Anket

GERÇEK BİR TÜRKÇÜ PARTİ LAZIM MI

EVET
8 (88.9%)
HAYIR
1 (11.1%)

Toplam Oy Verenler: 5

Oylama kapandı: 26 Mart 2006

Gönderen Konu: TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA  (Okunma sayısı 27668 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı CENGİZHAN83

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 103
KANDAŞLARIM BUDUNCULAR HEZİMETE UĞRADILAR NEDENLERİ Nİ BOŞVERİN
GERÇEKTEN PARTİ KURMAK İSTEYEN VARSA PARTİ TÜZÜĞÜ HAZIRLAYALIM
VE KANDAŞLARIM LÜTFEN BU KONU HAKKINDA POLEMİK YARATACAK İNSANLAR YAZMASIN BU KONU HAKKINDA CEVAP ŞİMDİDEN SÖYLÜYORUM
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
TÜRK DOĞDUK TÜRK ÖLÜRÜZ

Çevrimdışı AtillaKaan

  • Üyeliği İptal Edilmiş
  • Yasakli
  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 21
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #1 : 05 Mart 2006 »
Evet bende sana katiliyorum, bir Parti kurmamiz gerek.

Millet ayaklarin üstünde uyuyup, otele para versinler. Biz ama harekete gecelim!

Çevrimdışı CENGİZHAN83

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 103
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #2 : 06 Mart 2006 »
TÜRKİYE'NİN YENİDEN KURULUŞU
 


Türkiye Cumhuriyeti, aşağı yukarı 3000 yıllık bir milletin 22 yüzyıldan beri aralıksız var olan devletinin bugünkü adıdır.

Karanlık olan en eski çağları bırakırsak, tarihimiz, Makedonyalı İskender?in milattan önce 4. yüzyılda, Türkelleri?nin batısı demek olan Maveraünnehir?e saldırışı ve yaptığı kırgınlar dolayısıyla daha doğuya çekilen atalarımızın Kuzey Çin?de doğudan batıya doğru kurduğu devletlerle başlar. Tanrıkut Mete (veya Motun) milattan önce 209?174 arasında bu devletleri birleştirerek Türk birliğini sağlar, yasaları ve teşkilatı ile Türk Milleti?ni yaratır. Ondan sonrası dışarıda düşmanlara, içeride tabiata ve afetlere karşı savaşın hikâyesidir. Bu arada iç kavgalar, boylar ve uruklar arasındaki çekişmeler ve bu çekişmeler sonundaki hanedan değişiklikleri de tabloyu tamamlar.

Tanrıkut?un Kunlar?ı dört asır sonra hâkimiyeti Siyenpi ? Tabgaçlar?a bırakıp anayurt tarih sahnesinden çekilirler. Çoğu yeni hâkimlerin adını alır. Kalanı, batıya doğru ilerleyip nihayet Atillâ ile Avrupa?yı allak bullak eder. Siyenpi ? Tabgaçlar?ın yerine geçen Aparlar?ı da Gök Türkler devirdikten sonra milletimizin adı artık ?Türk? olarak kesinleşip günümüze kadar gelir.

Devletin sınırları Mançurya?dan Hazar kuzeyine ve Urallar?ın batısına kadar uzanmaktadır. Bazen batıda daha ileri gittiği bazen de devlete başkaldıran bir kısım Türkler?in resmî devleti tanımayarak ayrı bir devlet halinde yaşadıkları görülür. Fakat bunlar geçicidir ve vatanın büyüklüğünden doğmaktadır.

Bütün tarihimiz boyunca bir hanedan kanunumuzun bulunmayışı, ölen kağandan sonra başa kimin geçeceğinin bir türlü tespit edilemeyişi gibi millî bir kusur yüzünden doğan prenslerin taht kavgaları nihayet, devletin, hanedanın ortak malı olduğu prensibini doğurur. Böylelikle bazen büyük devlette birkaç imparator birden hüküm sürmekte, fakat bir tanesi, ismen bile olsa ötekilerden büyüğü, metbuu tanınmaktadır. Bu merkeziyetsizliğin tipik örneklerini bilhassa devletin çok geniş topraklara hâkim olduğu Gök Türk, Karahanlı, Selçuklu ve Çengizli çağlarında görürüz.

