Batı Avrupa Hunları
B. BATI (AVRUPA) HUNLARI
Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler
tarafından Moğol (K. Shiratory, Asya Hunlarını Moğol saydığı için), Türk-Moğol
karışımı (P. Pelliot, R. Grousset), Türk-Moğol-Mançu karıçımı (L. Cahun vb.),
Fin-Ugor (Klaproth, K. F. Neumann vb.) oldukları veya doğrudan doğruya îslav
menşeinden geldikleri (Venelin, îlovayski, Zabelin, înostrantsev), yahut Germen
soyuna mensup bulundukları (Müllen-hoff, A. Fick, R. Much, J. Hoops), veya
Kafkas kavimlerinden bir kol teçkil ettikleri (L.Jeliç, Gy. Meszaros) ileri
sürülen Batı Hunlannın Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki
araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır. Bu hususta birçok tarihî, coğrafî,
linguistique ve kültürel deliller gösterilmiştir: Coğrafyacı Strabon (ölm. 25)
Hunların Grek -Baktria krallığının doğusunda olduklarını söylerken, tarihçi
Plinius (ölm. 125) adı geçen krallığın Hunlar tarafından yıkıldığını kaydeder
ki, bu Hunlar'ı Çin kaynakları Hiung-nu olarak tanıtmıştır. Orosius (1. asrın
sonları) ve Ptolemaios (M.Ö. 160-170) haritalannda "Hun"ların oturduklan
bölgeler Çin kaynaklarında Hiung-nulann toprakları olarak belirtilmiştir. Batı
Hunlarının Asya Hunlarından geldikleri hakkında kuvvetli bir delil de Fr. Hirth
tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, 355-365 yıllarında Alan ülkesinin
(Hazar-Aral arası) istila edilmesi münasebeti ile Çin kaynakları (Wei-shu) bu
memleketin Hiung-nular tarafından zapt olunduğunu kaydederken, o devir Latin
yazan A. Marcellinus (4. asır sonu) fethin Hunlar tarafından yapıldığını
belirtmiştir. Aynı hadise üzerinde birbirini doğrulayan bir Uzak-doğu ve bir
Batı kaynağının tesbit ettiği Hiung-nu=Hun aynîliği, Çin'de, Hun başbuğu Liu
Yüan sülalesi (304-329) tarafından Lo-Yang'ın zaptında (311) esir düşen Sogdlu
tacirlerden bahseden, Çin Tabgaç hüküm-darı Kao-çung (452-465)'a yazılmış Sogd
dilinde bir metin ile de ayrıca teyidedilmektedir.
Geniş Hun imparatorluğu topraklannda başta Gotça olmak üzere çeşitli Germen
lehçeleri, îslav, îranî ve Fin-Ugor dilleri, Latince ve Grekçe konuçulmakta idi.
Kaynaklarımızda Hunlardan kalma dil yadigarlarından bir kısmının bu yabancı
dillere ait olması tabiî görülebileceği gibi, hatta Hun hükümdar ailesinden veya
yakın akrabalanndan bazılannın adlannın bilhassa Gotlarla çok sıkı münasebet
dolayısıyle Gotça'dan gelmiş olmasıda mümkündür. Fakat hükümdar sülalesinin
soyca Türk olduğunda ve Hun kütlesinin Türkçe konuşiuğunda şüphe yoktur .
Hükümdar ailesinde tesbit edilen adlar şöyledir: Karaton (kara don = siyah
renkte elbise. Veya Ka-ra-tun /güçlü soy/: , Muncuk (boncuk, aynı zamanda
"bayrak" manasında, Attila'nın babası), Attila, îlek, Dengizik (=dengiz =
deniz'den), îrnek (Attila'nın üç oğlu), Aybars, Oktar (Attila'nın amcaları),
Arıkan (Arıghan). Tanınmış kimseler: Basık, Kursık,Atakam, Eşkam. Topluluk:
Akatir, Şar (Sarı = ak) - Ogur. Ayrıca, kımız Hatta Dura-Europos (Fırat nehrinin
orta mecraında Suriye-Irak sınırına ya-kın yerde buluntu yeri)'da ele geçen M.
