Agarta sizi düşünmeye davet ediyor ...Günümüz devletlerinin geçmişine baktığımızda hepsi sistematik bir şekilde birbirlerini yok etme çabasına girişmişlerdir.Bunun doruk noktası tarihin aşırılıklar çağı olarak adlandırılan bölümüdür.Tarih boyunca süregelen bu savaşlar silsilesine çok çeşitli sebepler gösterilmiştir.Ancak hepsi için bir ortak nokta vardır ki "savaş severler"in ortak kaçış parolasıdır:
Savaş TeorisiNedir Bu Savaş Teorisi ?Savaş teorisi derki; savaşlar birden fazla iktidarın varlığından kaynaklanmaktadır.Birden fazla kutup var olduğu sürece savaş kaçınılmazdır.Savaşlar bu otoriteler arasında olur.Savaş yapanların amacı diğer otoriteleri yok edip, sindirip, tek bir dünya gücüne yükselebilmektir.Yani savaşların amacı barıştır.Ancak bu noktadan sonra barış sürdürülebilirdir.
Irkçılık ve Savaş TeorisiBilindiği üzere mikro milliyetçiler ( ırkçılar ) milliyetçiliği kültürel ortaklıkta değil kan bağında ararlar.Küreselleşme kültürü içerisinde de kültür milliyetçiliğinin temelsiz kalma kaynaklı yok olması kaçınılmazdır. Irkçılar milliyetçi duygularını ortaya koyabilmek, kendilerini gerçekleştirebilmek, kendi değerleriyle yeryüzü cenneti kurabilmek için kendi kan bağından olmayan toplulukları sindirmeyi, yok etmeyi arzularlar. Tabii bu savaş yoluyla gerçekleştirilebilirdir.
Kendi cümlelerimle size izah etmeye çalışdım.Şimdi devam edelim
Savaşların insanların yaşam hakkını elinden alması, vücüt bütünlüğünü tehdit etmesi insan merkezliler (Hümanistler) tarafından hep eleştirilmiştir. Öyleki bahsettiğim hususlar sebeb gösterilerek milliyetçiliğin ve hümanizmin bağdaştırılamayacağı söylenmiş hatta karşıt kavramlar olduğu öne sürülmüştür.
Sizlere farklı görüşlerdeki 2 makaleyi paylaşmak istiyorum.Tercih sizin ve yine unutmadan söyleyeyim :
Bir seçim yapmanız gerektiğinde, seçmemek de bir seçimdir. -William James Milliyetçilik ve Vicdani Red Üstüne
* Yurt sevgisi denen kavramın çıkışı, yönetici için; diğer kabileleri fethedip, daha fazla toprağa egemen olma egosu ve kabile üyelerini kontrol altında tutma isteğidir. Kabile toplumlarında insanların kişisel bir dini olmamakla birlikte kabile üyeleri, şef, önder, hakan, reis adı verilen, adı coğrafyaya göre değişen ama işlevi aynı olan zümre tarafından yönetilir. Bu kişiler, hem dini otorite hem de devlet yönetimi üzerinde söz sahibi kişilerdir. Savaşlara o karar verir, tek karar mekanizması kendisine aittir, kendisinden sonra çocukları bu göreve devam eder. Bunun yanında kötü ruhları uzaklaştırmada, ritüel ayinlerin planlanmasında ve yönetiminde söz sahibidir, şifa dağıtıcıdır, tanrıyla konuşur, gelecekten haberler verir.
*Yurt sevgisi halk içinse, savaş sırasında ölümü anlamlı kılan bir plasebo, diğer nesillere gururla anlatılacak bir ölüm ve öldürürken yaptığının aslında doğru birşey olduğunu düşündüren sosyolojik hastalıktır. Bunun yanında fethedilen toprakların getirdiği maddi, köle ve kadın ise askerler tarafından paylaşılır. “tabi ki yine en güzel safiyeler kabile reisinindir”
* Bu toplumlardan bahsederken Jared Diamond “hırsızkrasiye” tabirinden söz eder. Kabile yöneticisinin toplum üzerindeki misyonu hem ritüel hem de yönetim üzerinedir.
*Kabilelerden bu yana, devlet ve imparatorluklarla birlikte “otorite” gücüyle paralel, ötekileştirilen insan sayısı da artmıştır. İnsanlar birlikte yaşamaya başladıktan sonra, sınırlar çizip bu sınırın dışındakileri düşman görmeye başladı başlayalı “yurt sevgisi” ve “yerel dinler” kılavuzluğu altında kıyımlar artmaya devam etmiştir.
