Gönderen Konu: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ  (Okunma sayısı 19932 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı DEDEM KORKUT_ASYA

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 145
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #10 : 23 Haziran 2008 »
Sayın Motun Yabgu,
Neden her din tartışmasında sizin isminizde mutlaka oluyor, kaldı ki başlığa dikkatli bakın ve yazının içeriğini okuyun kimse semavi dinleri tartışmaya açmamış, yani tartışma konusu din değil. arabın yada değil rica ediyorum herkesin inancı kendine....

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #11 : 23 Haziran 2008 »
Her din tartismasinda ismimin olmasi sizi neden rahatsiz ediyor? Imaninizdanmi eksiliyor,günahami girmis hissediyorsunuz kendinizi? Semavi dinlerle kendi öz inancimin mukayesesini yapmak hakkim yokmu sizce?
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı DEDEM KORKUT_ASYA

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 145
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #12 : 23 Haziran 2008 »
Beni rahatsız eden kelimelerinizin hoyratlığı! Kendi muhakemenizi içinizde yapmanız daha mantıklı değil mi sizce? Şayet sesli düşünmek istiyorsanız aşağılamadan rencide etmeden yazın yazbildiğiniz kadar ama Otağıda ilk iletilerinizde bile din var, bunu devamlı dile getirmenin ne anlamı var? Ben size söyleyeyim bizleri sen ondan sen bundan diyerek bölüyor başka bir şey değil!!!

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #13 : 23 Haziran 2008 »
 Tarafinizdan saldiriya ugradim,sizi yadirgiyorum! 
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

ilteris6

  • Ziyaretçi
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #14 : 23 Haziran 2008 »
Arkadaşlar şu güzelim başlığı bana kilitlettirmeyin.Başlığın konusu Şamanizm ve Eski Türk Dini.

Bu konuyla ilgili görüş ve paylaşımlarınız varsa yazın.Din tartışması istemiyorum.

Çevrimdışı İL TEGİN

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 171
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #15 : 24 Haziran 2008 »
 İlteris6 Kandaşım,

 Sayende irşad olduk. Ceddimizi tanıdık.  TANRI, Huntürk Otağına zeval vermesin. Yüreğinize sağlık...

 Benim bir sorum olacak.

 Verdiğiniz bu bilgilere göre ULU BAŞBUĞ ATATÜRK'te TANRIKUT ünvanı taşıyabilir mi?

 Esenlikler,

 TTK

ilteris6

  • Ziyaretçi
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #16 : 24 Haziran 2008 »
İL TEGİN kandaşım , sizin gibi andalarımızın manevi desteği bizleri ayakta tutmaktadır.Bu tür paylaşımlar da hem Türkçülerin aydınlanması hem de bütün Türklerin mazisini,dinini,dilini,kültürünü tanıması için yararlı olmaktadır.

Sizin de yüreğinize sağlık.

Sorunuza gelince ;

Elbette anda..Ulu Başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk Tanrı'dan Kut Almış ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştur.
O , Türklüğe can ve kan vermiş ,bitti sanılan bir milleti yeniden şahlandırmıştır.Türk'ün son başbuğu ve son Kut Almışı da şüphesiz ki Atatürk'tür.

Hun Başbuğu Motun (Mete) nasıl Tanrıkut ise Mustafa Kemal Atatürk de Tük töresi ve Türk dinine göre Tanrıkuttur.

Esen olsun.  TTK

Çevrimdışı NTürk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 158
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #17 : 25 Haziran 2008 »
İlteriş6 andam;

Atatürk ve Tanrıkut meselesini sizinle daha önce konuşmuştuk.Atatürk'ün yaptığını ne çok iyi bir asker ne çok iyi bir siyasetçi yapamaz.Tanrı'nın ona verdiği Kutla bizi tekrar diriltmiştir.Buarada yazı bir harikaydı ellerinize sağlık...

TTK!
HARAY HARAY MEN TÜRKEM!!!

