Bu 2000'de yükselmeye başlayan Türkçülüğü ve Türk Milliyetçiliğini, Türkiyeliciliğe ve Türkiye Milliyetçiliğine devşirme görevlisi hümanist,sevgi kelebeği,kardeşçi zat-ı muhterem görevini en iyi şekilde yaptı...Konu ile ilgili görüşleri aşağıda;
Türkçüler
Nihat Genç 03.07.2003
(Bu yazının başında konuya geçmeden önce yazar, kendisine milliyet gazetesinin ekindeki bir köşe yazısında yapılmış eleştiriye cevap veriyor)
Bir röportajımda kadın yazarlar soruldu, Nuray Mert, Perihan Mağden, Vivet Kanetti, Kırıkkanat, hatta Meral Tamer, bu son ismi yazmamışlar, önemlidir, dedim. Röportajı yapan, peki Ayşe Arman, Pakize Suda diye araya girdi, “tenezzül etmediğim isimler üzerinde laf söylemek zorunda bırakmayın beni” dedim...
Milliyet Eki’nde “Sarıkız’ın Anıları” başlığında bir köşe var. Adını saklıyormuş, ne boksa. Nükhet Duru’nun, Müjde Ar’ın donlarını anlatır, durur, hayatım boyu hiç dikkatimi çekmeyen bir köşe.
Vay sen misin Ayşe Arman’a, Pakize Suda’ya dil uzatan diye tam sayfa döşenmiş bana. Ne deseydim, kraliçemiz mi olurlar, deseydim.
Bu yazarlar Türk halkının midesini bulandırıyor, biri pedlerini anlatır, diğeri üçüncü sınıf pavyonlardan Hürriyet’e büyük yazar oldurulmuş, ne diyeyim..
Sarıkız köşesinde, kadın çıldırmış, inanılmaz cümleler. “Siz taşralılar, bizim gibi sarışınlara bayılırsınız, tüm derdiniz bizim gibi sarışınlarla yatmaktır. Sizi aramıza al-mayacağız. Sivri diliniz ve o taşralı komplekslerinizle aramıza giremeyeceksiniz!” Şu cümleler de onun: “gençliğinizde bir türlü ilgilerini çekemediğiniz o sarışın kızları hatırlatıyoruz size. Zengin şehirli oğlanların tavladığı ama size bir türlü verme¬yen kızları hatırlatıyoruz, o yüzden ulaşamıyor, kin kusuyorsunuz!”... Yazınım ana fikri şu: “Oh olsun size vermeyeceğiz!”... Şu cümle de onun: “(siz taşralılar) yazdınız yazdınız, şu ünlüler dünyasına kena¬rından köşesinden geldiniz, peki şu Ayşe Arman niçin hala sizin kollarınızda değil. Eminim hep bunu arzuluyorsunuz!”
Ve devam ediyor. Bu hanımın gençliğinde bizim gibi kara kuru bir taşralı sevgilisi olmuş. Ama bunu kandırmış. Şimdi akıllanmış. Bir daha Anadolulu mu, artık vermeyecekmiş, dinleyin: “...Yıllarca onlar da insan, onlarla da ilişki kurmak, dışlamamak lazım gibi hümanist fikirler sahibi oldum, ama yanılmışım...”
Neden yanılmış? Çünkü taşralıların bütün dertleri bu boyalı sarışın hanımların kollarına atılmakmış. Bu yüzden benim gibi insanlardan iğreniyormuş. “Oh olsun, bizi aralarına asla almayacaklarmış..”; Şu cümle de onun: “(Siz taşralılar) boşuna uğraşmayın, sizi aramıza almayacağız!”, Neye uğradığımı şaşırdım. Siz kimsiniz, orası ne, bizi niye aranıza alıp almamak gibi derdiniz var, orada, araya alınma diye bir şey mi var...
Böyle bir yazı olur mu, oluyor işte, geçen haftanın Milliyet Eki’nde Bu yazıları sizin vergilerinizle yazıyorlar.
Bir de küçücük beyniyle cinlik yapıyor, yazısında lafları gargaraya getiriyor, bakın: “şu bir yazar var ya, Zeki Müren’i, Selda’yı, Ayşe Arman’a kadar herkese hakaret eden!” Yalan. Aynı röportajda, bir yığın kadın yazarı övdüm, ayrıca Zeki Müren’i ve Selda’yı da fazlasıyla övdüm. Ayşe Arman’a da bir statü vermek istiyor ya.
Neyse, bize iş düştü. Hayatım boyu travesti gibi kırıtan, travesti ses tonuyla konuşan, travesti gibi giyinen, döt sümüğü bir yığın kadın gördüm. Hiçte küçümsemem, hayatı böyle seçmişler, ne yapayım...
