Gönderen Konu: Kılıçlar Parladığı Sürece  (Okunma sayısı 30900 defa)

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Yavuz Han

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 71
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #10 : 09 Ağustos 2006 »
Yavuz Sultan Selim in babası Sultan II. Bayezid, annesi Gülbahar Hatun'dur. Gülbahar Hatun Dulkadiroğulları beyliğindendir.
Dulkadiroğulları, 14. asırdan 16. asrın ilk yarılarına kadar Anadolu tarihinde önemli rol oynayan Oğuzlar'ın Bozok koluna bağlı bir Türk hanedanıdır.!
Türk tarihi; azınlıkların bir kaç hizmetine karşılık binlerce ihanetiyle dolu bir ibret vesikasıdır.

 

Çevrimdışı tomris

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 15
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #11 : 09 Ağustos 2006 »
Atasagun kandaşım yazdıklarını üzülerek okuyorum
Lütfen biraz araştıralım
Tarihimizin parçası olan bir aileyi kirli kan olarak adletmişsiniz sadece 3 padişahın annesinin Türk oluşu kesinlikle ve kesinlikle doğru kabül edilemez
Öyle olsaydı Osmanlı bügün adından söz ettirecek kadar büyük ve güçlü olamazdı
Ben derim ki Tarihte hiç Bir millet yoktur ki Türkler gibi büyük devletler kursunlar
Şimdi diyeceksiniz ki kurucuları Türk idi fakat sonraları durum değişti kırma kirli bir kan meydana geldi,bu bir yanılgıdır kandaşım kanı bozuk bir aile nasıl oldu da bu devleti bu kadar uzun süre ayakta tuttu
Zannetmiyorum Türkten başkası bunu başaramaz dı hem de bu kadar hain bu kadar kanı bozuk etnik zümre var iken
Unutmayalım ki Osmanlı yanlışları ile doğrular ile Tarihimizin bir parçası


TENGRİ TÜRK'ü korusun

Çevrimdışı ATASAGUN

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 168
  • Öğreniyor...
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #12 : 09 Ağustos 2006 »
Kirlilik başta tekfur kızı Holofira (Nilifer) ile başlıyor. Sonra da artarak devam ediyor.

Tarihçi andalarımız sağlam kaynaklardan Osmanlı Ailesi'ne giren kadınların soylarını yazarlarsa gerçeği hepimiz öğreniriz.

Ben kaynaksız bir yazı buldum. Ne kadarı yanlış bilmiyorum:

Alıntı
Kuruluş döneminden II. Bayezid'e gelinceye kadar Osmanlı padişahları ve şehzadeleri ilk zamanlardan Müslümanlardan nüfuzlu kişilerin, Anadolu beylerinin, Bizans, Sırp ve Bulgar krallarının kızları ile evlendiler. Bu evliliklerde siyasi nüfuz elde etme, diplomatik faydalar veya kız babası öldüğünde toprak talep etmek gibi gayeler hedefleniyordu.

Ertuğrul Bey'in oğlu Osman Gazi'yi Şeyh Edebali'nin kızı Bala Hatun ile evlendirilmesinde muhakkak ki ahilerin desteğini de temin etmek maksadı da yatmaktaydı. Nitekim Ertuğrul Bey'in vefatından sonra aşiretin başına amcası Dündar'ın muhalefetine rağmen ahilerinde desteğini temin eden Osman Gazi seçilmiştir. Osman Gazi ikinci evliliğini yine nüfuzlu bir şahsiyet olduğu tahmin edilen Ömer Bey'in kızı Mal Hatun ile yapmıştır.

Bilecik tekfuru oğlunu, Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği zaman düğüne Osman Gazi'yi de davet etmişti. Tekfurlar Türk Beyi'ni düğüne katıldığı sırada ortadan kaldırmayı karalaştırmışlardı. Ancak tertipten dostu Harmankaya hakimi Köse Mihal'in ihtarıyla, zamanında haberdar olan Osman Gazi mükemmel bir plan tertip ederek tekfurları pusuya düşürdü. Bilecik ve Yarhisar'a sahip olurken Holofira isimli gelin de Osmanlılar eline geçmişti.

Osman Gazi Holofira'yı oğlu Orhan'a nikahlayarak bir anlamda onun babasının topraklarına hakim olduğunu göstermiş oluyordu. Daha sonra Müslüman olarak Nilüfer adını alan Holofira, hayır ve hasenatıyla Bursalıların gönlünde taht kurmuştur. Nilüfer Hatun Bursa' da Kaplıca kapısı yanında bir tekke, Darülharp mahallesinde bir mescid ve Bursa ovasından geçen çay üzerine güzel bir köprü yaptırmıştır. Bu nedenle çaya Nilüfer adı verilmiştir.

