Cigani" şeklinde kullanılmakta, ancak istisnaî olarak İngilizce ve İspanyolca konuşan mıntıkalarda farklı şekilde ifade edilmektedir. İngiltere´de çingeneler "Gypsies" şeklinde, İspanyolca konuşulan yerlerde ise "Gitano" şeklinde anılmaktadır. Her iki kelime de "Kıptî" manasına gelmektedir.
Batı´da çok yaygın olarak kullanılan "Cigani" kelimesinin kökeni hakkında, farklı görüşler ileri sürülmüştür. Avrupalı bir çok araştırmacının genel kanaatine göre bu isim, Phrygien´de (Batı Anadolu´da bir bölge) çok önceleri yaşamış olan "Atsigani" yahut "Athiganoi" isimli gnostik bir mezhebe kadar gerilere gitmektedir. Bu mezheb, havariler döneminde Samerra´da büyücü Simon tarafından kurulmuştur. Bu konu, Yeni Ahit´te Resullerin İşleri´nde geçmektedir. Çingenelerin, bu mezhebin üyeleriyle bağlantı kurarak, büyücülükle meşgul oldukları zannedilmektedir. Çingeneler, 1068´de Athos Dağı´ndaki Iviron-Manastırı´nda bulunan Aziz Georg´un Hayatı isimli kitapta "Adsinkani" olarak ifade edilmektedir. Muhtemelen "Athinganoi" kavramından "Atsiganos" (Yunanca), "Acigan" (Bulgarca), "Cygan" (Lehçe), "Cigani" (Slovakça), "Zingari" (İtalyanca), "Tsiganes" (Fransızca), "Zigeuner" (Almanca) ve "Cingarus" (Latince), "Cigano" (Portekizce) ve "Çingane" (Türkçe) kelimeler türetilmiştir.
Doğu Sırbistan´da "Djupci", eski Dubnovnik´te "Jedjupi", Arnavutluk´ta "Jevg" ve "Medjup" kelimeleride tıpkı İngilizce "Gypsy" ve İspanyolca "Gitano" kelimeleri gibi "Kıptî" anlamına gelmektedir.
Bazı araştırmacılar da çingeneleri, bahsi geçen mezheple bağlantısının yanısıra, Maniheistlerle de bağlantı kurmuş olabilecekleri ihtimali üzerinde durmaktadır. Onları bu kanaate iten sebep ise, ilerde üzerinde teferruatlıca durulacak olan "temizlik" ve "pislik" kavramlarıdır. Yunanca bir kelime olan "Athinganoi", "Dokunulmazlar" anlamına gelmektedir. Bundan dolayı, "Athinganoi", kendisini "pis" telakki ettiği gruplardan sakınmak durumunda kalmıştır. Eğer gerçekte böyle bir şey olmuş olsaydı, tarihleri boyunca mütemadiyen diğer toplumlar tarafından, pis oldukları gerekçesiyle dışlanmış olan çingeneler nasıl olur da, kendilerini herkesden üstün ve temiz kabul eden bir tarikat veya mezheple bağlantı kurabilir? Çingenelerin menşeini Hindistan olarak görürken, oradaki Brahmanlar, Kşatriya, Vaisya ve Sudralardan oluşan katı kast sistemini de gözardı etmemek gerekir. Zira bu Hint kastları arasında da sıkı sıkıya uyulan temizlik kuralları vardır. Muhtemelen "Athinganoi", Hint kast sistemindeki "temiz" ve "pis" kurallarıyla karıştırılmakta ve bu sebeple böyle bir bağlantıya gidilmektedir. Zira yukarıda "Athinganoi" kelimesinde türetildiği farzedilen çeşitli ülkelere göre çingene isimleri de ihtimalden öteye gitmemektedir.