Ancak, burada, sosyoloji dersi olacak cümleler var. Mesela, taşralıları neden kü-çümser, taşralılık eğlenilecek bir şey midir? Şimdi size birkaç taşralıdan söz edeyim: Mesela: Kanuni Sultan Süleyman, Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan, İbni Sina, Karacaoğlan... Bunların hepsi taşralı. Bu yüzden mi acaba, bu isimleri aranıza almıyor, yazılarınızda hiç bahsetmiyorsunuz. Mesela, Şekspir, Jack London, Hazreti İsa, daha bir yığın taşralı. Bunlar da taşralı olduğu için mi bu isimlerden hiç bahsetmiyor, yazılarınızda, Nükhet Duru ve Müjde Ar’ın donlarından başka bahis bulamıyorsunuz. Ayıptır söylemesi, hani, Aydın Doğan patronunuz da taşralı, Koç, Sabancı, hepsi taşralı.
Taşralılığın bir aşağılanma vasıtası olarak kullanılması, bu kafadan sakat boyalı böceklerin acıklı ruh halini anlatıyor. Şimdi kendisi sosyete mi oluyor. Saçları boyanınca, sarışın olununca, bir de arabesk sanatçılar Alişanlar’ın haberlerini gazete ilavelerinde yapınca, Ferdi Tayfurlar’a sinema senaryoları yazınca, “sosyete mi?” olunuyor.
Boğaz’da bir lokantada bir balık rakıya fit olan birçok kadın kendini sosyeteyim diye satıyor olabilir. Zavallılığı anlatmada Türkçe’de kelime yok.
Bırakın medyayı biz rezil etmeye çalışalım. Bu utanılacak yazılarınızla küstah, şımarık, düzeysiz suratlarınız acıklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama o gazetenizde Me¬lih Aşıklar, Meral Tamerler, Hasan Pulur’lar gibi bu tür cehaletleri midesi kaldırma¬yan, utanarak okuyan yazarlar var. Rezilliklerinizle onları üzmeyin!
Sanırım siz bu. sosyete fiyakanızla, bu yazarları da o gazeteden kovarsınız, hatta, patronunuzu da o gazeteden kovarsınız. Kimseyi beğenmeyen bir üslubunuz, maşallah, burnunuzu havaya kaldırmışsınız ama, biraz da beyninizle ilgilenmeliydiniz...
Bakın hanımefendi, “aranıza almayacakmışsınız” gibi çalımlı laflar etmeyin, burada ismini yazmaya terbiyem yetmez, o gazetede size verilen paranın yüzlerce katı para teklif ettiler, telefon edin, kimlerin kaç lira verdiğini söyleyeyim..
Nükhet Duru’nun donlarını yazarak bir yere varamadığınız için medya ahlaksızlık içinde can çekişiyor. Bakın, nasıl seçkin olunacağını öğreteyim size. Bu ülkenin, sanatına, sinemasına, romanına, siyasetine, yönetimine, hukukuna, bilimine bir “değer” katacaksınız. Bir fikir söyleyeceksiniz, işte o zaman “seçkin” insanlar sınıfına girersiniz. Müjde Ar sevgilisiyle yan odada sevişirken, siz öbür odadan duyduğunuz sesleri köşenizde yazarak, “seçkin” olamazsınız.
Müjde Ar’ın sevgililerini yazarak size “sosyetelik” bağışlayan patronunuz Aydın Doğanlarla işte sizin gibi insanları yazar yaptığı için hala mahkemelerde savaşıyorum.
Ben orada her şeye rağmen onurunu, kimliğini koruyan, kişilikli ve düzeyli bir edebi dil tutturmaya çalışan birçok kadın yazarı övdüm, övmediğim sadece Ayşe Arman, Pakize Suda. Bu yüzden, bana karşı hayatınızın en öfkeli, en kendini kaybetmiş yazısını yazdınız!.
Çünkü sizler, akıllı, zeki, ince fikirli, zarif ve hikayeler, makaleler yazmasını bilen kadınlardan hoşlanmıyor, kıskançlıktan çatlıyorsunuz. Kendine düzgün bir okuyucu kitlesi yapmış birçok başarılı kadınları çekemiyor, kuduruyorsunuz.
Ne yapayım, Müjde Ar’ın donlarını yazan, pedlerini yazan kadınlara kraliçe mi diyeyim. Belki şu arabesk sanatçısı Alişanlar, senaryolarını yazdığınız arabesk sanatçıları, onlar, böyle çalımlı, boyalı, boş laflarınıza inanıyordur. Ama işte düzeyiniz bu, ulaştığınız sosyetenin boyutu: Alişanlar, Özcan Denizler...
Kafayı yemiş kadın, Ayşe Arman, biz taşralılara vermiyormuş diye çok kızıp eleştiriyormuşuz. iyi de ben Ertuğrul Özkök’ü de çok eleştiriyorum. O da mı acaba vermediği için, eleştiriyorum. Yani, bu kadınlar aralarında oturup, şuna verelim, buna vermeyelim, diye mi tartışırlar. Sonunda da, “hani şu var ya bize yine laf atmış, çünkü, ona vermedik, o yüzden” diye bir sonuca mı ulaşıyorlar.
Neden şöyle bir sonuca ulaşmıyorlar! Bizler yazar olamayacak kadar basit insanlarız, insanlar bizleri okuyunca mideleri kalkıyor, çünkü zırvalıyoruz, bu yüzden halk bizi sevmiyor.
