Türkiye' nin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak olan köylüdür. 1922
Atatürk zavallı köylünün durumunu bu gün görseydi herhalde tarlaya hükumet üyelerini gönderirdi çalışmak için.
Türk_aze Beğin değindiği bu önemli konu da benim iki çift sözüm var:bende bir köylü çocuğu olarak;BAŞBUĞ ATATÜRK'ÜN ''EFENDİ'' bildiği ve kabul ettiği köyümü ve köylümü bu hale getirenlerin okuması gerekn bir yazıyı sizlere sunmak isterim;
“Köylü Milletin Efendisidir”
ATATÜRK ve HALİL AĞA
Yüce önder Atatürk Cumhuriyet’i kurduğu yıllarda devlet işlerinden yorgun düşmüştü.Yeni yönetim biçiminin vatandaşlar tarafından nasıl karşılandığını merak eder olmuştu.
Bir gün canı iyice sıkılmıştı.Nuri Conker’i yanına çağırarak:
“Gel yardım et bana..Kaçalım köşkten..”
Onun bu içtenlikli isteği karşı çıkmak,büyük bir haksızlık olacaktı.
“Tamam ,sen planı hazırla ben uygulamasını yaparım..”
Atatürk ve Nuri Conker,birinin hazırladığı,ötekinin uyguladığı plan sonunda Florya Köşkü’nün tüm nöbetçilerini atlatırlar ve köşkten kaçtılar.Altlarında ,Nuri Conker’in bir arkadaşının arabası vardı.Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkartarak,Çekmece’ye doğru gidiyorlardı.
Birden Atatürk’ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı.Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış,toprakları yavaş yavaş deviriyordu.Fakat çifttin bir yanında öküz,bir yanında merkep vardı.Eşit güçle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.Atatürk şoföre durmasını söyledi. İndiler.Köylüye seslendi:
“Kolay gelsin ağa..”
Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
“Kolay gelsin.”
“İşler nasıl ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü?
Köylü isteksiz konuştu:
“Tanrı’nın gücüne gitmesin bey,bu yıl yufkaydı mahsul.Kabahatin acığı bizde ,acığı yukarda!Biz geç davrandık,yukarısı da rahmeti esirgedi.”
“Bakıyorum sapanın bir yanında öküz,bir yanında merkep koşulu.öküzün yok mu senin?”
“Var olmasına vardı ya, hıdrelezde vergi memurları sattılar”
“Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı ? Olmaz böyle şey ! Muhtara şikayet etseydin..”
Köylü güldü:
“Muhtar başımda deel miydi !? Memurun a bey?
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu :
“Kaymakama gitseydin.”
Köylü Halil Ağa iyice güldü.
“Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?” Dedi.
“Kaymakamın haberi olmadan bizim buralardan kuş bile uçmaz.”
Atatürk konuşmayı sürdürdü:
“E peki, İstanbul şuracıkta.Geleydin valiye anlataydın derdini.. Onun işi bu değil mi?
Köylü ,Atatürk’ün saflığına inanmış, iyiden iyiye gülüyordu.Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz.Kestirip attı:
“Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz ?
Atatürk sordu :
“Adın ne senin ağa?”
“Halil… Köylük yerde sorsan Halil Ağa derler..”
“Demek varlıklısın?” Ağa dediklerine göre.”
“Acık çiftimiz – çubuğumuz varken adımız ağaya çıkmış”
“Peki Halil Ağa, senin işin beni bayağı meraklandırdı.benim bildiğime göre ,bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz.Sen aldılar diyorsun.Hadi kaymamak şöyle,vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin ?”
“Bilmez olur muyum beyim?”
“Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul’a geliyor.Florya Köşkü’ne iniyor.Köşk de şuracıkta Birgün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona..Herhalde çaresini bulurdu.”
“Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun.Ama bak şimci,tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya..Tutalım ki koydular, koskoca İsmet Paşa’mızı göstermezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni..”
Nuri Conker lafa karışmak istedi.Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.
“E peki bakalım bu dediğime ne bulacaksın?” dedi. Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu.Gitseydin,çıksaydın önüne ,anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya !..
Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu:
“Sen nediyon bey?” dedi. Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek…Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten,işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?..”
Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken,Atatürk’ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor,çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu.Konuşacak bir şey kalmamıştı.Atatürk köylünün omzuna elini koyarak,
“Senden hoşlandım Halil Ağa” dedi.Birgün köyüne de gelir,bir ayranını içerim.Açık yürekli bir vatandaşsın.Ama yine de sana söylüyorum hakkını kimsede bırakma ara”
Döndüler, arabaya bindiler.Halil Ağa onları uğurladı.