3. yüzyıl ortalarından kalma Parth ve Parsî dilindeki kitabede Güney
Kafkasya'daki Hunlann Erk Kapgan, Topçak, Tarkan-beg, Kubrat, Kurtak gibi Türkçe
adlar taşıdıkları ileri sürülmekte ve Batı Hun hükümdar ailesinin Asya
tanhularından indiklerini tespit bile mümkün görülmektedir.
Hunlar 4. asnn ortalarında Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374'de îtil
(Volga) kıyılarında göründüler. O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir
Germen kavmi olan Got'ların işgali altında idi. Don-Dinyeper nehirleri arasında
Doğu Got'ları (Ostrogot), onun batısında Batı Got'lan (Vizigot) bulunuyordu.
Daha batıda Transilvanya ve Galiçya'da Gepid'ler, bugünkü Macaristan'da Tisza
nehri havalisinde Vandal'lar vardı. Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede
îranlı ve îslav kütleler, daha başka küçük Germen topluluklan da yaşıyordu. Hun
başbuğu Balamır (veya Balamber)'ın idaresindeki büyük taarruz önce Doğu
Got'larına çarptı ve bu devleti yıktı (374), kral Ermanarikh intihar etti.
Yerine geçen Hunimund. Hunlar tarafından "tayin" edilmişti. "Hayret edilecek bir
hareket kabiliyeti ve geliş-miş bir süvari taktiği ile" devam eden Hun
taarruzu'^'nun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Got'larını da çökertti
ve kral Atanarikh, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375).
Böylece Hun askerî gücü-nün harekete geçirdiği ve çeşitli kavimlerin
birbirlerini yerlerinden atarak, topraklanndan çıkararak, Roma imparatorluğunun
kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta îspanya'ya kadar uzanmak suretiyle
Avrupa'nın ethnique çehresini değiştiren tarihî "Kavimler Göçü" başlamış oldu.
Anî ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görünen Hun akıncı
müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı
dünyasında korkunç akisler yaratmıç, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek
kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına
sebep olmuştur. Hunlar Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan teşkil
ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna'yı
geçtiler ve Romalılardan mukavemet görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlediler.
Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi.
Nitekim aynı tarihlerde bugünkü Macaristan ovalarına kadar akınlar
tertiplenmişti Hunlardan korkan, bugünkü Avusturya arazisindeki Markomanlarla
Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, îran asıllı Sarmatlar sınırları
("limes") aşıp Roma imparatorluğu'na giriyor, önce Transilvanya'da duraklamış
olan Batı Gotlan da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381). Diğer taraftan bir
kısım Germen menşeli kütlelerle îranlı Baştarnalar Pan-nonia (Batı
Macaristan)'dan Alplere doğru sarkarak îtalya'yı tehdide başlamışlardı.
Hunlar Roma İmparatoru Theodosios I'in ölüm yılı olan 395'te yeniden harekete
geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi: Hunlardan bir kısım Balkanlar'dan
Trakya'ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden
Anadolu'ya yöneltilmişti. Hun devletinin Don nehri havalisindeki "doğu kanadı"
tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun
idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî imparatorluğunu da telaşa düşüren
bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini
takiben Melitene (Malatya)'ye ve Kilikia (Çukurova)'ya ilerlemişler, bölgenin en
tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve An-takya'yı bir müddet kuçattıktan
sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sür)'u baskı altına almıçlar, oradan Kudüs'e
yönelmişlerdi. Çok sür'atli cereyan eden bu harekattan korkuya kapıldıkları için
Hunlara dair acaip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri
önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu'ya,
Kappadokia Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)'ya ulaştılar ve oradan
Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (395-396). Bu, Türkler'in
Anadolu'da, tarihîkayıtlarla sabit ilk görünüşleri olmalıdır. 398'de daha küçük
çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma'nın genç imparatoru Arkadius
hiçbir ciddî tedbir alamamıştı.
Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız kumandasında iyice
hissedildi. Balamır'ın oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attila'nın son
yıllarına kadar takip edilecek Hun dış siyasetinin esaslarını tesbit etmişti ki,
buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile
iyi münasebetler devam ettirilecekti. Çünkü Bizans'ın Hun nüfü-zuna alınması ilk
hedefi teşkil ediyor, buna karçılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek
huzursuzluk çıkaran "barbar" kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanları
olduklan için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız'ın
Tuna'da görünmesi ile Kavimler Göçü'nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding
Vandalları, Hunlardan kaçan Vizigotlar îtalya'da görünmüşlerdi. Alarikh'in
idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı kumandan Stilikho tarafından güçlükle
önlendi (Nisan 402). Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da, Hun
korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandal'ları, Sueb'leri, Kuad'ları,
Burgond'ları, Sakson'ları, Alaman'ları vb. kendi demir yumruğu altında
birleştirmiş olarak Roma üzerine atılan Radagais idi. îtalya'da müthiş tahribat
yapıyor, Roma'yı yeryüzünden kaldıracağmı ilan ediyordu. Stilikho'nun bile Pavia
savaçında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında
mahküm oldu. Büyük Feasu-lae (= Fiesole, Floransa'nın güneyinde) muharebesinde
bizzat Uldız'ın kumanda ettiği, Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu
tarafından mağlüp edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu
zaferi ile Uldız Roma'yı kurtarmış oldu.O aynı zamanda Hun kudretinden bir kere
daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine,
Galya'ya gitmeğe zorlamakla, Hunların batıya yönelik yolları üzerindeki
engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan
hazırlamıştı.
Sınırları Asya'da Aral gölünün doğusuna kadar uzandığı anlaşılan Hun
imparatorluğunun "batı kanadı" kralı (= elig, bk. aş. Kültür: Hükümdar) olduğu
tahmin edilen Uldız 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna'yı geçerek,
nehrin güneyinde bazı köprü başlarını tutmak suretiyle Bizans'a Hun tehdidinin
eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre (Sozomenos, Codex Theodosianos
vb.), kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumî valisi (magister
militum)'ne "Güneş'in battıgı yere kadar her yeri zaptedebilirim" diyerek meydan
okumuştu. Uldız'ın ölümü (410 sıraları)'nden sonra Hun imparatorluğunun başında
Karaton bulunuyordu. Bunun hakkında bildiğimiz sadece 412 yılında Bizans elçisi
Olympiodoros'un onun yanına gitmiş olduğudur138. Karaton daha çok doğu işleri
ile uğraşmış görünmektedir. 422'ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden o
kanattaki meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. 422 yılı
Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu sene-de Hun
hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) biri olan
Rııa, imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Attila'nın babası) erken
öldüğü için, diğer iki kardeş "kanat elig'leri" durumunda bulunuyorlardı.
Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana teşvik
etmek ve tabi kavimleri Hun'lardan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında
faaliyete geçirdiği casusluk şebekesini ve propagandacıları ileri sürerek
tertiplediği Balkan seferinde (422), mukavemet göstermeyen Bizans'ı yıllık
vergiye bağladı: 350 libre altın (25,200 solidus) İmparator Theodosios II.
(408-450)'nin, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma imparatoru ilan edilen
Valentinianus III. karçısında Roma'ya sa-hip olmak iddiası ile îtalya'ya ordu ve
donanma sevk etmesi Batı Roma'yı Hunlara daha çok yaklaştırdı. Roma Senatosu'nun
da küçük imparatorun yerine 1. "Notarius" (devlet baş müsteşarı) Johannes'i
seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade F. Aetius (Aesius),
yardım sağlamak için Rua'nın yanına geldi. Hun imparatoru 60 bin süvari başında
îtalya'ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp
tazminatı alındı. İleride Attila ile hesaplaşacak olan Aetius gençlik çağının
Roma tahtı içlerine karışmaktan doğan buhranlı anlannı Hun yardımı ile atlatmış,
"magister militum" iken "konsül"lüğe yükseldiği 432 yılında Afrika'da Vandal
kralı Geiserikh ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya
sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus'un annesi Placidia da Hun
kuvvetlerinin îtalya'ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu.