Orhan Gazi'nin önce Bizans İmparatoru III. Andronikus'un kızı Asporça Hatun ve Sonra VI. John Kantakuzen ile eşi İrene'den doğan Teodora (Maria) ile evlenmesi ise Rumeli'ye geçişin imkan dahiline alınması ve saltanata geçişi sağlamak hedeflerine matuftur. Kartakuzen Orhan Bey'in kuvvetleri sayesinde İstanbul'a girerek İmparatorluğa kavuşmuş, Trakya ve Makedonya'daki hakimiyetini kuvvetlendirmiştir. Bu yardımlarına karşılık Gelibolu yarım adasındaki Çimbi kalesini Osmanlılara vermiştir ki bu durum Orhan Gazi'nin Rumeli'ye geçişinin ilk adımı olacaktır.

I. Murad Han'ın Bulgar Kralı Şişman'ın kız kardeşi Tamara (Maria) ile evlenmesi ise bu krallığın, tabiiyet altında tutulabilmesinin bir gereği olarak görülebilir. Zira Sultan Murad 1368'den sonra sırasıyla Bulgarlardan Aydos, Karinabad, Süzeboli, Pınarhisar ve Vize'yi zaptetmişti. Kral Şişman mukavemete muvaffak olamayınca sulh yaparak vergi vermeyi kabul ederek kız kardeşini de Osmablı hükümdarına vererek dostluğunu pekiştirmek istemişti.

I. Murad döneminden itibaren Osmanlı Padişahları gayr-i müslim kralların kızlarının yanısıra Anadolu beylerinin kızları ile de şehzadelerini evlendirmeye başlamışlardır. Aslında Anadolu beyleri ile bu münasebet çift yönlü olarak devam etmiş Osmanlılar onlardan kız almalarının yanısıra, kızlarını da Anadolu beyleri veya oğullarına vermişlerdir. Osmanlıların bu yerinde ve fevkalade isabetli siyasetlerinin sonucu geç de olsa meyvelerini vermiş ve bu evlilikler neticesinde Anadolu aşiretleri ve beyleri arasında sağlam, köklü ve daimi akrabalıklar tesis olmuştur. Anadolu'da yüzlerce yıllık muhabbet, birlik ve beraberliğin temelinde, Osmanlıların bu siyasetinin rolü de unutulmamalıdır.

I. Murad Han oğlu Yıldırım Bayezid'i Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızı devlet hatun ile evlendirdi. Devlet Hatun'un annesi Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu Veled Çelebi'nin kızı Mutahhare Hatundur. Süleyman Şah kızının çeyizi olarak beyliğinin en güzel yerleri olan Kütahya, Tavşanlı, Emed ve Simav şehirlerini Osmanlılara vermiştir.

Yine Yıldırım Bayezid Kosova meydan muharebesinden sonra kendisine karşı ayaklanan Anadolu beylikleri üzerine yürüdüğünde, Aydınoğlu İsa Bey karşı duramayarak tabiiyetini arzetmişti. Buna karşılık Yıldırım Bayezid ise İsa Bey'e bir miktar toprak bırakırken onun Hafsa Hatun adındaki kızı ile de evlendirmiştir (1390).

Kosova savaşında (1389) Sırp kralı Lazar ölmüş ve yerine oğlu Lazaroviç geçmişti. Yılıdırım Bayezid kendisi ile sulh anlaşması yaparken dostluğu pekiştirmek için kaz kardeşi Despine (bazı kaynaklarda Olivera) ile evlenmiştir.

Osmanlılar doğuda kendilerine karşı en güçlü devletlerden olan Memluklerle aralarında tampon devlet konumundaki Karamanlılar ve Dulkadırlılar ile de evlilik yoluyla akrabalık kurmaya ve dostluklarını ilerletmeye çalışıyorlardı. Nitekim Çelebi Mehmed fetret dönemi sırasında Dulkadırlı Süli Bey'in kızı Emine Hatunla evlenmek istemiş ve bu arzusu hüsn-i kabul görmüştür. Çelebi Mehmed ile Emine Hatun 1403 yılında evlenmişler ve bu evlilikten ertesi yıl II. Murad doğmuştur.

II. Murad Han'da Anadolu beylerinden Candaroğlu II. İbrahim Bey'in kızı Hatice Hatun, Amasyalı Şadgeldi Paşa'nın torunu Yeni Hatun ile evlilikler yapmıştır. II. Murad'ın siyasi evliliklerinden biri de Sırp Kralı Jori Brankoviç'in kızı Mara Hatun'dur. Brankoviç, Türk akınlarını önleyebilmek için kızı Mara'yı 1435 yılında II. Murad ile evlendirmiştir. Osmanlıların Balkanlarda zor duruma düştüğü bir dönemde Edirne-Segedin antlaşmasının imzalanmasında Mara Hatun'un büyük rolü olmuş böylece II. Murad toparlanma imkanı bulmuştur.

Bazı yazarlar II. Mehmed (Fatih)'in annesi Mara hatun olduüunu ısrarla savunurlar. Oysa Fatih'in 1431 yılında doğduğu düşünülürse, 1435'de gerçekleşen bu evlilikten böyle bir doğumun ne kadr imkansız olacağı ortadadır. Buna rağmen bazı yazarlarda aynı gayretkeşliğin devam ettirilmesi akla, başka niyetler başka maksatlar olduğunu, çamur at izi kalsın prensibinin uygulandığını apaçık bir biçimde vermektedir.

