SOMUT ÖNERİLER:
1. Türkiye’de geçmişi Teşkilât-ı Mahsusa’ya dayanan Milli Merkez yapılanması yeniden canlandırılarak “Kosova Milli Merkezi” kurulmalıdır. Aynı şekilde, Kosova sorununu yurt içinde ve dışında savunacak sivil toplum örgütleri (dernek ve vakıf) yeterli sayıda oluşturulmalıdır. Gerek Kosova Milli Merkezi ve gerekse ilgili sivil toplum örgütlerinin yönetimi, A.B.D., Almanya, İngiltere, İsrail modellerine uygun biçimde profesyonellere bırakılmalıdır (amatörlere değil). Sorunun başından itibaren içinde yeralan Almanya’nın bu alanda NGO sıkıntısı bulunmamaktadır. A.B.D. ise, NGO oluşturulmasındaki sorununu yakın bir geçmişte çözümlemiştir (AFP Ajansının 31 Mart 1999 tarihli haber bülteninde, Başkan Bill Clinton’ın Beyazsaray’da “National Albanian-American Council” Başkanı Avni Mustafaj ile 15 dakika süren bir toplantı yaptığı ve bu toplantıyı Beyazsaray Sözcüsü David Leavy’nin de deklare ettiği belirtilmektedir).
2. 12 Eylül öncesinde “halklara özgürlük” sloganı kapsamında yeralan “Türkiye’deki Arnavutlara kendi dillerinde eğitim ve mahkemelerde savunma hakkı” söylemlerinin biraz farklısı, Kosovalı Arnavutların ılımlı lideri İbrahim Rugova tarafından Hürriyet Gazetesi yazarı Sayın Ferai Tınç’a ifade edilmiştir. Kosova olaylarından çok önce Rugova, Tınç’a Türkiye’de beş milyondan fazla Arnavut’un bulunduğunu söyleyerek “Arnavutça eğitim talebinde bulunuruz. Bu demokratik bir hak” demiştir. Türkiye’nin ileride Batı destekli bu tür taleplere karşı hazırlıklı olması ve kaynağa anında müdahalede bulunması zorunludur.
3. Türkiye ayrılıkçı nitelikte bir Arnavut milliyetçiliği hareketine karşı güvenlik önlemlerini şimdiden belirlemelidir. Türkiye’de yaşayan Arnavut kökenli vatandaşlarımız bugüne kadar Türkiye Devletine bağlı kalmışlardır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğunda da bu bağlılıklarını sürdürürlerken, özellikle Balkan Savaşı’nda Kumanova’da Sırbistan Ordusuna karşı savaşan Türk Birliklerinin, tüm Arnavutlar arasında küçük bir oran olan ayrılıkçılar tarafından nasıl arkadan vuruldukları da, keza bu ihanetin tüm Balkan savaşının seyrini nasıl değiştirdiği de bir anekdot olarak hatırlardan çıkarılmamalıdır. Her zaman yeni yeni Esat Toptanilerin var olabileceği dikkate alınmalıdır.
4. Kosova Türkleri Türk Devletinin salt himayesine alınmalıdır. Bunun için projeler üretilmeli; sonuçları yakından takip edilmelidir. Türkiye, Yugoslavya ile bundan sonraki ilişkilerinde, Niş başta olmak üzere Yugoslavya’nın doğusunda yaşayan Türk azınlığını da dikkate almalıdır.
