bu konuda bir araştırma yapmadım ama Başbuğ Atatürk'ün Gaspıralı İsmail beyin düşüncelerinden etkilendiğini düşünüyorum.. okursanız hak vereceksiniz...
İsmail Gaspıralı’nın Fikirleri
--------------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
İsmail Gaspıralı’nın fikirlerinin tam bir tasnif ve tahlilini yapabilmek için onun Tercüman’da ve Tonguç, Şafak, Kamer, Ay, Yıldız, Güneş gibi küçük gazetelerde çıkan yazılarını toplayıp neşretmek lâzımdır. Aynı şekilde mühim kitaplarının da neşrine ihtiyaç vardır. Ancak bundan sonra Gaspıralı’nın bütün fikirlerine erişebilmemiz mümkün olur. Türk âlemine bu kadar büyük tesiri olmuş bir insanın, doğumundan 140 sene, ölümünden 77 sene geçtiği halde makale ve eserlerine sahip olamayışımız, teessüf edilecek bir haldir. Gaspıralı hakkında, G. Burbiel tarafından 1950′de Almanya’da; E.J. Lazzerini tarafından 1973′te Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmış doktora tezleri de yayımlanmış değildir. Tercüman ve Gaspıralı İsmail Bey’in neşrettiği diğer mecmua ve kitapları da tam koleksiyon halinde Türkiye kütüphanelerinde bulmak mümkün değildir. O halde Gaspıralı’nın fikirlerini tetkik için şimdilik elimizde, kütüphanelerimizde mevcut çok az sayıdaki Tercüman nüshaları ile onun hakkında yazılmış makaleler ve birkaç kitap kalıyor. Bu kitaplar içinde ilk ve önemli olanı Cafer Seydahmet Kırımer’in 1934′te İstanbul’da neşrettiği Gaspıralı İsmail Bey adındaki eserdir.
İki ilim adamımızın son yıllarda neşrettiği iki eser, bu sahadaki boşluğu dolduracak kıymetli kitaplardır.
Bunlardan birincisi 1987′de Ankara’da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından neşredilen, Prof. Dr. Mehmet Saray’ın hazırladığı Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey adlı eserdir.
İkincisi, Doç. Dr. Nâdir Devlet tarafından hazırlanan ve 1988′de Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nca neşredilen İsmail Bey (Gaspıralı) isimli eserdir.
Bu son iki eser, Amerikalı ilim adamı Lazzerini’nin İsmail Bey Gaspırinski and Müslim Modernism in Russia 1878-1914 adlı doktora tezinden de geniş ölçüde istifade etmişlerdir.
İşte biz de Gaspıralı’nın fikirlerini incelerken onun ulaşabildiğimiz makalelerine ve yukarda adlarını saydığımız eserlere müracaat edeceğiz. Gaspıralı’nın fikirlerini üç esas maddede toplamak mümkündür:
1- Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip müslüman dünyasında yaymak,
2- Maarifi yeni usule göre ıslah eylemek,
3- Osmanlı Türkçesini, bütün Türk dünyasının anlayacağı müşterek bir edebî dil haline getirmek.
Bunlara sıra ile göz atalım.
l- Batının yeni ve faydalı fikirlerini öğrenip müslüman dünyasında yaymak. Gaspıralı bu konuda yalnız makaleler yazmakla kalmamış; Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvâzene (1885), Kolera Vebası ve Onun Deva ve Dârûsu (1887), Beden-i İnsan (1901), Mir’ât-ı Cedid (1901) gibi eserler de yazarak neşretmiş, çeşitli sohbet ve konferanslarıyla da halkı ve müslüman dünyasını aydınlatmağa çalışmıştır.
İsmail Gaspıralı’ya göre kalkınma ve ilerleme, her milletin ve coğrafyanın hususî şartlarına göre olur. O, “maârifin usûl-i intişârının her bir iklim ve kavmin ahvâl-i husûsiyesine muvafık bulunması kaide ve kanun halindedir” der. İçtimaî hadiselerde ve hatta edebiyatta ırk ve muhitin önemli rolü olduğu, 19. asrın sonlarında Avrupa’da çok yaygın ve hakim bir fikirdir. Gaspıralı hep Japonya’yı örnek gösterenlere de aynı görüşle itiraz eder ve şöyle der: “Zamanımızda Japonya pek modadır. Japonya’nın sınaî terakkisi numune gösterilip misal olabileceği söylenmektedir. Biz böyle zannetmiyoruz. Japonya’nın ahvâl-i içtimâiyesi memâlik-i islâmiyeden başkacadır. Japonlar ve Çinliler, kadimden beri ehl-i san’attırlar Ne bizim Türkler ve ne de İranîler bunlarla kıyas edilemez.”