II. Murad bu arada II. Kosova zaferinden sonra Karamanoğullarının muhtemel bir hıyanetinden çekinerek, Dulkadıroğlu Süleyman Bey'le akrabalık kurmak istemiştir. Bu itibarla Süleyman Bey'in kızı Sitti Mükerreme Hatun'un oğlu Mehmed' istemiştir. Süleyman Bey'in de muvafık olmasıyla şehzade Mehmed ile Sitti Hatun Edirne'de üç ay süren muhteşem ve göz alıcı bir düğün merasimi ile evlenmişlerdir.

Görüldüğü gibi Fatih Sultan Mehmed' e gelinceye kadar Osmanlı padişahları Bizans, Bulgar, Sırp krallarının ve Anadolu beylerinin kızları ile siyasi evlilikler kuruyorlardı. Bunun yanısıra saraya alınan ve burada yetiştirilen cariyeler ile az da olsa evlilikler görülüyordu.

Nitekim I. Murad'ın Gülçiçek (Rum asıllı), Çelebi Mehmed'in Kumru Hatun, II. Murad'ın Hüma Hatun ile bu yolla evlendikleri bilinmektedir. Ancak Fatih'ten itibaren cariyelerle evlenme usulüne doğru sistemli bir geçiş süreci başlamıştır. II. Bayezid ve Yavuz dönemlerinin sonunda devşirme sistemi içerisinde evlilik Osmanlı sarayına hakim olmuştur.

Fatih'in Dulkadırlı Süleyman Bey'in kızı Sitti Hatun'un dışında kalan eşlerinden Gülbahar Hatun aslen Arnavut, Çiçek Hatun Sırp, Venedik veya Rum ve Helene ise Rum'dur. Gülşah Hatun'un ise milliyeti bilinmemektedir.

II. Bayezid Dulkadır oğlu Alaüddevle'nin kızı Ayşe Hatun ve Karamanoğullarından Nasuh Bey'in kızı Hüsnüşah Hatun'un yanısıra Bülbül Hatun, Ferahşad Hatun, Gülbahar Hatun, Gülruh Hatun ve Şirin Hatun adlı cariyeler ile de evlenmiştir.

Yavuz Sultan Selim'in güzelliğiyle meşhur hanımı Hafsa Sultan'ı bazı tarihçiler Türk olarak gösterseler de aslen cariye olduğu vesikalardan anlaşılmaktadır.

İşte Fatih'le beraber cariyeler ile evlenme usulü genişlemiş II. Bayezid devri sonunda ise umumi bir kaide şeklinde saray hayatına girmiştir. Bu usul pek az istisnası dışında hanedanın yıkılışına kadar da devam etmiştir.

Çevrimdışı Deli

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 253
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #13 : 10 Ağustos 2006 »
 Atasağun Irkdaşım

  Osmanoğullarını,Atsız Ata bile Türklükten çıkartmamıştır,konuyu fazla deşmemeye bu bile kafidir.,Yukarıda nakşettirdiğin yazıyı belli ki internetten bulmuşsun.Bu yazıyı yazan adamın görüşü,fikriyatı nedir çok önemlidir.Çünkü Osmanlı'yı kaleme almaya çalışan bir çok Solcu ve Ümmetçi gerçek dışı hayal ürünü olaylar üreterek propaganda yapıyorlar. Günümüzün en büyük propaganda aracı televizyon ve internet'te Sol görüşlü ve Ümmetçi tayfasından bazı ipe sapa gelmez heriflerin Osmalı'yı karalamak veya işi tamamen bir dinm propagandası haline getirme faaliyetleri vardır.Bunlara aldanmamak gerekir .

  Atasağun ırkdaşım kaldı ki yukarda nakşettiğin yazıda bile Osmanoğullarının yarım kan olduğu sonucuna varmak imkansız.Orda Osmanoğullarının yarım kanlığından bahsetmiyor,cariyelerin niye alındığını anlatıyor.Hele bu yazıdan Yavuz Han'ın yarım kan olduğunu nerden çıkarttığını hala anlamış değilim.

    Cariylerin alınma amacı yukarıda bahsedildiği gibi,Devletin menfaatleri doğrultusundaydı.2.Murad'ın cariyerlerinden olan Sıpr Kralın kızı sayesinde Fatih Han Sırbistan'ı feth etmiştir,İsfendiyaroğullarından alınan cariye sayesinde dostluk kurulmuş Kuzeyden bir İsfendiyaroğlu saldırısı önlenmiş fakat sonra İsfendiyaroğullarının Venediklere yaltanması sebebi ile yine Fatih Han zamanında feth edilmiştir.Bunlar küçük örnekler.