"Cigani" kavramıyla ilgili bir diğer kanaate göre; çingeneler Farsça ve Türkçe´de kullanılan âhen-ger (âhen=demir, ger=yapan) kelimesiyle ifade edilen naltbantlardır. "Âhen-ger" sözü de, daha sonra "Athinganoi" isimli gnostik mezheple münasabet kurmuş ve bu iki kelimenin karışımından da çingene ismi doğmuştur. J. Gonda bu münasebeti inanılır kabul etmektedir. Çünkü ona göre, çingene erkekleri daima nalbantlık, büyücülük ve kadınları da falcılıkla meşgul olmuştur. Bundan dolayıdır ki büyücülük, yılan afsunculuğu, kahinlik ve vantrilokluk (karından konuşma) yaparak zuhur eden bu gnostik mezheple bağlantı kurulmaktadır.
Çingeneleri "ahen-ger" kelimesiyle irtibatlandıranlardan Michael Genner, onları, Ortaçağ tarihinde gezici esnaf ve sanatkârlar olarak çok önemli rol oynamış olan metalurjinin mucidi olarak nitelendirmektedir. O, çingeneleri "Sinti", "Kuri", "Luri" ve "Rom" olmak üzere dört grupta mütalâa etmektedir. Ona göre "Sinti" ve "Kuri"lerin kökeni Hindistan olmakla beraber, Ege adalarındaki demirciler ya da nalbatlarla da bağlantıları olmalıdır. Bunlar çok önceleri Hindistan´dan Yunan adalarına gelmiş olmalıdır. Bunlar günümüzde Hint destanı Mahabharata da geçen "Kuru" ve "Kaurava" adlarıyla maruftur. "Luri"ler ise Babil üzerinden Suriye´ye göçetmişler ve sonra Filistin ve Mısır´a geçmişlerdir. Ayrıca M. Genner, çingene kavramını "Ege Denizi" (Aegaeschen Meer) anlamına geldiği yanlış kanaatiyle eski Türkçe´deki "Ak-deniz" kelimesiyle irtibatlandırmakta ve bu kelimenin daha sonra "Atsinkonos" şekline dönüştüğünü savunmaktadır. Yukarıda da temas edildiği üzere, "Athingonai" ismi, miladî ilk yıllara kadar gerilere giden gnostik bir mezhebin adıdır. Türklerin Anadoluyu yurt edinmeleri Milat´tan sonra XI. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla iddia edildiği gibi eski Türkçe´deki "Ak-deniz" ifadesinin "Atsinkonos"a dönüşmesi mümkün değildir.
Kanaatimize göre Batılı bilim adamları, çingene kavramının etimolojisinde yanlış bir yol takip ederek Farsça ve Türkçe aynı anlamda kullanılan âhen-ger kelimesiyle, çok eskiden Batı Anadolu´da yaşamış olan "Atsigani" yahut "Athinganoi" şeklinde isimlendirilen büyücülük, sihirbazlık ve kanihlikle meşgul olduğu söylenen gnostik bir mezheple karışımından türedeği düşüncesine varmaktadır. Çingeneler sadece nalbantlık, demircilik, bakırcılık ve büyücülük gibi meslekleri icra etmemişler, bilakis müzisyenlik başta olmak üzere, pek çok eğlendirici meslek dalında da faaliyet göstermişlerdir. Oysa "çingene" kelimesi bu şekliyle ilk olarak Türkler tarafından kullanılmıştır. "Çeng", kanuna benzer dik tutularak çalınan bir çeşit saz manasına gelirken, "çengi" ise çeng denilen sazı çalan kimse ve oyuncu kız (dansöz) manalarına gelmektedir. "Gan" ve "gen", sonu e ile biten Farsça kelimeleri çoğul yapmaktadır.
Mesela Hace-gan= hocalar da (hace=hoca, gan=ler, lar) olduğu gibi.