Çevrimdışı Arbesa Sarantuya

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 65
  • Türkü Türk yapan savasci bakisidir
Ynt: ŞAMANİZM VE ESKİ TÜRK DİNİ
« Yanıtla #18 : 15 Nisan 2012 »
Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ
 
Din; yol, inanç sistemi, bir inancın uyulması gereken kaidelerinin tamamıdır. Bu mefhum etnik toplulukların ve milletlerin eski çağlarda tabiatüstü güçlere duydukları hayranlıklarla başlar. Eski Türk dininin de esaslarını kavrayabilmek için Türk töresi, ve geleneklerinin araştırılmasıyla beraber, rahmetli A.İnan’ın da dediği gibi, tarihin derinliklerine kadar inmek gerekir.

Bugün Şamanlık olarak bilinen, fakat bizim din adamlarından dolayı Kamlık diyebileceğimiz, eski Türk dini veya Kök Tengri Dini ile Saha (Yakut) ya da Altay Türk inancının bir olduğunu söylemek mümkün değildir. Çok eski zamanlardan itibaren bir devlet geleneğine sahip olan Türklerin dini itikatları, bugünkü Altay ve Saha dini inançlarından daha gelişmiş düzeydeydi.

Bizde eski Türk dini üzerine ilk ciddi çalışmaları bilindiği gibi Ziya Gökalp yapmıştır. Ona göre eski Türk dinine "Toyonizm" veya "Nom" denilmelidir. Nom kelimesi de Tarih-i Cihangüşa'da "Türk dininden olanlara Nomiyan" denilmesine bağlanmaktadır. Yine Cihangüşa'nın bildirdiğine göre, hakan huzurunda Nomilerle Kamlar imtihan olmuşlar ve Nomiler Kamları mağlup etmişlerdir. Cüveyni, Nomilerin "Nom" adlı bir de kitaplarından bahsetmektedir. Bize göre Tarih-i Cihangüşa'da bahsedilen Maniheizm olsa gerek. Çin kaynaklarının bilgilerine göre, Kök Tengri Dini birtakım dini törenlerin muayyen bir düzen içerisinde ifa edildiği bir sistemdir. Hunlardan sonra Türk Devletinin başına geçen Tabgaç sülalesi zamanında da bu inançlar devam ettirilmiş, onlar da baharın ilk ayında kutsal Atalar Mezarlığında Kök Tengri’ye kurbanlar sunmuşlardı. Onlar kurbandan sonra kayın ağaçları dikerler, böylece kutlu ormanlar meydana getirirlerdi. Kök Türklerin keçeden ve deriden tözler yaptıkları ve bunları iç yağıyla yağladıktan sonra sırıklara astıkları, yılın dört mevsiminde de kurban kestikleri yine Çin kaynaklarında kayıtlıdır. Merkezleri kutlu Ötüken olan Kök Türkler, tıpkı kendilerinden önceki Türkler gibi, Kutlu Atalar Mezarlığında kurban keserlerdi.
Tabgaç Türk sülalesi, 4. yüzyılın sonlarına doğru Çin'e hakim olduktan sonra, kendini Çinlilerden ayırabilecek bir dine ihtiyaç duydu. İç Asya'da ve Hindistan'da tamamen hür hareket edebilen Budistleri, bu Tabgaç hükümdarları himaye ettiler. Kagan kendisini Buda'nın müridi kabul ettiği için, Tabgaç hanedanının da milli dini oldu. Belki Tabgaçlar, Budizmin milli yapılarını zayıflatması sebebiyle Çinlileştiler, ama Tabgaçlar budist sanatta yeni bir devir olan Wei San'atının geliştiricisi oldular. Daha sonra Kök Türklerin meşhur hükümdarı Taspar (Tapar) Kagan da (572-581), Budizmi kabul ederek, Türklerin arasına budistliği yeniden sokmuştu. Kuzey Chou Devletinde, İmparator Wu-ti tarafından yasaklanan Budizmin ünlü misyoneri Hintli Jinegupta, müritleriyle beraber Kök Türklere sığınmış ve burada on yıl kalmıştı..

