Katranı kaynatsan olur mu şeker?
Cinsi batasıca cinsine çeker.
Yirmibirinci yüzyılda demokrasi ve özgürlük nidalarının bini bir para. Bütün dünyada aynı söylemler: "Özgürlük, insan hakları, düşünce hürriyeti" ve saire... Sadece bu söylemlerden yola çıksaydık diyebilirdik ki bu dünyada herkes istediğini savunabilir, herkes istediğine inanabilir, her türlü fikir akımını savunmak serbesttir. Yalnız bir nokta var: Neyin fikir akımı olup neyin olmadığına kim karar verecek? Gücü olan tabii ki. Şu durumda sayıca çokluk, maddeten zengin savunanları olmayan fikirlerin yaşabilmesi hayli zor olacaktır. Gücü elinde bulunduran kesim, işine gelmeyen fikir akımlarını istediği gibi çarpıtarak insanlara anlatabilmektedir. Her söylenene inanmaya meyilli olan kalabalıklar da bu propagandanın etkisi altında kalıp bu fikirleri "fikirden saymaz" olurlar. "Yasaklanmış Fikirler" adlı yazı dizimizde bu fikirlerden bahsedeceğiz. Yazı dizimizin ilk bölümü de Türkçülüğün iki temel unsurundan birine, "Türk Irkçılığı"na ilişkin olacak.
Irkçılık aleyhinde öyle bir propaganda yapılıyor ki ırkçılık artık bir fikir akımı gibi değil de bir canavar gibi görülür oldu. Geçtiğimiz günlerde gazeteci bir bayanla yazışıyordum. Kendisi ırkçı olduğumu öğrenince bana şunları söyledi: "Benim her fikre -katılayım, katılmayayım- saygım var. Ancak sizden rica edeceğim ırkçı olduğunuzu söylemeyiniz. Irkçılık bir insanı etnik kökenine, dinine, cinsiyetine göre ayırmak demek olmuyor mu?" İşte insanların zihinlerinin nasıl da bulandırıldığına bir örnek!.. Irkçılık ile din ayrımının, cinsiyet ayrımının ne ilgisi var? Türk ırkı yalnızca erkekler ya da kadınlardan yahut yalnızca müslümanlar ya da şamanistlerden mi oluşuyor? Hayır! O hâlde ırkçılık ile cinsiyet ayrımı, ırkçılık ile din ayrımı nasıl bağdaştırılabilir? İnsanlar "kötü" olan ne varsa "ırkçılık" olarak öğrenmişler, elbette bağdaştırırlar. Yakında "Irkçılık demek yerlere tükürmek demek olmuyor mu?" derlerse hiç şaşırmam(!) Her neyse, asıl konu bu değil. Bu bayanın dediklerinden anlaşılacağı gibi "bütün fikirlere" katılsınlar ya da katılmasınlar "saygı" duyanlar, nedense aynı saygıyı ırkçılığa karşı duyamamaktadırlar. Bu sözümüze "Tabii duymayız, ırkçılık yüzünden milyonlarca insan öldü." şeklinde bir itiraz gelebilir. Bu itiraza "Alman ırkçılığı ile Türk ırkçılığı farkı şeylerdir" diye yanıt vermek mümkün olsa da ben aklıma gelen şu soruyu da sormak isterim: "Çin'de, SSCB'de komünizm yüzünden milyonlarca insan ölmedi mi? Aynı tepkiyi neden komünizme karşı da vermiyorsunuz?" Yalnızca komünizm ve ırkçılık da değildir söz konusu olan... Ama "nazizm", "faşizm" ve "ırkçılık" farklı kavramlar olduklarından dolayı bu konu üzerinde fazlaca durmaya gerek görmüyorum. Herhâlde bir Alman'ın yaptıklarından biz sorumlu olacak değiliz!..
Irkçılık kavramı sık sık nasyonal sosyalizm ve faşizm ile karıştırılmaktadır. Şu hâlde önce Türk ırkçılığı ile bu rejimlerin farkına değinmek, sonra da Türk ırkçılığını açıklamak yerinde olacaktır.