Bütün bunlar Rua'nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç
ve dış siyasetlerine yön verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlara tabi "barbar"
kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis konusu
değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile "Rua'dan barışı yılda
350 libre altınla satın almış olan Theodosios II" yine de, Hun idaresinde
yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o
zamana kadar mutad olan, Bizanslıların Hun imparatorluğundaki yabancılardan
ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında
ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest
dolaçamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua,
bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile
Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. Theodosios II.
süratle andlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik hey'etini Hun başkentine
göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan). Bizans kudretli bir
düşmandan kurtulduğu için seviniyor, piskopos Proculos, vaazlarında Tanrı'nın,
dindar împarator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir
tehlikeyi kaldırdığını söylüyordu Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik
hey'eti Rua'yı da gölgede bırakan bir başbuğ ile karşılaştı: Attila (Etil).
Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken
öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere
katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini
ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Memleketi büyük kardeşi
Bleda (sonraları Macarlar tarafından Buda diye amlmıştır) ile birlikte
devralmıçlardı. Fakat kaynaklarda açıklandığına göre, eğlenceden hoşlanan,
enerjisi kıt Buda, ikinci planda kalarak, devleti ciddî bir hükümdar vasfını
taşıyan kardeşine bırakmıçtı. Ordu ve dış ilişkilerin düzenlenmesi Attila'nın
elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadı elig'i) ve Oktar (batı ka-nadı elig'i),
Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Aralarında iddia edildiği gibi
bir rekabet bahis konusu olmadıktan başka, Bleda da "ikti-dar hırsı ile yanan"
Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila'nın yardımcısı sıfatı ile
11 yıl Hun imparatorluğunun idaresine katılan Bleda 445'te eceli ile ölmüştür.
434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile
Morava nehrinin birleştiği yerdeki Bizans Margos (bugünkü Dubravica) kalesinin
tam karşısında- Tuna'nın kuzey kıyısında- bulunan Konstantia surları önünde, at
üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri
konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, ta-leplerini,
barış şartlan olarak yazdırdı. Konstantia Barışı (veya Margos Barışı) diye
anılan bu andlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara
bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara
esir alınmış Bizans teb'ası dahil sığınma hakkı tanımayacak, Bizans elinde
bulunanlar iade edilecek (Grek asılh olanlar için fidye verilebilecek), ticarî
münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans'ın ödemeyi
taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına (700 libre altın veya 50, 400 solidus)
çıkanlacaktı.
Theodosios II'nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak,
Hunlara iade edilen kaçakları Attila, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya'da
Karsus (Bulgaristan'da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında
olduğu kadar Bizans'ta, Roma'da ve diğer kavimler arasın-da Attila adının dehşet
saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila,
imparatorluğun doğu bölgelerinde, at üzerinde, aylarca süren bir teftiş gezisi
yaparak, îtil (Volga) kıyılarındaki Şaragur (Ak-Ogur)'ların ayaklanma
teçebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının ağırlık merkezi Tuna etrafında, doğu
kanadının ağırlık merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu
tarihlerde Hun imparatorluğunda, kaynaklardan (Priskos, Jordanes, P. Diaconus,
J. Honorius vb.) takip edilebildiği kadar, başlıca şu topluluklar yer
almışlardı:
a. Germenler (doğudan batıya): Doğu Got, Gepid, Turciling, Sueb, Markoman, Kuad,
Herul, Rugi, Skir.
b. îslavlar (Orta ve Batı Rusya'da): Veneda, Ant, Sklaven.
c. îranlılar (Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, dağınık halde): Alan, Sarmat,
Baştarna, Neur, Roxolan.
d. Fin-Ugorlar (Ural'dan Baltık'a kadar): Çeremis, Mordvin, Merya, Veşi, Çud,
Est, Vidivari.
e. Türkler: împaratorluğun her tarafına yayılmış olarak Hunlar, Karadeniz kuzeyi
düzlüklerinde Volga'ya kadar Beş-ogur, Altı-ogur, On-ogur, Şaragur, Azak'ın
batısında Akatir . Volga'nın doğusunda Sabar ve başka Türk kütlelerdi.