5. Almanya’nın salt bir hasım devlet olduğu gerçeğinden hareketle, güncel gelişmelere kolaylıkla adapte ettirilebilen esnek misilleme stratejileri belirlenmelidir. Almanya, Balkanlarda karşımızdadır. İran’a her açıdan destek vermektedir. Bu ülkedeki nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan ve temel insan haklarından mahrum edilen Azeri Türklerinin, Türkmenlerin, Karapapakların ve benzeri Türk azınlıklarının karşısındadır. Aynı şekilde, Doğu Türkistan Türklerine karşı Çin’e destek vermektedir. Keza, Orta Asya’da müttefik olarak kendisini Türk kabul etmeyen, Yunanistan’la Askeri Savunma Antlaşması imzalayan Özbekistan Cumhurbaşkanı İslâm Kerimov’u seçmiştir. Kısaca, Türkiye’nin çıkarları ile Almanya’nın çıkarları her yerde çatışma durumundadır. Almanya, diğer taraftan Türkiye’nin kendisine işçi vatandaşlarını kullanarak olası misilleme yapmasına karşı önlemini çoktan almıştır. Yıllar önce, “Türk işçileri tasarruflarını Alman bankalarından aynı gün çeksinler” yolundaki çağrıları değerlendiren Almanya, Türk işçileri arasındaki ideolojik-etnik ve dinsel ayrılıkları mükemmel biçimde derinleştirmiş; işçi kuruluşlarını provoke ederek birbirine düşürmüştür. BND’in bu yoldaki en büyük başarısı, Ermeni ve Kürt sorunu ile ilgili olarak Türkiye’nin yanında yer alan en etkili örgüt olarak bilinen Avrupa Türk Dernekleri Federasyonu’nu pasifize etmek olmuştur. Bugün bu örgütün yöneticileri olan eski ülkücüler, siyasal islamcılığın şemsiyesi altına girip, Milli Görüşçülerle, Kaplancılarla, Hizbulllahçılarla omuz omuza “Ya Allah Bismillah” sloganı atarak BND’ye hizmet sunmaktadırlar.
6. Türkiye, tıpkı Almanya’da ve diğer Batılı müttefiklerimizin biçtiği modele uygun olarak “İnsan Hakları Dernekleri”ni kurmak ve etkinliğini arttırmak zorundadır. Ülkemizdeki mevcut dernek, insan hakkı kavramını P.K.K.’lı teröristlerin hakkı olarak algılamakta; mevcut yasalara göre izin almadan uluslararası kuruluşlarla ve Türkiye aleyhine işbirliği yapmaktadır. Bu derneğin tasfiyesi, hukuka göre gereklidir, kapatılmaması ise Cumhuriyet Savcılarının ihmalidir. İnsan haklarına en fazla önem veren -başta Almanya olmak üzere- ülkelerin insan haklarına yönelik sivil toplum örgütlerinin yapılanması esas alınmalıdır. Bu cümleden, Türkiye’de devlet eliyle resmen oluşturulan ancak birkaçı dışında üyelerinin devlet bilincine ve sorumluluğuna sahip olup olmadığı tartışılan “İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu”nun gereği de kalmamaktadır. Zaten, Avrupa’da devlet eliyle resmen kurulan oluşumlara önem verilmemektedir. “Derin Devlet” olgusunun var olduğu Batılı ülkelerde, insan haklarını savunan sivil toplum örgütleri, kendi devletinin uygulamaları dışında sadece hedef hasım ülkelerin uygulamalarını eleştirmektedir. Özetle, A.B.D., İngiltere, Almanya gibi ülkelere kendi silâhları ile karşılık vermenin zamanı çoktan gelmiştir, geçmektedir...
7. Türkiye, dıştan gelen baskı ve müdahalelere karşı hazırlıklı olmak üzere, üniversitelerin, Ticaret ve Sanayi Odaları ve Borsaları Birliği’nin, T.S.K.’nin ve ilgili kurum ve kuruluşların en üst düzeyde temsilcilerinin yeralacağı “Kriz Koordinasyon Merkezleri” oluşturmalıdır. Akademik toplantılardan, resmen ilân edilmeyen ticari ambargolara, imza kampanyalarına, kontrollü nümayişlere kadar her türlü önlem bu merkezlerde karara bağlanıp uygulanmalıdır. En basitinden, İtalya örneğinde görüldüğü gibi, Türkiye ile iş yapan firmalar, çıkarları uğruna Türkiye adına lobicilik yapabilmekte, hükûmetlerini sallayabilmektedir.
8. Türk Devleti, önüne her an çıkarılan ve sırada bekleyen etnik ve mezhepsel sorunlarla ilgili olarak farklı dillerde konferans verebilecek; kitaplar yazabilecek ve hatta hasım ülkelerin etnik ve dinsel sorunlarını takip, özellikle insan hakları ihlalleri konusunda sorgulayacak düzeyde iyi yetiştirilmiş akademisyen kadrosuna sahip olmak mecburiyetindedir. A.B.D., Almanya ve İngiltere’nin gücü buradan gelmektedir. Türkiye her türlü dış baskı ve müdahaleye karşı hazırda beklemek; sonra da karşılığını vermek durumundadır.
Atatürk Türkiye’si, 2000 Yılına girerken, çıkarlarına ve onuruna sahip çıkmak; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..” özdeyişini hayata geçirmek zorundadır...
ALINTIDIR...