Caferiler: Biz Türkiye'ye göç etmedik, toprağımızla beraber geldik
21/06/2005 16:23:39
Dünyadaki Müslüman nüfusunun yüzde 12'sini oluşturan, Caferi olarak da adlandırılan Şiiler'in Türkiye'deki nüfusu resmi kayıtlara göre üç milyon. Kökenleri Azerbaycan'a dayanan, Şii mezhebine mensup olan Türkiyeli Caferiler, kamuoyunda çoklukla her sene 1 Mart'ta gerçekleşen kalabalık Aşura günü, Kerbela Şehitleri'ni anma törenleriyle akla geliyor.
Öte yandan, Irak'ta süren iç çatışmalar ve Amerika'nın bölgedeki varlığı, Irak'ın yüzde 65'ini oluşturan Şii nüfusun durumunu etkiliyor. Amerika'nın Irak'a müdahalesine karşı çıkanların başında gelen Şiiler'in, Türkiye'deki lideri Selahattin Özgündüz ile Türkiyeli Caferileri daha yakından tanımak ve Irak'ta yaşanan gelişmeleri konuşmak üzere görüşüyoruz.
Halkalı'daki Zeynebiye Camii'nin kütüphanesinde ziyaret ettiğimiz Özgündüz ile Türkiyeli Caferilerin sorunlarını, dini eğitim taleplerini ve Irak'taki Şii nüfusun Amerikan işgaline olan tutumu üzerine konuşuyoruz.
- Türkiye'deki Caferilerin kökenleri nereden geliyor?
Türkiye'de eski Kültür Bakanı sayın Namık Kemal Zeybek'in Meclis konuşmalarında kayıtlara geçen rakama göre üç milyon civarında Caferi yaşıyor. Caferiler genelde Azeri kökenlidir ve Kars, Iğdır, Ağrı illerinde yaşarlar. İstanbul'da 500 binin üzerinde Caferi yaşıyor. Bursa, Ankara, Manisa, İzmir gibi büyük şehirlerimizde de kayda değer ölçüde hemşehrilerimiz var.
Biz Türkiye'ye göç ederek gelmedik, biz Azeri Türkleri bu ülkeye toprağımızla beraber geldik. Yani buraya yama gibi gelip kimsenin üzerinde oturmadık. Rus, Ermeni egemenliği altında kalmaktansa kendi dindaşımız, kardeşimiz, soydaşımız olan Türklerle beraber olmayı, bu ülkede yaşamayı, bu ülkeyle birlikte olmayı tercih etmişiz. Ve hiçbir zaman camia olarak bu ülkede milli birliğe, toprak bütünlüğüne yönelik fesat ya da fitne unsuru olmamışız. Mezhep farkını da bir sorun olarak görmeyiz. Mezhep ve içtihat farklılığı bir milletin kökten farklılığı değil; renkliliği, kültürel zenginliği, güzelliğidir.
Caferi nüfusu olarak çoğunluğun mensubu olduğu Sünni mezhebinden farklı olan dini eğitiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Mesela ben, ülke içerisindeki dini eğitimimi beş-altı yıla yakın ilkokul döneminden de başlayarak, yurt içinde ama illegal olarak aldım; legal değildi. Bölgedeki hocalardan ders alarak sağladım. Çünkü legal olarak yok. Burada bir kısım Farsça, Arapça okuduk. Daha sonra beş altı sene de Irak'ta, Necef'ül Eşref'te kaldık. Orada gittik okuduk ama o da legal değildi. Turist olarak gittik, talebe olduk. Pasaportumuzu onaylatmaya giderken de bin bir yalan uyduruyorduk. 'Biz burada okuyoruz' diyemezdik, desek pasaportumuz onaylanmazdı. Çalışıyoruz diyorduk, geziyoruz diyorduk, ne bileyim bir şeyler uyduruyorduk; yalan, caiz olmamasına rağmen. Başka çare yok ne yapacaksın?