Aslında devlet tektir. Hatta birbiriyle çarpışan iki Türk devletinde bile biri, ötekinin daha büyük ve aslî devlet olduğunu tanımaktadır. Osmanlılardan İkinci Murad zamanında yazılan ?takvim? şeklindeki bir tarihte Müslüman olmayan Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü ve Hülegü?nün rahmetle anılması Türklerdeki tek devlet prensibinin ifadesidir. Çarpışanlar ?devletler? değil ?hanedanlar?dır.

Bu sebeple Selçuk hanedanının Anadolu?da hüküm süren kısmına Türkiye Selçukluları deyip onu ayrı ve bağımsız bir devlet saymak büyük yanlıştır. Anadolu Selçukluları, Başkent Merv, Rey veya Isfahan?dan idare olunan büyük imparatorluğun büyük bir eyaletidir. Devlet, hanedanın ortak malı olduğu için bu devletin bir bölümünün başındadırlar ve anadevletteki imparatoru metbu tanımışlardır.

İlhanlılar?ın Anadolu?ya hâkim olmaları da büyük devletteki bir hanedan değişikliği olayıdır. Karaman beğlerinin İlhanlılar?la çarpışması yabancı bir müstevliye karşı millî bir ayaklanma değil, Almanya tarihinde de örneklerini gördüğümüz bir küçük hükümdarın ihtiras ve nüfuz hareketidir. Aynı Karamanlılar, aynı şekildeki hareketleri Osmanlılar?a karşı da yapmışlar, Osmanlı ? Karaman vuruşması pek kanlı ve çirkin safhalar göstermiştir.

Osmanlılar Kırım?a, bir aralık Kazan?a da hâkim olmuşlar, fakat Türkistan?ı ele geçirememişlerdir. Bunun başlıca sebebi Azerbaycan ve İran?a hâkim olan Türklerin şiîliği kabul ederek Türk tarihine mezhep kavgasını sokmalarıdır. Safevîler?in şiîlik taassubu olmasaydı Türkistan?daki Özbek Hanlıkları da Osmanlı hakimiyetini kabullenecek ve birlik yalnız duygu alanında değil, idarede de gerçekleşerek devam edecekti.

Bugünkü Türkiye, Türk tarihinin varisi ve devam ettiricisidir. İlerdeki Türk Birliğini de yine Türkiye Cumhuriyeti kuracaktır.

Fakat bugünkü görünüşüyle, Türk?ün, tarihin bütün zamanları içinde görülmemiş bir takım manevî hastalıklarla illetli olduğu meydandadır. Türkler, tarihte pek korkunç kıtlıklar, kırgınlar ve felaketler görüp geçirdiler. Ölü insan ve hayvan kemiklerini un haline getirip yiyecek kadar acıklı anlar yaşadılar. Fakat millî ruh ayakta olduğu için bu korkunç felaketleri atlattılar.

Bugün ise dış tesirler ve içerden bulunan yardakçılarla millî ruh baltalanmıştır. İşin en acıklı tarafı, hükümet başında bulunanların bu yıkıcılığa karşı kayıtsız davranmaları, tehlikeyi görememeleridir. Eskiden ana prensip ?büyümek ve başka milletlere hâkim olmak?tı. Şimdiki prensip ?yabancıları güçlendirmemek, içerde gürültü çıkarmamak, her şeyi örtbas etmek? olmuştur.

İnsanî düşünceler ne kadar ilerlerse ilerlesin, dünya, milletlerin savaş alanı olmakta devam edecektir. Bu bir sosyal kanundur. Edebiyat ve felsefeyle bu kanun değişmez. Bütün dünyada, insaniyetten bahseden milletlerin veya partilerin, kuvvet kazandıkları zaman kendi prensiplerine nasıl sırt çevirdiklerini görüyoruz. Rusya, Amerika?nın Vietnam?da asker bulundurmasını ?tecavüz? diye ilan ederken Çekoslovakya?yı istiladan asla utanç duymuyor. Birçok başka devletin tutumu da aynıdır.

Bizim konumuz Türkiye olduğu için, dışardan fazla örnek vermeden kendi devletimizden bahse başlayacağız:

Bugün, uzun Türk tarihinde ilk defa olarak, devlet başkanlığı etmiş bir adamın, devleti yıkmak ve yabancılara bağlamak isteyen vatan hainlerini idamdan kurtarmak teşebbüsünde bulunduğunu görüyoruz. Bu bir tek örnek bile çok mühim bir hastalığın ârâzıdır. Bu çirkin davranış anayasaya dayanılarak yapılmaktadır. Bu da anayasanın eksik yönlerinin bulunduğunu gösterir.