Ama siz böyle yorumlanıyorsunuz. Yetmiş milyon taşralının sabah akşam sizi arzuladığını hülyalar içinde anlatıyorsunuz, iyi de, niye arzulayalım, orası gazete, arzular, şehvetlerle, gazete köşelerinin ne işi var.
İşte böyle. Eskiden yazarlar birbirleriyle tartışır, fikir savaştan yaparmış.. Bakın şu işe, bu ünlü fikir tartışmaları, nereye kadar düştü, verdi, vermedi, sulandı, vermeyecek, sana vermem, ona veririm, meselesine kadar...
Ama pek fetbaz bir kadınmış, bak, verdin, vermedin, benim de içime bir kurt düşürdü.. Baksanıza pazarlığa başladık bile...
İçerde solcu arkadaşları ziyaretimde geyik çevirirdik, "baba, bu medya ale¬minden bize ekmek düşer mi?" diye takılırlardı..
Af haberini duydum.. Bakın şu Allah'ın işine, pazarlığa başladık bile... Çıktığında çocuklar, "bakın, ben pazarlığı buraya kadar getirdim, biraz da siz gayret edin, hadi hayırlısı" derim... ,
Üstelik Sarıkız hanımefendi, yıllarca bomboş yazılar yazdınız. Kürt gerçeğini de bu vesileyle görmüş olursunuz. Vermezseniz, açıkça vermeyin deyin, ben böyle şeylerden alınmam.
Vermezseniz ne yapayım canım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidip, bizim sarışın yazarlar Kürtlere vermiyor diye dava açamam ya... Hadi fazla yormayın beni, işimiz gücümüz var...
Irak'ta askeri konvoylara saldırılar başlayıp ABD'li ve İngiliz askerler ölünce Blair ve bazı medya, askerleri öldürenlerden katil diye söz etmeye başladı. Düne kadar Iraklı insanlardı bunlar. Ülkeleri işgal edildi, fethedildi. Şimdi işgalci güçlere karşı bölük pörçük direnmeye çalışıyorlar, adları hemen katil oldu. Bakalım bu toprağın çocukları bizlerin adı ne zaman katil olacak. Vatanseverlerin adlarını bir günde katil yapan bu uygarlığın sözcüsü de: Medya Kürtçe eğitim ve konuşmaya bir takım haklar veren devletimiz şimdi de PKK affı çıkartıyor. Bunları yirmi yıl önce yapsaydınız, otuz bin insan ölmeseydi. yüzlerce milyar dolar silaha gitmeseydi ve PKK savaşının arkasına gizlenen ve bu savaşı kullanan sağ iktidarlar bankalardan yüzlerce milyar doları soymasaydı, olmaz mıydı?
Şimdi niye barışıyorsunuz, sizi barıştıran kim, ne?
Irak savaşı sonrası hem Türkçülerin hem Kürtçülerin maskesi düştü. Bakın, tarih, bizim Türkçü-milliyetçilere ne oyunlar oynadı, nasıl komik, rezil oldular. Ülkemiz Türkçüleri elli yıldır Amerika'nın dümen suyunda. Türkeş'in hayatı, politikaları, derin devletimiz bunun delili. Komünizme karşı savaş veriliyordu, Amerika'nın gizli servisleriyle ülkemizin tüm derinleri ilişkiye girip Türk illerini koruyacaktık. Türkçü strateji olur mu? Elli yıl canımızı, malımızı, ülke onurumuzu sıfıra düşürdükten sonra bu oyun bugün bitti, Amerika Türkçüleri hızla korumasına aldı, üstüne bir de Arap düşmanlığını hediye ettiler, Orta Asya'dan kopacak yağlı parçaların kucağımıza düşmesini elli yıldır bekledik.
Güzel Allah'ımızın takdiri işte, aynı Amerika, Irak savaşı günlerinde Kürtlerin de hamisi, koruyucusu, oldu.
Türkçülerle Kürtçüler, Irak Savaşı'nda, biri Amerika'nın sağ cebinde keklik, diğeri sol cebinde keklik oldu. Sonra bunlar Kerkük'te karşı karşıya geldi. Savaş günlerinde alevlenen Kerkük, bizim sınırlarımızda olsaydı yüz bin ölü çıkardı. Ama artık yönetim Amerika'daydı. Amerika iki gözünü de sakınmayı becerdi. İkisine de mavi boncuk dağıtıp, tatlıya bağladı.
Şimdi Irak'ın sahibi Amerika Kuzey Irak'ta ses çıksın istemiyor. Bizim Türkçülerle-Kürtçüleri barıştırıyor. Aklınız almıyor değil mi, siz aklınızı .ikin
Türkçü-milliyetçi alikıran bağkesenlerimiz yukardan mı emir aldı, bilemem, yirmi yıl birbirlerini yakıp, öldürüp, işkenceler edip, şimdi Amerika işini bitirince, susup, bir kenara çekildiler.
Biri Türk ırkı için savaştığını söyledi, diğeri Kürt ırkı için. Sonunda ikisi de Amerika'nın sevgilisi oldu çıktı.