Din adamı yetiştirmeye ihtiyaç var, yurt içinde bu imkan sağlanmıyor, oraya da gitmek zorundayız, başka çaremiz yok. Şu anda Türkiye'de yüz binin üzerinde din adamı yetiştirilmiş genel bütçeden, buna rağmen azımsanıyor, 'Daha da kadro lazım. En az on beş yirmi bin daha kadro verilmeli' deniliyor. Peki bu üç milyona din adamı lazım değil mi? Bunların da cenazesi var, bunların da nikahı var. Yani, Sünni'nin din adamına ne kadar ihtiyacı varsa, Şia'nın da en az onun kadar ihtiyacı vardır. Bu nasıl karşılanacak? İçeride legal eğitimini yapamıyorsun, dışarıda da pasaport verilmiyor.
Şu anda dini eğitim almak isteyen Caferiler de mi Irak'a gidiyor?
Ben orada okuduktan sonra ülkemizde hizmete başladım. Bizden sonraki kuşak ise Saddam rejimi baskılarını arttırınca, Irak'ta okuma şansını kaybetti, İran'da okumak daha kolay oldu. Benim dönemimde Necef'e gitmek serbestti gittim, okudum. Üst düzeyde din eğitimimi bir yerde almak durumundayım. Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder derler ya...
Ondan sonra İran'da okuyup gelenler, "İran ajanı" oldu. Almanya'da okuyup gelen, Amerika'da okuyup gelenler ülkeyi devleti yönetiyor. Bir ülkede gidip okuyup gelen ajanlaşıyorsa...
İran'da ajan olsanız ne yazar? İran'dan buraya ne getireceksiniz? İran buradan daha güçlü bir ülke değil ki; buranın üzerinde emelleri, hesapları olsun, burayı sömürsün. Böyle bir şey olamaz. Ama Amerika için bunu diyebiliriz. Amerika'nın bu ülke üzerinde emelleri var, hesapları var, etkileri var. Öyleyse orada okuyanlar daha çok Amerika ajanı veya Fransa ajanı. Ama biz öyle düşünmüyoruz. Birileri bizi böyle görüyorsa, demek ki kendisi gibi düşünüyor, ama vallahi biz farklıyız. Hiçbir ülkenin kuklası, ajanı olmak da karakterimize uygun değil. Ajanlık bize göre değil, biz din adamıyız ve Türk'üz, bu ülkenin insanıyız. Bu ülke bizimdir, bizden daha fazla bir başkasının değildir. Hiç kimse bizden daha fazla buralı değil. Slogan olarak demiyorum, altı dolu olan bir söz olarak diyorum.
Türkiye'deki Caferiler, İran'da eğitim alanlar, son yıllarda da aynı şekilde mi görülüyor? "İran ajanı" olarak mı algılanıyor?
Bu hiçbir zaman çok yoğun olmuyor ama yani "Şii, Caferi misin? İran yanlısısın" deniyor. Azeri demek, Azerbaycan'a mensup, Azeri kökenli demektir. Peki, niye Azerbaycan'a değil de, İran'a yakın görülüyoruz? İrani değiliz ki, Azeriyiz. Çünkü konjonktürel açıdan, Türkiye ile İran bir millet, bir devlet iken bölünmüş. Bölgenin iki güçlü ülkesi olarak aralarında rekabet var. Mantıklı mıdır, değil midir o ayrı bir olay. Hangisi haklı, hangisi haksızdır o da ayrı bir olay. Ama biz Türk'üz ve Türkiyeliyiz. Ne diye Azeri'yi İrani diye niteliyorsun? İşte psikolojik etki yaratacak, böylece asimilasyonu kolay olacak.
