ATATÜRK, TÜRK DİLİ ve Günümüz Kültür Emperyalizmi
Dr. Ahmet SALTIK - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
“Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, ulusların tarlasıdır. Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ektiyse, onu biçer.”
François-Marie Voltaire (1694-1778)
Giriş :
Yazımıza, Yüce Atatürk’ün Prof. Afetinan’a not ettirdiklerinden bir alıntı ile başlayalım :
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, an’anelerini, hâtıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
(Afetinan, Türk Dili Degisi, Sayı : 182, 1966 syf. 90, 1931)
Bağımsızlık ruhunun temelinde kimlik bilinci, kişilik, onur (haysiyet) duygusu ve özgüven yatar. “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen Atatürk, onun için halkımızın kimlik, kişilik, onur, ve özgüveni üzerinde durmuştur. Kafalar, gönüller bağımsız olmadan, ülkenin ne ekonomisi, ne savunması, ne de dış siyasası bağımsız olabilirdi.
Atatürk “Türk Kimliğini” Türkçe ile tanımlamıştır. Onun için de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki temel davası Türkçe’yi, dolayısıyla Türk kültür ve kimliğini yabancı boyunduruklardan korumak, bunun için de eğitimi her düzeyde Türkçe ile yapmak, halkın yabancı dille, yabancı misyoner türü eğitime özenmesini önleyecek önlemler almak olmuştur.
Bakınız Yüce Atatürk bu konularda neler diyor :
“Türk demek Türkçe demektir.”
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Ve tabii korumalıdır..
“Kat’î olarak bilinmelidir ki Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” Elbette “bütün hayat”tan kasıt siyaset, hukuk, teknik, bilim, eğitim, sanat, tıp, kültür ve edebiyattır; yaşamın her yüzü..
“Batı dillerinden hiçbirinden aşağı olmamak üzere, onlardaki kavramları anlatacak keskinliği, açıklığı haiz Türk bilim dili terimleri tesbit edilecektir.”
“Ulusal bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için, dil ve tarih uğrunda çalışmak zorundayız.”
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. ‘Türk milletindenim’ diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”
İlginç ve düşündürücü bir örnek ve karşılaştırma :
İngilizce’de “bye bye” tekerlemesindeki 2 “harf kümesi”, -“harf kümesi” diyoruz çünkü anlam yükü olan sözcükler değildir- insanlar birbirinden ayrılırken kullanılan, bu dilin evrim sürecinde henüz anlam yüklen(e)memiş ilkel “ses çıkarma” eylemidir. Oysa Türkçe’de “hoşça kalın”, “esen kalın” öyle midir? Ne denli hoş anlam yüklüdürler.. Dilsel evrimlerini tamamlayarak anlam yüklenen seslerdir?!..
O halde nedir bu özensiz, hatta sorumsuz davranış? Neden güzelim Türkçe’mizi katlediyoruz?
Özenti midir, birbirine “entellik” taslamak mıdır? Bu denli bilisizlik, hatta aymazlık olabilir mi?
“Start almak”... nereye koyacağız? Neden “başlamak”, “başlatmak”, “yol vermek”, “ön vermek”.. kullanılmaz..
Topluma yol göstermek, öncü ve önder olmak gereklidir..
Basın çalışanları, radyo-TV’ciler, politikacılar ciddi yükümlükle karşı karşıyadırlar.
Hatta kimi yaptırımcı düzenlemeler bile gerekebilir..
Atatürk doğrudan kendisi bu dava uğruna çalıştı :
“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir.. dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî bulur.” (Söylev II, syf. 714-717, 1927)
Bugün askerlikte olsun, matematikte olsun kullandığımız birçok terimleri Türkçe’nin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. TDK’nın açıldığı 1932’den bu yana 74 yıldır bu konuda çok ilerleme kaydedilmiş, her yeni bilimsel kavram tam Türkçesiyle dile getirilebilir konuma gelinmişken ne hikmetse, şimdi kimi iç ve dış çevreler bu çok olumlu gelişmeyi ve hatta Türkçe’yi hızla yok etmeğe uğraşıyor??