İslâm dünyasında zanaat ve ticaretin yaygın olmadığını, müslümanların buna alışık olmadığını düşünen Gaspıralı, kalkınmaya ziraattan başlanmasını istemektedir. Önce ziraat geliştirilmeli, ziraî mahsuller iyi pazarlanıp satılmalı; sermaye birikiminden sonra sanayie geçilmeli. Gaspıralı’nın bu fikirleri tabiata uygundur. Her ülke elindeki imkânla işe başlamak zorundadır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti de öyle yapmış, önce ziraati geliştirmiş, sonra sanayie geçmiştir.
Bu düşünce tarzı dolayısıyle Gaspıralı, yabancı sermayeye de itiraz eder. Osmanlı ülkesindeki kapitülâsyonların zararlı olduğunu söyler.
Batının yaşayış tarzında ve ilerlemesinde kadının rolü de önemlidir. Gaspıralı müslüman kadının da cemiyette ve iş hayatında aktif rol almasını ister; Tercüman’da sık sık başarılı Türk kadınlarının faaliyetlerinden bahsederek onları över(3). İsmail Bey, kadın mevzuuna o kadar ehemmiyet verir ki 1906 yılında hususî bir kadın dergisi neşrettirir. Bu dergi, kızı Şefika Hanım’ın idaresinde çıkan Âlem-i Nisvan, yani “Kadınlar Dünyası”dır. Gaspıralı, çocuğun terbiyesinde, birinci derecede kadının rolü olduğuna inandığı için kadının kültürlü ve bilgili olmasına önem verir.
Gaspıralı, Tercüman’daki “Bizim Hal ve Maişet” adlı makalesinde yeni fikirlerle eski fikirleri, şu alâka çekici cümlelerle anlatır:
“… Umumiyet ve ekseriyet üzere görenek esiri muhafazakâr (konservatör) olan ahâliden terakki ve ıslahat muhibleri (liberaller) ayrılıp, eşya ve ahvâle bakış ve dünyadan istek ve matlab cihetlerinde birbirlerinden tefrik oldular.”
“Bunlardan terakki ve ıslahat isteyenlere “yeni fikirli” istemeyenlere “eski fikirli” namı verip bahsedeceğiz”(4).
İsmail Gaspıralı, eskiden toy, bayram, ziyafet ve meclislerde, havadan sudan bahsedilir, masal ve rüyalar anlatılırken, şimdi maariften, mektepten bahsedildiğini anlatır. “Yeni fikirlilerin matlabı millî mekteblerde tedrisi ıslah, talebe ahvâlini nizamlamak, Rus dilini ve fünûn ve bilük tahsil etmek edebî ve yeni tertip risaleler ve fen kitapları okumak, cem’iyet-i hayriyeler ve umumi kütüb ve kıraathaneler tesis etmek gibi işlerden ibârettir. . . Eski ve güzel âdetlere ve hallere rağbet ederler, lâkin her gördüklerini, her işittiklerini mîzân-ı akla çekip ibret ve tenkîdâta hevestirler, Eski fikirlilerin matlab ve efkârı pek sâdedir. ‘Duralım, ileri gitmeyelim’den ibarettir. Gün gelir, gün gider bunlar berkarar kalmalı. Kuşlar yazın gelir, kışın gider-Bunlar taş gibi hareketsiz durmalı. . . başlarında bulunan kalpak kıyamettir, giydikleri rubanın endâmı-ilme hürriyettir; gömleklerinde olan kir ve ter güya eser-i keramettir, her ne işe göz atsalar âhır-ı nedâmettir”(5).
2- Batının ilerlemesinde maarifin birinci derecede rolü olduğuna inanan Gaspıralı kalkınmanın hangi sıra ile gerçekleşeceğini gayet iyi tesbit etmiştir: “Terakki meselesi maârifin terakkisine, maârifin terakkisi de ulemâ ilerlemesine tevakkuf etmektedir” (6). Yani önce âlimler çoğalacak, ilerleyecek; onlar maârifi ilerletecekler ve maârif bütün memleketi kalkındıracak. Bugün de geçerli olan bu düstur, İsmail Gaspıralı’nın başlıca gayesi hâline gelmiş ve ömrünün uzun senelerini o, bu işe vakfetmiştir.