Hem Türkçüler, hem Kürtçüler Irak işgale uğramış, dıngıllarında değildi, her ikisinin de derdi kapacakları yağlı parçalardı.
Ülkemizde yirmi yıl aralıksız cenazeler kalktı. Arada bizleri de yaktılar. Bizlere vatan haini, PKK'cı, her şeyi dediler. Susturdular, mahkemeye verdiler, saldırdılar. Otuz bin ölüden sonra birden sosyal huzur istemeye başladılar. Kim istiyor bu huzuru? Bizimkiler mi, Amerika mı
Yüzlerce insanın leşini bu devlet tarlalara atmadı mı? Önüne gelen herkesin evine baskın yapıp yüzlerce işadamını öldürmediler mi? Sokağa çıkan herkesi tutuklayıp hapislere tıkmadılar mı? Neymiş? Bizler Kürt propagandası yapıyormuşuz, onlar milliyetçiymiş..
Yeşiller vurdu, Murat Demirciler banka soydu, Kurtuluş Savaşı'nda da böyle oldu, Topal Osmanlar savaştı, boşalan Rum, Ermeni evlerine Koçlar leşten oturdu. Devletin silahşörleri dağları, köyleri yaktı, Ankara'da Demireller Mesutlar, Tansular bankaları soydu.
Uğur Mumcu solcu muydu, hayır, devletin ta kendisiydi. Kendi evlatlarını bile acımadan öldürdüler. Sonunda GATA askeri hastane, yüzlerce delirmiş subayla, yüzlerce bacağı-elleri kopmuş askerlerle doldu. Şimdi, sosyal huzur istiyorlarmış.
Bizler geçen yirmi senede Türkçü, Kürtçü olmadığımız için vatan hainliğiyle suçlandık. Bunların dümen suyuna gelmedik. Yirmi yıldan bugüne, yüzlerce değerli bilim adamı, yazar, kalem oynatıp, ülkenin bütünlüğünü savundu. Hakkari de benim, Edirne de benim, dedi. Vay sen misin diyen. Bu ülkenin her taşı, her canlısı, her otu, kutsaldır, değerlidir, dedi. Vay sen misin diyen. Bu topraklarda doğup büyüyen her insan Fatih kadar saygın, kutsaldır, dedi... Dediği için öldürüldü, sürüldü, Türkçüler gibi, Kürtçüler gibi, bu ülkeyi "kısmen; "parça-parça" değil, bütünüyle seven bu bilim adamları susturuldu. Kürtçülükle suçlanıp hapislere atıldı, işleri ellerinden alındı.
Türkçülerin gözlerini kan bürümüştü, sokakta, evde, gazetede yüzlerce faili meçhul. Türkiye halkını, köy, şehir demeden makineli tüfeklerle taradılar. Az buz değil, otuz bin ölü. Ne oldu şimdi? Devlet silahşörlerini kullanıp bankalar soydu, Türkiye'ye yirmi sene aralıksız nefes aldırmadan cenaze kaldırıp ülke yi tam bir ahlaksızlık ve mafyanın kol gezdiği sağ iktidar cennetine çevirdi.
Ne oldu? Ülkemizi bütünüyle sevme hakkını bize vermediler, ölenlerin dinini, ırkını ayırt etmeden artlarından üzülme hakkını bize vermediler!..
Amerika yeni politikasını uygulamaya koydu: Türkiye'de huzur, İran'da kargaşa. Bizde oynanan oyunlar artık İran’da oynanacak.
Hem Türkçülerine, hem Kürtçülerine emir verdi. Hayat nasıl hızlı geçiyor, bu satırları yazarken PKK İran’da karakol bastı.
İran’da, öyle böyle değil, otuz milyon Türk var. Güney Azerbaycan tabir edilen tüm bölge Iran topraklarında. Yani bizde ne kadar Kürt, onlarda o kadar Türk. Yakında Türk televizyonlarına Tebriz'den Türk profesörler gelip "bizi ezirler, bizi .ikirler" demeye başlar.
Hayat nasıl hızlı geçiyor, İranlı muhalifler Türk televizyonlarında konuşmaya başladı bile.
Amerika, İran’daki özgürlükçü ve aydın ve öğrenci hareketinden beklediğini bulamazsa, Kürtler, Türkler devreye girecek.
Türkiye'deki Türk-Kürt savaşı bitiyor, iç savaşımız hızla yan komşuya havale ediliyor.
Türkçüleri ne kadar tanırsınız? Silahşörlerini Susurluk'ta gördünüz, MHP'nin yayın organlarına biraz bakmışlığınız da vardır. Size asıl büyük tezgahtan bahsedeyim.
Irak Savaşı günlerinde bir sürü adam ekranlara çıkıyor, bacak bacak üstüne atıyor, elinde çubuklar aylarca bir şeyler konuşuyorlardı. Ekranın altına da "stratejist", "uzman" gibi laflar yazıyordu.