   2.Selim'in tahta çıkma nedenide Kanuni Süleyman Han'ın başka mirasçısı olmamasıdır.Tahtın gerçek mirasçısı Mustafa Çelebinin katlinde yine en büyük rolü Hürrem Sultan oynamıştır.

     Osmanlı'da kuruluştan,duraklama devrine kadar padişah seçiminde sacaat,sabaat,fazilet,zeka,dürüstlük gibi değerlere önem verilirdi.Bu en kötü memur seçiminden,padişahlığa kadar bunlara önem verilerek seçilirdi.Ama bu düzen Islav asıllı kahpe Hürem Sultan zamanında öz Türk olan Mustafa Çelebi'nin yerine Hürem kahpesinin oğlu 2.Selim geçene kadar devam etmiştir.Bu devirtden sonra duraklama başlamış,önemli mevkilere koltuktan güç alan ehemmiyetsiz adamlar yer tutumaya yavaş yavaş başlamıştır.

      Yavuz Han ırkdaşımın dediği gibi Yavuz Selim Han'ın anası Dulkadiroğlu Şehsuvar Beğ'in kızı Gülbahar Hatundur.Dulakdiroğulların Türklüğünü tartışmaya  gerek bile duymuyorum.

       Hafsa Hatun'a gelince böyle bir saçmalık olamaz.Bu yazıyı yazan adam Hafsa Hatun'un Süleyman Han'ın anası olduğunu bilmeden mi yazmıştır acep.Yoksa böyle küçük sözlerle milletin aklını bulandırmaya mı çalışmıştır.Hafsa hatun bir Türkmen kızıdır.Vesika kahpelere verilir bu yazıyı yazan adam gitsin anasının vesikasını bulsun.Hangi vesikadan bulmuş nerden bulmuş Süleyman han'ı Türk olmamakla itham eden bu yazı hangi kansızın yazısı.Adam ufaktan ufaktan propaganda yapıyor.

   Atasağun Irkdaşım böyle şeylere aldanmamak lazım,araştırma yapmak şart.Şuanda elimde on-onbeş kadar Padişahın anasının soyu var,diğerlerinide araştırmak lazım ve araştıracağım.
 
     Sayğılarımla

      TÜRK TANRIYI KORUSUN
   
NE AMERİKA , NE RUSYA , NE ÇİN ,
HERŞEY MİLLİYETÇİ TÜRKİYE İÇİN ...

Çevrimdışı ATASAGUN

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 168
  • Öğreniyor...
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #14 : 10 Ağustos 2006 »
Tarihçi andalarımız sağlam kaynaklardan Osmanlı Ailesi'ne giren kadınların soylarını yazarlarsa gerçeği hepimiz öğreniriz.

Her zamanki gibi ilkemiz; "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir."

Doğruyu gösterirseniz inanmamamız düşünülemez. Yanlışımızı kabul ederiz.

Çevrimdışı Deli

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 253
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #15 : 10 Ağustos 2006 »
 
   Padişah                                   Anası
Osman Gazi           Haymaana Hatun(Horosanlı Ebü Müslim soyundan)
Murad  Han            Nilüfer Hatun(Yarhisar Tekfurunun kızı)
Yıldırım Bayezid      Gülçiçek Hatun(Türkmen Kızı)
2.Murad  Han         Emine Hatun(Dulkadiroğlu Suli Beğ'in Kızı)
Fatih Han               Hüma Hatun(Türkmen Kızı)
2.Bayezid Han       Sitti Mükrime Hatun(Dulkadiroğlu Süleyman Beğ'in kızı)
Yavuz Han             Gülbahar Hatun(Dulkadiroğlu Şehsuvar Beğ'in Kızı)
Süleyman Han       Hafza Hatun(Türkmen Kızı)
2.Selim                  Hürrem Sultan(Rus asıllı)
3.Murad                 Nurbanu Sultan(Yahudi asıllı)
3.Mehmed              Safiye Sultan(Venedik asıllı)
4.Murad Han          Kösem Sultan(Türkem Kızı)

  Şuanda elimde sadece bu kadar bilği vardır, gerisini beraber araştıralım  ama verdiğim bilğilerin sadece Kösem Sultan haricinde doğru olduğuna eminim sadece Kösem Sultanda bir ikileme düştüm.

   Şunu da eklemek isterim bir kitapta okumuştum Başbuğ Türkiye'yi yeniden teşkilatlandırdıktan sonra,Osmanlıdan kalan borçları Türkiye'nin de borcu bilmişitir.Bunun anlamı kısaca "Türkiye,Osmanlı'nın devamıdır".Türkiye,Osmanlının devamıdır,tek değişiklik Devletin yönetim biçimi ve ismidir.

         Saygılarımla

         TÜRK TANRIYI KORUSUN
NE AMERİKA , NE RUSYA , NE ÇİN ,
HERŞEY MİLLİYETÇİ TÜRKİYE İÇİN ...