Bunu diyanet içerisine sızmış, bağnaz bir takım unsurlar bilinçli olarak yapıyor. Diyanet neticede bir devlet kurumu, cumhuriyetin kurumu. Devletin, cumhuriyetin kurumu olması nedeniyle de devletin diğer kurumlarına buradan giden raporlar ister istemez etki yapıyor. Diyanet cumhuriyetin ilk kurumlarındandır, Atatürk'ün kurduğu kurumlardandır. Ben korunmasından yanayım, ama ne yazık ki bu güzide kurumumuza her kurumdan daha fazla bağnaz, mezhebi bağnazlığı milli duyarlılıklarının üzerinde olan unsurlar sızmıştır. Bu ülke için herkesten çok sorumluluk hissi taşıyan insanları kendi ülkesine yabancılaştırmak, kendi ülkesinde ötekileştirmek ne zamana kadar devam edebilir? İster istemez eziklik hissedecek, teslimiyet ruhu gelişecek ve asimilesi kolay olacak. Herhalde böyle düşünmüş olmalılar.
Bu davranışın nedeni nereden kaynaklanıyor, sizce? Bu devletin politikası mı, yoksa diyanetin içinden mi kaynaklanıyor?
Bizim gördüğümüz, şahit olduğumuz bir takım şeyler var. Diyanet, 'Bize daha 20 bin kadro lazım" diyerek yüz binlerce kadrosuna, katrilyonluk bütçesine, yan kuruluşlarının gelirlerine rağmen hala bütçe koparmaya çalışıyor ve başarıyor. Buradan Caferilere de düşen paylarını vererek, onların da dinlerini tam bir rahatlık, huzur içerisinde yürütmelerine katkı yapmalıyız. Hürriyet'e bir ara manşet olmuştu, "Türkiye'de 300 bin cami İran'ın kontrolünde" diye. Bu gene Diyanet Baş Müfettişinin raporuydu. Bir takım kurumlara da aynı raporu sunmuştu. Biz bunları görüyor ve biliyoruz. Devletin laik, demokratik cumhuriyet olduğunu da biliyoruz.
Peki, bir çözüm bulunamaz mı? Bulunur. Bize çözüm diretirler, biz de kabul ederiz. Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle bir şey telaffuz etmek bile ayıp. Ben çözeceğim, ben sana çözüm empoze edeceğim, sen kabul edeceksin. Bir de benle konuşman gerekmez mi, el insaf... Benim haklarımı, sınırlarımı sen mi tayin edeceksin, bir kurum olarak, benim fikrimi almak küçültür mü sizi?
Şimdiye kadar sizin Caferiler olarak devletten bir talebiniz oldu mu?
Biz talepte bulunduk ama ne yazık ki, Diyanet'teki bazı yöneticiler bağnazlıklarına kendilerince bir de şark kurnazlığı ilave ederek işi geçiştirmeye çalışıyorlar. Mesela her devlet kurumu gibi diyor ki 'Biz kimsenin dinine, mezhebine bakmıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gelip imam hatipte okumuş, ilahiyat fakültesini bitirmiş kadro talebinde bulunuyor, imtihanlardan geçiyorsa biz de alıyoruz. Biz ayrım yapmıyoruz ki...'
Eskiden Hanefi olmayan kadroya alınamazdı, şimdi onu düzeltmişler; yabancılar, diretince o maddeyi çıkarmışlar. Biz bir din farkından, mezhep farkından bahsediyoruz. Ben senin memurun olacağım, sen de beni Adıyaman'a, Mardin'e göndereceksin. Mardin'de benim yorumladığım şekilde, ben "Allah u ekber" deyip kolu açık namaz kılacağım, arkamdaki insanlar bakacak ki, hoca kolunu sarkıttı, bunların kolu bağlı. Böyle bir şey olmaz. Uyum sorunu yaşanır. Demek ki bu çözüm değil. Şafi veya Hanefi hocayı da benim köyüme göndereceksin, ya o ona uyacak, ya öbürü ona uyacak. Bizim meselemiz zorla milleti birbirine uydurmak değil. Herkesin kendi inandığını, rahat, huzurla, ekonomik sıkıntı da olmadan yaşaması gerekir.