Üç ay süreyle, Peşmerge, Kerkük, strateji, diye güya analiz yapıyorlardı, iyice dinlediniz mi, ekrana iyice baktınız mı, neler anlatıyorlardı. Hani turist rehberleri vardır, bir takım genel ve basit bilgileri verir, "burası Süleymaniye olur, nüfusu şu, tarımı şu, Kürtler ikiye ayrılır Talabaniciler-Barzaniciler.." işte hepsi bu. Bu turistik rehber bilgileri onlarca TV'de bizlere, üstelik para karşılığı anlatan adamların menbaı: ASAM!.
ASAM (Asya-Avrupa Stratejik Araştırmalar Merkezi), Avrasya Dosyası diye üç aylık dergi çıkartır. Makaleleri inceleyin. Master düzeyinde, turistik tanıtım broşürü gibi. Diyelim Rusya Dosyası. Talebeler Rusya hakkında, coğrafyası, iktisadi, yüzölçümünü verir. Şüphesiz içlerinde birkaç kaliteli bilim adamı var, diyelim Ali Nihat Özcan, bu beyfendi de sık sık ekranlara çıkar. Teknik bir yığın bilgi! Dikkat edin, yeni bir "analiz" hastalığı, aşksız insanlar.
İşte bu ASAM, devletimizin derininden milyonlarca dolar para alınıp kuruldu. Göya strateji ge¬liştiriyorlar. Hemen hepsini inciğine cinciğine kadar tanırım. Ellerinde çubuk, harita başında bilgiler veren bu genç uzmanlar ordusu, eli yüzü düzgün tertemiz vatan evlatları görüntüsü veriyor. Ülkelerinin bütününü göremeyen, bu ülkeyi bir bütün olarak sevme alışkanlığı edinmemiş, yirmi yıldır Güneydoğu'ya raporlar yazıp, artık bu raporları kimlere verip, sağ iktidarların yirmi yıl bu ülkeyi soymasına hizmetleri büyüktür!
Cahillikleri strateji konusunda! Hiç Türkçülük gibi bir strateji olur mu? Bu büyük stratejik proje sonunda çöktü. Rezil oldular. Bosna'da dört yüzbin kişi öldü, bir şey yapılamadı. Çeçenistan iki defa işgal edildi, bir şey yapamadılar, aksine, Rusya'yla büyük bir dostluk kuralım diye strateji geliştirdiler. Afganistan topyekün fethedildi, bir General Dostumları vardı getirip götürdüler. Azerbaycan'ın yarısı Ermeniler tarafından işgal edildi, bu sorun hiçbir uluslararası arenaya taşınamadı, Ermeniler hala orada. Türkmenbaşı gibi, Kaddafi benzeri küçük padişahlarla bir yere varılamayacağını gördüler, Kazakistan gibi devasa ülkelerin Rus hayranlığını ve Rusyasız yapamayacaklarını görüp göt üstü düştüler. Başka ne kaldı, birkaç kültür kurumu, iki-yüz üç talebe okuturuz, bu kadar.
Kürt dağlarında yaptıkları gibi ellerine silah verdikleri birkaç silahşörle bu irili ufaklı Türk devletlerinde darbeler dahi denediler, rezil olup, tekmeyi yiyip kovuldular!
Uyumayın, 1990'lı yılları hatırlayın, bu Türkçü stratejinin devlet politikası olarak hayata geçirildiği günlere, Özallar, Türkeşler bu Türkçü stratejinin sloganını herkese öğretmişti: "21. Asır Türk Asrı Olacak!"...
Doğudan batıya iflas etti bu proje. Şimdi, bu derin devlet kurumu ağız değiştirdi. Yeni bir strateji teklifiyle TV'lerde dolaşıyor. Neymiş yeni stratejileri?
Türkiye, bölgedeki Iran ve Suriye'yle komşuluk ve ticaret ilişkileri geliştirmeli, büyük devlet ol¬malı. Fikirleri bu. Büyük ve yeni stratejileri bu. Dünya tarihinde ve her bölgedeki devletler, komşularıyla ticaret ilişkisine girer, bu çok normaldir..
Bunun büyük bir strateji olmakla ne alakası var?..
Bunu uydurup söylediniz diye mi devletten milyon dolarlar alıyor, ekranlarda ahkamlar kesiyorsunuz.
Üstelik bu yeni stratejiyi takdim ederken lafların arasında tuhaf temkinler, korkular: "Amerika'yı bu stratejiye ikna etmeliyiz. Amerika'dan izin almalıyız!".. Yani, komşumuzla basit bir ticaret yapacağız, bunun için dahi Amerika'dan izin alacağız!..
Türkiye'de medya ve bilim adamları uyuduğu, hiçbir şeyle ilgilenmediği için, kimse kalkıp size bir soru soramıyor, iyi de kardeşim, elli yıldır Türkçülük hastalığınızdan dolayı, Arap-Kürt-Molla düşmanlığını yayan, bu ülkeleri tehdit olarak gören, bu ülkelerle ülkemizi savaşın eşiğine getiren sizler değil misiniz? Ne oldu, Orta-Asya'dan iş çıkmadı mı?
