SONUÇ
Özet olarak misyonerlik, sadece dinsel bir faaliyet değil kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları olan bir emperyalizmdir.
Misyonerliğin kültürel boyutu, ulusal dilin ve dolayısıyla kültürlerin eğitim öğretim yaşamından çıkarılarak yerine küresel dil safsatası ile yabancı dilin konulmasıdır. Nitekim ülkemizde devlet kendi eliyle Türkçe yerine İngilizce eğitim yapan(Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ifadesi ile misyoner okullarını) Anadolu liselerini açmıştır. Öte yandan İngilizce eğitim yapan Ortadoğu, Boğaziçi üniversitesi yanında bir çok üniversitelerde İngilizce Tıp, İngilizce iktisat gibi bölüm ve fakülteler açmıştır. Özel üniversitelerin çoğu zaten İngilizce eğitim yapmaktadır. Bu gidişle Türkçe bilim dili olmaktan çıkacak ve yerini İngilizce alacaktır. Bu gidişe mutlaka dur demek gerekmektedir.
Misyonerliğin siyasal boyutu: Ulus devletlerin ortadan kaldırılarak küresel dünya imparatorluğunun kurulmasıdır. Nitekim çok uluslu şirketler, İstanbul başkent olmak üzere bir dünya devleti kurma projesi üzerinde çalışmaktadırlar.
ATO’nun Rapora göre misyonerlikle ilgili İstanbul’da 126 kilise, 4 dergi, 1 kafe, 36 dernek, 7 gazete, 12 Internet sitesi, 1 müze, 1 otel, 6 radyo, 6 şirket, 44 vakıf ve 2 yayınevi bulunuyor. İzmir’de ise misyoner faaliyetleri ile ilgili olarak toplam 8 cemaat veya topluluk bulunmaktadır.
Yine aynı rapora göre Türkiye’de Hıristiyan cemaati sayısının 50-55 bin olarak tahmin edilmekte 3000 den fazla kilise çok sayıda kitabevi ı kütüphane, 6 dergi, onlarca vakıf. Yayınevleri, 5 radyo, çok sayıda manastır, 2 kafe, 1 acenta ı mahfil, 7 şirket 1otel, 1 tercüme bürosu 7 gazete 1 tarihi eser, 2 müze 4 harebe 1 kale onlarca dernek bulunduğu kaydedildi. Bu çalışmaların sonucu olarak, Batıkent Protestan Kilisesi’nde 37 öğrenci Hıristiyan yapıldı. Bundan başka Gazi Üniversitesi’nde 138 kişi, Hacettepe Üniversitesi’nden 6 kişi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 245 kişi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden 97 kişi din değiştirerek Hıristiyan olmuşlardır.
https://www.hunturk.net/h310-dinlerarasi-diyalog.html Devam...
Yazar Arslan Bulut, 25.10.2005 tarihinde Yeniçağ Gazetesinde özet olarak bu konuda şunları yazar:“1997 yılında Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve askeri bağımsızlığının zayıflatıldığını görerek Türk aydınlarına farklılıkları bir kenara bırakarak Atilla İlhan’la “Devrimci-Türkçü” diyalogunu başlattık. Bu hareketi kontrol altına almak isteyen iç ve dış güçler oldu. Hareketin bir merkezi olmadığı için kimi kontrol edeceğini bilemediler ve başarısız oldular. Bunu, sonunda Fethullah Gülen’e ihale ettiler. Fethullah Gülen ABD’den bu konuda şunları söyledi: “Ölseler bile bir araya gelemeyecek olanlar “ulusal cephe adı altında yapay bir dalga oluşturdular. Bu kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga, ama bunlar aşılacaktır.” Ulusal dalgaya karşı çıkanlar, neredeyse dünyanın bütün papazları, hahamları, patrik ve zangoçları ile İstanbul, Vatikan ve ABD’de dinlerarası diyalogu kuran Fethullah Gülendir. Fethullah Gülen Roma’da papa tarafından kabul edildiğinde “Dinlerarası diyalog için papa misyonunun bir parçası olarak burada bulunuyorum” dedi.
Devam..Editör Notu : İlk Yayım: Aralık 2007
Türkiye’de bazı dinsel gruplar ve hatta Türkiye’deki bazı İlahiyat Fakülteleri öğretim üyeleri de diyalog içinde yer almaktadırlar. Türkiye’de diyalogculuğun öncüsü, Fethullah Hoca diye anılan Fethullah Gülendir.Gülen Cemaatı, Abant Toplantılarını düzenlemektedirler. Bunu kimlerle ve nasıl yaptıklarını biraz sonra göreceğiz.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Suat Yıldırım, Kur’anı açıklamak için İncil’i referans gösteren bir kitap yazmıştır. Adı geçen öğretim üyesi yazılarını Gülen cemaatının yayın organı olan Zaman Gazetesinde yazmaktadır. Bir defa Kur’anın açıklanması için İncil’e ihtiyaç olmadığını, Müslümanlık hakkında biracık bilgiye sahip ve inancı bütün olan buluğ çağına ermiş her Türk çocuğu bunu bilir ve kabul ederken bu İlahiyat hocası acaba ne yapmak istemektedir?