Bu sırada Budizmin bazı ilkeleri öğrenilmekle beraber; birçok dini kitap ve metinler Kök Türkçeye çevrilmiş, budist tapınakları ve manastırları kurulmuştu. Taspar Kagan tahta çıktığında Kök Türk Kaganlığı en kudretli çağında bulunuyordu. Emrindeki ordunun sayısı yüzbinleri geçiyor ve bu kuvvetle Çin'e korku salıyordu. Çin elçileri çeşitli vesilelerle Türk başkentine geldikleri zaman onlara "oğullarım" diye hitap ediyordu. Bilge Kagan da (716-734) Taspar Kagan gibi bir hataya düşmüştü. O da, Türklerin yerleşik hayata geçmeleri için Budizmi kabul etmek ve şehirlerde yaşamak istiyordu. Ancak onun bu düşüncesine dahî devlet adamı Tunyukuk karşı çıkmış, böyle bir durumun Türklerin milli karakterine uymadığını söyleyerek, Bilge’yi bu işten vazgeçirmişti. Fakat Budizm, ki Uygur Türkleri Buda'ya "Burkan" diyorlardı, Uygurların yükseliş dönemine kadar ve hatta Uygur Kaganlığı yıkılıp, dağıldıktan sonra bile varlığını devam ettirdi.

Türk Devletinin başına Kök Türk Aşina sülalesinden sonra, Uygur Yaglakar ailesi geçene kadar Kök Tengri dini Türklerin inanç sisteminin temelini oluşturmuştur. Bu durum, Bögü Kagan (759-779) zamanına değin sürdü. Yazılı kayıtları ve önemli ilkeleri olan dinler Türklerin bu milli dinine tesir edemediler. Ancak Bögü Kagan devrine gelindiğinde ise işler değişti. An Lu-shan’ın isyanı (755) Çin’de bütün dengeleri değiştirdiği sırada Uygurlar, Çinlilerin yardımına koşmuşlardı. Çin’e giden askerler burada uzun müddet kaldılar. Çünkü An Lu-shan’dan sonra da Çin imparatorluğunda isyanlar durmamıştı. Bu yüzden Çin’de bulunan Bögü’nün Lo-yang seferi bilhassa Türk kültür tarihi bakımından çok önemli olmuştu. Bu sefer sırasında o, resmen Mani itikadını kabul etti. Uygurların Moçak dedikleri dört mani rahibini de beraberinde Uygur başkentine getirdiler. Bundan sonra Karabalgasun şehrine bir mani mabedi yapıldı. Mani inancının Türk hayatında yararları olduğu gibi zararları da oldu. Özellikle Türklerin savaşçılık ruhunu köreltti.

Bununla beraber bütün Türklerin Maniheizmi kabul ettiğini de söyleyemeyiz. Bu inanç ancak yönetici sınıf arasında yayılmış olmalıdır. Çünkü Uygur dönemi yazıtlarından olan Karabalgasun Kitabesinde bu itikadın Türkler arasında yeterince yerleşmediğini gösteren işaretler mevcuttur. Mani metinlerinden anlaşıldığına göre, bu inanış Bögü Kagan ile onun ailesinin çevresinde bir saray dini olarak gelişmiş, Türklerin çoğunu kazanamamıştı. Türkler hem bu dinden, hem de Bögü Kagan'dan çekinmişlerdir. Bu inancın bazı şekillerinin Türklerin milli bünyesine uymadığı ortada idi, ama baş din adamı durumunda olan kagana da kimse karşı çıkamıyordu. Maniheizme göre, herkes birgün içinde yalnızca akşamları yemek yemelidir. Suya saygı göstermek lazımdır. Süt katiyen içilmemelidir. Tereyağı yemek yasaktır. Hatta Mani mezhebinin büyük rahipleri yerlerinden birkaç sene kımıldamıyorlardı. Küçükleri ise, durmadan gezerlerdi. Maniheizmin biri farsça, altı tanesi süryanice olmak üzere yedi kitabı vardı. Mani itikadı bir tüccar ve şehirli diniydi. Mani inancının savaşçı ruhları yumuşattığı da doğrudur.

Çin ve İslam kaynaklarına göre Uygurlardan sonra yönetimi ele geçiren Kırgızlar da Kök Tengri’ye inanıyorlardı. 11. yüzyılda Hazar ile Aral arasında yaşayan Oguzlar üzerinden İtil Bulgarlarına giden İbn Fadlan’ın malumatında ise Oguzlar da eski Türk dinindendiler. Ölü gömme merasimleri aynı Kök Türklerinkine benziyordu. Balbal dikip, yog törenleri yapıyorlardı. Yine İbn Fadlan, Başkurtların gökte yaşayan en büyük tanrıya inandıklarını söylemektedir.

