ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE BUNA BENZER HADİSELERİN YAŞANMAYACAĞININ GARANTİSİNİ KİM VEREBİLİR?
Osmanlı Devleti her ne kadar bir Türk devleti olarak görünse de aynı zamanda bir ümmet devletidir. Devlet bürokrasisi oluşturulurken istihdam edilen kadrolara bütün İslam topluluklarından kişiler alınmıştır. Bu durum devletin askeri kadrosunu oluşturan subaylar içinde geçerli olup Türklerin dışında İslam ümmetinden Arap, Arnavut, Çerkez, Kürt vb tüm unsurlar askeri okullara alınmış ve subay yetiştirilmiştir. Ancak çöküş yıllarında bu subayların bir kısmı Türk ordusuna ihanet etmiş, düşman saflarına geçerek bize kurşun sıkmışlardır.
Bu yazı serimizin önceki bölümlerinde açıkladığımız gibi I. Dünya Savaşı sırasında ihanet eden Arap subaylar olduğu gibi Balkan savaşında düşman saflarına katılan Arnavut subaylar ve Cumhuriyet döneminde yaşanan Kürt isyanlarına katılan Kürt subaylar vardır. Balkan savaşları sırasında yaşadığımız en önemli tecrübe Esad Paşa’nın ihanetidir. Cumhuriyet döneminde ise Şeyh Said isyanında cezalandırılan Albay Halit Bey ve Dersim isyanına katılan Binbaşı İhsan Nuri ve keza mütareke döneminin Nemrut Mustafa Paşa’sı yakın tarihimizin önemli tecrübeleridir.
Esat Toptani Paşa; Balkan Savaşları’nda Osmanlı Devleti ordusunda bulunan Arnavut subayların ihanetine uğramıştır. Savaşın ilk anlarında talih düşmanlarımızın tarafına geçince ordumuzdaki Arnavut subaylar Arnavutluk’un bağımsızlığı hareketine katılmışlardır. Bu ihanete katılan subaylardan birisi Esat Paşa’dır. Esat Paşa (TOPTANİ) İşkodra Kalesini savunan Kastamonu Tosyalı Hasan Rıza Paşa’yı suikastla şehit etmiş ve şehir Sırp-Karadağ kuvvetlerinin eline geçmiştir.
Esat Paşa 1863'de Tiran'ın ileri gelen toprak sahibi ailelerinden olan Toptaniler ailesi üyesi olarak doğdu. Eğitimini İstanbul Harp Okulu'nda yaptı. II. Abdülhamit tarafından Tuğgeneral yapılıp Yanya Jandarma Komutanlığına atandı. İkinci Meşrutiyet`ten sonra Draç`tan mebus seçildi. 31 Mart İsyanı'ndan sonra 27 Nisan'da II. Abdülhamit’e tahttan indirildiğini bildiren kurulda yer aldı.
Esat Paşa; Avni Rüstemi adında bir Arnavut öğrenci tarafından 13 Haziran 1920 tarihinde Paris'te Hotel Continental önünde öldürüldü. Ekmeğini yediği devletine ve padişahına ihanetin bedeli olsa gerek; cenazesi Sırp askeri merasimiyle Paris'te bulunan Sırp Askeri Mezarlığı'na gömüldü.
Albay Halit Bey; Cibranlı Miralay Halit Bey olarak kaynaklarda geçen Halit Bey; 1882 yılında Muş'un Varto ilçesinde doğdu. Babası Cibran aşiretinin reisi Mahmut Bey’di. İstanbul'da bulunan Aşiret Mektebi'ni bitirdi. Daha sonra Yıldız'daki Harbiye Mektebi'nden mezun oldu. Yüzbaşı rütbesiyle ve yaver unvanıyla Osmanlı Ordusu'na katıldı.
I. Dünya Savaşı’nın bitiminde 1919’da Kürt Şerif Paşa ile birlikte Paris Konferansı’nda Kürt delegesi olarak çalıştı. Doğu illerinin paylaşımı konusunda Ermeni Boghos Nubar Paşa ile mutabakata varılmasını sağladı. Ermeniler ile doğu illerinin paylaşılması konusunda birçok aşiret ve kişilerden tepkiler aldı. Bunun üzerine Kurtuluş Savaşı'nda M. Kemal'in yanına geçti ve İstanbul hükümetine tavır aldı. Fakat Koçgiri İsyanı'ndan sonra bu defa Ankara’ya tavır almaya başladı.