Çevrimdışı ATASAGUN

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 168
  • Öğreniyor...
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #16 : 11 Ağustos 2006 »
Alıntı
OSMANLI’DA  ’’TÜRK’’  OLMAK;

_ Türklerin, ’’Osmanlı’’ ve ’’Osmanlıca’’ hakkındaki düşünceleri;

’’ Türk diline kimesne bakmaz idi
  Türklere hergiz gönül akmaz idi
  Türk dahi bilmez idi bu dilleri ( Sarayda konuşulan dil kastediliyor )
  İnce yolu ol ulu menzilleri.’’

Aşık Paşazade


‘’Şalvarı şaltak Osmanlı
 Eyeri kaltak Osmanlı
 Ekende yok , biçende yok
 Yemede ortak Osmanlı’’

(Prof. Dr. Faruk Sümer’den aktaran Ş. Keçeli, 1995, s. 79 )

“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok

Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”

(Türkler gökten Allah tarafından dahi indirilse Osmanlı’nın gözünde  makbul olmaz.Arap ve Acem Osmanlı’nın nazarında muteberdir.)


_ Osmanlının ’’Türkler’’ hakkındaki düşünceleri;

‘’Leş ve baş ile dolmuştu ordu yeri
Az bulunur çok eşyalar ele girdi
Kesti Türkmen boyunu Rum Padişahı
Kederlere düşen Uzun(Hasan) haddin bildi.’’

(Hoca Saadettin Efendi Tacü’t-Tevarih/ 3. cilt s. 133, adlı kitabında Otlukbeli Savaşı’nı anlatıyor.)


Naima Tarihi’nden;

Türk-ü süTürk(azgın Türk)
Türk-bed lika(çirkin yüzlü Türk)
Etrak-ı bi idrak(anlayışsız,akılsız Türk)
Nadan Türk(kaba,cahil Türk)

(Tarih ve Toplum sayı 65, s. 10 )


II. Bayezid’ten;

‘’Değeme idrak ne bilsin gam-ı aşkı Adli
  Sırr-ı aşkı anlamaya hallice idrak gerek.’’

(Türkler ne anlar aşktan Adli/Aşkın sırrını anlamaya epeyce akıl gerek)

Baki’nin Kanuni’ye sunduğu şiirden;

‘’Her tac olmaz fahr-u fena ehline sertac
Türk ehlinüney hace başı biraz kabadır.’’

( Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olmaz/Ey Hoca, Türk toplumundan olanın başı kabadır,sultan olma yeteneğinden yoksundur.)

Nef’i’den;

‘’Türk’e, Hak çeşme-i irfanı haram etmiştir.’’

(Tanrı Türk’e irfan pınarını yasaklamıştır.)


Divan-ı Hümayun katiplerinden Kadimi Hafız Çelebi’nin 1499 yılında yazdığı bir manzume;

‘’Devr-i daldan beri şahım eflak
Zem olur alem içinde Etrak
Vermemiş Türk’e Hüda hiç idrak
Akl-ı evvel de olursa bi bak
Uktülü’t-Türk’e velev kane ebak’’

(Önceden beri benim şahım Tanrıdır./(Bilirim ki) tüm dünyada kötülenir Türkler/(Çünkü) Tanrı Türk’e hiç bilinç vermemiştir/Hele birde ukala olursa tümden pis olurlar/Baban da olsa Türk’ü öldür)

‘’Dedi ol kan-i kerem şah-ı celal
Türk’ü katleyleyiniz kanı helal
Daim oldubunların işi dalal
Cümlesinden bunu ahzeyle misal
Uktülü’t-Türk’e velev kane ebak’’

(Bağışlar kaynağı ulular şahı olan Peygamber/Türk’ü öldürünüz onların kanı helal/(Çünkü) bunların işi sürekli kötülüktür/Bu yargı yalnız bir Türk için değil tüm Türkler için geçerlidir/Baban da olsa Türk’ü öldür)

‘’Türk’ü zannetme kim ola adem
Türk ile durma oturma bir dem
Şeker alsa eline Türk ola sem
Şer-i Etraki kesüb hiç yeme gam
Uktülü’t-Türk’e velev kane ebak’’

(Sakın Türk’ü insan sanma/Bir an bile olsa Türkle birlikte olma/Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur/Türk’ün başını keserken sakın gam yeme/Baban da olsa Türk’ü öldür)



Hoca Saadettin Efendi Tac-üt Tevarih adlı eserinde anlatıyor;

‘’Padişah(Fatih), Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Savaşı’ndan sonra ‘’Türkmen kellelerinden oluşan tepeleri dolaşmak üzere,ovayı şereflendirdiği vakit gördü ki,azep eri elinde bir pıçak,ölüler arasında dolaşıyor.’’Ne iş yapıyorsun?’’ diye sorduğunda ,azep ayıttı;’’Sultanım,Türkmen ölülerinin kulaklarında olan küpeleri alırım’’ dedi.Padişah da hafif gülümseyerek ‘’İşine devam et’’ diyerek yoluna gitti.’’


‘’Osmanlı sarayında ‘’Türk’’ daima olduğu gibi ‘’kaba köylüyü’’ temsil eder.’’