Siz açık olarak, Caferilere bir ayrımcılık yapıldığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle; Bundan daha güzel ayrımcılık olur mu? Mesela bir tane Caferi, Diyanet İşleri Başkanı olabilir mi? Cumhuriyet kurulalı beri bir Caferi başkan yardımcısı olmuş mudur?
Diyanet'te hiç Caferi görevli yok mu?
Bizden yok, hayır. Kendilerine benzemediği için Alevi'den de yoktur. Bu kurumun içinde bu ülkenin üçte biri yok, o zaman yediğiniz maaşın üçte biri helal değil size kardeşim. Diyor ki, 'Din hizmetlerini bizden istesinler, onlara da biz götürelim.' Kardeşim, din hizmeti dediğin nedir; benim cenaze namazım mı, Cuma namazım mı, bayram namazım mı? Ben sana bedava yapıyorum, sen benden aldığın maaşla yapıyorsun. Senin cenazeni ben kaldıracağım, kabul eder misin? Diyecek ki, 'Kardeşim olmaz, içtihadımız farklıdır, bana Hanefi imam namaz kıldıracak." Öyleyse, Caferi'ye de bırak Caferi imam namaz kıldırsın.
Caferilere ait bir dernek kurma projeniz var değil mi?
Biz, bir Caferi-Der oluşturacağımızı geçen sene Aşura'da deklare ettik. O sene devletin bazı yetkilileriyle bir iftar yemeğinde bir araya gelip konuştuk, 'Arkadaş bizim de haklarımızı verin, insaf edin' dedik. 'Siz kimsiniz, tüzel kişilik değilsiniz. Tüzel kişiliğinizi oluşturun, devlet kimi muhatap alacağını bilsin, bize öyle gelin, biz de sizi muhatap alalım' dediler. Baktım haklı, ben de camiamın önde gelenlerini topladım. Bir şemsiye oluşturalım, tüzel kişiliği olan bir Caferi Federasyonu olarak, gidip devlete 'bizim payımıza düşeni de ver' diyelim kararını aldık. Yurt içinden yurt dışından heyecanla delegeler katıldı. Caferi toplumundan da, tabiri caizse sosyolojik anlamda icazet alarak bu hareketi başlattık. Ama şu anda prosedürlere hiç uymayarak bizi hala sallıyorlar.
Dünyadaki Şii nüfusunun büyük çoğunluğu Irak'ta yaşıyor. Amerika'nın Irak'ta devam eden varlığı hakkında Türkiye Caferilerinin tutumu nedir?
Amerika'nın orada kalmasını isteyen bir Iraklı var mı? Herkes Amerika'nın çıkmasından yana ve baştan sona kadar biz de girmemesi için direndik, Ayetullah El Sistani de 'Ülkenin işgali noktasında işbirliği haramdır' der ve bugüne kadar da hiçbir Amerikalıyı huzuruna kabul etmemiştir. Saddam'ın yanlışları yüzünden ülke işgal edilmiş, ne yapmak gerekiyor? Kendimizi Iraklının yerine koyalım. Dünyanın ne yazık ki alternatifi olmayan tek gücü bizim ordumuzu dağıtmış, ülkemizin üzerine çullanmış. Ben diyorum ki, siyasi süreci hemen başlatıp, hükümetimizi, devletimizi hemen oluşturup; 'Amerika'ya, 'Kardeşim çık git, biz artık kendi güvenliğimizi kendimiz temin edebiliriz' diyelim. Savaşla atalım yerine önce barışçıl yollarla çıkarmayı tercih edelim. Iraklı olarak bunu düşünürüm.
Iraklı Şii liderler de bu şekilde mi düşünüyor?