Şeyh Said’in kayınbiraderi olan Cıbranlı Halit Bey, Kürt istiklal komitesi Azadî cemiyeti kurucularındandır. Şeyh Said isyanından sonra 20 Aralık 1924'te Erzurum'da tutuklandı ve Bitlis Harp Divanı'nda yargılandı. Hıyanet-i Vataniye Kanunu gereğince verilen karar sonucu 1925 yılında cezalandırıldı.
Nemrut Mustafa Paşa Süleymaniyeli Babanzade ailesine mensup olan Nemrut Mustafa Paşa, Osmanlı ordusunda Mirlivalığa kadar yükselmiştir. Mütareke sırasında kurulan Divan-ı Harb-i Örfi'ye üye atanmış, daha sonra Damat Ferit zamanında mahkeme başkanı olmuştur.
İttihat ve Terakki, Boğazlıyan, Trabzon, Büyükdere, Elazığ Ermeni Tehciri yargılamalarında bulunmuş özellikle başkanlık yaptığı davalarda, hukuku hiçe sayan ve son derece acımasız davranışlarıyla, halk arasında; “Nemrut Mustafa” veya “Kürt Mustafa Paşa” diye şöhret bulmuştur. Yalancı şahitlerle Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam edilmelerini sağlamıştır. I. Dünya Savaşı’nda şehit olan askerlerimiz için; “onlar şehit değil, köpek ölüsünden farkları yoktur” sözlerini sarf etmiştir.
11 Mayıs 1920’de Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki mahkeme, M. Kemal ve arkadaşlarını; “Kuvayı Milliye unvanı altında fitne ve fesat çıkarmak, Anayasaya aykırı olarak halktan para ve asker toplamak, kendilerine uymayanları cezalandırmak, dahili asayişi bozanları kışkırtmak” suçlamasıyla gıyaben idama mahkum etmişti. Nemrut Mustafa Paşa; M. Kemal, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Kazım Özalp gibi Milli Mücadele liderlerine idam kararı veren mahkemenin başkanıydı.
İngilizler tarafından 1920’de Süleymaniye’de kurulan sözde Kürt hükümetinin Adliye Nazırı olmuştur. Lozan Anlaşması gereği 150'likler listesine alınmış ve yurtdışında ölmüştür.
Binbaşı İhsan Nuri; Bitlis’te doğmuş, Erzincan Askeri Rüştiye Mektebi ve İstanbul Harp Okulu’nu bitirerek teğmen rütbesiyle Osmanlı ordusuna katılmıştır. I. Dünya Savaşı bittikten sonra Kürdistan Teali Cemiyeti'yle temasa geçmiştir. 30 Mart 1919’da Jîn dergisinde Wilson prensipleri üzerine bir yazısı yayımlanmıştır. Daha sonra Kurtuluş Savaşı’na da katılan İhsan Nuri, savaşın bitiminde Kürdistan davasına sarılarak Kürt kökenli subaylar ve askerler ile temasa geçmiştir. Şeyh Sait isyanının başarısız olmasından sonra yurt dışına çıkan İhsan Nuri 1927/28 yıllarındaki Ağrı isyanı ve 1937/38 Dersim isyanında etkin olmuştur.
Askeri tarihte Grebeneli Bekir Fikri Bey olarak tanınan Yarbay Bekir Bey’in; Balkanlarda Tedhiş ve Gerilla, Mülazim (Teğmen) Cemal Bey’in; Tekrar Başımıza Gelenler, Mahmut Muhtar Paşa’nın; Balkan Harbi, isimli hatıratlarında Balkan savaşlarında ordumuza ihanet eden Arnavut subaylarla ilgili bilgiler aktarmışlardır. Bunları tekrar etmek istemiyorum. Fakat geçen yaz başında kamuoyunu çok işgal eden Dersim isyanında isyancıların komutanlığını yapan İhsan Nuri’nin “Kürt Gençliğine Hitabe”si ile yazıma son vermek istiyorum.
Dersim isyanından sonra yurt dışına çıkan İhsan Nuri; Kürdistan Tarihi’nde Dersim adında bir kitap yazmış ve Atatürk’e özenerek kitabını Kürt Gençliği’ne Hitabe’yle bitirmiştir. Her cümlesi; İntikam! İntikam! kelimesiyle başlayan hitabe şöyledir;
Ey ırkımın ümidi, istikbali olan Kürt gençliği! Bu naçiz eserimi sana ithaf ediyorum.
İntikam!.. Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek için.
İntikam!.. Süngülenen yüz binlerce Kürt yavrularının feryadını dindirmek için.
İntikam!.. Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan afakında uğuldayan iniltilerini teskin için.
