Biz Türkçülüğün haysiyeti ve milletimize olan saygımızın ve de laik duruş ve düşünüşümüzün gereği olarak içtenlikle yaşanan ve sadece Tanrı'ya adanmış olan dindarlığa karşı tek bir kem söz bile etmediğimiz/etmeyeceğimiz gibi dindarları ve dindarlığı da asla yadırgamamaktayız.
Her zaman dediğimiz gibi bizim dinle, imanla, dindarla bir alıp veremediğimiz yok!
Bizim karşı olduğumuz şey: Dinciliktir!
Bizim karşı olduğumuz şey: Dinin sayasallaştırılmasıdır!
Bizim karşı olduğumuz şey: Dinin ticaret vasıtası yapılmasıdır!
Bizim karşı olduğumuz şey: Dinin bir takım alçaklarca nüfuz sahibi olma gereci kılınmasıdır.
Bizim karşı olduğumuz şey: Yukarıda sıralananların tümünün birden vardığı doğal sonuç olarak dinin Türklüğe karşı yıkıcı bir silah gibi kullanılmaya çalışılmasıdır!
Bu yukarıda sıraladığım hususların altına vicdan sahibi her Müslüman’ın imza atacağına olan inancım tamdır.
Türkiye’deki dinci, yani siyasal İslamcı, kesimin riyakârlığına tarihin şahit olmadığını ve gelecekte de bu riyakârlığın bir benzerine insanlık âleminin tanık olmayacağını bir çok kere söyledik ve yeri geldikçe de söylemeye devam edeceğiz.
Dincilerin bu riyakârlığına, başta şehit cenazeleri olmak üzere; Kerkük, Kırım, Karabağ, Güney Azerbaycan, Doğu Türkistan ve diğer Türk yurtlarında Türklüğe karşı yapılan kıyımlarda sergilenen sükut ve vurdumduymazlık olarak sayısız defa tanık olduk.
Tescilli hain ve satılık Filistinlilere gösterilen hassasiyet, bırakın Türkiye sınırları dışındaki Türkler için gösterilmeyi, kürt alçaklarınca kahpece şehit edilen gencecik Türk çocuklarına, hem de Müslüman ve masum oldukları ve hatta yaptıkları görev, askerlik, dinen kutsandığı ve ululandığı halde, şehit askerlerimize, karşı bile gösterilmedi.
Bu dincilerin bir diğer haysiyetsizlikleri de tarihe, dine ve hatta Tanrı’ya ve Tanrı elçisine, kendi çıkarları doğrultusunda, yalan söyletmeye çalışmalarıdır.
Bu alçakların nazarında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek İslam Peygamberinin övgüsüne mazhar olmuş kutlu bir kişidir.
Lakin İstanbul’da dahil olmak üzere bu memleketi düşmandan, dincilerin deyimiyle kafirlerden, temizleyip yeniden Türk yurdu, dincilerin deyimiyle İslam beldesi, kılan Gazi Başbuğ Atatürk deccal, yani şeytanın askeridir!!!
Bu nasıl bir vicdanın yansımadır?
Bu nasıl bir alçaklıdır?
Bunlar Tanrının huzuruna hangi yüzle çıkacaklardır?
Eğer Fatih -ki bizim içinde Türklüğün başını göklere kadar yükseltmiş bir Türk Başbuğudur- İstanbul’u fethettiği için İslam Peygamberinin “İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutandır” övgüsüne mazhar olmuşsa ve bu bir manevi rütbeyse aynı övgü ve rütbe Gazi Başbuğ Atatürk’ü de kapsamaz mı?
Fatih’in yaptığıyla Atatürk’ün yaptığının, eylem ve sonuç olarak, birbirinden ne farkı vardır?
Birisi, Fatih, Türk Milletinin ve devletinin gücünün doruk noktasında İstanbul’u Bizanslılardan almış, ikincisi, Atatürk, maalesef ortada devleti bile kalmamış haldeki Türk milletinin en zayıf halindeyken haçlıların işgali altındaki vatan topraklarını ve bu cümleden olarak İstanbul’u kâfirden, küffardan, düşmandan yani Fatih’in İstanbul’u ellerinden aldığı kişilerin, haçlıların, torunlarından temizleyerek tekrardan Türk yurdu, dincilerin deyimiyle İslam beldesi, kılmıştır.
İşte bu tablodaki riyakârlık bile dincilerin ne denli alçak, kahpe, haysiyetsiz, Allah’tan korkmaz, peygamberden utanmaz, akıl baliğ olmamış kız çocuklarına bile sulanan birer namussuz olduklarının delilidir.
Elbette ki kastımız Fatih’le Atatürk’ü kıyaslamak ve yarıştırmak değildir. Türkçü camiada yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, aslında hiçte gereği olmamasına rağmen, şunu söylemeliyiz ki, söz konusu Gazi Başbuğ Atatürk olduğunda, başka birisinin esamisi bile okunmaz!!!
Bu vesileyle İstanbul’u fethederek Türk yurdu kılan ve Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanları haçlılar karşısında Türklüğün başını göklere kadar yükselten Fatih Sultan Mehmet'i de, Türklüğün cisimleşmiş şahsiyeti ve abideleşmiş onuru olan Gazi Başbuğ Atatürk’ü de minnetle, şükranla ve saygıyla yâd ederim.
İmam hatipli yosmaların yaptıkları bu terbiyesizlik; yukarıda tarif ettiğim alçak zihniyetin yarattığı ve varmak istediği sonuç olup, vaktiyle bir başka türbanlı fahişenin “Humeyni’yi sevip, Atatürk’ü sevmemek” mealindeki sözleriyle kastettiklerinin dil ve düşünce planından çıkıp söylem ve eylem planına dökülmüş halidir.
Yani önceleri fikir ve ifade özgürlüğü kılıfıyla kamufle edilmeye çalışılan alçak zihniyet, şimdilerde şartlandırılarak robotlaştırılmış ve güdülenmiş, düşünmekten yoksun; kutsal(!) fahişe ve aziz(!) puştlar vasıtasıyla, yavaş yavaş, fiile dökülmeye başlanmıştır.
Kök Tenğri, fıkıhen (İslam hukukuna göre), son tahlilde, Tanrıya eş koşmak (şirk) sayılan riyakârlığın ve riyakarların belalarını verip; bunların riya ve düzenbazlıklarından Türk’ü ve Türk yurtlarını korusun!!!
TTK.