Bu memleketin bir senatörü bazmorfin kaçakçılığından Fransa?da tutuklanmıştır. Bu memleketin bir kültür bakanı, komünizmin son kurtuluş çaresi olduğunu söyleyen birisiyle, doğuda Ermenilere toprak vermek isteyen başka birisine kültür ödülü vermiştir.

Bu memlekette insanları bir açgözlülük bürümüştür. Çabuk ve kolay kazanç için kaçakçılık, hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet bol bol yapılmaktadır.

Yoksul veya ortahalli bir hayata razı olmayan birçok genç kız evinden kaçarak fuhuş yuvalarına düşmektedir.

Gazeteler, evlerinden kaçan genç kız ve oğlanların babaları, anaları tarafından çağırıldığını gösteren ilanlarla doludur.

Disiplin ve kanunlara, nizamlara saygı kalmamıştır.

Bu memleket geri zekalılarla, delilerle, ruh hastalarıyla doludur.

Ne belediye nizamları, ne devlet kanunları yürümektedir.

Bu saydıklarım, çöküntünün manevî yönleridir. Bir de maddî ve tabiata ait olanları var: Toprak kayması yüzünden, milyonlarca tonla ifade edilen toprak her yıl denizlere dökülmektedir. Ormanlar tarla açmak için kasden yakılarak memleket çölleştirilmektedir. 1960?ta uçakla İstanbul?dan Ankara?ya yaptığım bir yolculukta ormansız, yeşilliksiz bir çöl seyrettim. 1931?de çam ormanlarıyla kaplı gördüğüm Bolu dağları çevresini 1960?ta otobüsle yaptığım İstanbul?a dönüş yolculuğumda bomboş buldum.

Büyük şehirler, hele ?dünya incisi? denen İstanbul milyarlarca liralık şeddâdî binalarla tahrip edilmektedir. İstanbul?a ?iri bir köy? diyorlar. Köy bile değil de sokakları, yapıları ile güneşsiz, ağaçsız bir manastırhane...

Haydarpaşa ile Pendik arası tek bir şehir haline gelmiştir. Bu iki istasyon arasında trenle bir banliyö yolculuğu yapanlar, demiryolu boyunca 3 metre aralıkla yapılmış 4?5 katlı koca apartmanlar göreceklerdir. Halbuki belediye nizamlarına göre banliyöde bunun 6 metre olması lazımdır. Bunca inşaat suçunu belediye mühendisleri neden müfettiş göndererek sorumluları araştırmamıştır? Burada her suç, yapanın yanına kar mı kalacaktır? Bu suçlar neden işlenmektedir?

Dertler ve suçlar saymakla tükenmez. Bunları saymaktansa çarelerini, yeniden kurulması gereken Türkiye?nin hangi temellere dayanması gerektiğini sıralayalım:

Türk milletinin yaşaması isteniyorsa önce ele alınacak konu onun sağlığını sağlamaktır.

Sağlık konusu yalnız iyi beslenme, güneşten faydalanma, beden hareketi yapma meselesi değildir. Sağlık konusu aynı zamanda bir de irsiyet meselesidir. Birçok fertleri irsî akıl ve ruh hastalıkları ile illetli olan millete sağlam millet denemez. Biz bugün bu durumdayız. Geçen yıllarda 400.000 geri zekalı çocuktan bahsolundu. Akıl ve ruh hastalığını çocuğuna geçirecek olan fertleri kısırlaştırmak, bugün ?aile planlaması? denen ve Türkiye?nin hızla büyük nüfuslu ülke haline gelmesini önleyen tedbirden daha önce ele alınmalıdır. Türlü kanser ve cinnetlere sebep olan fabrika ve kalorifer dumanları, egzoz gazları, tütün, ağır alkollü içkiler gibi ırkı tahrip edici faktörlerin mutlaka önüne geçilmelidir. Bunlardan bir kısmının çaresi bulunmuştur. Pahalıdır diye ihmal etmek asla doğru değildir.