İntikam!.. Darağaçları altında ölümü kahramanca selamlayan, şahadet tacını giyen binlerce kurbanın gayelerini tahakkuk ettirmek için.
İntikam!.. Kürdistan denilen harabezar (yıkık) anayurdun ihtihlası (kurtulması) için.
İntikam!.. Kürt diyarında uluyan sırtlan ve çakallar ırkının (Türkler) mülevves (pis) vücutlarından Kürt vatanını tathir (temizlemek) için.
İntikam!.. Medenniyet denilen kahpenin peşine sığınarak bize uluyan köpekleri susturmak için.
İntikam!... İntikam!... İntikam!...
(
Ramazan BALKAN)
ARAP SUBAYLAR İHANETİ İslamcı gelenek, 1940’lı yıllara kadar askeri okulların kayıt şartları arasında yer alan; Türk ırkından olma maddesini, yeni Türkiye’nin ırkçılık temelleri üzerine kurulmuş olmasının ve Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle yapılmış olan ırkçılığın delili sayarlar. Peki, kayıt şartlarına, Türk ırkından olma maddesinin konulma sebebi nedir? Bu madde gerçekten ırkçılık amacıyla mı konulmuştur?
Bu sorulara cevap ararken pek tabi ki tarihe ve tecrübelerinden ders çıkarmaya çalıştığımız Osmanlı Devleti’nin yakın geçmişine bakacağız. Yine belirtelim ki; sosyal olaylarda tek bir sebep yoktur. Dolayısıyla 1930’lu yıllarda tüm dünyayı saran ırkçılık akımlarının bu şartlar üzerinde mutlaka etkisi vardır. Bunu inkâr edemeyiz. Bunun dışında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran önder kadronun Osmanlı Devleti’nin yıkılış sürecinde yaşadıkları acı tecrübeler ve yeni Cumhuriyetin kendini koruma içgüdüsü bu maddenin konulmasında etkisi olmuştur.
Osmanlı Devleti her ne kadar bir Türk devleti olarak görünse de aynı zamanda bir ümmet devletidir. Devlet bürokrasisi oluşturulurken istihdam edilen kadrolara bütün İslam topluluklarından kişiler alınmıştır. Bu durum devletin askeri kadrosunu oluşturan subaylar içinde geçerlidir. Dolayısıyla Türklerin dışında İslam ümmetinden olan Arap, Arnavut, Çerkez, Kürt vb tüm unsurlar askeri okullara alınmış, bu unsurlardan subay yetiştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu yıllarda İslam ümmetinden olan bu subaylar sorun yaratmamış, ancak çöküş yıllarında bu subayların bir kısmı Türk ordusuna ihanet etmiş en zor anımızda düşman saflarına geçerek bize kurşun sıkmıştır.
Osmanlı Devleti bu ihanetin ilkini Balkan savaşlarında Arnavut subaylardan, diğerini de I. Dünya Savaşı’nda Arap subaylardan görmüştür. Bunu Cumhuriyet döneminde Kürt subayların ihaneti takip etmiştir. Örneğin Balkan savaşları sırasında İşkodra kalesini savunan Tosyalı Hasan Rıza Paşa’yı Arnavut subaylardan Esat Toptani katletmiş ve şehri Sırp-Karadağ kuvvetlerine teslim etmiştir. Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarında ise Yüzbaşı İhsan Nuri; Ağrı ve Dersim isyanlarına katılmış, Albay Halit Bey (Cibranlı Miralay Halit Bey) ise Şehy Sait isyanı sebebiyle cezalandırılmıştır. Ancak biz Türklerin gönüllerini yaralayan ise I. Dünya Savaşı’nda Arap subayların ihanetidir. Peki, kimdir bu Arap subaylar;
Albay Yasin Hilmi Paşa;Suriye cephesinde 8. Kolordu komutanı olan Albay Yasin Hilmi, Şam’da Kolordusunu İngilizlere teslim ederken kendisi Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in genelkurmay başkanı oldu. Daha sonra Suriye genelkurmay başkanı olan Albay Yasin Hilmi’nin Osmanlı ordusu hakkında düşmanlara bilgi verip vermediği düşünmeye değer bir sorudur. Yine 8. Kolordu’nun düştüğü durum acaba albayın yetersizliğinden mi, yoksa önceden verilmiş bir teslim harekâtı planından mı kaynaklanmıştı?