a-Şaman
Şaman kelimesinin etimolojik kökeni üzerinde şimdiye kadar çok durulmuştur. Bu terimin Tunguzcadan rusça yolu ile Batı ilim dünyasına geçtiği bilinmektedir. Aslen Sanskritçenin bir koluna bağlı olduğu sanılan kelimenin, Hind-Avrupa dillerinden Toharca (Samane=budist rahip) ve Sogdçadaki (Saman) transkripsiyonları keşfedilince, bu terimin Hind-Avrupa menşeili olduğu görüşü kuvvet kazanmıştır. Çünkü bu kelime Tunguzcaya yabancı görünmekte ve Şamanlığın güneyden kuzeye doğru yayılışında Budizmin tesiri sezilmektedir. Fakat Tunguzların komşuları olan Sahalara etki ettikleri de bir gerçektir.

Hakikaten eski Türk topluluklarında Şamanlığa benzer bir inancın varlığına ihtimal verdirecek hiçbir kayıt mevcut değildir. Altay Türkleri tarafından bugün Şaman manasına “Kam” sözü kullanılmakta ve bu kelime bilindiği kadarıyla 5. yüzyıldan beri yaşamaktadır. Avrupa’da hakimiyet kuran Hunlar zamanında Ata-kam ve Eş-kam adlarında iki kişiden bahsedilmektedir. Yani Avrupa Hunlarının din adamlarına da Kam denilmekteydi. Eğer eski Türklerde şamanlık olsaydı, Hunların örf ve adetleri hakkında oldukça geniş bilgiler veren Latin ve Germen yazarların “Hunların dini törenleri yoktu” diyecek yerde, garip ayinleri olan şamanik telakkilerden haber vermeleri gerekirdi.

Hükümdar ailesinin Budizmle yakın ilgisine rağmen, Tabgaçlarda da Şamanlığı hatırlatan birşey yoktur. Hem Budizmi, hem de Maniheizmi kabul etmiş olan Uygurlarda bile bu hususta açık bir delile rastlanılmamaktadır. Hatta Uygurlarda kam sözü din adamı değil, “büyücü, sihirbaz” manalarında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud, “kam” sözünü kahin kelimesiyle açıklamıştır. Bu söz o zamanki müslüman Türkler tarafından da unutulmamıştı. Yusuf Has Hacip ise, Kutadgu Bilig’de kamları “otacılar” olarak çevirmekle beraber, bunların insan toplulukları için faydalı insanlar olduğunu söyler. Kanaati temsil eden Odgurmuş hakana nasihat verirken; “bazı insanlar yoksul, bazı insanlar da kaygı ile yıpranmışlardır.

Bunların ilacı, dertlerine derman sendedir. Bunları tedavi et, bunların kamı ol” demektedir. Din adamı manasına Türk boyları arasında değişik adlandırmalar vardır. Mesela Kazak ve Kırgızların Kam yerine Baksı, eski Karlukların da Sagun kelimesini kullandıklarını biliyoruz. Baksı herhalde Budizm vasıtasıyla gelmiş yabancı bir kelime olmalıdır. Türkmenlerde bakşı veya baksı “saz şairi” manasını ifade eder. Altaylılar ve Tuvalılar bugüne kadar kam kelimesini yaşatmışlardır. Saha Türkleri erkek kama “oyun”, kadın kama “udagan” derler. Mogolcada erkek kam “bö” yahut “böge”, kadın kam da Sahalar gibi Udagan adını alır. Çuvaşlar da ise bu kelime “yum”dur. Müslüman Türkler kam kelimesini unutmuşlardır. Şaman kelimesini Türkler bilmez. 18. yüzyılın sonlarına doğru kabul edilmiş olan “şaman” terimi Türkçeye yabancıdır. Orkun kitabeleri de dahil olmak üzere, şimdiye kadar bulunan kitabelerde ne Kam sözüne, ne de Şamana tesadüf edilmiştir. Bu nedenle, mevcut vesikalardan yola çıkarak, Eski Türkler Şaman idiler şeklinde bir sonuçta çıkarılamaz.

b-Şamanizm
Bugün Asya Bozkırlarındaki dini inançların Şamanlığa bağlanması adet haline gelmiş gibidir. 19. yüzyılın 2. yarısında Orta Asya Türkleri arasında araştırma yapan W.Radloff, V.Verbitsky, A.Anohin gibi Rusların tesbitleri sonucunda eski Türk dininin ana vasfında Şamanlık varmış gibi bir düşünce hasıl olmuştur.