Sağlam yapılı bir millet iyi bir hammaddedir. İşlenmesi için okutulması, eğitilmesi lazımdır. Bu sıralarda moda olan ?reform? kelimesinin eğitime neler getireceğini bilmiyorsak da çarşambanın gidişinden perşembenin gelişi belli olduğu için pek ümitli değiliz. Sınıf geçme yerine ders geçme, 10 numara yerine 4 numara veya puan ile reform olmaz. Hele okuyup yazma oranı 1970 sayımına göre %55 iken ilköğretimi 8 yıla çıkarmak fanteziden başka bir şey değildir. Öğretmenler arasında azımsanmayacak kadar bir kalabalıkla sızmış bulunan komünistleri topyekûn ayıklamadan ise hiçbir şey yapılamaz.

?Ezberciliği kaldırmak? tekerlemesi çok tehlikeli bir şeydir. Ezbercilik kalkınca İstiklal Marşı, kerrat cetveli, tarih yılları ve yabancı dil nasıl öğrenilir? ?Ezberciliği kaldırmak? değil, ?anlamadan ezberleme?yi kaldırmak, cidden lüzumsuz ders ve bahisleri kaldırmak lazımdır. İlkokuldan sonra derhal ihtisas bölümlerine ayrılmak, fakat temel ders olarak millî kültür (yani Türk Dili ve Grameri, Türk Tarihi, Türkelleri Coğrafyası ve Yurttaşlık Bilgisi) ile çocuğun kabiliyetine göre seçeceği ve seçilecek dersleri okutmak şarttır.

Milletin devlet kurması için toprağa, yani vatana ihtiyacı vardır. Elde sağlam ve vuruşçu bir millet olursa bu vatan her zaman bulunur.

Türkiye toprağının depremle batacağına dair bir emare olmadığı için bu yönden bir korku yoktur. Fakat toprağın denize akması ve ormanların yok olması sonucu memleketin çölleşmesi gibi ciddî bir tehlike vardır.

Irk sağlığından sonra Türkiye?nin en mühim meselesi, yer altı servetlerini işletmeden önce yer üstünü yaşanır duruma getirmek, ormanlarla yağmur sağlayarak tarım verimini arttırmak, ondan sonra yer altı servetlerine el atmaktır.

Türkiye?de 4?5 evliler de sayılmak şartıyla 60.000, bunlar sayılmamak şartıyla 40.000 köy var. İstanbul?dan Ankara?ya trenle giderken hattın iki yanındaki köylere bakınız. Bazılarında ?bir tek? ağaç vardır. Çoğunda da üç beşten fazla yoktur. Yani görünüş tamamen bozkır ve çöl manzarasıdır. Evliya Çelebi?nin bahsettiği mamur köylere hat boyunda rastlanmaz.

Çağımız, köylerin yavaş yavaş tasfiye olunduğu, milletlerin şehirlere yerleştiği çağdır. Bu ?köy?ler de bizimkiler gibi 50 evli, 100 evli köyler değil, en aşağı 500 evli köylerdir.

40.000 köyü büyük köyler halinde birleştirmek nazarî olarak güzel bir düşünce ise de uygulanması çok güçtür. Fakat mutlaka yapılması gerekli bir işlemdir. Bu büyük iş, Planlama Dairesi?nin başaracağı iş değildir.

Deprem kuşağı üstünde bulunan Türkiye?nin tehlikesizi yerlerinin seçilmesi, aynı zamanda akarsulara veya göllere yakın yerlerde bulunması, millî savunma bakımından Genelkurmay?ın fikrinin alınması lazımdır.

Köyleri büyütürken şehirlerin küçülmesine de o kadar ehemmiyet vermek icap eder. Eski Başbakan Süleyman Demirel, İstanbul?la İzmit arasında beş on yıl sonra tek bir şehir vücuda geleceğini müjde gibi haber vermişti. Halbuki bu bir felaket haberiydi.

Büyük şehirler sağlık, ahlak, asayiş, savunma bakımından büyük sakıncalar taşır. Büyük şehirlere lüzum yoktur. Bir milletin ileri ve güçlü olması büyük şehirleriyle ölçülmez. Toprağı az milletler için bu bir zaruret olsa bile Türkiye gibi geniş bir ülke için fantezi ve hatadır.

