Türklüğün en belirgin vasıflarından birisi de ahlak ve namuslarına çok değer vermeleridir.
Türk kızları, bekâretlerini korumak amacıyla kemerlerinde bir hançer bulundururlardı.
Türkler arasında zina hadiselerine nadiren rastlanırdı.
Tarihçi İbn Fazlan;
Oğuzlar, zina diye bir şey bilmezler.
Diye yazmaktadır.
Yine İbn Fazlan Devamla:
Böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler.
Şöyle ki;
Bu kimseyi, iki ağacın dallarını bir yere yaklaştırarak bağlarlar, sonra da bu dalları bırakırlar. Dalların eski haline gelmesi sonucu o kimse iki parçaya bölünürdü.
Ayrıca Oğuzlar arasında, oğlancılık da çok büyük bir suç idi ve cezası her iki failinde öldürülmesidir.
Bulgarlar Türkleri arasında da zina diye bir şey yoktur. Zina onlara göre en büyük suçlardandı.
İçlerinden biri zina ederse, dört kazık çakıp zina edenin el ve ayaklarını bunlara bağlarlar, sonra onu boynundan uyruklarına kadar balta ile yararak iki parçaya ayırırlar. Kadına da aynı cezayı tatbik ederlerdi. Kadın ve erkeği ikiye ayırdıktan sonra vücutlarının parçalarının her birini bir ağaca asarlardı diyen İbn Fazlan, İtil Bulgarları arasında zinanın ne kadar büyük bir suç sayıldığını ve cezasının da o nispette büyük olduğunu güzel bir şekilde ifade etmektedir.
Dokuz Oğuzlarda bir kimse, bakire ile zina yaparsa ona 300 sopa vururlar. Ondan bir kısrak, gümüş bir kadeh, 50 deve alırlar. Bir kimse evli bir kadınla zina yaparsa, her ikisini hükümdarın kapısına getirirler. Hükümdarın emri üzerine her ikisine 300’er sopa vururlar. Adama, yeni keçeden döşeli bir harkâh yaptırıp kadının kocasına verirler. Sonra zina yapan kadını zina yaptığı adama verirler. Eğer zina yapan adamın imkânı varsa zina yaptığı kadının kocasına bir kadın bulup mihrini de vermesini şart koşarlar. Zina yapan adam fakirse 300 sopa attıktan sonra onu serbest bırakırlar.
İskendernâme’ye göre, Deşt-i Kıpçak’a gelen İskender, bozkırda ak tenli, pembe yüzlü, ay ve güneşten daha parlak çehreli, dar gözlü, insanları baştan çıkaracak kadar ve meleklerde bile bulunmayan güzellikteki Kıpçak güzellerini gördü. Yüzlerinde hiç örtü olmayan ve bakanları yakan bu güzel kadınlar, erkeklerden çekinmiyorlardı. İskender, askerlerinin böylesi güzel kadınları görünce, gençlik coşkunluğu ile taşkınlık yaparak kendilerini tutamayacaklarından ve savaşta bozulacaklarından korktu. Ertesi gün huzuruna gelen Kıpçak beylerine: “kadınların örtünmeleri daha hayırlıdır; kadın takımı, taş ve demirden de olsa, yine kadındır. Yabancıdan çekinmeyen bir kadın, kendi şerefini koruyamadığı gibi, kocasından da utanmıyor demektir.” dedi.
Onun bu sözleri üzerine Kıpçak beyleri:
Padişahım, yüz kapamak bizim âdetimize uymaz. Senin âdetin yüz kapamayı isterse, bizim âdetimiz de göz kapamayı ister. Başkasının yüzünü görmemek lazımsa yüzü değil, gözü kapamak gerekir. Padişah bize darılmasın, yüz kapatılacak da arkaya mı bakılacak?
Padişahım, sen gel de bu halkın yüzünü örtü ile kirletme; en iyisi bu örtüyü sen kendi gözüne as. Bir göz kapanırsa, ne ayı görür ne de güneşi” dediler.
Bu sözler, Kıpçakların örtünmenin namusu etkilemediğine inandıklarını göstermektedir.
İleti ekinde yer alan İslam Öncesi Türk Kültüründe İnsani Değerler adlı PDF dosyasında konuya dair daha geniş bilgiler yer almaktadır.
Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Saygılarımla.
Çağrıbey