Atam Oğuz Han; "Son olarak dinleyin! Artık Tanrı çağırıyor!" dedi ve tane tane konuştu:
Kılıç kuşananın, at binenin, yol geçenin, yaratılmış Tanrı'nındır.
Tanrı'yı öv, gönlünü duy.
Gelmişiz ok gibi, gidiyoruz yok gibi.
Doğan erenler, ebedi olmazlar.
Tanrı törenişi boğacak, güneşle yıldızlar yine doğacak.
Oğuz Han sözlerini tamamladıktan sona, göklerle dolu olan gözlerini kapadı.
Aradan binlerce yıl geçti. Sözün dilimizde, kanın damarımızda, gücün ruhumuzda... Yaşıyoruz! Senin açtığın yollar bir daha kapanmadı.
Bu yollar, senin soydaşlarının kanını ve ruhunu taşıyan büyük ulusunundur. Kimler geçmedi ki bu yollardan!.. Alp Er Tunga, Mete, Attila, Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Alparslan Bey, Cengiz Han, Emir Timur, Fatih Sultan Mehmet Han... Atatürk.
Onların bulunmadığı bir dünya tarihi nasıl olurdu acaba? Olmazdı... Evet, biz hâlâ yaşıyoruz... Nasıl mı? Senin gördüğün gibi... Doğu'da Çin'in eritme politikası içinde, kuzeyde Kıl Barak çirkinliğine bulaşmış olarak, güneyde uydurma 'Ari' hilekârlığının çıkmazlarında, batı'da ruh hırsızlarıyla yumruk yumruğa... Biz dünyayı kurduk; ama dünya bizi rahat bırakmıyor... Bin yıllardır ruhumuzu çalmakta, bizi harcamaktan yorulmadı... Ne var ki biz tükenmedik, tükenmeyeceğiz!.. Neredesin, Tanrı'nın büyük elçisi? Yeniden kazandır bize o birlik ruhunu! Gökten gelen Tanrısallığımızı geri ver!...
NOT: Sabir RÜSTEMHANLI'nın "Türk'ün yüzünü Allah'a Dönmesi 'Göktanrı'" kitabından alıntı.