Gönderen Konu: Ahmet Bican Ercilasun - Rafet Körüklü  (Okunma sayısı 2907 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Cebe Noyan

  • Her Şey Türk İçin, Türk'e Göre!
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 319
  • Türk Irkı Sağ Olsun!
Refet Körüklü

Bir ülküye mensup olmak aynı zamanda o ülkünün hafızasını da taşımak demektir. Geçmişi olmayan ülküler temelsiz olduğu gibi geçmişini bilmeyen ülkücüler de temelsizdir. Elbette kastım ülkücünün kendi geçmişi değil, ülkünün geçmişidir. Toplumları nasıl tarih yoğurup bir millet hâline getirirse, fikir sistemlerini de mazi yoğurup ülkü hâline getirir. Geçmişte meydana gelen olaylar, kahramanlarıyla birlikte ülkünün tarihini oluştururlar.


Ülkülerin tarihleri, onu yaşayanların hatıralarında, yazıp çizdiklerinde saklıdır. Belki de daha çok ülkü kahramanlarının hafızalarında.Türk milliyetçiliği ülküsünün tarihini öğrenmek isteyenler elbette önce yazılıp çizilenlere başvuracaklardır. Kitaplara, dergilere, gazetelere ve hatıra yazılarına.Fakat bir de yazılmayanlar var.Onları da yaşıyanlardan dinlemek gerekir.

Refet Körüklü, 1960 öncesi Türkçülük hareketlerini dinlediğim birkaç isimden biriydi. Galip Erdem, Necmeddin Sefercioğlu, Mustafa Kafalı ve Refet Körüklü. Onlar benim için 1940’ların ve 1950’lerin  tanıkları idiler. Yazılıp çizilenler dışında, 1944 hadiselerinin arka yüzünü onlardan dinledim. 1950’lerdeki Türk Milliyetçiler Derneğini, derneğin bütün Anadolu’da dal budak salışını, bundan ürken Demokrat Parti iktidarının sudan sebeplerle derneği kapatışını onlardan dinledim. Bir yandan okudum, dönemin dergilerini tek tek karıştırdım; bir yandan da onları dinledim. Böylece milliyetçilik bende kuru bir zihin ameliyesi olmaktan çıktı; hafızamı oluşturan beyin hücrelerime işledi ve şahsiyetimin bir parçası hâline geldi.

Refet Körüklü’yü 1970’lerin başında Ankara’ya geldiğim zaman tanıdım. Elbette onun adını 1960 yılında, 17 yaşımda bir genç olarak Türkçülüğe adım attığım ilk aylarda duymuştum. 1970’lerde ise o, benim de, eşimin ve çocuklarımın da Refet Amca’sı, eşi de Münevver Teyze’si olmuştu. 1977’de ABD’den döndüğümüzde koca bir televizyonla evimize gelmiş ve yeni evimizde bizi televizyonsuz bırakmamıştı. Refet Körüklü, kardeşi Fevzi Körüklü ile birlikte bizim Tarsuslu yüzlerimizdi. Daima gülen, gülümseyen, neşeli yüzlerimiz. Acılara, ızdıraplara, çilelere rağmen neşeli yüzlerimiz.  Heybeliada’ya ne zaman taşındığını hatırlamıyorum; İstanbul’da Atsız Amca, Nejdet (Sançar) Amca ile Bostancı’da aynı apartmandan daireler alarak komşu oldular. Muzaffer (Eriş) Amca ve kayınpederim İzzet Yolalan’la birlikte bir beşli oluşturdular. Refet Amca beşlinin son halkasıydı; 1 Nisan günü bize ve Sami Yavrucuk’a şaka yaparak aramızdan ayrıldı.

Körüklü bir maliyeci idi; 1947 yılında Maliye Okulu’nu bitirmiş; emekli oluncaya kadar, 26 yıl Maliye Bakanlığında çalışmış; 1973’te Gelirler Genel Müdürlüğünden şube müdürü olarak emekliye ayrılmıştı. Fakat o bizim için her şeyden önce bir Türk milliyetçisi idi; Nihâl Atsız’ın, Alparslan Türkeş’in arkadaşı idi. Her Türkçü gibi o da şiir yazardı; şiirlerini Toprak’ta, Ötüken’de, Orkun’da okurduk. Fakat o şiirimizin belli bir türünü daha çok sevmiş; Türkiye’nin horyat yazan birkaç şairinden biri olmuştu. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın 1997’de bastığı Türkiye Hoyratları ikinci baskı olmalıdır. İlk şiir kitabı Hani adıyla 1965’te çıkmıştı. 2001’de de Gönüller Üstü ve Özlenen Koşu adlı şiir kitapları yayımlandı. Cengiz Yavan’la birlikte hazırladığı ve 2000 yılında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nca basılan “Türkçülerin Kaleminden Atsız” güzel bir derlemedir. 2009’da yayımladığı Saklıkent romanında Atsız’dan izler vardır. Romanın arkası gelecekti ama Refet Amca artık yorgun düşmüştü. İki evladını ve gelinini en verimli ve genç yaşlarında, birkaç yıl arayla, trafik kazalarında kaybeden acılı bir babaydı aynı zamanda. Münevver Teyze bu acıya onun kadar da dayanamamış ve ondan erken dünyayı terk etmişti. Şimdi Refet Amca da sevdiklerine ve çocuklarına kavuştu. Arkada bizleri yetim bırakarak.

Körüklü’nün ruhu şimdi her hâlde Heybeliada’dan seyahate çıkmış olmalı. Eşini ve çocuklarını ziyaret ettikten sonra Karacaahmet’te Atsız, Sançar, Eriş’le buluştuğunu zannediyorum. Belki de bir 4 Nisan günü kaybettiğimiz Türkeş’i selamlamak üzere Ankara semalarına da süzülmüştür.

Onlar Türkçülüğün, Türk milliyetçiliğinin ruhu idi; şimdi efsanelere karıştılar; “kök tengri” ile buluştular; “yağız yer”den hepsine selam olsun! Yerli kara dağlarımız yıkılmasın; gölgelice kaba ağaçlarımız kesilmesin; yüce Tanrı’nın rahmeti kutlu ruhlarımızdan eksilmesin; amin!

 
6 Nisan 2011 (Yeniçağ Gazetesi’nden alıntıdır)
Ümmetinizin bittiği yerde, Türk'ün Kudreti başlar.


"Niye kaçıyoruz? Çok diye niye korkuyoruz? Azız diye niye kendimizi hor görelim? 'Hücum edelim' dedim. Hücum ettik...Savaştık. Bizdeni iki ucu,
yarısı kadar fazla idi. Tanrı lûtfettiği için, çok diye korkmadık, savaştık. Tarduş şadına kadar kovalayıp dağıttık."
(Bilge Tonyukuk - 2. Taş, Batı Yüzü - 3-4-5-6)