Faşizm, Türk ırkçılığından tamamen farklı bir rejimdir. Bu rejimde esas olan "üstün devlet" anlayışıdır. Devletin otoriter olması gerektiği fikrini Türkçülük de kabûl eder ancak faşizmde üstün ve yüce olan "devlet" iken Türkçülükte "millet" tir. Faşizm "millet devlet içindir." anlayışını benimser. Bu yönden sosyalizme benzer. Oysa Türkçülükte "devlet millet içindir." Bu anlayış farkı daha birçok fark doğurmaktadır. Faşizm geçmişte milliyetçi bir rejim olarak ortaya çıkmıştı. Ancak faşizmin karakteri bunun aksini de kabûllenebilir. Bir faşist, bırakın ırkçılığı, milliyetçi bile olmak zorunda değildir.
Nasyonal sosyalizm, yani nazizm, Yahudi düşmanlığına dayanan bir fikirdir. Bütün yoğunluğu bu nokta üzerine verilmiştir. Oysa Türk ırkçılığı geçmişten aldığı dersle bütün yabancılara temkinli yaklaşır.
Bütün bu farkların dışında şunu da belirtmemiz gerekir ki faşizm İtalyanlar için, nazizm Almanlar için geçerli olabilir. Çünkü bu milletlerin ihtiyaçlarına göre yaratılmışlardır. Ortaya çıkış tarihleri de 20. yüzyıldır. Türk ırkçılığı ise Türklüğün ihtiyaçlarına uygun biçimde gelişmiştir. Ortaya çıkışı binyıllar öncesine dayanır.
Nazizm ve faşizm bahsini bir yana bırakarak genel olarak ırkçılık ve Türk ırkçılığı konularına gelelim.
Bilim, binyıllar içinde kazanılan özelliklerin genlere işleyeceğini kabûl etmiştir. "Milletler arasında fark yoktur." ve "Bütün insanlar eşit doğar." iddiaları bu yüzden içi boş safsatalardır. Genel olarak neden Çinliler kısa Kuzey Avrupalılar uzun boylu olurlar? Bir İngiliz'i getirip Çin'de yaşatsak o da mı kısa olur? Elbette hayır! İki ırk arasındaki fark fizikî özellikte kendini böyle göstermektedir. Peki yalnızca fizikî görünümde mi fark vardır? Karakterde de özellikler ortaya çıkmaz mı? Çocuklar nasıl kişilik olarak "analarına" ya da "babalarına" çekerlerse, milletler de öylece "atalarına" çekerler. Bu doğanın bir kuralıdır. Kişiler farklı doğarlar. Kişilerden oluşan ırklar da elbette farklıdırlar. İşte ırkçılığın dayanak noktası da bu farklardır.
Türkçülüğün nasıl ırkçılık ve Turancılık olmak üzere iki ana unsuru varsa, Türk ırkçılığının da iki ana unsuru vardır. Bunlar:
1) Yabancılarla karışmamak.
2) Devletin yönetim kademelerinde yalnızca Türklere yer vermek.
Yabancılarla karışmamak, ırkî özelliklerimizin bozulmaması için şarttır. Genetik bilimine göre üstün olan çabuk bozulur. Atsız bunu şu şekilde açıklar:
"...Irkçılık aynı zamanda bir hıfzıssıhha meselesidir. Karışmak daima üstün tarafın aleyhine olduğundan üstün bir ırk olan Türk ırkı aşağı ırklarla karıştığı zaman ortaya çıkan melezlerde Türk'ün bazı üstün vasıfları kaybolmakta, aşağı ırkın iptidai vasıflarından bazıları onun yerini tutmaktadır. Birer müspet ilim olan antropoloji ve rasyolojinin ortaya koyduğu bu hakikatlardan siyasi düşüncelerle vazgeçemeyiz. İlim ve hakikat, siyasetin oyuncağı olamaz.
...