Gaspıralı, eski öğretim usûlüne karşı, usûl-i savtiye adını verdiği ve okuma yazmayı çok çabuk öğreten yeni bir metot geliştirmiş, bu metodu önce hocalara öğretmiş, usûl-i cedid mektepleri denilen yeni okullar açmış ve açtırmıştır. 1884′te Bahçesaray’ın Kaytmaz Ağa mahallesinde Gaspıralı’-nın bizzat açtığı “birinci mekteb-i cedid” Rusya Türkleri arasında hızla yayılmış, 1914′te yani 30 yıl sonra sayıları 5000′e ulaşmıştır(7).
İstanbul’da çıkan Türk Yurdu dergisine 1911′de yazdığı “Türk Yurducularına” adlı uzunca makalesinde Gaspıralı “Usûl-i Cedid nasıl başlatıp yaydığını tatlı bir üslûpla anlatır(
.
3- 13. asırdan önce bütün Türklerin edebî dilleri tek ve müşterek idi. Çeşitli Türk boylarının ayrı ayrı ağız ve şiveleri vardı; fakat bunu sadece konuşmada kullanırlardı; yazıda kullandıkları edebî dil ortaktı. Bilge Kağan, Köl Tigin, Tonyukuk âbideleri; Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Irk Bitig gibi Uygur devri eserleri; Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık gibi Karahanlı eserleri bu müşterek edebî dille yazılmıştı. 11. asırda Kaşgarlı Mahmud bu edebî dile “Hâkaniye” adını vermişti.
11. asırdan itibaren Oğuz Türklerinin Azerbaycan ve Anadolu’ya gelmesiyle ortaya çıkan coğrafî, siyasî, kültürel ve. lengüistik durum; Oğuz ağzının yeni bir yazı dili hâline gelmesine sebep oldu. Böylece 13. asırdan 19. asrın sonlarına kadar Türkler, iki edebî dil kullandılar. Bunlardan birincisi; Türkistan, Harezm, Kuzey-Kafkasya ve İdil-Ural’da, hattâ birkaç asır Mısırda kullanılan ve Hâkaniye Türkçesinin devamı olan Kuzey-doğu Türkçesi idi. Araştırıcılar buna “Müşterek Orta Asya Türkçesi”, “Çağatayca” gibi isimler de verirler. İkinci edebî dil; Azerbaycan, Anadolu, Kuzey Irak ve Suriye ile Balkanlarda, hattâ birkaç asır Kuzey Afrika’da kullanılan Batı Türkçesidir. Buna “Osmanlıca” da denmiştir. Ancak Türklerin kendileri, Kuzeyde olsun, Doğuda veya Batıda olsun kullandıkları dile “Türk dili” veya “Türkî” diyorlardı. Azeri Türkçesi Osmanlı’dan pek farklı olmadığı için onu ayrı bir edebî dil saymıyoruz. Fuzulî, hem Azerbaycanlıların, hem de Osmanlıların şâiri idi. Kırım Türkleri de 1475′-ten sonra Osmanlı edebî dilini kullandılar Gazi Giray Han gibi, Âşık Ömer gibi divan ve halk şairleri yetiştirdiler.
19. asırda Türk dilinin ortaklığını Zeki Velidi Togan şu satırlarla anlatır:
“19. asrın ortalarına kadar Türkistanın her tarafında Batı ve Doğu Türkistan’da Kazak ve Kazan ülkelerinin hepsinde umumî Çağatay dili kullanılıyordu. 19′uncu asırda Kaşgarda Khocalar’ın ve Yakub Beğin târihine ait yazılan eserlerle, Khıyvada (Hîve’de) Munis ve Âgehî gibi müelliflerin ve Kazakistanda Anılay ve Bükey Ordasında Cihangir Hanın yazılarında kullanılan dil aynı dildir” (9).
19. asrın ikinci yarısında Rusların Türkistan’ı almasından sonra Türk edebî dilinde dalgalanmalar başladı.
Rusya’daki Türkleri Ruslaştırmak ve hristiyanlaştırmak için büyük gayret sarfeden ve İsmail Gaspıralı gibi aydınları bu yolda büyük engel kabul eden Nikolay İlminskiy, 25 Mayıs 1876′da “çeşitli işaretlerle hareketlenmiş Rus alfabesinin müslüman Türklerin kullandığı ayrı lehçelere uygulanmasını teklif etti. Bununla da yetinmeyen İlminskiy, müşterek bir Türk-Tatar dili yerine, her bir boy için boy şivesinin ana dil olarak kabul ettirilmesini” ileri sürdü”(10). İlminskiy, Tatar ve Kazak aydınlarına tesir ederek onlara da kendi boy dillerinde gramerler, alfabeler ve eserler yazdırttı”(l1). Bir yandan da Türkistan’da Mikola Ostroumov “Türkistan Vilâyetinin Gazeti”ni çıkarıyor ve 1883′ten 1917′ye kadar bu gazetede şehir ağzına dayanan Özbekçeyi yazı dili hâline getirmeye çalışıyordu(12).