( S. Yeresimos, Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri s. 114 )


Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede, "Türk iti şehre gelince Farisice ürer" denilmektedir.( Burhan Oğuz'dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118.)


Hırvat kökenli, Sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı "Vurun şu pis Türkün başını" olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu'nun evladı Türk’tür.(Naima Tarihi’nden)

Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok." Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.

Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."( Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12.)


1912 yılında Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu.

1913 tarihli "Mecmuai Ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslümanız. Buharalı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan'ı zaptetmiş olan Araplardan başka bir şey değildir,"

Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı "İslam'da Davai Kavmiye" adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmış ve "Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok,gerekli olan şeriatı öğrenmektir," demiştir.

1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur.( Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.)

"Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur.( Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1.)


Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.(Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.)

İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atanmış, aynı dönemde devşirmeler toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamlar ise 17 yıl görev yapmıştır.(Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.)

Osmanlılarda, Ermenilere ’’millet-i sadıka’’, Araplara ’’kavm-i necip’’ denirken,Türklere;

"Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler", "Pis Türkler" gibi sıfatlar takılıyordu.

(Özer Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.)

Osmanlı yönetiminde Türk’e yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:

"Türk değil mi, Merzifon'un eşeği,
Eşek değil, köpekten de aşağı."

Koçi Bey, 4. Murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu: "...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, çingene, tatar, kürt, ecnebi, laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler..."

"Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.(Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145.)


Abdülhamit'in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türk’ü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında "Türk’üm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu". (Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63)

Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek, Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı.( M.Rauf İnan, Atatürk'ün Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.)


1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin '’eşek kafalı'’ anlamında, '’Türk kafa’' diye homurdanırsın."( Ramsay'dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331.)


1. Selim (Yavuz), Sah İsmail'e; "... ben Sultan Beyazıt oğlu Sultan Selim, sen ki ey eşek Türk .."

( Sahabettin Tekindağ'dan aktaran, Baki Öz, Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, Ant Yayınları, İstanbul 1992, s.;15. (Osmanlı vakanüvislerinin -zamanın olaylarını saptamakla görevli devlet tarihçilerinin- Türk’ü aşağılayan belgeleri için adı geçen yapıtın 69 uncu sayfasında kaynakları ile birlikte bir çok örnek bulunmaktadır.)

Mekteb-i Sultaniye’ye Osmanlı’nın son yıllarına kadar Türk soylular alınmazdı.


(M. Rauf İnan, Atatürk'ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.)

Son Padişahı Vahdettin'in yayımladığı bu bildirilerden birisinde su tümceler yer almıştır;

"Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu...) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir." Türkçe'si; "Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür".

(Vahdettin'in El Ahsam Gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü sayısında Osmanlıca ve Arapça yayınlanan bildiriden.)



Gelelim Yeniçerilere;

Devşirme Yeniçeriler ( 10 bin asker,bu sayıda Yeniçerilerin en fazla olduğu Kanuni dönemine ait )

Türk soylu;

Tımarlı sipahiler  ( 162 bin asker )

Akıncılar ( 40 bin asker )

II. Abdülhamit döneminde Türklüğe yakınlaşmanın sebebine gelince…

Çünkü ümmetçilik politikası iflas etmişti.Malum Arap ayaklanmaları…

Osmanlıcılık politikası da iflas etmişti.

Geriye ne kalıyordu?

Yüzyıllar sonra aslında devletin asli ve kurucu unsuru Türkler.

Şehzadelere tekrar Ertuğrul gibi isimler verilmeye başlandı.Saray muhafızları yüz yıllardır Arnavutlardan seçilirken ne hikmetse Karakeçililerden müteşekkil bir muhafız müfrezesi oluşturuldu.

Osmanlı gayri-Türklere güvenilmeyeceğini çok geç anlamıştı.

Bazı padişahların annelerinin soyu hakkında Türk soylu müverrih İlber Ortaylı’nın da hocası olan yine Türk soylu Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ’’Tarihçilerin Kutbu’’ adlı kitabında ilginç bilgiler var.Ben söylemiyorum.Bu konuda tartışmasız dünyaca ünlü bir tarihçi duayenimiz söylüyor.

Yukarıda yazan ve Türk’ü aşağılayan sözde şiir müsveddelerini bizzat bazı padişahlar bir kısmını ise saray müverrihleri,vakanüvistleri yazmış ve zamanın padişahlarına takdim etmişler.

Türk soylu bir padişah söz konusu şiirleri kabul eder miydi acaba?


’’Sen ne diyorsun bre densiz bende Türk soyluyum.Tez vurun bunun kellesini.’’ der miydi acaba?

pusatlı çeri

Çevrimdışı Deli

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 253
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #17 : 12 Ağustos 2006 »
 Atasağun Irkdaşım

  İnternet bağlantımda oluşan bir haftayı geçkin devam eden sorunlar yüzünden cevap vermekte gecikiyorum.

