BEYİM (ELEŞTİRİ-KRİTİK)
Bunca ağır yükü yükledin bana,
Sevene sıkıntı verilmez Beyim...
Derdinin ilacı yar’dır insana,
Dermansız yaralar sarılmaz Beyim…
Kara sevda bir kez gelmesin başa,
Acımaz gözünden dökülen yaşa,
Başını vursan da kocaman taşa,
Fermansız gönüle girilmez Beyim…
Aşkından kavrulup tutulsan derde,
Ararsın durmadan gezdiğin yerde,
Sorarsın herkese sevdiğim nerde?
Önüne gelene sorulmaz Beyim…
Başını o kadar eğme diyorsun,
Dikeni var güle değme diyorsun,
Vefasız olanı sevme diyorsun,
Gönüle zincir vurulmaz Beyim…
Boşuna uğraşma diyorsun dön gel,
Vazgeç bu sevdadan desen de sen gel,
Bağlansa yollarım olsan da engel,
Sevenin önünde durulmaz Beyim…
Alıp gitse seni sevdanın seli,
Kaf dağından essin Anka’nın yeli,
Perişan olsa da Şahan’ın hali,
Vuslat'sız menzile varılmaz Beyim...
MEHMET ŞAHAN
18.02.2012-İSTANBUL
Bunca ağır yükü yükledin bana,
Sevene sıkıntı verilmez Beyim...
Derdinin ilacı yar’dır insana,
Dermansız yaralar sarılmaz Beyim…
Şair şekil özellikleri bakımından umumiyetle ozan tarzı yazan kalem şairlerindendir…Edebiyatımızın tarihi seyri içerisinde ozanlık;baksı, kam ,şaman ,aşık, gibi adları almış ve günümüze kadar çeşitli işlevlerini yitirerek ya da yeni işlevler kazanarak gelmiştir.İslamiyet öncesi sözlü geleneğin halk kültürü içinde aşıklık geleneğini irdelediğimizde görürüz ki ozanlar;din adamı,büyücü medyum ve ozanlık görevlerini üstlenmişlerdir.İslamın kabulüne kadar da bu görevlerini,yuğ ,şölen gibi merasimlerde sürdürmüşlerdir…
İslamiyetin kabulüyle değişen yaşayış ve anlayışımız yazının Türk hayatındaki yerini alması ve Arapçanın sonraları Farsçanın da yoğun baskısıyla artık işlevini yitiriyormuş gibi görünen ozanlar yeni dinin değerlerini ,islamın kurallarını Türk anlayışıyla şiirlerinde yorumlamaya başlamışlardır…Herne kadar algı anlayış değişse de Türk’ün yaşayışı nözellikle halk arasında pek fazla bir değişime uğramamış ya da halka aydın zümreye yansıdığı kadar yansımamıştır…Yine Türk insanı İslamı yüzyıllardır yaşdığı dinin (Göktanrı) anlayışıyla algılamış ,yine o kahramanlık dolu hayatının bir parçası yapmıştır bu yeni dini..Fetihler de bunun sonucu değil mi…İslam öncesi Turandı,Kızılelmaydı islamla birlikte cihanı fethetme ülküsü Nizamı Alem ülküsüne dönüşmedi mi..
15. yüzyıla kadar bu8 gelenek kimi zaman kaybolmaya başlayan nerdeyse yok olma çizgisine gelmiş ozan geleneğimiz ..İslamın öğretisi ve kurallarını öğreten bir okul görevi üstlenen tekkelerde zaviyelerde ,medreselerde dersler almış ,okumuş aydın şairlerce devam ettirilmiştir.Özellikle mezhep çatışmaları ve dindeki ötekileşmelerin sonucudur ki Alevi -Bektaşi geleneğinin şairleri ozan geleneğini kendi İslam anlayışlarıyla sürdürmüşlerdir.Diğper yanda Anadoluyu Türkleştiren bir öğretinin ,ekolun öğrencileri…Yesevi anlayışına uygun olarak Yunus kimliğinde karşımıza çıkar…Çeşitlenmiştir artık bu gelenek…Aşkı tabiatı ,gurbeti ,hasreti sevgiyi yazarken buna anlayışlarına uygun Mistizmi de dahil etmiştir bir çoğu…
Lakin bu gelenek her daim saz ile ya da bir musiki aletiyle karşımıza çıkmaz…Özellikle dini şiirlerde saz yavaş yavaş yerini daha mistik aletlere bırakmaya başlar yerini.Bu geleneğin 15 yüzyıldan sonra bir ayrışımla karşı karşıya olduğunu görürüz…Bir yanda sözlü geleneğin kopuz ve saz eşliğinde şiir söyleme geleneği bir yanda kalemle yazma geleneği…Aynı kurallar ve konuları biri doğaçlama çalıp söylerken bir diğeri musikiyi bir yana bırakmış sadece yazmıştır…İşte şairimiz bu ikinci geleneğin günümüz temsilcilerinden olup bu geleneği oldukça güzel başarılı sürdüren şairidir…Ele aldığımız şiirin şekil özelliklerine de baktığımızda bunu çok net görmekteyiz…