Sayıları 45'e varan ve çeçitli dil ve soydan olan bu kavimler yalnız siyasî
yönden bir birlik teçkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri,
şefleri ve kralları vasıtası ile devlete bağlı bulunmakta idiler. Hun
imparatorluğu dahilinde sükünet vardı. 442 yılında, Hun devlet meclisi başkanı
ve başbakan olan Onegesios ile Attila'nın büyük oğlıı îlek idaresindeki Hun
orduları tarafından bastırılan Akatir isyanı dışında bu sükünet bozulmamıçtı.
Halbuki Roma imparatorlu-ğunda, Kavimler Göçü dolayısiyle hareket halinde olan
kavimlerin geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapmaları, yerli halkın
mahsülatını zorla ellerinden almaları vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen
köylü (Bagaudlar) isyanlan nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma,
Aetius vasıtası ile bir kere daha Hunlara müracaat zorunda kalmıştı. îki yıl
kadar süren müdahale sonunda, Attila'nın gönderdiği Hun müfrezelerinin yardımı
ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldınldı ise de bu defa da,
Kral Gundikar idaresinde bugünkü Belçika bölgesine saldıran Burgondlarla
savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden
muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı elig'i Oktar kumanda edi-yordu ki,
rivayete göre, Kral Gundikar dahil 20 bin Burgond'un öldüğü bu Hun-Burgond
mücadelesi Almanların meşhur "Nibelungen" destanlarına konu teçkil etmiştir.
Bütün "Germania"nın Hunlar tarafından zaptını tamamlayan bu savaşlar
neticesinde, 436'yı takip eden yıllarda, şu kavimlerin de Türk idaresine
alındığı anlaşılmaktadır: Burgondlar, Bayavurlar, Yuthanglar, aşağı Ren
sahasındaki Franklar, Türingler, Longobardlar Hun hakimiyetinin "Okyanus
adaları"na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılanna ulaştığı, hadiselere çağdaş
tarihçi Priskos tarafından bildirilmiştir.
440'dan itibaren Attila Bizans'a karşı baskıyı artırdı. Çünkü Theodosios II,
Konstantia andlaçmasının hükümlerine aykırı olarak, Hunlardan kaçanları iadede
ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela
Got menşeli Arnegisclus'u "general" rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında
vazifelendirmişti. Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları
aldatıyorlardı. Margos piskoposu, Konstantia civannda, kıymetli madenlerden
yapılmış silahlan ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin
mezarlarını soymuş bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans,
yukarıda geçen Akatirler isyanında tahrikçi rol oynamıştı. Diğer taraftan Kuzey
Afrika Vandal kralı Geiserikh, Akdeniz'deki harekatını engelleyen Bizans'a karşı
Attila'dan yardım istemişti. Bu sebeplerle Attila'nın idaresinde olarak,
Margos'un zaptı ile başlayan 1. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve
Naissus (Niş) üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken, Batı Roma'nın aracılığı
neticesinde hızını kesti. Roma orduları başkumandanı Aetius, bundan böyle
Theodosios'un andlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu
Karpilio'yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna
boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat
yıktırılmıç, Balkanlar'da Hunlara karşı durabilecek mukavemet yuvaları
kaldırılmıştı.
445'te Bleda'nın ölümü üzerine tek baçına Hun imparatoru olan Attila,
iktidarının çahikasına yükselmekte idi. Batı Asya ile Orta Avrupa'ya hakimdi.
Her iki Roma'nın durumları meydanda idi. Attila'ya karşı koyabilecek bir
kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, "savaş tannsı Ares'ın
kılıcını Attila'nın ellerine verdi. Priskos'a göre, uzun zamandan beri kayıp
olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila'ya getirilmişti.
