Gönderen Konu: Türkiye üzerinde oynanan büyük oyun.  (Okunma sayısı 2387 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Sencer Atmaca

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 102
Günümüzde toplumların geleceği açısından iki zıt akım görmekteyiz. Bir yanda bilgi, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin büyük bir hızla gelişmesi sayesinde ortaya çıkan ve küreselleşme diye adlandırılan bütünleşmeye yönelik gelişmeler, diğer yandan SSCB’nin dağılmasıyla dünyanın her yerinde yaygınlaşan mikro-milliyetçilik denen etnik bölünme hareketlerine tanık olunmaktadır. Bu bağlamda bir taraftan AMarika  ile bütünleşme – AM’arikanın karşı çıkmasına rağmen çabası içinde olan Türkiye, diğer taraftan dış destekli ayrılıkçı PKK kürt  terörü ile mücadele etmektedir.

Türkiye’nin maruz kaldığı  kürt-ayrılıkçı terör hareketi tarihi bir süreç içinde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle makalede bu tarihi süreç içinde Türkiye’de siyasi kürtçülük hareketlerinin gelişmesi kısaca değerlendirilerek, bu çerçevede 1927 yılında kurulan ve kürt-ermeni işbirliğine dayanan Hoybun Cemiyeti’nin kuruluşu, faaliyetleri ve Ağrı isyanlarındaki rolü üzerinde durulacaktır.

Bilindiği gibi Türkiye’de siyasi kürtçülük; 19. Yüzyıldan itibaren emperyalist Avrupa devletlerinin “Şark meselesi” çerçevesinde Osmanlı devletini parçalayarak bölgeye hakim olmak amacıyla uyguladıkları genel politikanın sonucu olarak doğmaya başlamıştır.  Osmanlı devletinin Avrupa’daki. topraklarının elden çıkmasına ve petrolün bulunmasına paralel olarak Avrupa devletlerinin ilgisi Anadolu ve Orta-Doğu üzerinde yoğunlaşmıştır. Avrupa devletlerinin bu bölgelerdeki çıkarları için kullandıkları toplumlar başta ermeniler olmak üzere, araplar, kürtler, süryaniler ve nasturiler olmuştur. Avrupa’nın Orta Doğu politikasının şekillenmesinde başrolü İngiltere oynamıştır. 19. Yüzyılın sonuna kadar Rusya ve Fransa’ya karşı, sömürge yollarının güvenliği ve iktisadi çıkarları için Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü koruma politikası izleyen İngiltere  , Berlin Antlaşmasından sonra bu politikasını terketmiştir.  Özellikle 1900’lerin başından itibaren İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki politikasının temel taşı artık sadece geleneksel Boğazlar meselesinden ziyade, Orta-Doğu bölgesi üzerinde yoğunlaşmıştır. İngiltere’nin politika değişikliğini bir yandan Almanya’nın bölgeye girme ve sömürgeleştirme girişimleri, diğer yandan da bölgeye özgü bir unsur olan petrolün ön plana çıkması ile izah etmek mümkündür.

I. Dünya Savaşı ile birlikte İngiltere’nin petrol politikası diğer, ekonomik, stratejik ve siyasi hedefleri de kapsayacak şekilde oluşturulmaya başlanmış, Orta Doğu’daki petrol de dahil olmak üzere bütün ekonomik imtiyazlara sahip çıkılmasının devletin vazgeçilmez hedefi olduğu ortaya konulmuştur.Bu hedefine Müttefikleri ile koordine ederek ulaşmak isteyen İngiltere, Rusya’nın savaş sonrası Boğazlar üzerindeki isteklerine göz yumarken, 16 Nisan 1916 tarihinde kesinleşen gizli Syks-Picot Antlaşması ile Mezopotamya’yı alırken, Musul’u Fransa’ya bırakıyordu.  Ancak, İngiltere savaş sonunda Fransa’ya petrol hissesi vererek kendisi açısından son derece önemli petrol hissesi vererek kendisi açısından son derece önemli gördüğü Musul’u da denetimi altına alacaktır.

İngiltere bu genel politikası çerçevesinde bir yandan ermeni davasına destek vermekle ve arapları Osmanlı devletine karşı isyan ettirirken, diğer yandan siyasi kürtçülüğü canlandıran ve kullanma hesapları yapmaya başlamıştır. Bu konuda Rusya’daki Bolşevik İhtilalinin hemen akabinde, Türk ordusunun ileri hareketinden endişelenen İngiltere’nin kürt konusuna yaklaşımını ortaya koyması açısından Anadoluda’ki istihbarat subayı Albay Maunsell’in 5 Aralık 1917 tarihinde Londra’ya yazdığı rapor oldukça dikkat çekicidir. Maunsell raporunda;Pantürkizme karşı ağırlık olarak kürt milliyetçiliğini çıkarmak gerekir. Coğrafi durum dikkate alındığında Türk kovanına önemli bir unsur olarak sokulabilirler dedikten sonra kürtlere otonomi ve toprak vadederek ulusal bilinçleri üzerinde çalışılmasını teklif etmekle ve bu konuda Bedirhanların kullanılabileceğini vurgulamaktadır. Mausell’in teklifleri doğrultusunda I. Dünya Savaşının sonunda kürtlere otonomi ve toprak vaadeden İngiltere Onların mandaterliğini üzerine almak üzere harekete geçecektir. Böylece İngiliz nüfuz alanı olan Irak ve İran’da yeni bir koz elde etmiş olacaktı. Aynı zamanda Rusya ve doğu Türklüğü ile Türkiye arasına ermenistan ile çekilecek duvarın tamamlanması kürtlerin Türklere ve hatta araplara ve İran’a karşı kullanılması mümkün olabilecekti. Özellikle Irak petrol bölgesinde kürt unsurunun bulunması, kürtlerin İngiltere açısından önemini artırıyordu.