Bu düşünceden hareketle biz, ilk olarak Türkçe´de kullanılan çingene kelimesinin "çengi-gan" veya "çengi-gane"= çengicilik, çengilik yahut çengiler manasına gelen bu kelimeden türemiş olması gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü bütün Türk dünyasında, günümüzde bile çengi kelimesi; oyun, eğlence, çalgı ve dans gibi manalarda kullanılmaktadır. Ayrıca dansöz kız ve kadınlar da yine bu çengi kelimesiyle ifade edilmektedir. XIX. yüzyılın meşhur şairlerinin, devrin meşhur köçeklerinin hayatını anlatan "Çengi-nâme" isimli eserler kaleme aldıkları görülmektedir. Çingenelerin müziğe, dansa, eğlenceye düşkün olan yapıları göz önüne alındığında, onlara "çengi-gan" kelimesinden hareketle çingene denmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Osmanlı Devleti’nin sınırlarını Avrupa içlerine kadar genişletmesi sayesinde Batılılar da çingeneleri tıpkı Türkler gibi "cigani" şeklinde adlandırmış olmalıdır. Hatta sadece Avrupalılar onları Türklerin adlandırdığı şekilde telaffuz etmekle kalmamış, aynı zamanda onları Türk veya Türk ajanı olarak da görmüşlerdir. Bundan dolayı da 1424´den itibaren bütün Avrupa´da çingene takibatı başlamış; çingenelerin tehcir ve cezalandırma durumları XX. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Öyle ki, Almanya´da 1. Karl Maximilian´ın 1500 yılındaki onayıyla Çingeneleler suçlanmış ve Türk ajanı oldukları gerekçesiyle, suçsuz yere halk tarafından katledilmişlerdir.
Diğer Batılı araştırmacılardan farklı olarak R. Pischel, çingene kelimesini, Hint "Marathi" boyundan çıkmış olan ve "Tsengaris" şeklinde telaffuz edilen "Changar"lara dayandırmaktadır. Ancak çingene kelimesi, "romanes" denilen Çingenecede yoktur. Eğer R. Pischel´in bu kanaati doğru olsaydı, o zaman çingenelerin kendi dillerinde "çingen" kavramının kesinlikle bulunmuş olması icabederdi. Oysa onlar kendilerini bütün dünyada "rom(an)" olarak kabul etmekte ve bu kavramın yabancısı olduklarını göstermektedir.
İtalyan Nicolo Frascobaldi, 1384 yılında Yunanistan´ın bugünkü ismiyle Methoni, o zamanki ismiyle Modon şehrini ziyareti hakkında şunları yazmaktadır: Mora Yarımadası limanında Yahudîler ve Yunanlılardan başka "Kıptî"ler de yaşamaktaydı. Hatta "Küçük Mısır" adını taşıyan bir tepede 200 kadar küçük baraka vardı. Bu haber oldukça dikkat çekicidir. Çünkü çingeneler merkez Avrupa´ya vardıklarında, kendilerinin "Küçük Mısır"dan gelmiş olduklarını ve kendi liderlerinin "Mısır´ın Dükü" olduğunu iddia etmişlerdi. Çingenelerin Avrupa´da "Kıptî" (Aegpter, Gypsy v.s.) olarak isimlendirilişleri; onların Mısır kökenli olduklarından değildir, aksine Methoni şehrinin "Küçük Mısır" olarak adlandırılan tepesinde konaklamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Ancak bütün bu isimlerin yabancı kökenli olduklarını ve Çingenece’de böyle isimlerin olmadığını da vurgulamak gerekmektedir.
Mısırlı bilim adamı Nabil Sobhi Hanna, çingenelerin kökenini araştırmış ve onların bir çok sebebden dolayı kesinlikle "Kıptî" olmadıkları sonucuna varmıştır. Ona göre en önemli sebeplerin başında filoloji gelmektedir. Çünkü çingenelerle kıptîlerin dillerinde hiç bir benzerlik yoktur. Ayrıca çingene gelenek ve görenekleriyle kıptîlerin arasında hiç bir benzerlik bulunmamaktadır. Öyleyse niçin çingenelere "Kıptî" denilmiştir? Nabil Sobhi Hanna´ya göre bunun iki sebebi olabilir: Bunlardan birincisi, çingenelerin Mısırda çok yaygın olan kehanet, gizli büyü, büyücülük ve sihirle uğraşmış olmaları; diğeri ise, Hindistan´dan geldikten sonra, Avrupa´ya Mısır üzerinden geçmiş olmalarıdır.