Artık dünyanm fethi yakındı, zira Ares'in kılıcı vasıtası ile yeryüzüne hükmetme
yetkisinin Tanrı tarafından Attila'ya tevdi edildiğine inanılıyordu.
Bu duruma ilaveten Bizans'ın kaçakları geri vermekten çekinmesi, yıllık vergiyi
ödemede isteksizliği 2. Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447). Attila'nın
idaresi altında birkaç noktadan Tuna'yı geçen Hun ordusu, iki koldan ilerleyerek
kaleleri, Sardika (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marki-anopolis (Preslav),
Arkadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkî ve şehirlerini zapt ede ede ve
Tesalya'da Termopil'e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini
kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)'ya ulaştı. Orada, barış yapmak için
Theodosios'un sür'atle gönderdiği magister ve patricius Anatolios, Attila
tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolios Barışı). Buna göre,
Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak,
buralardaki pazarlar yerine, artık bir Hun sınır şehri haline gelen
Naissus(Niş)'da ortak pazar kurulacak ,Bizans, harp tazminatı olarak 6000 libre
altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın veya aş. yk.
150.000 solidus) çıkarılmıştı.
Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik
edilmesi imparatorluğun takatini aşıyordu. Şaçırdığı anlaşılan Theodosios,
sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyesi ile, garip bir kurtuluş yolu buldu:
Bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmayı planladı. Başında Edekon
(umümîyetle kabul edildiğine göre, Skir Germenlerinin şefi. Fakat A. Vambery'ye
göre Türk. Adın aslı Edikkün) ve Orestes (Pannonia'lı bir Romalı)'in bulunduğu
Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila'nın devlet merkezine,
yani Orta Macaristan'a doğru yola çıkan, tanınmış hukuk bilgini Maximinos
baçkanlığındaki heyette, seyahat notları, başta Attila ve çağı olmak iizere 5.
asır Avrupa Türk tarihini ayrıntılı şekilde öğrenmemize yardım eden katip
Priskos da dahil bulunuyordıı. Suikastı gerçekleştirmekle vazifeli Bigila'nın da
katıldığı heyet 448 yılı yazında Hun başkentine (yeri belirlenememiştir)
geldiğinde, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı alenî
sorguda Bigila'ya maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi. Bizanslıların
hiçbirine dokunmadı, fakat Theodosios'a hitaben yazdığı şu mesajı husüsî elçi
ile imparatora yolladı: "Theodosios, Altila gibi, asîl bir bahanın ogludıır.
Altila, babası Mııncuk'tan aldığı asaleti mııfıafaza etmiş, fakat Theodosios
Attila'nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna diışmüftür. Theodosios kölelik
haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila'nın canına kıymak
istemiştir . Attila'yı teskin etmek üzere Bizans' tan, derhal, yukarıda adı
geçen Anatolios ile magister ve kançılar Nomos baçkanlığında ikincj bir heyet
yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila'yı, tahminler hilafına, sakin
ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi: împarator
Theodosios'un şahsında Bizans'ı tamamen kendi iradesine bağlı kabul eden Attila,
artık Batı Roma'ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu.
Batı Roma'ya esasen son mühim askerî destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra
yardımlar tedricen kesilmişti. Batı Roma, Hun devletine yıllık vergisini
muntazaman ödemekle beraber gelişen yeni durumun farkında olan başkumandan
Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: "Barbar"larla
münasebetlerini düzeltmiş, onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usülünde,
çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar'a bağlı
bazı kavimlerle gizli temaslar aramağa başlamıştı. Buna karşılık Attila da 443
yıllarında tekrar alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya da sıçrayan köylü isyanları
ile yakından ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği innkanlarını
araçtırıyordu. O da, şüphesiz, Roma imparatorluğu ve "barbar"lardan meydana
gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve nezaketini
takdir etmekte idi.