Bu kurumun başında Ümit Özdağ var, babası 60 ihtilalinin ünlü subaylarından Muzaffer Özdağ. Muzaffer Özdağ, Türkeş'in sıkı arkadaşıydı ama Türkeş'i sevmezdi, o hayatı boyunca orduyla sıkı ilişkiler kurdu. Oğlu da sonunda bu kurumun başına geçti, Amerikalar'da özel eğitimler aldı, yetiştirildi. Ümit Özdağ on yıl var ki Amerika'ya gider gelir. Pentagonla görüşür.
Yine gitmiş. Ceviz Kabuğu programına çıktı. Saatlerce ekrandan Amerikalılar şunu söylüyor, bunu söylüyor, diyor. Göya Amerikalılar bilmediğimiz bir şeyler söylüyormuş. Hepsinde bir "analizcilik, uzmancılık" hastalığı. Bizim bilmediklerimizi gidip Pentagon'dan öğreniyorlarmış.
Tabii kendilerini önemli hale getirmek istiyorlar, devlete, millete, orduya "büyük işler" yapıyorlar görüntüsü vermeye çalışıyorlar.
Çünkü ASAM, bir fikir firması. Bir düşünce marketi. Piyasayı sağlam kuracaksın. Sonra TV'ye çıkıp bacak bacak üstüne atıp, Amerika onu dedi, bunu dedi, sallayacaksın. Ve Suriye'yle ilişkileri geliştirmeliyiz gibi yere göğe koyulmayacak büyük stratejiler konuşacaksın. Ne büyük laflar! Bin yıllık toprağımızla ticareti geliştireceğiz, bu işte büyük stratejiymiş!..
Başka ne yapıyorsunuz, Ermeni iddialarına karşı elinizde kazma Kars'ta mezar üstüne mezar açıyorsunuz!
Bölgemizde Amerika fetihleri yoğunlaşınca "strateji" kelimesi de gizemli bir laf salatası olarak ekranlarda satılmaya başlandı.
Şu ünlü strateji, jeopolitik gibi konularda birkaç basit şey söyleyeyim. Önce, şu Türkiye'nin coğrafi önemi, jeopolitiği gibi laflan yemeyin artık. Basra Körfezi'ndeki şu benzin istasyonları, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlere girin, size Basra Körfezi'nin dünyanın en kritik bölgesi olduğunu söyleyecek.. Aynı şeyi size Yemenliler de söyleyecek..
Ama birileri karşımıza çıkıp, Amerika'nın bölgedeki yeni hesaplan, gibi laflar eder. Ya da Amerika'nın ünlü düşünce kulüpleri (Think Tank) var. Onların kitabında şu büyülü sözler yazıyor, gibi, alıntılar yaparlar. Gözlerinizi büyütür, hayretle kitabın kapağını açarsınız. Yeni bir bilgi bulmuşçasına ekrandan cahil halka, cahil spikere satarsınız... Siz zaten Amerika'dan ne duysanız şaşıracak bir zekaya sahipsiniz.
Neymiş bu eşsiz bilgiler. Bunları yalnız bizim eşsiz stratejistlerimiz biliyormuş..
Bakın, bugünün dünyasında yeni bir strateji yoktur. Mesela, İngiltere'nin Çin hakkındaki, Orta-Doğu hakkındaki fikirleri yüz elli yıldır, hiç değişmeden aynıdır, İngiltere 1880'de de Çin'in uyumasını, uyanırsa dünyayı yutacağını söylüyordu, bugün de, Orta-Doğu petrollerini hesap ediyorlardı, bu topraklarda irili ufaklı devletlerin olmasını ve birbirleriyle kavga halinde bulunmasını istiyorlardı. Strateji diye değişen yeni bir şey yoktur!.
Yüz binlerce sayfa tartışılan stratejilerin özeti budur. Bu bilgileri sokağımızda her bakkal, her kasap bilir. Bunları Amerika'nın, İngiltere’nin gizli hedefleri, bilinmeyen hedefleri diye ve bir takım bilimsel laflarla süsleyip ekranlarda satmak moda oldu!
Ayrıca ülkemizde yüze yakın akademik dergi çıkar, bu dergilerin de her biri bir düşünce kulübüdür, yani Think Tank’tır. Bu dergilerimizin hemen hepsi bölgedeki siyasi hesapların en az ASAM kadar farkındadır, dikkatlidir.
Savaş başladığında strateji-politika biter. Amerikan askerleri Güneydoğu'ya girdi yerleşti, bunların ellerinde hala çubuklar. Amerika'nın şu kadar topu, şu kadar tüfeği geveleyip duruyorlar. Savaş başladığında direniş kültürü başlar. Milli güçten, birlikten, dayanışmadan, heyecandan bahsedeceksin. Savaş başladığında Amerika'nın en ciddi gazeteleri fetih-zafer şarkıları-marşları yazmaya başladı. Bizimkiler hala analizlere gark olmuşlar. Amerika Güneydoğu'ya üs kurdu, depolar kurdu, yüzlerce askerini Mardin'e getirip yığdı, ülke elden gidiyor, Amerika işgal etmiş, bizimkiler ekranda bacak bacak üstüne atmış, derin tahliller yapıyorlar. Aynen şunları söylediler: Spiker soruyor: "Amerika Güneydoğu'ya yerleşiyor..."