Daha 1924’te :“Millî eğitimin ne demek olduğunu bilmekte hiçbir tereddüt kalmamalıdır. Bir de millî eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da millî yapmak zarureti münakaşa edilemez.” uyarısında bulunmuştu.
Açı, açıortay, üçgen, dikdörtgen, yamuk, karşı dik kenar, komşu dikkenar, çember, kare...
Daha birçok Geometri terimi, O’nun doğrudan yazdığı Geometri Terimleri Kılavuzu’nda yer aldı..
Osmanlı mekteplerinde;
“Bir müsellesin mesai sathiyyesi, kaidei hasılı zarbının nıfsına müsavidir..” tümcesiyle Arapça ve Farsça salatasından oluşturulan uyduruk dil Osmanlıca’da, dikkat edildi ise, ilk sözcük “bir” ile son ek “dir” dışında Türkçe hiçbir sözcük ya da ek yok.. Osmanlı’nın Türkçe’ye özeni ve saygısı hiç mi hiç yok!
Oysa, ulusun ve ülkenin hemen tüm sorun alanlarına dizgesel (sistematik) ve bütüncül yaklaşım, değerlendirme ve çözümler üretmeye çabalayan Kemalist ideoloji = Atatürkçü düşünce sistemi, Türk çocuklarına aşağıdaki öz, arı, gerçek, ekininden (kültüründen) sağılmış tümceyi armağan etti :
“Bir üçgenin alanı, tepeden tabana indirilen dikme ile taban çarpımının yarısına eşittir.”
Bunun neresi uydurma Türkçe?
Türkçe’nin özünden, gerçek pınarlarından yaratıcı usla üretilen ya da türetilen, bir tür sağılan yeni sözcük ve kavramlar değil mi? Dillerin doğuşu da, varsıllaşması da bu yola değil m?
Sözcük havuzu dondurulabilir mi ?
Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler, umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir medeniyetin ilk ana dili olduğunu da öğrendik.
(İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecmuası, sayı: 74-75, 1939, s. 11; Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)
Olaylara, nesnelere, süreçlere.. ad veya nitem (sıfat)... bulmak eylemi de benzer eylem değil mi?
NASA, son 40 yılda 20 bine yakın sözcük ve terim türetip üretti. Amerikan dilinin doğurgan mimarisinden yararlanarak, ön ve son eklerle, kimi kez sözcük parçalarının birbirine ulanması... yöntemleriyle Amerikan İngilizcesi sürekli varsıllaştırılıyor. Yeni bilim ve teknolojii terimleri kazanılıyor.
Uçak, Yargıtay, Yargıç, Danıştay, Sayıştay, Kamutay... Türkçe’nin öz pınarlarından sözme değil mi?
Tersi savunulacaksa, çıkış önerisi nedir? Bilim ve teknolojiyi üretenlerin bu eylemlerine koşut olarak adını da vermeleri kaçınılmaz olduğuna göre, aynen mi alacağız? Hatta aynen mi söyleyeceğiz? Böyle giderse pek çok dil, ancak çekirdek düzeyde iletişime olanak veren, çevresi başka dillerin sözcükleri ile kuşatılmış bir “hilkat garibesi” ne dönüşmez mi? Örn. günümüzde
bir yere dek Türkçe’miz bu tuhaf duruma düşürülmedi mi?
Acaba Kültür Emperyalizmi’nin önemli bir ayağına zemin hazırlanmış olmuyor mu böylesi bir tutumla? Bir yandan etnik diller, azınlık kültürleri emperyalistlerce sözde önemsenir ve ulus devlet parçalanmaya sürüklenirken; egemen emperyalistlerin dillerinin zamanla onları da yutacağı öngörülmekte değil midir? Hem de ulusal dille, ulus devletle emperyalizme direnme olanağı da yitirilerek..