448'lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı
tamamlanınca, Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma'ya yöneltti. împarator
Valentinianus III'ün kızkardeşi olup, vaktiyle, evlenmek arzusu ile Attila'ya
nişan yüzüğü gönderen ve 425'ten beri imparator hukukunu haiz olduğunu
belirlemek üzere "Aııgıısta" unvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria'yı
zevceliğe kabul ettiğini bildiren Attila, çehiz olarak imparatorluğun
Honoria'nın hissesine duşen yarısını veya "Augusta"nın kocası sıtatı ile Roma
ımparatorluğunun idaresine iştirak hakkını istedi.Önce oyalama yolunu tutan
Valentinianus ile Aetius'un teklifi nihayet açıkça reddetmeleri, büyük Hun
seferini meşrü duruma soktu. Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigotlarla
ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.
451 başlarında Orta Macaristan'dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin
mevcudu, 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve îslav olmak üzere
200 bin kişi civarında idi. Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini
üç noktadan açarak Galya'ya girdiği sırada, îtalya'dan yola çıktıktan sonra, Hun
düşmanı "barbar"ların sağladığı takviyelerle sayısı yine 200 bine yükselen
Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya'da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun
ordulan Mettis (Metz)'i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)'i zaptederek Paris
yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya
yetişmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma Attila'nın Türk taktiğine daha uygun
gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus /Kampus Mavriyakus/ sahası. Troyes
şehrinin batısında Champagne ovasına doğru)'da oldu (20 Haziran 451) Batı
dünyasının iki yansının birbiri üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki
tarafın çok ağır kayıplar verdiği (Jordanes'e göre 165 bin ölü!) muhakkak olan
bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir. Avrupalı
tarihçiler, ta A. Thierry'den beri (1856), Attila'nın yenildiğini söylerler ve
buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Hunların çekildiğini delil gösterirler.
Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir:
Anlaşılmıştır ki, savaş gününün akçamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında
irtibatı kaybeden başkumandan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü Hun kıt'aları
arasından güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Roma'ya bağlı Batı Got
ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh'in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe
meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onlan takip
etmişti. Ayrıca bu savaşta Attila'nın gayesine ulaştığı da aşikardı. Batıyı
hakimiyetine alabilmek için Roma imparatorluğunun insan ve asker deposu
durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya'ya
yürümüş olan Attila, Roma'nın bu tabiî müttefiklerinin savaş gücünü kırarak,
Roma'yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius'un Roma'da gözden
düşmesi bunun neticesi idi. Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve
disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen
Attila kudret ve "korkunçluğunu" muhafaza ettiğine göre, Kampus Mauriakus'ta
Batı imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma'da sık sık sorulan
suallerdendi. Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila, îtalya seferine başladığı
zaman Roma'nın Hunlara karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş
Prosper Tiro (Papa Leo I'in katibi)'nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet
imkansızlığı dolayısiyle, împarator Valentinianus'un îtalya'dan ayrılmasını
tavsiye etmekte idi.
Attila 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerin teşkil ettiği 100 bin
kişilik ordusunu Julia Alpleri'nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi.
Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po ovasına girdi. Aemilia
bölgesini işgale başlayıp Roma imparatoriuğunun o zamanki başkenti Ravenna'yı
tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi. Roma sarayı endişeli,
halk telaşlı, Senato ne olursa olsun barış yap-mak karannda idi. Kilise de bu
arzuya katıldı. Sür'atle bir hey'et hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1
("Büyük Leo") baçkanlığında konsül G. Avi-anus ve eski "praefecture"
Trygetius'dan kurulu bu hey'et, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte
ordugahını kurmuç olan Attila tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası). Papa,
imparator ve bütün Hıristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma'yı
esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece'ye kadar
geldiği halde nasıl İstanbul'u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa'nın ağzından
Roma'nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı
da vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz, tıpkı
Bizans gibi, Batı Roma imparatorluğunun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde
idi Priskos'un, 448'de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus'dan duyarak
belirttiği üzere, şimdi sıra Orta-doğudaki Sasanîlerde idi. Oranın da himayeye
alınması ile "dünya hakimiyeti" gerçekleşecekti. Fakat bu, Attila'ya nasip
olmadı. İtalya seferinden dönüçte, rivayete göre zifaf gecesinde herhangi bir iç
kanama neticesi ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle öldü (453). Yaşı 60
civarında idi.