Amerikan misyonerlerinin 1880 tarihli raporlarında “misyoner faaliyetleri için Türkiye, Asya’nın anahtarıdır” denilmektedir(Küçük, 1996).
Öte yandan ABD’li askeri stratejist Barry Rubin, İslam’ın yükselen sesinin komünizme karşı yürütülecek strateji için kullanmanın yolları araştırmalıdır, demiştir(Başkaya, 1991). Soğuk savaş döneminde ABD’nin stratejisi yeşil kuşak projesi olmuştur. Bu proje gereğince ABD Türkiye’de İmam-Hatip liselerinin kasabalara kadar yayılmasını sağlamıştır. 1990’lardan sonra Sovyet blokunun çökmesinden sonra artık bu okullara ihtiyaç kalmadığı için ve hatta Batı kendisine yeni bir düşman arayıp da bunu İslam olarak tayin ettikten sonra 1998 yılında İmam-Hatip Liselerini sayıları bıçakla keser gibi azaltılmıştır. Bunun kanıtı, 1994 yılında yapılan NATO toplantısında dönemin İngiliz Başbakanı Teacher’ın, “Sovyetler çöktü, bize bir düşman lazım, bundan sonraki düşmanımız İslam’dır”, demesidir. Türk delegesinin itirazı üzerine de “Bizim düşmanımız kökten dinci Müslümanlardır” diye tevil etmek istemiş fakat inandırıcı olamamıştır. Ayrıca ABD Başkanı Bush, ABD’nin Irak’ı işgal edeceği günlerde yaptığı bir konuşma sırasında “Haçlı seferleri başlamıştır” demiştir. ABD’de yaşayan İslam topluluklarının tepkisini çekmemek için bundan sonra katıldığı bazı toplantılara Müslüman imamları da götürmeye başlamıştır.
Katolik Kilisesi Ortaçağlarda çok sayıda haçlı seferi düzenlediği gibi Müslümanlığın önderi olarak kabul ettiği Türkleri yok etmek için Türk vergisi de toplamaya başlamıştır. Tuz vergisi diye anılan bu vergi, ekmek ve tuz gibi zorunlu ihtiyaçları gidermek için alış veriş yapıldığında bile alınmıştır. Bu da Batılılardaki Türk düşmanlığının korkunçluğunun boyutlarını bize anlatmaktadır.
1962-1965 yılları arasında yapılan II. Vatikan Konsilinin kararları arasında diyalog yer alıyor. II. Vatikan Konsilinin kararında şöyle deniliyor: “ Kilise, misyonerlerini göndermeye devam edecektir. Yeryüzünde her taraf Hıristiyan olmadıkça bu görev sona ermeyecektir" (Küçük, 1996)
Trabzon’da 20-28 Eylül 1997 tarihleri arasında Fener Rum Patrikhanesi tarafından “Din-Bilim ve Çevre” konulu sempozyum düzenlenmiştir. Sempozyum komitesinin dağıttığı haritalarda Karadeniz Pontus Gölü olarak gösterilmekte, başta Doğu Karadeniz olmak üzere Karadeniz’deki yerleşim birimlerinin isimleri Rumca yazılmış ve Trabzon ise Trapezus olarak adlandırılmıştır (Baş, 2000).
Trabzon’a gelen Yunan gemisinin adı Venizelos olup içinde yüzlerce papaz ve yerli işadamımızla birlikte Fener Rum Patriği Barthelemeos bulunmaktadır. Karadeniz sahilini tamamen Yunanistan toprağı olarak gösteren haritayı bizzat Patrik kendi elleri ile dağıtmıştır(Baş, 2000).
Yabancı Okulların Misyonerlikle İlişkisi
Osmanlı Devletinde Tanzimat döneminde 108’i Abdülhamit döneminde olmak üzere 392 yabancı okul açılmış ve bunlar yabancı dilde eğitim yapmışlardır(Akyüz, 1997).
1914’te Osmanlı Devletinde 600’den fazla Fransız, 500 ABD ve İngiliz okulu, 200 İtalyan, 60 Rus, 25 Alman okulu vardı. Fransızların dinsel ve laik okulları bütün Anadolu’yu sarmış durumdaydı. O dönemde Müslüman ailelerin çocukları bu misyoner okullarından yetişti. Bunlar arasında Hıristiyanlığa dönenler oldu. Halk İzmir’e “Gavur İzmir” demeye başladı(Altındal,1994). Çünkü Osmanlıların son döneminde bugün olduğu gibi yabancılara bina ve toprak satışı serbest olduğu için İzmir’de Hıristiyan sayısı Müslüman sayısını geçmişti.
1. İngilizlerin Misyonerlik Faaliyetleri
1806 yılında Osmanlı Devleti’ne gelen İngiliz elçisi Stranford Cannig II. Mahmud’a ve Tanzimat ileri gelenlerine Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını önleyecek telkinlerde bulunarak düşüncelerini 4 madde halinde toplamıştır(Atay, 1971):
1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılaşması için İslamiyet’ten ayrılması gerekir.