*İbrahimi dinlerle birlikte yurt sevgisi kendisine yeni bir kabuk bularak dinin çarşafı altına girmiştir. İslam coğrafyası “Cihad” adı altında hem topraklarını genişletmeyi (bahsettiğim ganimet) hem de dini yaygınlaştırmayı amaçlar. Allah bu uğurda ölenleri cennet ile ödüllendireceğini söyler. Yahudiler topraklarını satın aldıkları Filistin halkına katliam gerçekleştirir, gerekçeleri kutsal kitabın işaret ettiği coğrayfada devlet kurma isteğidir. Hıristiyanlar, haçlı seferleriyle milyonlarca insan ölümüne sebep olmuştur. Gerek Afrika, gerek Güney Amerika olsun bu bölgelerin sömürgeleştirilme faaliyetlerinde misyonerliğin etkisi yadsınamaz.
*Kenya devleti kurucusu “Batılılar geldiğinde bizim elimizde uçsuz bucaksız topraklarımız vardı, onların elinde ise incil. Bize gözü kapalı dua etmeyi öğrettiler, gözümüzü açtığımızda bizim elimizde incil, onların elinde ise uçsuz bucaksız topraklarımız vardı.” demiştir.
*Yine 80 bin kişilik İnka İmparatorluğunun katliam emri, İncil’i kabul etmeyip yere fırlatan hükümdara karşı bir papazın ağzından çıkmıştır. “Asın, öldürün, bu pislik domuz kutsal kitabımızı yere attı! önünüze çıkan herkesi öldürün” nidalarıyla.
İngilizler, Fransızları; Fransızlar da ingilzileri kötüler, tarih kitaplarında. ABD Kızılderililere yaptığı soykırımı, tarih kitaplarında görmezden gelir. Japonlar 2. dünya savaşı sırasında kendi zulümlerini saymayıp, asıl amaçlarının Uzak Doğudan batının egemenliğinden çıkarmak olduğunu anlatır. Sovyetler, Çek ve Macar isyanlarını bastıran birliklerin Rus yardakçılar tarafından değil, halk tarafından sevinçle karşılandığını yazar. Çinli tarihçiler, Mao’nun “Büyük İleri Atılım” projesinde ölen on milyonlarca insanı görmezden gelir. Japon ve Kore halkları binlerce yıldır devam eden bir üstünlük mücadelesindedir, son ölen Kim Jong-il’in karısı Japon olduğu için ulusal basında pek sevilmez. Ülke tarihçileri, yakın geçmişimizde yaşanan ve yüz kızartıcı ideolojilerin şiddetinin sahnelendiği 6-7 Eylül olayları, Madımak, Çorum, Maraş, 1915 olayları konusunda iki yüzlü bir tavra sahip.
*Milliyetçilik adlı illet, tüm toplumlarda var ise, bu toplum için ölen kişiler kendilerini kutsal sayıp cennete gideceklerine inanıyorlarsa, ve hepsi de birbirini aynı düşünce doğrultusunda öldürüyorsa, akla bir Nasreddin Hoca fıkrası geliyor, “Et buradaysa kedi nerede, şayet bu bizim kediyse et nerede?” Bu çıkarım bize en bilindik savaş karşıtı cümleyi getiriyor.
“Barış için savaşmak, bekaret için düzüşmeye benzer.”
*Askeriyede neden koşulsuz, şartsız insanı değersiz kılan bir emir komuta sistemi var? Bu faşizan disiplin ile eğer insanların gerçekten vatanı sevecekleri düşünülüyorsa, bu askeriyenin üzerinde en fazla durması gereken bir özeleştiri olmalı ve zorunlu sevginin kaçınılmaz nefreti getireceğini biliyor olması gerekir.
*Neden gözünü kan bürümüş bir komutanın sözleriyle çatışmaya girmeli ki asker?
Korku,
Kan kokusu,
Ağır mermiler,
Yakıcı bombalar,
Sevdiklerini bir daha görememe duygusu…
*Çatışmalarda yitirilen, öğretmen, doktor, mühendis, bilim adamı, mimar ve çoğaltılabilecek onlarca toplum için önem arz eden meslek grubuna dahil kişi var. Bu kişiler, 4 yıllık eğitim sonrası, devlet için öğretmen olmak için yetiştiriliyor, ancak bir asker gibi ölüyor. Üzerinde durulması gereken en önemli hususlardan birisi de bu olsa gerek.