İşte Gaspıralı’nın çıkışı da tam bu yıllara rastlar. Daha ilk çıkardığı Tonguç gazetesinde “Türk-Tatarların lisanda birliği meselesini ortaya atar ve fiilen her tarafta anlaşılabilecek bir Türk dili ile yazar”(l3). bu gazetenin mukaddimesinde şöyle der: “Milletimizin eseri olan lisanımız edebiyatça işlenmemiş ise de eğitime ve kaidelere gelecek lisandır. Gayet nâzik Tatar Türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki eğer lisânımız usta bulup, kelime alınıp işlenirse, şimdikine göre çok dereceler parlak ve kullanışlı olur”(l4).
İkinci olarak çıkardığı Şafak’ta “malum bir Türkünün Kazan’da ve Kırım’da nasıl söylendiğini yazar ve bu iki lehçenin yakınlığını müşahhas misâllerle gösterir”(l5).
İsmail Gaspıralı ömrü boyunca Osmanlı Türkçesini bütün Türklerin umumî edebî dili hâline getirmeye çalıştı. Fakat onun istediği yabancı unsur ve kaidelerle dolu bir Osmanlıca değil, halk tarafından anlaşılmayan yabancı unsurlardan temizlenmiş sade bir Osmanlı Türkçesi idi. Kendisi de ömrü boyunca Tercüman’da ve bütün eserlerinde böyle sade bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Büyük Türk şairi Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçe Şiirler kitabına teşekkür için şairimize yazdığı mektupta şöyle der:
“… Âsâr-ı edebiyye ve şi’riyye arasına böyle meslekli bir eser aralaştırmak Türk âlemine büyük bir hizmettir ki denmen tebrik ediyorum. Türk âlemine dediğim mübalâğa zannolunmasın; mübalâğayı ne severini ve ne ederim; doğrusudur, çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp, lezzetlenip okuyacakları gibi, Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Kâşgar, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzulî ve Nâbî nail olamadılar. Kırk elli milyonluk ve otuz asırlık bu âleme iptida bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki size şerefti, bize saadettir. . . Tebrik ediyorum… Tercüman’ın da çabaladığı bu yolda hizmettir. Sade ve kaba lisandır ki, Dersaadetin hamal ve kayıkçılarına,’ Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine gazeteyi tanıtmışın; Kazan’da, Sibirya’da olduğu gibi. Tebriz’de ve Horasan’da da Bahçesaray dilini öğrenmeğe meyil doğurmuştur”(l6).
Gaspıralı İsmail Bey, yukarıdaki satırlarda müdafaa ettiği ve yazılarında bizzat tatbik ettiği müşterek Türk edebî dili gayesini, nihayet 1905 senesinde bir şair haline getirmiş ve meşhur “dilde, fikirde, işte birlik” şiarını “Tercüman” adının başına ilâve etmiştir”(l7).
Gaspıralı’nın dilde birlik gayesini İlminskiy de fark etmiş ve savcı Pobedobçev’e yazdığı mektuplarda Gaspıralı İsmail Bey’in “kendi yayın organlarıyla Osmanlıcayı Türk soyundan gelen bütün müslümanların ortak dili yapmak” istediğini ifade etmiştir(18). “Duyduğuma göre” diyor İlminskiy, “Kazan’da Türkçe gazetelerin ve ayrıca ders kitaplarının sayısı her geçen yıl artmaktadır. Kitapların muhteviyatı Avrupaî, dili Osmanlıcadır”(19).