Özcan Yüksek, (Atlas Dergisi, Şubat 2002) çok değerli katkılar sağlıyor :
“Şöyle konuşuyor, Batılı benliğimiz :
Müslüman kalabilirsin ya da başka bir dinde, ama beni yakalamak için değişmelisin dostum.
Dilini değiştirmelisin önce. "Yüksek ortamlarda" benim dilimi kullanmalısın. Benim dilimi ikinci dil ya da yabancı dil olarak öğrenmen yetmez. Kendi dilin yabancı kalmalı, hatta neredeyse etnik bir dil, benim dilim ise yüksek ortamlarda anadil olmalı. Nedir bu yüksek ortamlar?
En başta yüksekokullar. Sonra liseler, ortaokullar, ilkokullar, hatta anaokulları. Kendi dilinle konuşmak sende aşağılık duygusu yaratmalı. Örneğin marketing (pazarlamanın ? yüksek? olanı) alanında benim sözcüklerimle cümleler kurmalısın. Kendi dilinle ifade etmeye çalış bak, ne kadar da bayağı kalıyor? Global (?) dünyanın bir parçası olarak kendini hissetmek istiyorsan, benim yaptığımı iyi yapmalısın. Gazetelerinin, televizyonlarının isimleri bile benim dilimde olacak (Eskiden beri olanlar kalsın). Edirne'den Sibirya'ya kadar bütün Türkler, gökteki yıldıza yıldız der, ya da ‘cıldız’. Biliyorum binlerce yıldır bu böyleydi. Ama artık ‘star’ demelisin. Unut artık yıldızı. Senin yıldızın geçmişte değil Doğu'da hiç değil, bizim tarafta. Zaten bu konuları da sana ben öğretmiyor muyum? Hangi ülkede Orta Asya ile ilgili daha çok araştırma yapılıyor sanıyorsun, sende mi bende mi? Bırak sözcükleri, harfleri bile istediğim gibi okuyacaksın. Kendi harfini benim okuduğum gibi söyle. ‘Entivi’ de, mesela. Diğer türlü söylemeyi dene, bak, sen de gördün, ne kadar da bayağı, köylü, doğulu bir ‘sound’ değil mi? Hem sen değil misin modern olmak isteyen? Kendini ve kültürünü, dilini, geleneklerini, geçmişini aşağıda hissetmezsen açıkça değil tabii, içinde, sadece içinde) bu metamorfozu gerçekleştiremezsin dostum. Paşa'ya Pasha, Leyla'ya da Laila diyeceksin ve yazacaksın. Biraz oryantalist ama, daha ‘Batılı gözüyle bir Doğulu şıklık!’ Sen bakma köşk sözcüğüne, biz artık ona kiosk diyoruz, sen de
öyle söyle. Hah şöyle! Ne diyoruz, ‘concept’ yaratmalıyız. Yaratıcı ol, kendine ‘creative’ de! Fabrikayı Ümraniye'de kur, markanı İtalyanca’dan al. Yoksa malını satamazsın. Türk olduğu anlaşılırsa ya da Türk gibi gözükürse kimse evine sokmaz. Sen ona, Türk olmayan bir isim bul en iyisi. Kimse de sana kızamaz. ‘Trend’ böyle. Tavuk bile satamazsın. Neden, Mudurnu Chicken oldu sanıyorsun? İnsanlar tavuk değil ‘chicken’ yemek istiyor. Ne zamandır, radyolar ‘Goooooood morning Türkiye! diye sesleniyor.
Bizi uyandırmak için olsa gerek.
Atatürk’ün Dil Çabalarını Anlayabilmek :
“ Daha çocukken, dersler, kitaplar arasında yuvarlanırken hissederdim ki bu dilin bir şeye ihtiyacı var. O ihtiyacın ne olduğunu, nasıl elde edileceğini bilmezdim. Fakat mutlaka bir şey lâzım olduğunu duyardım.” (1928, İbrahim Necmi Dilmen, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)
“Hutbe okuyan kişilerin siyasî, sosyal ve medenî gelişmeleri her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinat verilmiş olur. Bundan dolayı hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın şartlarına uygun olmalıdır.” (07.02.1923, Balıkesir’de Halkla Konuşma.)