   Yazısını aktardığın bir çok kişi dışında sadece Ahmet Aşık Paşa ve Fuzuli değerli kişilerdir.Bunların sözüne güven olur ve güvenirimde şiirleri ve Ahmet Aşık Paşazadenin,Aşık Paşa tarihi oldukça değerli isimlerin(  Tahsin Ünal gibi) de yararlandığı ve Atsız Ata tarafından yapılmış neşirleri bulunmaktadır.Hiç birinde Osmanlı'ya sövmemekte aksine yüceltmektedir.

    Naima Halepte doğmuştur. Arap olup olmadığı hakkında bilğim yok.Ama yazdığı kitaplar arasında ne Azgın Türk var nede diğerleri.Yazdığı tek kitap;Ravzatül Hüseyn fi Hülsati'l Ahbari Hafikeyn adlı eseridir.Bu eserde de 1591 ve 1695 yılları arasındaki olayları anlatır.

   2.Bayezid'den ilettiğin şiirde de Türk sözü geçmemektedir.Şüphesiz Aşk olarak bahsettiği Tanrı aşkıdır.Türk sözü geçnmediği için orda laf atmak istediği dünya nimetine dalmış kişilere söylemek istemiştir.Büyük ihtimal tasavvuf 'i bir şiir.
 
  "Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.(Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145.)

  Atasağun Irkdaşım bu sözün altındaki manayı anlayabiliyor musun acaba?Çetin Yetkin neci,kim acaba bunları biliyor musun?Çetin Yetkin büyük bir tarihçi olmalı yoksa Padişah Hareminin Kerhaneye döndüğünü iddaa ediyorsa büyük bir tarihçiden başka hiç birşey olamaz.Ne yazık ki böyle müstesna bir tarihçinin kitabı bugüne kadar elime geçmemiş.

  Hoca Sadeddin Fatih Han ile ilğili anlattığın olayı ömrümde ilk defa duydum,bakalım daha neler duyacağız.Bu olayda hezeyandan başka hiçbirşey değildir.

  Türkler Osmanlı'da Kuruluş,Yükseliş devirlerine kadar Türkler küçümsenmiyordu, Anadolu feth edilen yerlere değil,feth edilen yerler Anadoluya çalışıyordu.Bunun açık delili Yeniçeri Ocağının kurulmasıdır.Ama Duraklama ve Yıkılma devrinde ise durum tamamen değişti.Artık Anadolu çalışmaya,feth edilen yerler yemeye başladı.Türkler hem içte,hem dış savaşlarda büyük kahramanlık gösterirken,Yeniçeriler huzursuzluk yapmaya,isyan etmeye ve hatta bir Cihan Padişah'ını katletmeye kadar işi götürdüler.Vezirler şaklabanlıktan başka iş görmez,devşirme paşalar sadece birbirini kıskanmaktan bir iş göremez oldu.Buna benimde bir dediğim yoktur.Her yanı devşirmeler kapladı ve bundan dolayı İslam için hayat yaşayan Anadolu Türk'ü,milli benliğini gizlice ve alanen tutan Devşirmeler tarafından ezildi.Bunun sonucu olarak Anadolu'da Celali İsyanları dediğimiz isyanlar çıktı.

  1. Selim (Yavuz), Sah İsmail'e; " ben Sultan Beyazıt oğlu Sultan Selim, sen ki ey eşek Türk

     Hele bu yazıya nasıl kanmışsın inanmak mümkün değil.Yavuz Selim Han  savaş öncesi yazdığı mektuplar da  Şah İsmail böyle hitap etmemiştir.Ayrıca kendini tanıtma kısmında eksik çoktur,Türk Hakanları eski geleneğe uyarak kendini uzun tanıtırlardı,karşsındakini ise çok kısa,halbuki verdiğin tanıtmada karşısındakini tanıtma kadar kısadır.O mektubun gerçeğini güvendiğim Muzaffer Taşyürek'in kitabından  aktarıyorum:

   Ben ki  Osmanlıların hükümdarı gazilerin serdarı,kahramanların efendisi,iman düşmanlarını yıkan,dikdatörlerin korksu,kibirli ve zalim hükümdarların önünde diz çöktükleri Bayezid oğlu muzaffer Sultan Selim Han,sen ki Safevilerin şöhretli İsmail'i....

  Verdiğin Yeniçeri sayısıda yanlış,Orhan Gazi zamanında kuruldu Yavuz Selim Han zamanında düzenleme yapıldı sayıca doruk noktaya ulaştığı devirde Duraklama devridir.60.000 yaklaşmıştır.

     Osmanlı'nın son döneminde çıkan Türklük karşıtı yazıların devşirmeler tarafınan yazıldığı ap açık ortadadır.Önde gelen Mandacı Manda Ahmet Emin Yalman'ın(Hüseyin Üzmez'in elleri dert görmesin) Türk olduğunu söylemek çok komiktir ve zaten bu Hollanda mandafonu  Türk değildir.Bu yazıları Padişahların yazdırmadığı, devşirme vezirlerin yazdırdığı gerçektir.