Gaspıralı’nın başlattığı ve İlminskiy’nin de kendisine göre tehlikeli bir gidiş olarak müşahede ettiği bu proses, Kazan’da olduğu gibi Azerbaycan’da da tesirini gösteriyordu. 20. asrın başlarında Azerbaycan edebî dilinin alacağı şekil hakkında epeyi tartışmalar olmuş; Osmanlı Türk edebî dilini kullananlarla, Azerbaycan’da diyalektik hususiyetlere dayanan yeni bir edebî dil yaratmak isteyenler şiddetli münakaşalara tutuşmuşlardı. Daha 1876′da Azerbaycan’da Hasan Bey Zerdabî, Ekinci gazetesinde (sayı: 14) “Türkçenin umumileştirilmesi teklifinde bulunmuştur” (20). Osmanlı Türk edebî dilini müdafaa edenler 1900′lü yıllarda Hüseyinzade Ali Bey’in “Füyuzat” mecmuasında, 1910′lu yıllarda, “Şelâle” ve “Dinrilik” dergilerinde toplanmışlardı(21). 1920′li yıllarda Türkiye edebî dili Azerbaycan’da artık öğretim dili olmuştu Bu durumun 1930′lu yılların ortalarına kadar devam ettiğini Azerbaycan’lı dilci Tevfik Hacıyev, ders ve gramer kitaplarından, resmî yazılardan, edebî ve ilmî eserlerden Örnekler vererek anlatır(22).
Hüseyin Cavid, Mehmed Hadi gibi büyük şairler tamamen Osmanlı Türkçesini kullanıyorlardı, İsmail Gaspıralı’nın gayesi, 1920′li yıllarda Azerbaycan’da tamamen muvaffak olmuştur.
Ancak 1920′lerden sonra durum tekrar değişti. Yeni idareciler İlminskiy’nin sistemini benimsediler ve her boyun şivesine dayalı yeni edebî diller yarattılar. Şayet Türkler kendi kararlarını kendileri verebilseydiler Gaspıralı İsmail Bey’in başlattığı ve büyük mesafe kateden proses devam edecek ve bugün belki de müşterek bir edebî dile kavuşmuş olacaktık. Yeni sistem her boyun edebî dilini birbirinden ayırıp yerli diyalektlere bağladığı gibi, 1929 yılında Kırım’da da, İsmail Gaspıralı’nın kullandığı dil yerine, Orta Yolaklı şiveyi esas kabul eden edebî dilin kullanılmasını kararlaştırmıştır(23).
Türk dünyası şimdi Perestroyka siyaseti ile yeni bir proses içine girmiştir. Muhtemeldir ki Türk aydınları, kullandıkları edebî diller üzerinde yeniden düşüneceklerdir. Bu yeni durumda ve doğumunun 140. senesinde İsmail Gaspıralı’yı ve onun fikirlerini hatırlamamak mümkün değildir. Son olarak “Usûl-i Cedid”de edebî dil meselesine temas ederek konuyu bağlamak istiyorum.
İsmail Gaspıralı’nın “tavsiye ettiği programa nazaran Usûl-i Cedid yani Avrupa tarzında tanzim etmiş ibtidaî mekteplerde ilk öğretim mahallî lehçelerle olacaktı; fakat üç sene kadar ibtidaiyede okuyanlar, mutlaka edebî lisan dediği Umumî Türk dilini öğrenecekler ve dördüncü seneden itibaren öğretim artık umumî Türk diliyle yapılacaktı” (24).
--------------------------------------------------------------------------------
* Akmescit, Mart 1991
(1) Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey. İstanbul, 1934, s. 166.
(2) a.e., s. 158.
(3) Doç. Dr. Nâdir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı), Ankara. 1988, s. 33.
(4) “Bizim Hal ve Maişet”. Tercüman, 16 April 1895, s. 29-31.
(5) a. mak.
(6) Kırımer, a.e., s, 168.
(7) Doç. Dr. Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey ,Ankara, 1987, s. 58.
(
Türk Yurdu’nun 7. ve 8. sayılarında yer alan bu makale, M. Saray’ın eserinde de (s. 81-96) bulunmaktadır.
(9) Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidî Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981, s. 486.
(10) Mehmet Saray, a.e., s. 28.
(11) Z.V. Togan, a.e., s. 490.
(12) a.e., s. 501-503.
(13) Prof. Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Ankara, 1981 s. 64.
(14) a.e., s. 70-71.
(15) a.e., s. 71.
(16) Doç. Dr. Mehmet Saray, a.e., s. 75, 76.
(17) Prof Dr. Yusuf Akçura a.e., s. 73.
(18) Doç. Dr. Nâdir Devlet, a.e., s. 47.
(19) a.y.
(20) a.e., s. 56.
(21) T.İ Hacıyev, Azerbaycan Edebî Dili Tarihi-2 Bakı, 1987, s. 184-188.
(22) a.e., s. 275 vd. Ancak Hacıyev, bunun aleyhindedir.
(23) A.N. Garkavets, Ana Tili 7.
(24) Prof. Yusuf Akçura, a.e., s. 74.
(bu yazı "ismailgaspirali.org" adresinden alınmıştır)