“Meraklanma beyim,eyvallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez.Fakat bu, Baba’ya borçtur.Ödenmesi gerek..”
Otomobil hareket etti.Atatürk’ün canı sıkılmıştı.
“Bir uygun yerde dönelim,tadı kaçtı bu işin!..”Dedi.
Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor sigara üstüne sigara yakıyordu.Yüzünde ince bir keder vardı.
“Yahu çocuk, şu Halil Ağa’nın vergi borcundan öküzü satmışız,merkeple çift sürüyor, hala da “Devlet Baba” diyor. Ne mübarek millet, bu millet..”
Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:
Şimdi; İstanbul’da ne kadar bakan,milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın!..Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum.Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa’yı bul,onlara da haber ver.
Yaver odadan çıktı.Atatürk,Nuri Conker’e döndü:
“Şimdi sende arabayla çıkıp o Halil Ağa’ya gideceksin.Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin.”Seni sevdi,sana öküz alıverecek”diye bir şeyler söyle, kandır.Kuşkulandırmadan al getir buraya.”
O akşam Atatürk’ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağdan oluşan yirmibeş konuk vardı.
Atatürk,” Bu akşam soframıza efendimiz gelecek” dedi.”Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum.”
Bir süre sonra içeri baş yaver girdi ve Atatürk’ün kulağına bir şeyler söyledi.
Atatürk”Buyursun!” dedi.
Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu,yanı başında da İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı.Dizlerinin bağı çözülmüştü.
Atatürk onu görünce ayağa kalktı.Arkasından tüm konuklar da ayağa kalktılar.
Atatürk son konuğunu,”Hoş geldin Halil Ağa”diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:
“İşte beklediğimiz efendimiz” dedi.
Nuri Conker,Halil Ağa’yı Atatürk’ün sağ başına oturttu, kendiside yanındaki sandalye ye geçti. Atatürk sofradakilere, o gün köşkten nasıl kaçtığını,Halil Ağa’yı bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü,sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra şöyle dedi.
“Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız.Ben sorduklarımı baştan soracağım,Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak.”
Halil Ağa’ya döndü:
“Bak beri Halil Ağa” dedi.”Sen benim bu akşam başmisafirimsin .Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sana hiçbir zarar gelmeyecek.Öküzü de alacağım.Ama şimdi ben tarla da sorduklarımı baştan soracağım, sende orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın.İşte soruyorum:
“Bakıyorum sapanın bir yanında öküz,bir yanında merkep koşulu.Öküzün yok mu senin?”
Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk’ün ayağına kapanacak oldu.Atatürk önledi:
“Yoo bak böyle şey istemem.Soruyorum cevap ver.”
Soru cevap valiye kadar aynen tekrarlandı.
Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı.Ürkütücü sorulara gelmişti sıra.Atatürk sordu.
“Peki ,İstanbul şuracıkta, gideydin valiye,anlataydın derdini…
Onun işi bu değil mi?
Vali Muhittin Üstündağ Halil Ağa’nın ancak iki metre ötesinde kendisine bakıyordu.Nasıl desin?
Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
“Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda.Eteğine düşsek derdimizi duyurabilirmiyiz ki…
“Olmadı bu, Halil Ağa!..Bana dediğin gibi dos doğru…
“Böyle demedik mi beyim ?..”
“Ya, ben mi yanlış anladım?..”
“Dur soralım bakalım Nuri’ye.Nuri, böylemi dedi bize Halil Ağa?”
Nuri Conker karşılık verdi:
“Hayır Paşam!..”
“Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış.Hani bir şey dediydin sen vali neden duymazmış?..
“Aynen bana söylediğin gibi söyle”
Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
“Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır.Paşam” dedi.”Kusura kalma gayri”..
“Diplomatsınki yaman diplomatsın,Halil Ağa…Ama şimdi diplomatlık sırası değil.doğru konuşacağız…Söyle bana, orada dediğin gibi…”
Halil Ağa gözünü yumup başını yere eğdi.
“Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla “Bırak bu sağarı” diye bir laf kaçırmıştım…”
Sofrada gülüşmeler başlamıştı.
“Hadı bunuda oldu diyelim.Geçelim gerisine:E Peki ,bir Başvekil İsmet Paşa var,bilirmisin?”
Halil Ağa ,İsmet Paşanın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
“Şanlı İsmet Paşa’mız bilinmez olurmu ? O bugüne bugün..”
Atatürk ,Halil Ağa’yı durdurdu.
“Bırak şimdi övgüleri” dedi.”Ben şimdi gerisini getireyim:Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul’a geliyor,Florya Köşk’üne iniyor ,köşkte şuracıkta.Birgün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona.Herhalde bir çaresini bulurdu.”
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi.