“ Büyük milletimizin bir kat daha gelişmesini ve yükselmesini temin edecek olan yazı inkılâbı.”
(16.09.1928, İstanbul, Belediye Başkanı’na Demeç.)
“ …Bizim uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir; Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz.” (9/10. 08. 1928, İstanbul Sarayburnu Parkı,
Türk Yazı İnkılâbı Hakkında Konuşma.)
“ ……Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asîl diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin esasından alınan
Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe, Lâtin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlâtlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını
güneş gibi meydana çıkarmıştır.” (1.11.1928, TBMM, 3. Dönem 2. Toplanma Yılını Açarken.)
“ Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, ancak çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetseverlik vazifesi biliniz.” (9/10.1928, Yeni Yazı İnkılabı Hakkında.)
“ Meclisinizin en büyük eseri olan Türk harfleri, memleketin genel hayatına tamamen uygulanmıştır. İlk zorluklar, milletin fikir kuvveti ve medeniyete olan sevgisi sayesinde kolaylıkla yenilmiştir. ” (01.11.1929, T.B.M.M., 3. Dönem, 3. Toplanma Yılını Açarken.)
“ .......... Kur’anın tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçe’ye tercüme ediliyor.”
(30.11.1929, Vossische Zeitung Muhabirine Demeç)
“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifadeye kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek lâzımdır. Türk milletini ve Türk dilini, medeniyet tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz. (Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)
1938’de, bedensel ölümünden az önce :
“Türlü bilimlere ait Türkçe terimler tesbit edilmiş; bu yolla Dilimiz, yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasını, kültür hayatımız için mühim bir hâdise olarak kaydetmek isterim.” değerlendirmesi çok dikkat çekicidir.
Ve nihayet Türk bilimci ve eğitimcisine vasiyeti şöyle :
“Bakınız arkadaşlar, ben belki çok yaşamam. Fakat siz, ölene dek Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir.”
Büyük önderin aşağıdaki değerlendirmesi tarihsel bir tokat gibidir :
“Biz Balkanları niçin yitirdik biliyor musunuz? Bunun tek bir nedeni vardır; bu da İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların millî bilinçlerini uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hudutlarına çekildik.”
Ne yapılmalı ?
“Millî bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için, dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz.”
(Enver Behnan Şapolyo, 1951 Olağanüstü Türk Dil Kurultayı, s. 53)
Ruşen Eşref Ünaydın’a aktardıkları çok net olarak yolu işaretlemeketedir :
“En iyi müdafaa usulü, taarruzdur. Şu halde dil alanında türemiş yabancılıklara saldıralım;
ağacı bir defa silkeleyelim : Görelim, hangi çürükler düşecek; kalan sağlamlar bakalım ne kadardır? dökülmeyenler, özleri ve arınmışları bulununcaya kadar biraz daha işe yarayabilir; geçici olarak!” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 64)
Gazi Mustafa Kemal Paşa, yapılacakları tek tek söylemiş !
“ Yeni Türkçe kelimeler teklif edebiliriz. Bu yönde ısrarla çalışmalıyız. Fakat, Türk Dili’nin yapısını zorlamak olmaz. Bu bünye meselesini Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız. Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’e söyledim : Ketebe, yektübü Arabındır; kâtip, kitap, mektup Türkündür.”
(Abdülkadir İnan, Atatürk Devrine Ait Bir Hatıra, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 85, 1969, s. 21)
“Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli; konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hale getirmeliyiz.”
(1938, Afetinan, Atatürk ve Dil Bayramı, Atatürk’e Saygı, T.D.K. s. 54)
“Dil işimizde henüz bir oturmuşluğa varamadık; daha çok ve pek çok çalışmak lâzımdır."
(1938, Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 222)
“Onları ortaya atmak lâzımdır. Millî zevkimiz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 213)
“Söz konusu tabirler, uluslararası ilim sahasında kolaylıkla ilerlememize mânidir! Fen terimleri o suretle yapılmalı ki, mânaları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin.”