    Osmanlı'yı ben Türklükten çıkartamam ama  tarihimizdeki yanlışları kabullenmeyerek sadece gönlümüze hoş gelenleri kabul edersek bu iş yürümez.Ben Osmanlı'yı Türklükten çıkartmıyorum.Ben Yavuz Selim Han'ı Atam kabul ediyorum tıpki Şah İsmail'i kabul ettiğim gibi.

     Vahidettin Han ile ilğili en kapsamlı çalışmayı Kadir Mısıroğlu yapmıştır.Onun kitaplarından bu konuda yararlanabilirsin.

    Aşıkpaşazadenin yazdığı Atsız Atanın neşirini yaptığı bir bölümü daha sonra yazacağım.
   
  Ayrıca bir sorum daha olacak yazının altında Pusatlı Çeri imzası var.Bu yazının araştırmasını googlede yapan bu Pusatlı Çeri kimdir?
   
   Saygılarımla
 
   TÜRK TANRIYI KORUSUN
NE AMERİKA , NE RUSYA , NE ÇİN ,
HERŞEY MİLLİYETÇİ TÜRKİYE İÇİN ...

Çevrimdışı ATASAGUN

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 168
  • Öğreniyor...
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #18 : 12 Ağustos 2006 »
Ayrıca bir sorum daha olacak yazının altında Pusatlı Çeri imzası var.Bu yazının araştırmasını googlede yapan bu Pusatlı Çeri kimdir?

pusatlı çeri, aşağıda bağlantısı verdiğim otağda bilgisinden yararlandığım değerli bir bilgedir.

http://turkcu.net/forum/member.php?action=viewpro&member=pusatl%FD%20%E7eri

Çevrimdışı Deli

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 253
Ynt: Kılıçlar Parladığı Sürece
« Yanıtla #19 : 13 Ağustos 2006 »
   Neşrini Atsız Ata'nın yaptığı bir bölüm.Aşık Paşa tarihinden.
      4.Bab

    Osman Gazi,Tanrı'ya yalvardı ve bir lahza ağladı.Uyku galip oldu.Yattı,uyudu. Osman Gazi'nin ve arkadaşlarının arasında bir aziz şeyh vardı.Hayli kerameti gözükmüştü.Bütün halk ona inancı vardı.Adı dervişti ama dervişlik onun içinde gönlündeydi.Dünyalığı,nimeti,davarı boldu.Misafirhanbesi hiçbir zaman boş kalmazdı.Osman Gazi de zaman zaman gelir bu dervişe konuk olurdu.

     Osman Gazi uyuyunca rüysaında gördü ki bu azizin koynundan bir ay doğar,gelir,Osman Gazi'nin koynuna girer.Bu ayın Osman Gazi'nin koynuna girdiği demde göbeğinden bir ağaç çıkar.Gölgesi dünyayı tutar.Gölgesi altında dağlar var.Her dağın dibinde sular çıkar.Bu çıkan sulardan kimi içer,kimi bahçe sular.

      Osman Gazi uykudan uyandı.Sürdü,geldi şeyh'e haber verdi.Bunun üzerine şeyh der ki:"Oğul,Osman!Sana müjde olsun ki Hak Taala sana ve nesline padişahlık verdi.Mübarek olsun.Ve benim kızım Malhatun senin helalin oldu".Hemen nikah edip kızını Osman Gazi'ye verdi.

    Şeyh Ede Balı,Osman Gazi'nin rüyasını tabir edip padişahlığı kendisine ve nesiline müjdeleyince yanında bir müridi vardı ki adına Derviş Durdu oğlu Kumral Dede derlerdi,dedi ki:"Ey Osman!Sana padişahlık verildi.Bize de şükran borcunu vermen gerek"..Osman Gazi:"Ne vakit padişah olursam sana bir şehir vereyim"dedi.Derviş bize şu köyceğiz yeter.Şehirden vazgeçtik"dedi.Osman Gazi kabul etti.Derviş"Öyleyse bize bir kağıt ver"dedi.Osman Gazi"Ben yazmak bilir miyim ki benden kağıt istersin.İşte kılıcım var.Babamdan ve dedemden kalmıştır.Onu sana vereyim.Bir de maşraba vereyim.Birlkikte senin elinde olsunlar.Neslin bu nişanı saklasın.Eğer Hak Taala beni padişahlığa eriştirirse benim neslim dahi bu alamet görüp kabul etsinler,köyünü almasınlar"dedi.Verdi.Şimdi dahi o kılıç Kumral Dede nesli elindedir.Osman Gazi padişah neslindne gelenler o kılıcı görünce dervişlere ihsan ettiler ve kılıcın kınını yenilediler.Osmanlı Hanedanından kim padişah olsa o kılıcı ziyaret eder.
                                                         

 Saygılarımla


 TÜRK TANRIYI KORUSUN
   
NE AMERİKA , NE RUSYA , NE ÇİN ,
HERŞEY MİLLİYETÇİ TÜRKİYE İÇİN ...