Türkiye’de siyasi kürtçülüğün yukarıda anahatları ile ortaya konulan uluslararası konjonktür içinde özellikle de İngiltere’nin politikası çerçevesinde şekillendiğini görmekteyiz. Nitekim I. Dünya savaşının sonunda İngiltere kürtlerin mandaterliğini üzerine almak üzere harekete geçecektir. Bu amaçlarım gerçekleştirmek için, Doğu ve Güney Doğu Anadoluda’ki kürt aşiretlerini kazanmak için Nisan 1919’da Binbaşı Noel’i ve Yüzbaşı Woolley’i görevlendiren İngiltere aynı zamanda İstanbul’da Seyyit Abdülkadir’in başkanlığında kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti Mensupları ile de yakın ilişki içerisine girmiştir. Bu arada Paris barış konferansında Osmanlı delegesi olan Şerif Paşa, kendisini Kürt Heyeti Başkanı ilan ederek kürdistan konusunda İtilaf devletlerine başvurmuş, ayrıca Paris’te bulunan ermeni temsilcisi Bagos Nubar Paşa ile Doğu Anadolu vilayetlerinin ermeni ve kürt bölgelerine bölünmesi konusunda anlaşmıştır.

Ancak başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletlerinin aynı zamanda ermenistan davasına angaje olmaları sebebiyle İngiltere’nin kürt politikası ermenistan projesi ile çakışmıştır. Bu sebeble bir taraftan kürt bölgelerinin ermenilere vaad edilmesi, diğer taraftan kendilerini kürt davasının gerçek temsilcileri sayan kürt Teali Cemiyeti’nin İngilizlerin güdümünde hareket etmesi ve Şerif Paşa’nın Paris’teki girişimleri İstanbul’daki kürt siyasi liderleri arasında fikir ayrılığına yol açtığı gibi, bölge halkının da tepkilerine neden olmuştur.  Bu sırada Binbaşı Noel’in İngiltere ile işbirliği yapan Celadet Ali Bedirhan. Kamuran Ali Bedirhan, Süreyya Bedirhan, Seyyit Tana ve Cemilpaşazade Ekrem gibi kürt liderlerle bölge halkını yatıştırmak ve kürt – ermeni uzlaşmasını sağlamak için yaptığı faaliyetlerden de olumlu sonuç alınmıştır.

26 Nisan 1920’de San Remo’da Fransa ile manda yönetimleri konusunda anlaşan İngiltere, Musul’u denetimi altına almış, böylece petrol bölgelerine yerleşen İngiltere, aynı zamanda AMarika'nın’ ermenistan mandaterliğine angaje etmiştir.  Bu gelişmelerden sonra Türkiye’yi parçalama esasına dayanan ve 62,63 ve 64. Maddeleri ile özerk bir kürdistan kurulması tasarlanan Sevr antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır.  Ancak Sevr projesi ile Şark Meselesi nin İçlilerine çözümlendiğini sanan büyük güçlerin karşısına Başbuğ Atatürk önderliğinde Milli Mücadele hareketi çıkınca, bu defa özellikle İngilizler Anadolu hareketini daha ana karnında boğmaya çalışmışlardır. İngiliz emperyalizmi bu amaçla Türkiye’yi Doğuda ermeni ve kendileri ile işbirliği yapan kürt aşiretleri ile , batıda ise Yunanlılar ile kıskaca almıştır. Fakat İngiltere’nin beklemediği bir şekilde Türkiye’nin bu mücadeleden başarıyla çıkarak Lozan Barış Antlaşması ile bağımsızlığını kazanması üzerine İngiltere’yi yeni bir takım tedbirler almaya yönetmiştir. Bu sebeple Lozan’dan sonra İngiltere bazı kürt aşiretleri üzerinde kurduğu nüfuzunu petrol ve Musul meselesinde, Fransa da Hatay meselesinde bir yatırım ve manipülasyon aracı olarak kullanma yoluna gideceklerdir. Böylece temelinde Musul-kürdistan ve petrol gibi meselelerin yer aldığı siyasi kürtçülük, Orta Doğuya yerleşen batılı güçlerin özellikle de İngiltere’nin tahrikleri ile giderek ortak bilinç yönünde ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk hükümetlerini ciddi olarak uğraştıran iç isyanlara yol açmıştır.

Tengri Biz Menen

 :asker: :prbay :asker:

Bütün yazılarımın, fikirlerimin ve yaptıklarımın sorumluluğunu üzerime almaktan bir an bile çekinmem.. Fikir ve kanaatlerimde samimiyim.. Olayların pundunu bularak yaşamadım.. Esen rüzgara göre dönmedim... Yalnızlıktan korkmadım..Namert köprüsünden geçmemek için selde boğulmayı tercih ettim..