ASAM uzmanı cevap veriyor: "Evet... hımmm... eeee... mııımmm... şeyy.. efendim... Kuzey Irak'a girmek istiyorlar!".. Bu ne büyük bilgi, biz Yeni Zelanda'ya girecekler sanıyorduk.. Bunları otuz ayrı TV'de sabahlara kadar gevelediler.
Oysa yapılacak tek şey vardı, hiçbir uzmanlık bilgisi olmayan hiçbir strateji dersi almayan Urfalı köylüler en doğrusunu yaptı. Amerikan jiplerini yumurta yağmuruna tuttu... Ve ASAM bu bilgiler yüzünden milyonlarca dolar aldı ve Urfalı köylüler tutuklandı. Türkçüler Tanrı Türk'ü Korusun diyordu, şimdi Amerika Türk'ü korusun, oldu, gerçi Kürtler de artık Amerika Kürt'ü korusun demeye başladı. Korkmayın, İran'ı halledene kadar Amerika hepinizi koruyacak.
Stratejiler yüzlerce yılda oluşur, geliştirilir, bizimkiler on dakikada bir strateji değiştirip, geliştiriyor, hatta, her TV programına ayrı bir stratejik teklifle çıkıyorlar. Kanuni Sumatra adasına 19 kadırga göndermişti, bugün hala orada Türk köyleri var, bir Kanuni'nin ufkuna bakın, bir de hala komşularıyla ticaret yapmayı strateji sanan bizimkilerin haline bakın.
Yine de benim en tuttuğum stratejik çalışma Erbakan hükümetine aittir, bilindiği üzere, Nijerya'yla ilişkilere girmiş hatta milli takımlarımız arasında dostluk maçı yaptırmıştı, gülmeyin, Orta Afrika'ya Osmanlı dahi girememişti, Erbakan girdi. Yine güleceksiniz, Türkçülerin "stratejileri" bitince, Erbakan'ın Milli Görüşüne başvurmaya başladılar! Milli Görüş öteden beri komşu müslüman ülkeler diye diretir durur... Benim anlamadığım bu strateji dergisi ve sözcüleri hala Türkçülerin İsrail’e karşı tutumlarını dile getirmiş değiller. Oysa, derginin yönetiminde anti-siyonist söylemiyle şöhret bulmuş Anıl Çeçen var...
Yoksa Anıl Çeçen orada kan kusup, kızılcık şerbeti içtim mi diyor... Yoksa yalnızlığından kahrolup, "bin cihana değişmem bu eşsiz Türklüğümü" şiirini arkadaşlarından gizlice hüzünle mi okuyor...
Gençler, askeri öğrenciler, yalvarırım artık ayılın, bu Türkçülük numaralarını yemeyin, Amerika'nın uşağı olmayın. Ülkenizi bir bütün olarak sevin, herkese bizim, her yere bizim demeyi öğrenin. Bakın ne acı trajedilerimiz, komikliklerimiz oldu. Türkçülük Türk ırkını savunduğunu söyler, peki Anadolu topraklarının hakiki Türkleri, özbeöz, bozulmamış, melezleşmemiş Türkleri kimler? Cevap: Aleviler! Peki Türkçülüğü savunan MHP neden Çorum'da Alevilerle iç savaş yaşadı. Uydurukçu
Türkçüler hakiki Türklere neden savaş açtı. Bunlardan ders çıkartın. Siyonistler ve Amerikalılar bu topraklarda siyasetlerini
Türkçüler üzerinden kurdu, Türk'ü, Arap’a-Farsa-Kürt’e düşman yapıp, işte şimdi gelip bu topraklara yerleşti.
Bu strateji dergilerini okuyun, ama, birazcık olsun, stratejinin ne olduğunu öğrenin. Mesela, gelin küçük bir ders çalışalım.
Artık zihinlerimizde kalıplaşmış, bir daha çıkmayacak, temel kesin doğmalarımızdan birini söyleyip az da olsa tartışalım.
Mesela deriz ki, Amerika ekonomisini düzeltmek için başka ülkelere saldırıyor. Petrolü kapıyor, madenlere dalıyor, silah satıyor. Bu kalıplaşmış düşüncelere bütün sert ideolojiler dahil herkes inanır. Strateji yazarları da bu konuda fikir birliği içindedir.
Şimdi bu fikri çürütmeye çalışalım. Amerika devasa bir ülke, toprakları, bakir sahaları, madenleri, sanayisi, bilim adamları, üniversiteleri, borsalarıyla, medyasıyla akıl almaz genişlikte, imkanları olan bir ülke. Bir an düşünün. Bu devasa ülke, kimselere saldırmadan kendi halinde yine büyük bir dünya devleti olamaz mı? Bal gibi olur. Peki neden, ekonomisini güçlendirmekle başka ülkelere saldırması arasında tam bir paralellik kurarız.