Bugün eski Türk dininin geleneklerini yaşatan Türklerin kozmogonisine göre, esas itibarıyla tanrıların en yükseği, insan oğullarının atası olan Tengri Kayra Kan (veya Bay-Ülgen) kişiyi ve bunun aracılığıyla yeryüzünü yaratmış, kişinin kendisiyle mücadeleye girmesi üzerine ona Erlik adını vererek, ışık diyarından, yeraltına atmış ve yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek, her dalında bir cins insan türetmiştir. Kamlık inancına göre kainat üst-üste katlardan müteşekkildir. Bu katlar belirli bir düzen üzere birbirlerinden ayrılmışlardır.
Bundan dolayı Kam san’atını icra ederken, bir kattan diğerine geçmek için büyük bir güç sarfetmek zorundadır. Yukarıda onyedi kat vardır ve ışık alemini teşkil eder. Aşağıda yedi veya dokuz kat bulunur. Bu da karanlıklar dünyasıdır. İnsanlar da bu iki alem arasında, yani yeryüzünde yaşarlar. Koruyucu ve iyi ruhlar bu ışık diyarında bunurlarken, kötülüğün kaynakları da yerin altındadır. Göğün en üst katında ise, altın bir taht üzerinde, dokuz erkek ve dokuz kızı ile beraber Bay-Ülgen oturmaktadır. Kırgız ve Kazak lehçelerinde “Ülgen” büyük ve ulu anlamlarını ifade eder. Ülgen iyilik eden bir varlıktır. Onun huzuruna giden yolda yedi engel bulunur. Onun yanına giden yol ancak erkek kamlara açıktır. Bununla beraber erkek kam beşinci engele kadar, yani Temir Kazık yıldızına gidebilir ve oradan geri döner. Bir inanışa göre, Saha Türklerinin tarihinde yalnız bir Oyun dokuzuncu kata ulaşmış ve bugüne kadar da geri dönmemiştir.

İlk insanlar meyve ve otla beslendikleri için ateşe ihtiyaçları yoktu. Et yemek ihtiyacı ortaya çıktıktan sonra ateş gerek oldu. Ülgen gökten biri ak, biri kara iki taş indirdi. Kuru otları bu taşları birbirine sürterek yaktı. Bundan dolayı ateş kutlu olup, Altaylılar ve Sahalar çakmak taşından elde edilen ateşi kutlu saydılar. Altay Türklerinde son zamanlara kadar gelin ve güvey ilk ateşlerini çakmak taşıyla yakmışlardır. Saha oyunları da tören için gerekli olan ateşi çakmak taşıyla alevlerler. Kibritle yakılan ateşe Rus ateşi deyip, ayinlerde bunu kullanmazlar. Bununla beraber aile ocağında yanan ateş nasıl olursa olsun kutludur. Altay Türkleri, herşeye küfür etseler de, ateşe hakaret etmezler.

Ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak kesinlikle yasaktır. Asya Türklerinin çoğu ateşe bakarak fal açarlar. Manas Destanın'da anlatıldığına göre, Manas’ın babası Cakıp Han ateşe bakarak, gelinlerinin mukadderatını söylemiştir. Türklerin itikadına göre ateş herşeyi temizler, kötü ruhları kovar. 6. yüzyılda Kök Türklere gelen Bizans elçilerinin kötü düşüncelerden arındırılmaları için ateşten atlatıldıkları Bizans kaynaklarında kayıtlıdır. Mogollarda da bu adet görülür. Hatta müslüman Türklerde de bu gelenek halâ yaşamaktadır. Başkurt ve Kazak Türkleri bir yağlı paçavrayı tutuşturup, hastanın etrafında “alas, alas” diye dolaştırırlar. Buna “alaslama” denir. Bu kelime Türkiye Türkçesine “alazlama” şeklinde geçmiştir. Manası ateşte temizleme demektir. Bu sebeple eski Türk inancında ateş kültü ile ocak kültü birbirinden ayrılmaz.