(Akil Muhtar Özden, Atatürk’e ait Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, Sayı : 21, 1939)
.....................................
Görülüyor ki, Atatürkçülükle, yabancı dilde eğitim, hıristiyan misyoner okulu modeli demek olan “kolej” veya benzeri “Anadolu lisesi” yanlısı olmak kesinlikle bağdaşmaz. O halde Atatürkçülere bugün, emperyalizmin ciddi kültür kuşatmasını özellikle dikkate alarak, büyük görevler düşüyor :
Türkçe birkaç kuşak sonra yok olmadan yabancı dille eğitime hızla son verilmeli; yerini yabancı dil destekli Türkçe Fen liseleri veya Ülken (süper) liseler, üniversiteler almalıdır. Türkçe bilim ve yayınları (telif ve çeviri, dergi ve kitaplar) Devlet ve çeşitli kuruluşlarca teşvik edilmelidir.
“Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilâtımızın, dikkatli, alâkalı olmasını isteriz.” (01.11.1932, T.B.M.M., 4. Dönem, 2. Toplanma Yılını Açarken)
Her zamanki gibi, Ata, gençlere önemli görevler yüklüyor :
“Dilimiz çok zengindir, güzeldir. Bunu ortaya çıkaracaklar sizin gibi duygusu derin, yorulmaz
Türk gençleridir. Türkçemizi günün en ileri bilgi dili yapmak değerli araştırmacılarınızdan beklenir.”
(29.08.1922, Millî Türk Talebe Birliği Telgrafına yanıtı.)
Atatürk’ün birer dernek olarak 1932’de kurduğu ve İş Bankası’ndaki paylarından gelir güvencesine kavuşturduğu Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, 12 Eylül yönetiminin 1982 Anayasası’nın aşağıya çıkarılan 134. maddesi kaldırılarak - değiştirilerek özgün biçimiyle yeniden açılmalıdır.
“Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk’ün manevî himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip ‘Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’ kurulur. Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen malî menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.”
Anayasal değişiklik yapıl(a)mayacak veya gecikecekse -ki bizce geçerli bir özür değildir- bir yasal düzenleme ile dildeki kirlenme ve yozlaşmanın önüne geçilmesini sağlayabilecek kural ve yaptırımlar getirilmelidir. Fransa’da gösterilen özen örnek düzeydedir : 2 örnek yeterince çarpıcıdır.. Bilgisayar karşılığı İngilizce “Computer” Fransızca söylenişe (telaffuza) uygunlaştırılarak alınmamış, “ordinatör” terimi ile karşılıklandırılmıştır. Keza AIDS hastalığı için de SIDA adı kullanılmaktadır. Uydurma mıdır??
Almanya’dan da bir örnek umarız yeterince düşündürücü ve uyarıcı olur :
Gerhard Schröder kabinesinin İçişleri Bakanı Otto Schily’nin iki yıl önce, “Çok kültürlülük öldü.” dediği biliniyordu (14.2.2006 Inter. Herald Tribune).
İktidardaki Hıristiyan Sosyal Birliği milletvekili Andreas Scheuer de “Bütünleşmişlik dille başlar. Okullarda anadil yasağına katılıyorum. Yönetim buna uymayan öğrencilere ceza vermeli.” diyor. (31.1.2006, Cumhuriyet Gazetesi)
Unutulmamalı ki, Türk Devleti’nin birinci görevi Türk adının, kimliğinin, onun için de Türkçe’nin sonsuza dek yaşamasını sağlamaktır.
“Türkçe’nin Matematiği”ne ilişkin değerlendirmelerimize bir başka yazımızda yer vereceğiz.
Son sözler yine Yüce Atatürk’ten (1930) :
“Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.”
(Afetinan, Türk dili Dergisi, Sayı: 182, 1966, s. 91)
“Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
(Sadri Maksudi Arsal, Türk Dili İçin)
(Alıntıdır)
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...
Saygılarımla.
Çağrıbey