Attila, milletlerin hüfızalarında ölümsiizlnğe ulaşmış tarihin nadir
simalarıından biridir. Hatırası etrafında İtalya'da, Galya'da, Germen
memleketlerinde, Britanya'da, İskandinavya'da ve bütun Orta Avmpa'da asırlarca
agızdan agıza dolaşaıı efsaneler türemiş , romancılara, ressamlara,
heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri
durumuna yüksel-miş, tiyatro yazarlanna, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir
düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarm asırda yapılan tarafsız tarih
araştırmaları onun, Hıristiyan Orta-çagının taassup kokulu uydurmaları ile
ilgisi bulunmadıgını, Nibelungen destanlan başta olmak üzere, çagdaşı kayıtlanı
onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdıgını
ortaya koymuştur.
Attila'nın ölümünden sonra, hatunu Arıgkan'dan doğan üç oğlu; sırasiyle îlek,
Dengizik, îrnek, babalarının yerini tutamadılar. împarator olan îlek, ayaklanan
Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya'da) savaşında hayatını kaybetti
(454). Çok cesur, fakat siyasî zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini
yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir
Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). îrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden
sonra, artık Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun
düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz'in batı kıyılarına döndü.
İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra
Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların
teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Tarihî kayıtlarda Bulgar-Türk
devletinin hükümdar ailesi olan Dulo (Doulo) sülalesi 'ne mensup gösterilen
îrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada
yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır. 4. asırda Hunlara,
Volga'dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli "Sihirli Geyik" efsanesinde
de, Hunlarla Macarlar (Hunor-Moger) kardeş gösterilmiştir . Nihayet
Macaristan'da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu zannını
uyandıran bir başbuğ Çaba Efsanesi vardır.Avrupa Hun kütlesi yalnız bu Türk
devlet ve topluluklarının oluşuna ve kültür yönünden Batı Avrasya'sına sağlam
bir zemin vermekle kalmamış, daha mühim olarak, Asya kıt'asında yer darlığı,
kıtlık yüzünden veya siyasî-askerî bir sebeple sıkıntıya düşen ve bu
tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, hür yeni iklimler arayan Türk
kütlelerine Batı yönünün açıcısı olmuştur. Aynı zamanda, yol üzerindeki
îndo-îranî ve Germen gruplannı (Alanlar, Sarmatlar, Gotlar vb.) ileriye,
uzaklara iterek veya kısmen kendi içinde eriterek temizlemek suretiyle bu yolu,
sonraki 900 yıl müddetle Türk göçlerinin hizmetine hazırlamıçtır. Bu noktanın
bilhassa belirtildiği batı araçtırmalarında, Hunlar üzerinde Avrupa'nın çeçitli
kültürel tesiri konusunda düşülen aşırılık da dikkatten kaçmamaktadır.
Attila'nm sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek
mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Latin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu
doğrudur. Ancak, halkı Germen ve Latin olan Avrupa kıt'asmda tabiî sayılması
gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun
niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur. Nitekim Hun topluluğu ne
dil, ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasî iktidar sona
erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiçtir. Buna
karşılık, Hun hakimiyeti çağının Avrupa'da şu derin etkileri olmuştur:
a. "Kavimler göçü" yolu ile etnik bugünkü durumun temeli);
b. Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı,
efsaneler vb.);
c. Bozkır san'atı yolu ile estetik;
ç. Batı Roma imparatorluğunun yıkılması (476. îtalya'nın ilk yabancı kıalı
Odovakar, Attila'nın sadık adamlanndan Edekon'un oğlu idi) ve büyük istila
hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak,
Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasî;
d. Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik "şövalyelik" (dar manada, atlı
savaççılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların
yaratıcısı olarak sosyal;
e. Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısiyle askeri
bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı'da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam
etmiştir.
[Hunlar Ana
Sayfa]
67-5667