Anadolu?nun iyi bir etüdünden sonra yeni kültür ve endüstri şehirlerinin kurulması, büyük şehirleri hızla daha fazla büyütmemek için, elli yıl önce İsveç?in yaptığı gibi fabrikaları seçilecek köylerde kurmak, bugün çok az nüfuslu, fakat verimli olan Muş Ovası?na Batı Anadolu?nun sıkışık yerlerinden tarımcı nüfus göçürmek en isabetli tedbirlerdir.

Türkiye?nin yeniden kurulmasındaki en mühim amillerden biri de kanunlardır. Bilindiği üzere kanunlar örf, ırkî temayül ve ihtiyaçtan doğar. Bizim belli başlı kanunlarımız ise hep tercümedir. Anayasayı yapan hukuk profesörlerinin bir de Türk anayasası olduğundan haberleri yoktur. Türk tarihinden haberleri yoktur ki o tarihin doğurduğu yasaları bilsinler.

Başkanun olan anayasayı yalnız bir hukuk meselesi olarak düşünmek çok yanlıştır. Bundan dolayı anayasayı yalnız hukukçular değil, onlarla birlikte sosyologlar, psikologlar, tarihçiler ve psikiyatri uzmanları da beraber hazırlamalıdır. Bugünkü durum kanunlara saygıyı ortadan kaldırmıştır. Herkes kanunları yanlış görüp kendince düzeltmeye kalkınca da, tabii, millî düzen bozulmaktadır.

1962 anayasasının hazırlanmasında çok garip bir zihniyet hâkim olmuş, otorite sağlayıp diktatörlük yapmasın diye bir kimsenin iki defa üst üste devlet başkanı olması yasaklanmıştır. O takdirde başbakanların da yalnız bir meclis devresi için makamda kalması gerekmez miydi? Diktatörlük zamanla elde ediliyorsa bir partinin üst üste dört defa iktidara gelmesi de aynı sonucu doğurmaz mıydı?

Bütün Türk tarihi boyunca Türk devlet başkanları otoriter olmuşlardır. Otoriter olmayan bir devlet başkanının düşünülmesi bile abestir. Kanunlarla sınırlandırıldıktan sonra, yüksek yetki sahibi başkanların seçilmesinde zarar değil, yarar vardır. Bir de şu var ki şahsiyetler kuvvetli olunca, anayasa ne derse desin, kuvvetli şahsiyet diktatör olabilmektedir. Nitekim 1924 anayasasına göre de devlet başkanlarının yetkisi az olduğu halde Atatürk bir diktatördü.

Memleket, partiler yüzünden çıkmaza girdiği zaman meclisi dağıtıp yeni seçim yaptıran bir başkan, devletin kurtarıcısı olur. Milletin tuttuğu, sevdiği, faydalı bir başkan neden iki, hatta üç defa üst üste seçilmesin?

Senato ise lüzumsuz bir müessesedir. Anayasa Mahkemesi dururken Senatoya lüzum yoktur. İşleri uzatmaya ve devlete birçok masrafa mal olmaktadır. Anayasa Mahkemesi?nin biraz daha genişletilerek mühim kanunların kontrol ettirilmesi maksadı sağlar.

450 mebus çok fazladır. En küçük hakları bile yemeyen millî bakıyye usulü ile yapılacak seçim 200 mebuslu bir Mecliste kuvvetli partilerin tek başlarına hükûmet kurmalarını sağlar. Sağlayamazsa, yeni seçim yerine, Devlet Başkanına en kuvvetli partiyi iktidarda tutmak yetkisi verilmelidir. Milletlerin huzur ve istikrara ihtiyaçları vardır. Mebuslar nutuk düellosu yapacak diye devlet, hükûmetsiz bırakılamaz.

Zamanımız, ihtisasların çoğaldığı zamandır. Her devrede yeni yeni bakanlıkların kurulduğunu görüyoruz. Bu da bir mahsurdur. Bunun önüne geçmenin çaresi şudur: İçişleri, Dışişleri, Adalet, Sağlık, Eğitim, Maliye, İktisat, Ulaştırma Bakanlıkları gibi bakanlıklar temel bakanlıklar olup bunlar daima mevcut olacaktır. Memleketten bir Sağlık Bakanlığını kaldırmaya imkan yoktur. Fakat bunların dışında kalanlar ikinci sınıf bakanlıklar olup bunları kaldırmak da mümkündür. Nitekim Kültür Bakanlığı kaldırılmıştır. Spor Bakanlığı, Orman Bakanlığı gibi bazı bakanlıklara da zamanla ihtiyaç kalmayabilir. Böylece bu ikinci sınıf bakanlıklar için ayrı binalar yapmaya da lüzum kalmaz.