“Kapıya koymazlar bizi,koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!...
Atatürk’ün sesi iyice sertleşti:
“Beni uğraştırma,Halil Ağa”dedi.Erkek adam sözünü yalamaz,ne dediysen,tıpkısını tekrarlayacaksın!..
Halil Ağa ürktü,toparlandı.Başını yine yere gömüp konuştu.
“Şanlı paşamıza da sağar dedik ya..”
“Yalnız sağar değil,sağarın sağarı” değil miydi?”
Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı.
“Öyle dedikti paşam, doğrusun!” diyebildi.
Atatürk İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi,sözü kendine getirdi:
“Son soruyu sorayım şimdi” dedi” Bununda karşılığını ver,öküzünü al git.”Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu ? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini o da seni yüzüstü bırakacak değildi ya ?
“Hiç bırakır mı aslan paşam benim!...Erip erişir de tarlama dek gelir halimi dinler.”
“Bırak bunları Halil Ağa dediğini tekrarla.”
Halil Ağa birden diklendi.Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu.Atatürk’ün gözlerinin içine bakarak konuştu:
“İşte bunu demem paşam!” dedi.”Ağzıma ateş doldur,işte bunu demem!”
Atatürk gülmeye başladı:
“Zorlatacak bizi bu Halil Ağa laf anlamıyor” dedi.”Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek demiştin,yanılmıyorsam.Görsem de işinden gücünden,yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seyirtecek” demiştin”.
Halil Ağa’nın gözlerinden yaşlar inmeye başladıTaş kesilmiş,duruyordu.Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:
“Atatürk de işi içkiye vurmuş,sarhoşun biri demesine getirdin ya fazla üstelemeyelim” dedi.
“Şimdi bak beni dinle ,Halil Ağa…
Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay, hükümet…Yani,biri başbakan,ötekilerde bakan! Memlekete göz kulak olacak,işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler.Bir kanun gerekti mi? bu baylar hemen sıvanırlar,İsviçre’den mi olur,Fransa’dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluşturulur,Türkçe’ye çevirtirler, sonra basıp imzayı göndeririler.Büyük Millet Meclisine…Bu millet Meclisi dediğin, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler.Kanun bunlara gelir.Bunlarda Hükümet elbette incelemiş,gereğini düşünmüştür,benim ayrıca zorlanmama gerek yok derler ve kaldırırlar parmaklarını,olur sana bir kanun!..Ama sonra bir vergi memuru gelir vergi borcundan Halil Ağa ‘nın öküzünü çeker satar…Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkeple, bir yanda öküz,ırgalana ırgalana sürmeye çalışır.Ama üretim düşermiş,ekin zorlaşırmış kimin umurunda…Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar,işitirim tasalanırım! E.. hakça söyle bakalım Halil Ağa..Sen benim yerimde olsan,efkar dağıtmak için,bunları bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar ,sana Sarhoş der…”
Halil Ağa’nın dili çözülmüştü:
“Öyle diyen yok haşa!...Dinden çıkmak gibidir…Buldun mu bunu hacısı da içer, hocası da içer…”
Peki sende içer mi sin?
“Hiç bulunurda içilmez olur mu paşam?..İçeriz ki tıpkı şerbet gibi!..
Atatürk hizmet edenlere işaret etti.kadehleri doldurttu.Kendi kadehini Halil Ağa’ya uzattı.
“Hadi bakalım Halil Ağa” dedi.
“Sağlığına içelim .”
………………
Daha sonra Halil Ağa köyüne dönmek için müsaade ister.
Atatürk Nuri Conkere İşaret eder. Halil Ağa önce Atatürk’ü daha sonrada salonda bulunanları selamlayarak salondan ayrılır.
Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:
“Efendimizin halini gördünüz mü ? beyler dedi.”Devlet size böyle davransa siz ne yapardınız?Mübarek millet bu, adam millet bu…Şimdi bu adam milletin karşısında” adam olmak bize düşüyor!..
Sofrada kesin bir sessizlik vardı .Kimse gözlerini Atatürk’ten ayıramıyordu:
“Halil Ağa’nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık yada bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa’nın öküzünü satıyor.İkisi de bence birbirinden farksız…Böyle bir kanun yaptıksa,memleket çıkarlarına aykırıdır.Nasıl yaparız nasıl yapmışız bunu?Eğer yaptığımız kanun doğru da yorumlanması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım:Hükümet nasıl bir yöntem içindedir.Sonra unutmayın ki olay İstanbul’da geçiyor.Bunun Van’ı var,Bitlis’i var,kıyı bucak ilçesi var.acaba oralarda neler oluyor? BU ÇARK İYİ DÖNMÜYOR BEYLER!...
(Alıntıdır.)