İşgalden sonra Şia ve Irak'ın aydınları, siyasileri, liderleri El Hekim'in ortaya koyduğu bu fikir etrafında birleşti. Ama Saddam ve El Kaide unsurları, savaşacağız diyor. Savaşın, kendi halkınıza saldırırsınız. Onlar Amerika'nın işini kolaylaştırıyor, orada daha uzun kalmasını sağlıyor. Keşke girmeseydi, keşke olmasaydı ama olmuş.
Amerika Irak'tan hemen çıkıp gitsin mi? Daha bu ülke kendi milli ordusunu, emniyet teşkilatını oluşturmadan giderse bu bağnazlarla ülkede kan, su yerine akacak. Öyleye ülkede emniyet sağlanana kadar Amerika'nın sorumluluğu sürecek. Bir alternatif de komutayı Birleşmiş Milletler'e bırakması. El Kaide ise Amerika derhal çıksın' diyor. Hemen çıkarsa sen yok olursun.
. Türkiye'de legal eğitimimizi yapamıyoruz, dışarıda da pasaport verilmiyor
. İran'da okuyup gelenler, "İran ajanı" oldu; Almanya'da, Amerika'da okuyanlar devleti yönetiyor.
. Birileri bizi İran ajanı olarak görüyorsa, demek ki kendisinin olduğu gibi düşünüyor, ama vallahi biz farklıyız.
Azeri'yi İrani diye niteliyorlar. Bunu Diyanet içerisine sızmış, bağnaz bir takım unsurlar bilinçli olarak yapıyor.
Diyanet her kurumdan daha fazla bağnaz; mezhebi bağnazlığı, milli duyarlılıklarının üzerinde olan unsurlar bu kuruma sızmıştır.
"Türkiye'de 300 bin cami İran'ın kontrolünde" dediler, bu gene Diyanet Baş Müfettişinin raporuydu.
Diyanet'in içinde bu ülkenin üçte biri yok, o zaman yediğiniz maaşın üçte biri helal değil size kardeşim.
"Baskıyla din olmaz oldu mu, dinsizliği bana zorla diretilen dine tercih ederim"
Anlattıklarınızdan camilerinizdeki imamların kendi içinizde yetişenler olduğunu anlıyoruz, doğru mu?
Camilerimizin arsası kendi malımızdır, binası kendi paramızla yapılır. Bu kıt imkanlarla imamın maaşı, personel gideri, camiinin diğer hizmetleri camianın kendi cebinden karşılanır. Sonunda dönüp uyduruk haberlerle, raporlarla Camiler Kanunu çıkarırsınız, 'Bu camiler de bizimdir, bizim yönetimimizde olacak' dersiniz. Yönetimi nasıl sizin olacak? İmamı biz atayacağız, imam bizim memurumuz olacak. Alevilere böyle yaptınız işte, dinini kendi anlayışına göre öğrenmesine müsaade etmediniz. İbadethanesini "Devletin emri altında olacak" diyerek elinden aldınız. Dinini öğrenemiyor, ibadetini yapamıyor. Üstünden bir asır geçince de işte böyle oluyor. Ondan sonra da; 'Kardeşim Müslüman'san gel camiye, Hırıstiyan'san git kiliseye, Yahudi'ysen git sinagoga' diyerek adama yol göstermeye başlıyorsun. Bizi de o duruma mı düşürmeye çalışıyorsunuz? Baskıyla din olmaz. Öyle oldu mu, dinsizliği bana zorla diretilen dine tercih ederim.
Degerli anda,Isimsiz,bende merak ettim bu,caferleri,ve böyle bir yazi buldum,ne olduklarini,kendi agizlarindan anlatiyorlar,bir nevi paralel din toplumu,ileride basimiza sikinti acmaya,aday bir olusum gbi algiladim.Bizdeki tarikatlar yetmiyormus gibi birde bunlarla ugrasiriz,umarim bu baslik yüzünden otagdan azar isitmeyiz TTK