Milli Savunma Bakanlığı kaldırılmalı, onun bütün görevi Genelkurmaya devrolunmalıdır. Ordunun siyasetle ilgisi yoktur ama bu, particilik anlamındaki bir siyasettir. Ordunun Millî Siyasetle ilgisi vardır. Askerî bir kuruluşun başında askerlikten anlamayan bir sivilin bulunması doğru değildir. Genelkurmay Başkanları gerektiği zaman Kabine toplantılarında bulunmalıdır.

Birçok değerli subayın kadro ve yaş haddi diye emekliye ayrılmasının önüne geçmek için Türk ordusunun da üçlü teşkilat yerine ikili teşkilat kurularak rütbeler de buna göre ayarlanırsa askerliği seven subayların ordudan çıkarılması önlenmiş olur. Bu takdirde 40 yaşında bölük kumandanlarına rastlanacaktır. Ne çıkar? Eskiden de böyleydi ve hiçbir zararı görülmüyordu. Bugün 40 yaşında insan genç insandır.

Askerî liseyi bitirecekler için iki yıllık subay sınıf okulları kurulmalı, bu okulların en üstün başarılıları Harb Okuluna gönderilmelidir.

Ceza Kanunlarımızda ?kanun boşlukları? diye ad takılan bir takım zayıf noktalar vardır ki bunlardan faydalanan suçlular, suçlarını işlemekte yıllardır devam edip dururlar.

Suç işleyenlerin, düzeni bozanların iflâhı kesilmedikçe Türk toplumu dertli olmakta devam edecektir.

Kan davaları, ırza taarruzlar, para için adam öldürme, haraç alma, kabadayılıkla geçinme, hırsızlık, rüşvet, sahtekarlık gibi suçları işleyenlerin büyük bölümü profesyonel olarak yaşamaktadır.

Daha önce de yazdığımız gibi, İslâmiyetten önceki Türkler evli kadına taarruz edeni ve büyük hırsızlık yapanları idam ederlerdi. Bugün bu işler kolektif olarak yapılıyor. Yakalananlar suçu birbirine atıyor. Çaresiz kalan hâkim, birine ağırca bir ceza verdikten sonra ötekilerini, delil kifayetsizliğinden ya beraat ettiriyor ya da iki yılla işin içinden çıkıyor. Sık sık gördüğümüz, üç beş yaşındaki çocuklara tecavüz edenlerin yaşatılması insaniyet midir? Şunu asla unutmamalı ki, ahlaksızlar ve hainler sertlik karşısında sinerler.

Hapishanelere yıllardır silah ve esrar sokulması hükûmet adamlarının gözünü açamamıştır. Hapishaneler, ceza görenlerin yaptıklarına pişman edileceği yerler olmalıdır. Bu da tecritle ve yalnız bırakılmakla olur. Küfürle ve dayakla değil. Şunu da unutmamalı: hapishane yalnız bir ıslah evi değildir. Aynı zamanda toplumun, kendisine zarar verenden öç aldığı yerdir.

İnsaniyet duygusu bütün dünyada bir cıvıklık halini almıştır. Bu insaniyetçilere göre suç işleyen zavallıyı o hale getiren ?neden!?leri arayıp bulmalıdır. İnsanlar o ?neden?leri aramakla uğraşırken insanlar mahvolup hayvan derekesine inecekmiş, kimin umurunda?

12 Mart muhtırası ve bugünkü durum iyi bir fırsattır. Türkiye?nin yeniden kurulması ve kurulurken millî geleneklerin, aklın, şuurun, bilimin hâkim olması için şimdiden kurulacak komisyonlar işe başlamalı, aceleleri olmadığı için konuyu ciddiyetle ele alarak üstün bir devlet kurmak için gerekli ne varsa hazırlamalıdır.

