H. Nihal ATSIZ’ın Türkçülüğü
Atsız, daha 7-8 yaşlarındayken babasının görevli olarak bulunduğu Süveyş sokaklarında İtalyan çocuklarla kavgalara tutmuş, Fransız İlkokulu’nda Rum çocuklar kendisine düşmanca tutumlarla yaklaşmışlardır. Geçen her gün, içindeki Türklük sevdası artmış ve Atsız’ın düşünce dünyasındaki arayışı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’i bulmasıyla sona ermiştir.
Aradığını bulan Atsız, artık Türkçülüğün önemli bir savunucusu olma yolunda ilk adımı atmıştır. Atsız’ın yaşadığı dönem, İtalyan faşizmine sempati duyulan; Alman nazizmine övgüler yazılan, Rus komünizmine kur yapılan bir dönemdir. En küçük bir farklılığın insanları ayırmaya yeteceği ve çok “uç düşüncelerin” yaşandığı bir ortamda Atsız, Türk ulusunun ancak özüne dönmeyi başarabilirse dirliğe erebileceğini düşünmüştür.
Atsız’ın belki de en büyük özelliği, yılmaz bir kişiliğe ve kararlı bir duruşa sahip olmasıdır. Yaşadığı kötü olaylar onu yıldırmanın tersine, onun mücadelesine güç kazandırmıştır. Atsız’ın, bilindik Türk-İslam birliği ülküsünden daha uzak, yalnızca Türk soylu olanları kapsayan bir birliği düşlediği ve bu yolda bir “Türk ırkçısı” olduğu doğrudur. Yalnız bu ırkçılık, Atsız’da bir “saplantı” olarak oluşmamış, onun yalnızca Türkler’e olan bağlılığının adı olmuştur.
Bütün yaşamı boyunca, büyük Türk kahramanı Kürşad ile Tanrı Dağı’nda buluşacağı günün özlemiyle yaşayan Atsız, ona ulaşacağı yolda Türklüğünden ödün vermeden yaşamış büyük bir ülkü eridir.
» Bir millet bağımsızlığını, hürriyetini ve sınırlarını kaybedebilir, hatta yıllar boyunca başka bir milletin esareti altında yaşamak zorunda kalabilir ama bütün bu unsurlar o milletin yok olmasına etken olamaz. Ancak kendi dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur.TTK