Dünyanın ve insanın yaradılışıyla ilgili rivayetlerin hemen hepsi Şaman olduğu söylenen Türklerin kendi düşünceleri değildir. Bunlar çeşitli dinlerden gelen tesirler neticesinde karışarak ortaya çıkmıştır. Halbuki dünyanın yaradılışı Orkun kitabelerinde çok açık bir şekilde izah edilmektedir: Üze kök tengri asra yagız yer kılundukta ikin ara kişi oglı kılınmış. Rivayetlerde geçen özel isimlerin birkaç tanesi müstesna yabancı menşeilidirler. Araştırmacıların belirttiğine göre bu hikayeler Hint, İran, Yunan, Yahudi efsaneleriyle, belki de Kök Tengri dininin iç içe girmesiyle, Mogol devrinde ortaya çıkan birtakım hikayelerden doğmuştur. Bunların arasından Altay ve Saha Türklerinin gerçek inançlarını ayıklamak çok zordur.

Bugünkü Altay ve Saha Türklerinin inancında “Tufan Efsanesi”nin çeşitli varyantları mevcuttur. Altay Türklerine ait Tufan efsanesini ilk defa rahip Verbitskiy tesbit etmiştir. Bu rivayetlere göre Tufan’dan önce yeryüzünün hakimi Tengiz Han idi. Bu zamanda Nama adlı meşhur bir adam vardı. Tengri Ülgen buna Tufan olacağını, insanları ve hayvanları kurtarmak için bir gemi yapmasını söyledi. Nama’nın üç tane oğlu bulunuyordu. Oğullarına gemiyi inşa etmelerini söyledi ve Ülgen’in öğrettiği biçimde bir gemi yapıldı. İnsanlar ve hayvanlar gemiye alındı. Gök yüzünü sis kaplayıp yerin altından sular fışkırmaya başladı. Gökyüzünden de yağmur yağıyordu. Bir müddet sonra sular çekilip, kara parçaları görünmeye başladı. Nihayet gemi bir dağın tepesinde karaya oturdu. Suyun derinliğini öğrenmek için Nama kuzgun, karga ve saksağanı gönderdi, fakat bunlar dönmedi. Bunun üzerine güvercini yolladı ve güvercin gagasında bir dal ile geri döndü. Nama daha önce gönderdiklerini görüp görmediğini güvercine sordu. Güvercin üçünün de bir leşe konup gagaladığını söyledi.

Nama onlara kıyamete kadar leş ile beslensinler diye bedduada bulundu. Tufandan sonra Nama, “Yayık Han” adıyla ilahlar arasına girdi. Bir başka Altay rivayetine göre, yer yaratılmadan önce su vardı. Ülgen birgün suya bakarken, üzerinde yüzen bir toprak parçası gördü. Bu toprağın insan vücuduna benzeyen bir yapısı vardı ve buna "kişi olsun" dedi. Toprak da derhal insan oldu. Ülgen buna Erlik adını verdi. Erlik bir müdet geçtikten sonra, Ülgen’den daha büyük ve kudretli olmak istedi. Nihayet Ülgen’e düşman oldu. İnsanlar da ağaç dalındaki meyveler gibi bitti. Buradan eski Türk inancında mevcut maddelere şekil vermenin olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Fakat yoktan var etme ise, her halde Samî dinlerden girmiş olmalıdır.

G.Potanin tarafından tesbit edilen bir Tuva hikayesinde yer bir kurbağanın üzerindedir. Kurbağa kımıldarsa Tufan olur. Eski zamanda bu kurbağa bir kere kımıldamış ve denizler dalgalanarak ulu Tufan olmuştur. Bu felaketi evvelden sezen bir ihtiyar, demir çivili sal yapmış ve bununla insan nesli ile hayvanları kurtarmıştır. Yine Anohin tarafından kaydedilen bir rivayette, Tufan olacağını “temir boynuzlu kök teke” haber vermiştir. Bu teke yedi gün dünya çevresinde dolaşmış, acı acı melemiş, yedi gün deprem olmuş, yedi gün dağlardan ateş fışkırmıştır.

Yayık Han’ın gemisinin son durağı Altay Türklerine göre, Altay Dağlarının birisidir. Fakat her Türk boyu kendi dağlarını göstermektedirler. Bu Tufan efsanesi de Türklere daha sonra Sami dinlerinden girmiştir.