Tabiî, söylemeye de lüzum yok: Bu yeni devletin adı yarısı Türkçe, yarısı Arapça mı, İtalyanca mı olduğu belli olmayan ?Türkiye? değil, bütünüyle Türkçe ?Türkeli? olacaktır.
 işte bizim kuracağımız devletin olacağı şekil budur başka şekil yok
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
TÜRK DOĞDUK TÜRK ÖLÜRÜZ

KARTALBALKAN

  • Ziyaretçi
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #3 : 07 Mart 2006 »
BENDE PARTİ KURMA YANLISIYIM BİRBİRİMİZLE İRTİBATA GEÇELİM YÜZYÜZE KONUŞUP TÜZÜK BELİRLEYELİM.FAKAT PARTİ ÜYELİĞİ İÇİN DNA TESTİ YAPTIRMAK ŞART OLSUN.ARAMIZA TÜRKÜMSÜLER KARIŞMASIN.

TanriKutMete

  • Ziyaretçi
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #4 : 25 Mart 2006 »
Değerli Bozkurtlar,

Günümüz Türkiye'sinde kurulacak veya kurulmaya teşebbüş edilecek "Türkçü" bir partinin varabileceği son nokta takiyye olur !

Partiler kanunlarına göre zaten 2 dönemde meclise giremeyen parti kapatılır. Varacağım sonuç şudur, il, ilçe, köy köy teşkilatlanılmadan, tebaalar oluşturulmadan, kitlelerin karşına her çıkış adeta güce biad etmek için verilecek tavizleri ve davadan sapmayı doğuracaktır. Bunun en güzel örneği "MHP" dir. Geçmişte TCKMP iken %2.2 oy oranıyla ( ki seçmen kesimi iç anadolu ve doğu anadolu taşrasıydı. ) ve sonraki adı MHP ile yapabildiği en fazla bir dönem Türkçülük Toplumculuktur.

Öncelikle hitap edeceğimiz kitleyi çok iyi incelememiz gerekir. Bizim Anadolu Türklüğünün taşra kesimlerinde "din" olgusu her zaman ön plana çıkar. Tarih boyunca asla "dinci" olmamıştırlar ama dini vurguları duymayı da çok severler... Düşünün ki, parti çalışmaları için bir ilçeye gittiğimizde, yapacağınız konuşmaları duyan kitle direk sizi dinsizlikle ya da komünistlikle suçlayacaktır! Tıpkı geçmişte MHP'nin toplumculuk ilkesini çok vurgulaması ve böylesine bir suçla itham edilmesi ve de sonuçta dini söylemlerin ağırlık kazanmaya başlaması gibi. Sonuç bugün akp ile aynı çizgide yarışan "Türkiye" liler yığınları !!!

Hülasa, toplum psikojisidir; güce biad edilir. Siz eğer dört yanda teşkilatlanmış ve güçlü oluşumlar olarak milletin huzuruna çıkarsanız, o zaman sizden olmayan bile size uymak için takiyye yapar. Bugün takiyye yapan, yarın da inanmaya başlar...

Bu açıklamadan sonra, fikrimi soracak olursanız; gücümüzü ve kendimizi görmeden , bilmeden , iyice tahlil yapmadan atılacak bir siyasi adım, sadece ve sadece felaket doğurur. Çünkü bugünden yaşanacak bir hezimet, yarınki nesillerin omuzlarına kat ve kat külfet olarak binecektir ki, istikbâlini düşünmeden adam atanlar, tarihin ve milletin nazarında kara bir leke olarak anılmaya mahkumdur!

Gelin önce bir elimizdeki, eteğimizdeki taşları ortaya dökelim, ona göre de yollarımızı çizelim. Körü körüne bir milletin geleceği ile kumar oynamaya kimsenin hakkı yoktur!

Saygılarımla,

Çevrimdışı ALP-ER-TUNGA

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 237
  • BU YOL KUTLUDUR;GİDER TANRIDAĞ'INA!
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #5 : 25 Mart 2006 »
TÜRKÇÜ PARTİ ER VEYA GEÇ KURULACAKTIR!
VE KURULMASIDA GEREKLİDİR!

ÜZE TENGRİ BASMASAR,ASRA YİR TELİNMESER,TÜRK BUDUN,İLİGİN,TÜRÜGÜN KEM ARTADI...