2. Türkler yenilik yapacak kabiliyette olmadığı için Orta Asya’ya dönmeye mahkumdurlar.
3. Türkiye’nin tek çıkar yolu, Hıristiyanlık anlamında medenileşmesidir.
4. Osmanlı İmparatorluğu için baş muzır İslam dinidir. Bu, Türklerin boşa giden enerjisi üzerinde yatan gerçek bir canavardır.
Son günlerde Batı ülkelerindeki bazı basın organlarının Hz. Muhammed’i terörist olarak göstermeleri, Batı’nın yukarıdaki düşüncelerinden en ufak da olsa uzaklaşmadığını göstermektedir.
1071 yılında Alpaslan’ın Anadolu’nun kapılarını açması ve İznik başkent olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasını Batı hazmedememiş ve 1096-1270 yılları arasında 8 defa haçlı seferi düzenlemişlerdir. Artık Avrupa ile ilişkilerde Hıristiyanlık Batı’nın kendisini savunma ideoloji haline gelmiştir. Ayrıca İstanbul’un fethedilmesi ve Bizans’ın yıkılması Batı’da büyük yankılar uyandırmış ve böylece Türk düşmanlığı bütün Avrupa’ya yayılmıştır(Timur, 1994).
Prof. Bozkurt Güvenç’(1994)e göre Batı’da Müslüman ile Türk, Türk ile İslam eşanlamlı kabul edilir ve Hz. Muhammed’i “Türk” olarak bilinir. Aynı şekilde Bernad Lewis de Modern Türkiye’nin Doğuşu adlı kitabında Batı’da, Türk ile Müslüman’ın özdeş kabul edildiğini, yazar.
Misyonerlik Haçlılarla başlayan Türk Milletini Anadolu’dan çıkarma uğraşında, daha sonra kurtuluş savaşında işgalcilerin emrinde, bugünde batı için batı adına Hıristiyanlaştırma ve ajanlık faaliyetlerinde araç olarak kullanılmaktadır.
Misyonerlik batılı güçlerin bir devlet politikası, stratejilerinin bir parçası bugün az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kendilerine sadık topluluklar, milletler yaratma projesidir.
Misyonerlik tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürümüştür. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çok uluslu şirketlere kadar batının savaş aygıtları vardır.
Hıristiyanlaştırma topluma inanç özgürlüğü diye sunuluyor, oysa mesele özgürce dinsel tercihini yapma meselesi değildir. Dinini değiştiren sadakatini de değiştirip, bağlı olduğu topraktan, milletten, kültürden kopuyor; kökü dışarıda bir merkeze bağlanıyor.
Misyonerlik, temelde bir dinsel faaliyet olduğu için dinin toplumdaki fonksiyonları ve sosyolojik açıdan dinin bir sosyal gerçeklik olduğu üzerinde çok kısa durmak istiyorum.
Din, toplumu ayakta tutan aile, ahlak, hukuk, ekonomi, eğitim gibi sosyal kurumlardan birisidir. En ilkelinden en gelişmişine kadar bütün toplumlarda din kurumu bulunmaktadır. Dinin toplumda başlıca iki fonksiyonu vardır. Bunlardan birisi, toplumda birlik ve bütünlüğü sağlamak, ikincisi ise toplumsal kontrol görevi yapmaktır.
Misyon, Latince “missio” sözcüğünden gelip Türkçe’de görev anlamındadır. Hıristiyanlıkta baba(Tanrı) tarafından gönderilen oğul İsa’nın ve kutsal ruhun görevinden söz edilmektedir(Aydın, 1996).
En yaygın anlamıyla misyon, İncil’i Hıristiyan olmayanlara yaymaktır. Bu sebeple tarih boyunca kilise, rahipler ve Hıristiyan devletlerin hemen hepsi bu kutsal göreve kendilerini adamışlardır. Onun için misyoner bazen bir asker bazen bir doktor bazen bir öğretmen bazen de bir barış gönüllüsü olabilir(Aydın,1996).
Türkiye’de misyonerlik çalışmalarının amacı, önce Türk halkını kendi kültüründen ve inancından soğutmak sonra Hıristiyan yaparak sömürgeci Batılı güçlerin hizmetine sunmaktır(Aydın,2002). Kendi ulusunun inancını korumayan toplumlar, direnme gücünü kaybederek yok olmaya mahkumdur. Bunun acı örneği yine Türklerde görülmüştür. Avrupa’yı titreten Türk komutanı Atilla’nın torunları önce kültürlerini kaybetmiş daha sonra da Hıristiyanlaşarak Batı toplumları içinde eriyip gitmişlerdir. Ne acıdır ki Türkler, Çin’de Çinlileşmiş, İran’da Farslılaşmış, Arabistan’da Araplaşmış kısacası hangi toplum içine girerse orada benliğini kaybedip yok olup gitmişlerdir. Demek ki Türklerde kimliklerini koruyamama gibi bir zaaf söz konusudur.