Şiir 6+5 11’lik hece ölçüsüyle yazılmış…Dili İstanbul Türkçesi…oldukça sade anlaşılır ve akışkan…’’Beyim’’ redifiyle yazılmış şiirde mısra mısra aşıkın hali melali resmedilmekte…Ağır yük hissediyor omuzlarında özellikle aşkın yükü aşıkın yükü onu anlatması ya da çare olunması ,sarılması istenen aşığın omzunda yük olmuştur belki de çaresizlikten…Şair biliyor ki aşıka çare olmak ,yaralarını sarmak zordur…Bunu bildiğini özellikle üçüncü mısra da’’ Derdinin ilacı yar’dır insana’’diyerek beyan ediyor…Gayrısı olmaz yara sarılmaz ,çare olunmaz …olunacaksa ancak onun sevgilisi çare olacaktır…
Kara sevda bir kez gelmesin başa,
Acımaz gözünden dökülen yaşa,
Başını vursan da kocaman taşa,
Fermansız gönüle girilmez Beyim…
Özellikle bu dörtlükte ayan ediyor çaresizliğin sebebini şair’’Fermansız gönüle girilmez’’derken…Aşkın ne menem bir şey olduğunu ve kara sevda sözüyle ne zor bir duygu olduğunu ama bu duygunun karşılıksız olması halinde aşığın neler çekeceğini ve de çare olmayacağını aşikar etmiş şairimiz…Lisanı letafetle…
Aşkından kavrulup tutulsan derde,
Ararsın durmadan gezdiğin yerde,
Sorarsın herkese sevdiğim nerde?
Önüne gelene sorulmaz Beyim…
Üçüncü dörtlükte bu aşka birkez tutulanın ,yakasını kaptıranın kara sevdaya düşenin ayan beyan resmi var da bura da bir öğütten de geri durmuyor ozan…Önüne gelene sorulmaz diyerek…Kara sevda bir divaneliktir bir delilik halidir bu bazen menkıbelerde ,tasavvufta enel hakka kavuşmaktır …Leyla mecnun hikayesinde olduğu gibi…Şirin şu ana kadar ki dizelerinde bu mistizmi görmediğimiz için ilahi aşk boyutunu bir tarafa bırakıyoruz…
Başını o kadar eğme diyorsun,
Dikeni var güle değme diyorsun,
Vefasız olanı sevme diyorsun,
Gönüle zincir vurulmaz Beyim…
Bu dörtlükte aşığa nasihatler devam ediyor Beyim’’ sözüyle var olan kişi ya da şair tarafından…Belki de şair yaşadığı bir karşılıksız saevdanın betimlemesini gönlü ile ruhunun mücadelesini yansıtmıştır bu şiirde…Bunca öğüt nasihat ve akıl vermelere rağmen bunları yapmanın imkansızlığı son dizede aleni beyan ediliyor…Kısaca ne etsen ne eylesen dahi ne söylesen boş diyor gönül ferman dinlemiyor, engel olnamıyor,durdurulamıyor…Birkez aşıkına gönül kaymaya dursun…
Boşuna uğraşma diyorsun dön gel,
Vazgeç bu sevdadan desen de sen gel,
Bağlansa yollarım olsan da engel,
Sevenin önünde durulmaz Beyim…
Yine öğütlerin ,nasihatlerin dahi zorlamaların ,karşı durmaların çaresiz olduğunu hiçbir şeyin aşıkın aşkına engel olmayacağını boşa çaba boş işler olduğunu ozan ‘Sevenin önünde durulmaz’’ dizesiyle bir kez daha kara sevdanın,yüreğin ferman dinlemeyeceğini haykırdığını görüyoruz bir ozanın bir ozana belki de ozanın yüreğine nasihatleri biçiminde…
Alıp gitse seni sevdanın seli,
Kaf dağından essin Anka’nın yeli,
Perişan olsa da Şahan’ın hali,
Vuslat'sız menzile varılmaz Beyim...
Bu dizeler de gösteriyor ki; ozan bu sevdanın ne kadar imkansız ve uzak olduğunu bilmesine rağmen (Kaf dağı,Anka..)masal dağı ve masal kahramanları olmazlardandır hayalidir…Bir kez aşka düşenin perişan olacağı kapılıp yok oluşa gideceğini bile bile hala bir kavuşma umudu var ‘’Vuslat ‘’sözünde…Belki de şair yok oluşu bir kavuşma olarak görmekte…
Burada Nihal Atsızın hatırladığım bir dizesi Vuslatın algılanışı açısından örnektir.
Bitiş bildiğin baştır
Ölü diriye eştir…
Belki de Nihal atsızdaki bitişin baş olması gibi…Şairin vuslatı da bu şiirde aşkın aşıkların buluşması olacaktır bir yok oluşla…
Şiir bütünüyle sözlü geleneğin devami ve bireyselliği işleyen teması aşk sevda ve belki de karasevdanın bu kadar güzel işlenişiyle çağımızın karacaoğlanından bir güzel deyiş gibi okunmayı ve övgüyü hak ediyor…
Lutuf Veli
[ALINTI]