Albay Ahmet Cevdet Paşa; El Cezire cephesinde 13. Kolordu komutanı Albay Ahmet Cevdet, pasif ve yetersizliğinden dolayı görevden alınmıştı. Daha sonra Irak Kralı Faysal’a general rütbesi ile yaverlik yaptı. Bu da işten el çektirilmesinin gerekçesini ortaya koyuyordu zaten. Osmanlı ordusundan bir Albay, Irak kuvvetlerinde general oluyordu. Hem de kralın yanında. Demek ki Osmanlı Devleti’ne karşı savaşanlar tarafından takdir edilecek işler başarmıştı.
Binbaşı Nuri Sait Paşa; Binbaşı Nuri Sait, İstanbul’daki Harp Akademisi’nde öğrenci iken kaçıp İngilizlere sığınmış sonra, Irak ve Mısır’a gitmişti. Eniştesi Cafer Askeri ve Kahire’li Aziz Ali El Mısri ile Arap askeri teşkilatı kurmuştu. İngilizlerle işbirliğine girmiş ve Hicaz’da Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in ayaklanmasında Lawrence ile birlikte olmuştu. Hicaz Demiryolu’nun tahribi ve demiryolu muhafız kıtalarına yapılan baskınlarda yer alarak fiilen Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmıştı. Irak hükümetinde genelkurmay başkanlığı ve daha sonra 1954 yılına kadar Başbakanlık görevinde bulunuştur.
Yarbay Nasuhi Bey;Suriye cephesinde 7. Tümen komutanı Yarbay Nasuhi Bey, ordumuzun Şam’dan tahliyesi sırasında Osmanlı üniformasını çıkarmış ve Arap üniforması giymişti. Sonra kendisi Ürdün genelkurmayında görev yapmıştır.
Aziz Ali El Mısri; Aziz El Ali Mısri, Harp okulunda Enver Paşa ile aynı sınıfta okumuştur. Kendisi Mısır’a yerleşen Kafkas kökenli Adıge’lerden Araplaşmış bir kölemen olup bir Arap’tan çok Arap davasına hizmet etmiştir. 1914 yılında Arap milliyetçiliği yapmasından dolayı Enver Paşa'yla ters düştü. Ordu parasını zimmetine geçirdiği için Divan-ı Harp’te idama mahkûm edilince Meclis-i Mebusan’daki Arap milletvekillerinin araya girmesiyle serbest kaldı. O’da hemen ülkeyi terk edip İngilizlere sığındı. 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne karşı Hicaz’da başlatılan Arap Ayaklanması'nda önemli bir rol oynadı.
Cafer El Askeri; İstanbul Harp Akademisi’nden mezun olarak Osmanlı ordusuna katılan Cafer El Askeri; Osmanlılara başkaldıran Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğlu Hüseyin bin Ali'ye katıldı. 1916’da Hüseyin bin Ali’nin ordusunu örgütleyerek başına geçti. Osmanlılara karşı yürütülen ayaklanmada, akrabası olan Nuri Sait Paşa da onun yanında yer aldı. 1916/18 Hicaz ve Suriye seferlerinde Faysal’ın kurmay başkanı olarak hizmetlerde bulundu. 1918/20 arasında Suriye'de, Faysal önderliğinde kurulan Arap devletinde Halep valisi oldu. Fransızların müdahalesiyle bu devlet yıkılınca Faysal, İngilizlerin desteğiyle I. Faysal adıyla Irak kralı oldu. Bunun üzerine Irak'a giden Cafer El Askeri ilk Irak hükümetinde savunma bakanlığına getirildi. Görevi sırasında ileride ‘babası’ olarak anılacağı Irak ordusunu kurdu.
Yazımıza başlarken Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin acı tecrübeleri üzerine kurulduğunu belirtmiştik. Hepimiz biliriz ki tarih tekerrürden ibarettir ve ders alan toplumlar için yol göstericidir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin düştüğü hatalardan ders çıkarmış ve bir daha bu hatalara düşmemek, kendi askeri okullarında yetiştirdiği kişilerin düşmanlığına maruz kalmamak için Cumhuriyet döneminde Askeri Okullara girebilme şartları arasına Türk ırkından olma maddesini koymuştur. 1950’li yıllarda Anadolu’daki nüfusun Türk kültürü etrafında birleşmesi üzerine de bu madde kaldırılmıştır.
Yukarıda verdiğimiz bu Arap subayların tamamı Osmanlı Devleti’nin askeri okullarında öğrenim görmüş kimselerdir. Siz olsanız size namlu çevirecek kişileri kendi askeri okullarınıza alır mıydınız?
(
Ramazan BALKAN)
İŞTE BU VE BUNA BENZER ÖRNEKLER YÜZÜNDEN ASKERİ OKULLARA ETNİK KÖKENİ FARKLI OLAN KİŞİLERİN ALINMASINI İSTEMİYORUM...
TTK.