Altay Türkleri, birgün dünyanın sonunun geleceğine inanırlar. Bu gelecek son güne, yani kıyamete “kalgancı çak” derler. Türkiye Türkçesinde karşılığı kalacak olan çağ demektir. Kıyamet inanışına göre, birgün insanlar çok azacak, günahtan korkmayacaklar ve kötülükler alıp başını gidecek. İyilik ilahı Ülgen bu kötü insanlardan uzaklaşacak ve Erlik yeryüzüne yaklaşacak. Dünyada iyi güçler ile kötü güçler savaşa tutuşacaklar. Milyonlarca insan ölecek. Nihayet bir Ülgen kalacak ve o “ölüler kalkın” diye bağırınca, bütün cesetler yeniden dirilecek.

Teleüt Türklerine göre; "kalgançı çak" geldiğinde gök demir, yer sarı bakır olur. Hükümdarlar birbirleriyle savaşır, halklar kötülük düşünmeye başlar. Sert taşlar ufalır, katı ağaçlar kırılır. İnsanların boyu bir dirsek kadar kısalır. Oğul babayı, baba oğulu tanımaz. Telengütlerde de buna benzer rivayetler anlatılır. Bu zaman geldiğinde töre bozulur, tepeler çalkalanır, demir üzenginin dibi delinir, çuvaldızın deliği yırtılır. Toplumun düzeni bozulur.

Şamanizm hususunda bugüne kadar en ciddi çalışmayı M.Eliade yapmıştır. O, Orta ve Kuzey Asya topluluklarında dini hayatın Kam etrafında yoğunlaştığını söyler. Ancak Kam bütün dini faaliyetlerde rol oynamaz. Her sihirbaz Kam olmadığı gibi, her şifa verici de Kam değildir. O, Şamanlığa kısaca “vecd ve istiğrak (extase) tekniği” demektedir. Bununla beraber dinler tarihinde ve din etnolojisinde görülen çeşitli vecd hallerinin hepsi de Şamanizme girmemektedir. Eliade’ye göre Kam herşeyden önce kendi özel yöntemleri sayesinde ulaştığı extase hali içinden ruhunu göklere yükselten veya yeraltına indiren bir kişidir. Bu esnada başka ruhları hükmü altına alarak, tabiat güçleri ve şeytanlarla bağlantı kurmaya muvaffak olur. Kam ateş üzerinde hakimiyet kuran, hastalanan ruhlara şifa veren, ölülerin arzularını yerine getiren, dertlilerin şikayetlerini dinleyen, yer altındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilen bir kişidir. Bu özellikleriyle de çevresinde korkuyla karışık bir saygı uyandırır.

Eski Türklerin de birtakım kutsal saydığı nesneler bulunmaktadır. Bunlar “Kutlu Atalar Mezarlığı” olduğu gibi, zaman zaman büyük bir dağ veya ırmak da olabiliyordu. Hunlar, Çin ile yaptıkları andlaşmaları Hun-dağı denilen bir dağın tepesinde kurban keserek teyit ederlerdi. Asya’nın başka kavimleri de bu Türk adetlerini almışlardır. Altaylı Şor ve Beltirler de kurbanlarını Kök Tengri’ye yüksek dağ tepelerinde sunarlardı. Fakat bunların hiçbiri Şaman özelliklerini yansıtmaya yetmemektedir. Mesela, Kök Türkler yılın 5. ayın ikinci yarısında Tanrıya Kutlu Atalar Mezarlığında kurban takdim ediyorlardı. Cüveynî tarafından bildirilen bir Uygur efsanesine göre, Uygurların saadet ve bolluk sağlayan kutlu dağları vardı. Bu dağa Kut-tag denirdi. Bu dağ Çinliler tarafından parçalanıp götürüldükten sonra, Uygurlar felakete uğramışlardır.

Bugünkü Mogolistan’da Karabalgasun harabelerine yakın Erdene-Ula hakkında da aynı hikayeler anlatılır. Bunlar, bereketli eski Türk yurtlarının Çinliler tarafından işgal edildiği çağların izlerini taşır. Eski Türkler dağların Tanrı makamı olduğuna inanırlardı. Yüksek dağ tepelerinin göklere yakın bulunması, uzaklardan mavi renkte görünmesi bu inancın yerleşmesine sebep olmuştur. Mesela eski Türklerin en kutsal dağı Ötüken’in “ıduk-başı” idi. Bugünkü Altay Türklerinin hepsince de Altay en kutlu dağdır.