Çevrimdışı gazi27

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 1
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #6 : 25 Mart 2006 »
TÜRKÇÜ BİR PARTİNİN KURULMASI ŞART TÜRK HALKINA BUNU ÇOK İYİ ANLATMAK GEREK YOKSA HAREKET BAŞARILI OLAMAZ İLK OLARAK BU DÜŞÜNCEYİ ÇEVREMİZLE PAYLAŞIP KABUL ETTİRMEMİZ GEREK

kurter

  • Ziyaretçi
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #7 : 25 Mart 2006 »
Benim fikrim şudur : bize önce gerçek müslüman parti lazımdır Türkçü parti kuracak olanın  önce gerçek müslüman olması sonra TÜRK olması gerekir.     ÖNCE ALLAH SONRA VATAN!!!  Türk' ün gücü , önce  imanından sonra kanındaki asil kandan gelir.

TanriKutMete

  • Ziyaretçi
TÜRKÇÜ BİR PARTİ KURMAK SADECE TÜRK OLANLARLA
« Yanıtla #8 : 25 Mart 2006 »
İşte buyrun !

Demedim mi size, önce sağlam bir alt yapı ve teşkilat oluşturmadan girilecek siyasetde, işi sulandırırlar diye. Buyrun bir tanesi zıplamış anında.

Kurter, sanırım avrupada yada abd dolaylarında yaşıyorsun ki, özellikle dini sıfat taşıyan bir parti istiyorsun ! Onca parti var bunların hepsi gavur partisi mi??? Yada burada sana veya senin gibi düşünenlere birileri bunlar dinsiz mi dedi ki, hemen tebliğ'e soyunuyorsun? Yoksa müslüman mahallesinde salyangoz satmaya mı niyetlendin ?

Ayrıca sanane insanların dininden, mezhebinden... Eyvallah, şu sözüne katılıyorum, Türk'ün gücü Tanrı'ya olan imanından gelir de... Yani ettiğin laflar o kadar yersiz ki, neresinden tutsan elinde kalıyor. Hepsini geçtim, böyle bir zihniyete kalkıp cevap vermek bile abestle iştigaldir sadece.

Sonuç olarak 3 dakikamı abuk subuk bir şeye cevap vermekle geçirdim.

Değerli Arkadaşlarım, elbetteki Türk'e, Türklüğe, Türk Töresi'ne ve de Büyük Türk Dünyası'na hitap edecek bir parti kurulacaktır... Elbet bugün, elbet yarın... Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Lakin özellikle vurguladığım nokta bugün için çok erken, yarın ise çok geç ! Fakat mutlak ve muhakkak sağlam bir teşkilat ve alt yapı !

Saygılarımla,

TTK

Ben ve Milletim Tanrı'nın kırbacıyız.
Tanrı yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi gönderir.

ATTİLA

Not: İmzam Kunter'e en güzel cevabımdır.

Çevrimdışı osmanbeniz

  • Yeni Üye
  • *
  • İleti: 2
konu partiden de öte bence
« Yanıtla #9 : 26 Mart 2006 »
Kardeşlerim!

Lafı fazla süsleyip uzatmayacağım. Parti fikri güzel ve değerli.Ancak iki hususu tartışmaya açmak isterim.

             -Partiler mezarlığına dönüşmüş siyaset sahnesine bir taş atmanın gereği ve yararı var mı? Yoksa partileşmekteki maksadı, partiler üstü birleşme(sakın yanlış anlaşılmasın mevcud partiler şu an Türklüğe ihanet halindedir. Bu nedenle partilerin birleşmesi derken parti siyaseti değil kastım) ve yeni ifade ile baskı unsuru olabilen sivil toplum örgütü oluşturarak da elde edebilir miyiz? Unutulmamalı ki memleketimizde idare sadece partilerin elinde olmadığı gibi ırka dayalı açık ifadeli parti kurmak kanunlarla yasaktır.
             - Ancak kendi ırkını sevenleri bir çatıda toplamak ve bunu parti adı altında yapmamak daha gerçekçi ciddi ve akılcı olur kanaatindeyim.
Eğer dernekleşir ve işin içine politikanın pisliklerini bulaştırmaz isek Türklüğe hizmetimiz dokunur.
     Bu yazdıklarımı geçektenciddiyealarakdeğerlendirelim.Memleketimizin ve ırkımızın buna acil ihtiyacı var.Ancak gerçekçi ve sağlıklı teşkilatlanmalara ve siyasete ihtiyacı var.Yoksa sokak politika yapan itten geçilmiyor.

     TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN