Otağda Azerbaycan Türkü kardeşimiz yok mu, onların sözü daha önemli kendilerini nasıl biliyorlar.
Üç dört ay önce idi Güney Azerbaycan'dan genç bir mühendis şair, aynı zamanda Türkçü olduğu için bir müddet tutuklu kalmış, Gülce Edebiyat Akımı ile irtibata geçti. Takip ediyorlarmış bizi. İranlı bir Fars şair ve yine Tacikistan uyruklu Ama İran'da yaşayan bir şahısla bizim ürettiğimiz bir şiir türünü kendilerine mal etmek için şiirler yazmışlar, değişik dillerde yayınlamışlar falan. Bu kardeşimiz bu durumla ilgili bir makale yayınlayarak yapılanın yanlış olduğunu anlatmaya çalışmış. Bizi de haberdar etti durumdan. Şunu demek istiyorum kanı kanımızdan olmasa, kanı bizi çekmese davalık olma pahasına ( Fars olan şair kendisini hırsızlıkla suçladığı için dava açacağını belirmişti makaleye yaptığı yorumlarında) böyle bir girişimde bulunur mu. ( Biz de elimizde bulunan bütün kaynaklardan gönderdik şayet dava açılırsa kanıt olarak kullansın diye) Bizim kanımız da onu çekiyor. Fazla söze ne hacet. Öz be öz Türkler işte.
Tamamen haklısın, ancak bazılarının beyni yıkanmıştır, kendilerini farklı bir şey olarak da tanımlayan da var.
İlber Ortaylı hocamıy da, bir Azerbaycanlı Türk de yanlış hatırlamıyorsam. Onlar da benim dediklerimi söylüyor:
#Gecersiz YouTube Bağlantısı#
Azeri Değil, Türk’üz
(Erdinç ASLAN)
23 Ekim 2012
Azeri diye bir millet yoktur. Azeri sözcüğü; Sovyetler Birliği döneminde Türk adının yasaklanmasıyla birlikte Azerbaycan Türklerini ifade etmek için kullanılmış ve o dönemden beri dilimize girmiş bir kelimedir.
Azer Farsçada ateş anlamına gelip i iyelik ekini alarak Azeri şeklinde, İran’da ateşe tapan (zerdüşlük) toplulukları tanımlamak için kullanılmaktaydı. Bugün hâlâ İran’da bu inanca mensup küçük bir topluluğa Azeri denilmektedir.
Sovyetler Birliği döneminde Türk adı yasaklanmış ve boy adları millet adı haline getirilerek Türk boylarının Türklükle bağlarının koparılması ve Türkler arasındaki birliğin bozulması amaçlanmıştı.
Prof. Nikolay İlminski önderliğinde başlatılan eğitim sistemiyle, Türk çocukları önce şivelere bölünüp, daha sonra harici bir üst kimliğe büründürüleceklerdi. Devrin, eğitim bakanı Tolstov’un desteğiyle, Türk yurtlarında Rus-Tatar, Rus-Azeri, Rus-Kırgız okulları açılmış, ve böylelikle bu isimler bir üst kimlik haline getirilerek milletleştirilmeye başlanmıştı. Ayrıca bir Kırgız ile bir Başkurt aynı okula alınmayarak birbirleriyle de bağları kopartılmıştı.
Azerbaycan’da yaşayan Türklerin de (Karapapak, Avşar, Kaçar, Ağaçeri, Çarıklı, Bayat, Bayındır v.s.) kimliklerindeki Türk ifadesi silinerek Azerbaycan kelimesiyle uyumlu Azeri sözcüğü yazılmıştı.
Türklere karşı yürütülen bu politikalar Sovyetler Birliği ile sınırlı kalmamıştı. 1925 yılında İran’da, İngiltere’den aldığı destekle bin yıllık Türk hâkimiyetine son veren Pehleviler, Türklere karşı asimilasyon politikalarına başlamışlardı. Bu politikalarını o kadar abartmışlardı ki Türklerin tarihlerini ve kimliklerini bile inkâr ediyorlardı.
Tarihçi Ahmet Kesrevi ‘Azeri-ya Zeban-e Bostane Azerbaycan’ adlı eserinde Azerbaycanlıların Türk olmadıklarını, Azeri adlı ayrı ulus oluşturduklarını ileri sürmüştür. Kesrevi’ye göre Azerbaycan dili, Türk dili ailesine mensup değildi. Azerbaycan dili İran kökenli bir dildi. Azerbaycanlılar, Selçukluların İran’a gelmesi ile Türkleşmeye başlamışlardı.
Yönetimde bulundukları süre içerisinde İran’da yaşayan 30 milyonu aşkın Azerbaycan Türküne karşı düşmanca politikalar izleyen Pehlevi Şahlığı ve onun bir devamı olan ve 1979 İran Devrimiyle iktidara gelen molla yönetimi bu politikalarını hâlâ sürdürmektedirler. Türk halkını Fars olarak göstermek, İran’ı Farslarla aynileştirmek, kendini Türk adlandıran 30 milyonluk bir halkın adını Azeri olarak değiştirmek İran’da Türklere karşı yürütülen polikaların en başta gelenleridir.
Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı,
Türküm; Bu ad her ünvandan üstündür.
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı,
Türk Milleti bir bölünmez bütündür.
Ziya Gökalp yukarıda yazılan dörtlüğüyle Türkleri bölmek için uydurulan diğer isimlere itibar edilmemesini ve TÜRK adına sahip çıkılarak bu ad altında birleşilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Ziya Gökalp gibi Türk Dili ve Tarihi üzerine geniş araştırmalar yapmış ve ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ sloganıyla bütün Türk coğrafyasında tanınan büyük âlim İsmail Gaspıralı da başka türlü adlandırmalara karşı çıkmıştır. Kırım Türkü olan İsmail Gaspıralı Tatar ismine ve Tatar diline karşı çıkmıştır. Gaspıralı; ‘’Tatar kavmi mevcut değil. Tatar dili malum değil. Lisanımıza her ne isim verilirse verilsin, hakiki lisanımız Türk dilinden başka bir şey olmayacaktır. Rus ve Osmanlı tarihleri Rusya Müslümanlarına garaipten olarak ‘’Tatar’’ismini vermişler, fakat bizi Tatar edemezler. Hatta kendimiz bile Tatarız diye ikrar etsek yine hakikati çürütmek mümkün olmaz.’’diyerek, Türk adının ve dilinin önemini vurgulamıştır.
Rus ve Fars şovenistlerin sistemli bir şekilde yürüttükleri politikalara rağmen gerek Azerbaycan Türklüğünün gerekse diğer Türk boyların Türklükle bağlarının koparılması mümkün olmamıştır. Aksine Türk toplulukları arasındaki yakınlaşmanın her geçen gün daha da arttığını ve Türklük bilincinin daha da belirginleştiği görmekteyiz. Bu durum bizi onurlandırmakta ve sevindirmektedir.
Tabi ki biz Azeri diye adlandırılan insanların ne olduğunu biliyoruz. Türkiye'de de aynı durum söz konusu. Türk ne demektir diye, bir soru sorsan değişik yanıtlar alabilirsin. Hatta öyle bir yanıt gelir ki ırk ve inancın aynı kavramı ifade ettiğini zannederek şu inançtakilere Türk denir der.
Bu otağda bulunan bir Azerbaycan Türk'ünün bilinçli olması muhtemeldir ve kendilerini bizim bildiğimiz gibi bilmesi hatta özel ilgi duyup araştırma yaparak aile soy ağacını bile çıkarma ihtimali olabilir. Dolayısıyla bizden daha fazla bilgiye sahip olabilir.
Bizden ziyade onun görüşleri muteberdir şayet öyle birisi varsa burada. Bizim siz Türksünüz dememiz başka, onların biz Türküz demesi başka. Zaten durum ortadır Azerbaycan'da müthiş bir Türkçülük akımı vardır. Ben o açıdan yok mu burada bir Azerbaycan Türk'ü dedim.
Sovyet ve Fars baskıları elbette Türk'ü Türklüğünden bir derece uzaklaştırmıştır. Düşünün ki bir tahtaya çivileri dolduruyorsun. Çivinin başına vurdukça çivi yerini sağlamlaştırıyor. Ama çivili tahta bıraktığın yerde nemden yağmurdan etkileniyorsa etkilenen kısımdaki çiviler paslanır ve zamanla özelliğini kaybeder.
Bizim görevimiz özelliğini kaybetmiş olan çivileri tekrar eski özelliğine kavuşturmak. Bunu yaparken de incitmemeye özen göstererek.