Bütün bunlara bakarak Türkçüler, ırkçılığı değişmez bir prensip olarak kabul etmişlerdir. Fakat bu ırkçılık, ırkçılığın ne olduğunu bilmiyen veya bilmezlikten gelenlerin ileriye sürdüğü gibi insanları ölçüden ve laboratuvar muayenelerinden geçirerek hangi milliyete mensup olduklarını tayin manasına gelmez. Hemen hemen her ırk başka ırklarla karışmıştır. Bundan bir şey çıkmaz. Çünkü tabiat bir müddet sonra melezliği tasfiye eder. Fakat bir ırk mütemadiyen başka ırklarla karışmakta devam ederse bir zaman sonra, bir daha düzelmemek üzere bozulur..."
İşte bu nedenlerden ötürü, ırkımızın bozulmasını istemediğimiz için ırkçıyız.
Irkçılığın diğer unsuru olan "devlet kademelerinde yabancılara yer verilmemesi isteği" de tarihin bize öğrettiklerinden aldığımız dersler sayesinde kabûl ettiğimiz bir prensiptir. Tarih yabancı kanı taşıyanların elde ettiği mevkileri kullanarak ettikleri ihanetlerle doludur. Fatih'i zehirleyerek öldüren doktor Yakup Paşa adlı bir Yahudi dönmesi idi. Osmanlı'da görevleri sırasında ihanetleri nedeniyle kaldırılan yirmiüç sadrazamdan dört tanesi Türk, diğerleri yabancıdır. (Bu dört Türk sadrazamdan biri de iftiraya kurban gitmiştir.) Sevr'i imzalayan Rıza Tevfik ve Selânik'i savaşmadan düşmana teslim eden Tahsin Paşa Arnavut idi. Muhakkak ki Türklerden de ihanet edenler çıkmıştır ancak herhâlde ihaneti sabit olanlar içerisinde bir Türklerden on yabancılardan saysak yine Türkler daha çabuk biter. Yabancıların ihanetleri Türklerle karşılaştırılamayacak kadar fazladır. Bu ihanetleri yeniden yaşamamak için, kendimizi ateşe atmamak için, devletin yönetim kadrosunda yalnızca Türk kanı taşıyanların bulunmasını istiyoruz. Türklerin bir kürtten, bir ermeniden emir almamalarını istiyoruz. Haksız mıyız?
Tehlikelerle dolu olan dünyada her ırk gibi Türk ırkı da kendisini korumak zorundadır. Bu korunmanın sağlanabilmesi için en sağlam yol da Türk ırkçılığıdır. Türk ırkçılığının neden gerekli ve zorunlu olduğunu anlamak için Atatürk'ün adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un "Atatürk İhtilali" adlı eserine göz atmak yararlı olacaktır:
"Bir ihtilal hangi milletin hesabına yapılmışsa mutlaka o milletin öz evlâtlarının elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız ve şartsız. Yabancıların yardımıyla başarılan ihtilaller yabancılara borçlu kalır. Bu borç ödenmez. Türk'ün en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden daha iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'nun bahtsızlığı, ekseriya, mukadderatını Türklerden başkalarının idare etmiş olmasıdır."
Bozkurt'un bu sözleri bütün fikirlerimizin özeti gibidir. Üzerine söylenecek fazla söz kalmıyor...
Görüldüğü gibi Türk ırkçılığı, ne vahşi bir akım, ne de gerici ve baskıcı bir canavardır. Din ve cinsiyet ayrımı ile de hiçbir ilgisi yoktur. Türk ırkçılığı yalnızca "Türk milletini yaşatmak ilkesi"nin ortaya konuluş biçimidir. Türklük, ancak Türk ırkçılığı ile korunabilir. Kimi zaman somut, kimi zaman soyut olarak konulan yasaklar bizi milletimizi yaşatmak gayesinden alıkoyamaz. Biz Türkçüler, Türk ırkçılarıyız, öyle kalacağız.
Milletimize öğüt vermek bizim haddimize düşmez. Bu yüzden Türk'ün Son Başbuğ'u Atatürk'ün bir sözü ile yazımızı noktalayalım:
"Efendiler, muhterem milletime tavsiye ederim ki; sinesinden yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevher-i aslîyi tahlil etmek dikkatinden bir an bile feragat etmesinler."
Türk Şad
13 Haziran 2004