*İnsanların bilinçaltına “Bir ölür, bin diriliriz!” düşüncesini ekmektense; “Bir ölürsek, bir kurtarmak için ne yapabiliriz?” düşüncesi hakim olsa,sağduyu ve barışın bu kadar küskün duracağını hiç sanmyorum.
Hangisinin, barıştan, birliktelikten, hoşgörüden, insan haklarından, empatiden yana olduğu bariz. Biz toplum olarak, her ölümden sonra “Şehitler ölmez vatan bölünmez” naraları atarsak, çatışma şehitler bitene kadar devam edecektir.
“Her Türk asker doğuyorsa, her Kürt gerilla doğacaktır.” Böyle bir genellemenin toplumda kabul görür oranın arttığı bizi daha fazla kutuplaştırmıyor mu?
Nitekim her insan “insan” olarak doğmalı, insan olarak ölmeyi öğrenmeli.
*Silahlı direnişle başlayan ölümler karşısında, 2009’a kadar harcanan para 500 milyar dolar. Bu harcamaların eğitime aktarıldığını varsayın, sadece varsayın?
—-
*”Tanrı bana Irak’ı işgal etmemi buyurdu.” George W. Bush (radikal hıristiyan)
“Gelin görün ki marhemetli Tanrı Irak’ta kitle imha silahları bulunmadığını vahyetmeye tenezzül etmemiş” Richard Dawkins -radikal ateist-
*George Carlin bir konuşmasında “Dünyanın dört bir yanındaki askeri mezarlıklar; Tanrının onların tarafında olduğuna ikna edilmiş, beyni yıkanmış ölü askerlerle doludur” diyor.
*”Zorunlu askerliğin olduğu bir yerde, şehitlikten söz edilemez” Sırrı Süreyya Önder.
*”Benim Viet Konglarla bir problemim yok. Hiçbir Vietnamlı bana “kara” demedi. Muhammed Ali 1967 Vietnam’da savaşmayı reddederken.
*”İnsanlardaki miliyetçiliği uyandırmak için savaş davullarını çalan bir liderden uzak durun. Çünkü şüphesiz milliyetçilik iki ucu keskin bir kılıç. Hem insana deli cesareti verir, hem de aklı daraltır. Ve savaş davullarının sesi azaldığı zaman ve kan nefretle kaynadığı zaman ve akıl kapandığı zaman, lider vatandaşlarının haklarını kısıtlamak ihtiyacı duymaz. Çünkü korkuyla vurulan ve milliyetçilikle körleşen vatandaşlar büyük bir memnuniyetle haklarını lidere teslim ederler. Bunu nasıl mı biliyorum? Biliyorum, çünkü bunu yaptım. ve ben Sezarım!” Sezar
*”Bir adam bir nehirin öteki tarafında yaşıyor ve onun lideri, benim liderimle kavga etti diye, biz aramızda kavga etmediğimiz halde, kalkıp birbirimizi öldürmeye kalkışmamızdan daha aptalca bir şey olabilir mi?” Blaise Pascal
*”Milliyetçilik, sizin, orada doğduğunuz için bu ülkenin diğer tüm ülkelerden daha mükemmel olduğunu zannetmenizdir.” George Bernard Shaw
*”Bir insanın ülkesini sevmesi takdir edilecek bir şey. Ama sevgi neden sınırda bitmek zorunda?” Pablo Casals
—-
İşin aslı devlet vatandaşından vatani hizmet bekliyorsa, öldürmek ve ölmemi beklemesi ona karşı bağlılıkta ters tepki mekanizması yaratacaktır. Ben bir eğitimciyim, ve sobasız, tek derslikli bir okulda ders vermek, bana karşıt görüşlü adam öldürmekten çok daha insani ve kutsal bir görev olarak geliyor…
Diğeri: Tamamı:
www.journals.istanbul.edu.tr/tr/index.php/iktisatsosyoloji/article/download/6711/6233&sa=U&ei=KJDRUZLmCYu2Pdf2gcAD&ved=0CCcQFjAE&usg=AFQjCNESFfQNkKbbe1MUsWrS6QcBiYqCfA