Bizce N. S. Hanna´nın, çingenelerin ana vatanının kesinlikle Mısır olmadığı hususundaki tespitlerine katılıyoruz, ancak Avrupalıların çingenelere "Gypsy", Egyptian" yahut "Copt" (Kıptî) demelerini Mısır’daki büyücülüğün yaygın olmasına dayandırması görüşüne katılmıyoruz. Zira Avrupalıların çingenelere "Kıptî" demelerinin en önemli nedeni; Nicolo Frascobaldi´nin 1384 yılında kaydettiği haberdir. Yani o zamanki Yunanistan´ın Modon şehrinde "Küçük Mısır" denen tepede çingenelerin koloni halinde yaşamış olması, daha sonra da buradan Avrupa´ya dağılmış olmalarıdır. Ayrıca Çingenelerin Hindistan´dan Avrupa´ya ayrı yollardan varmaları da, onların "Kıptî" olarak tanımlanmasına neden olmuş olmalıdır.
b. Çingenelerin Kökeni
Çingeneler üzerine araştırma yapan bilim adamlarınca, çingenelerin Hindistan kökenli oldukları ileri sürülmektedir. Bilim adamlarını bu kanaate götüren sebep, 200 yılı aşkın bir zamandan beri çingeneler üzerine yapılan dil karşılaştırmalarının, onların büyük ölçüde Hintçe ağırlıklı dillerinin olduğunu göstermesidir. Günümüzde ise antropolojik, entnolojik ve filolojik araştırmaların ışığında çingenelerin Hindistan kökenli oldukları kesin bir şekilde ileri sürülmektedir. Çingenelerin tipolojik ve dil yapılarından hareketle Hintli olduklarına hükmedilmesinin yanısıra, antropolojik olarak da onların ariler öncesi Hindistan´ın yerlileri olduğu kanaatine varılmaktadır.
Çingenelerin Hindistan orijinli oluşlarında müttefik olan bilim adamlarınca esas problem, onların Hindistan´ın hangi bölgesinden olduklarının tespitidir. Zira günümüze kadar yapılan araştırmalar, bu hususu berraklaştıramamıştır. Ancak buna rağmen yine de çingenler üzerine araştırma yapan bilim adamları, onların atalarının hangi bölgesinden çıktıkları husususnda da çeşitli görüşler ileri sürmektedir.
Çingeneler, kendi orijinlerinin neresi olduğuna dair kafa yormamaktadır. Çiganologlar ise, çingenelerin büyük bir ihtimalle Kuzeybatı Hindistan kökenli oldukları üzerinde durmaktadır. Çingenelerin köken mıntıkaları; Hindukuş-Dağları´nın vadilerindeki Kuzeybatı Hindistan ve Kuzeydeki Hint sınır eyaletleridir. Yani bugünkü Dardu şivesinin konuşulduğu mıntıkadır. Çünkü çingenelerin konuştuğu dilin, Kuzeybatı Hindistan´da konuşulan Darduca ile yakın bir bağının olduğu tespit edilmiştir. F. Miklosich de, dil bağlantısı ve benzerliğinden dolayı çingenelerin ana memleketinin Kuzeybatı Hindistan olduğuna inanmaktadır. Aynı şekilde çingenecenin orada konuşulan dile büyük ölçüde bağlantılı olduğu için Joachim S. Hohmann da onların ana menşe mıntıkasının Kuzeybatı Hindistan olduğunu kabul etmektedir. Wolf In der Maur ise çingenelerin köken mıntıkalarının büyük bir kesinlikle Kuzeybatı Hindistan´ın yüksek kesimleri olduğunu savunmaktadır. Peter Köpf ve bazı araştırmacılar da, Almanca´da çingenelere genel olarak "Zigeuner" denilmesine rağmen, özellikle Alman dilindeki kullanımıyla Sinti ve Roma çingene gruplarının menşeini "Sind"e veya "Sindhu"ya (= İndus) bağlamaktadır.
Bazı diğer araştırmacılara göre de günümüzdeki Romanların, Sintilerin ve Gitanoların atalarının yaşadığı yer "Sind" (Haydarâbâd) civarıdır. Onların çeşitli sebeplerden dolayı kendi topraklarını terketmeleri ve göçebe olarak yaşamaya başlamaları, sabit yerleşim yerlerini terketmeye zorlamıştır. Onlar geçici de olsa, sahil bölgelerindeki göçleri esnasında Pencab´da, Jammu´da ve Keşmir´de verimli sığınak yerleri bulmuşlardır.