Gelin, düşünce kalıplarımızı kıralım, başka türlü düşünelim. Bizim gibi zavallı ülkeler, alevi, sünni, Türkçü, Kürtçü, İslamcı, Arap'a düşman, Yunanla savaş halinde, halkını kurşunluyor, halkını sürüyorsa, çok zayıf, parçalanabilir görüntü veriyor demektir.
Bu ülkelerin karıştırılması kolay demektir. Yani, bizlerin derin cahilliği onların iştahını ve savaş şehvetini artırıyor. Bizler ülkemize bir bütün olarak sarılmadıkça, Amerikalarda beş-on adam, bizleri cepte keklik görür, üsler açmak, iç savaş çıkartmak, sudan ucuz olur!
Yani kapitalistlerin bir savaş makinesine dönmesine en büyük sebep bizim siyasi aptallıklarımız. Bakın dünya tarihine, İskender, Sezar'dan beri, hiçbir ülke, üç ay gibi kısa zamanda Afganistan ve Irak gibi büyük fetihler yapamadı. Bu aynı zamanda şu demek, yaşadığımız topraklarda dünya tarihinde hiçbir ülke hiçbir halk bizim kadar cahil olup, oyunlara gelmedi. Yıllardır birbirimizi, halkımızı ve komşularımızı tehdit olarak gördük. Düşmanlıkları kaşıdık, halkımıza işkence yaptık, komşularımıza sudan sebeplerle ne kolay ucuz savaş çığlıkları attık. Birbirimizi, şeriatçı, laik, Kürt, yiyip bitirdik.
İsrail ve Amerikan oyunlarını bozmanın tek yolu, üstümüze kurulan stratejileri kırmanın tek yolu, "bir bütün olmaktır"..
Halkımızı güçlendirmek. Eğitim, sağlık, işsizlik, gelir dağılımı gibi siyasi-sosyal konularda ölesiye mücadele verip, banka soygunlarının önüne geçmek ve her bir bireyi mutlu, refah insanlar yapmak... Bu Türkçü stratejiler, hayatın hiçbir döneminde gelir dağılımını sorun yapmadı, ayrıca, ülkemizde eşitsizlik var diyen herkesi de tutuklayıp hapse attı.
Bir ülkenin kalkınmasında, büyümesinde, parçalanmamasında en büyük strateji, hak, hukuk, insanlık, mutluluk ve eşitlik olarak büyümesidir. Bunları tek bir gün gazetelerine yazmayan, bunları tek bir gün düşünmeyen insanlar, yirmi yıldır, elli yıldır başımıza alikıran baş-kesen olup, öldürdüler, cesetlerimizi tarlalara attılar, kurşunladılar.
Geçen şu yirmi yıl, bakın geriye, bunlarla sizi uğraştırdılar mı, sizin bu sorunları dile getirmenize müsaade ettiler mi? Neye müsaade ettiler peki.. Birinizi Kürt delisi, diğerinizi Türk delisi, diğerinizi laik akıl hastası, öbürünüzü şeriatçı manyağı olmanıza müsaade ettiler. Yirmi yıl gazeteler ve ekranlarda birbirinizi bu deliliklerle boğazlamanıza müsaade ettiler!..
Güçlü insanların, güçlü bireylerin, onurun, hakkın, hukukun bir Türkiyesini istemediler, bu ülkenin sosyal sorunlarını sırtlanmış gençlik, partiler, dernekler, sendikalar istemediler. Ve bir yığın stratejik hikayeler anlattılar!., işte gördünüz tarih başlarına düştü...
Ülkenizi otuyla, böceğiyle, Edirnesi, Hakkarisi, alkoliği, delisi, eşcinseli, manyağıyla sevecek, yani bir bütün olarak sevecek bir düşünceyi size öğretmediler. Komşularınızı bir "bütün" olarak dostça sevmeyi bu stratejiler size yıllarca öğretmedi. Öyle bir güvensizlik inşa edildi ki, herifçioğlu ta Amerikalardan geliyor, bölgede herkese güven sağlıyormuş...
Kürtler bize inanmıyor, Amerikalılara inanıyor. Türkçülerimiz bize inanmıyor Amerikalılara inanıyor. İranlılara inanmıyoruz. Amerikalılara inanıyoruz...
Ve Iran, doğunun bu en güzel ülkesi, dört yüz yıldır hiçbir toprağa saldırmamış, dünyanın en barışçı ülkesine, şimdi, karıştırıcı maşa olarak devreye giriyor gazetelerimiz, ekranlarımız, Türkçülerimiz, Kürtçülerimiz...
Gelin bu oyunu bozalım. Kürtlerle Türkler, öyle masada, andlaşmayla, afla değil, gerçekten, gönülden, yürekten barışsın.
Tam anlamıyla kemiklerimize kadar kardeş olalım. Birbirimizin boynunu kopartırcasına sarılalım...
Ve Amerikan tankları ülkemize sınırdan girdiğinde, hudutlarımızda, kol kola, yan yana, aynı cephede, omuz omuza bulsun bizleri!
Eski günlerdeki gibi!..
(Konunun tartışabilir değerde olup olmadığının incelenmesi maksadı ile burada paylaşılmıştır.)