Oldukça ilgimi çeken bir yazı.Sizinle paylaşmak istedim.
ATATÜRK VE GÖKBAYRAK
Enver Behnan Şapolyo
O Öleli otuz iki yıl geçti. Ata'yı anmadan edemiyoruz. Ben Atatürk'ü yirmi yaşımda iken tanımıştım. O da henüz kırk yaşına girmişti. O zamanlar Anakara'da çıkmakta olan Hâkimiyet-i Millîye gazetesinin parlamento muhabirliğini yapıyordum. Meclis müzakerelerim takip eder gazeteme havadis verirdim. Ankara mebusu olan "Mustafa Kemâl Paşa" meclise sık sık gelirdi.
Bir gün meclise girmek üzere idim. Atatürk'ün otomobili meclisin önünde durdu. Otomobili Birinci Cihan Harbinden kalmış havalı bir Benz otomobildi. Şoförü de Mehmet adında birisi idi. Ankara'da tek otomobil bu idi. Ona da Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl biniyordu. Mebuslar bağ evlerine Biriğ denilen iki tekerlekli arabalarla yahut da yaylı arabalarla giderlerdi. O günler ne rahattık, ne klakson sesi, ne mazot zehri havayı bozuyordu. Caddeler yayalarla dolu idi.
Mustafa Kemâl Paşa otomobilinden indi. Arkasında yaveri Muzaffer Kılıç geliyordu. O zamanlar Muzaffer pek genç ve yakışıklı idi. Kendisi ile İstanbul dan tanışıyordum. Beni Ankara da görünce sevindi, gözlerinin içi gülerek bana baktı. Sonra Atatürk'e dönerek:
- Paşam arkadaşım Behnan!
dedi. Atatürk şehlalaşan gözlerini bana dikti, baktı, sonra elini uzattı. Ben öpmedim, sıkdım. İşte ilk defa Atatürk'ü ben bu anda tanıdım ve derhal onu sevmiş, gönül bağlamıştım. O sevgim ve saygım hiç sönmeden devam etmektedir. Atatürk'ün başında boz renkte bir kalpak, üzerinde gri bir avcı ceketi, kilot bir pantolon, yün çorab ve üzerine getir çekilmişti. Avucunun içinde bir de iri taneli bir tesşbih vardı. Atatürk getir taktığı ve teşbih kullandığı için ikisi de moda olmuştu. Ben de heveslenerek Saman pazarındaki bir satıcıdan iri taneli bir teşbih almıştım. Bizi o zamanlar sık sık Rus sefarethanesine davet ederlerdi, gazeteci olarak Sadri Etem, Münir Müeyyet, Ahmet Hidayet, Yunus Bilâl, Soysal Suphi, Yusuf Mazhar iştirak ederdik, yer içer dans ederdik. O zamanlar sefarethanede gayet güzel bir sekreter vardı. Kendisi Kazanlı bir Türk kızı idi. Güzel olduğu kadar sevimli idi. Onunla dansa kalkmıştım. Benim yeşil teşbihim hoşuna gitmiş olacak ki elimden aldı, o pembe dolgun koluna sardı, dans ettik, fakat teşbihi bana iade etmedi, onun oldu, yadigârı olsun dedim geçtim. İşte benim teşbih hikâyem budur. Atatürk de o gün ziyafette idi. Onun teşbihi sarı kehribardı.
O gün Atatürk meclise girdi. Yaver Muzaffer benimle matbuat locasına çıktı. Muzaffer Bakırköylüdür, bunlar üç kardeştir. Salih Kılıç, Münir Kılıç, Kılıç Ali de akrabalarıdır. Münir Kılıç Sultan Reşad'ın Esvabcıbaşısı idi. Muzaffer Harbiye’den topçu Mülâzım evveli çıkınca Münir bey bir Şehzade ile onu, Filistin cephesine, Atatürk'ün tümenine göndertmişti. Atatürk Ankara'ya geldiği zaman Mehmet Vahdeddin padişah olmuştu. Fakat Münir bey sarayda kalmıştı. Saraya ait hadiseleri Ankara'ya bu zat bildirmekte idi.
Muzaffer Kılıç dolayısıyla Çankaya'ya giderdim, bu vesile ile Atatürk'ü yakından tamdım ve Annesi Zübeyde hanımla da tanışmak mutluluğuna kavuştum. Arkadaşım foto muhabiri Esat da köşkte idi. Esat, Atatürk'e ait pek çok fotoğraflar çekmiştir.
Muzaffer Kılıç'ın kardeşi Salih Kılıç, Osmanlı Harbiye Nazırlığı ve Erkânı Harbiye reisliğini yapmış olan Fevzi Paşa (Çakmak)ı Beykoz'dan Ankara’ya kaçırmıştı.
Ben Muzaffer Kılıç vasıtasıyla Atatürk'e ait notlar almıştım. Bir gün Muzaffer Kılıç'a Büyük Mîllet Meclisinin damı üzerinde dalgalanan hür bayrağımızın bana verdiği heyecanı anlatmıştım. Sonra ona dedim ki:
- Atatürk bayrağımızı değiştirmeyi düşünüyor mu? sen bir şey duydun mu?
Muzaffer gülümseyerek:
- Gök bayrağı kabul etmeği düşünüyor!
- Gök bayrak mı?
- Evet! Atalarımızın kullandığı gök renkli bayrağı yeni devletin bayrağı olmasını düşünüyor, fakat daha bir şey yok! dedi.
Gök bayrak, Orta Asya da altıncı yüz yılda devlet kurmuş olan "Gök Türk" devletinin bayrağı idi. Bugünkü Kırmızı içinde Ay ve Yıldızı olan Türk bayrağını önce III. Selim, sonra bugünkü seklini resmî bayrak olarak Sultan II. Mahmut kabul etmişti. Atatürk yeni kuracağı devlete yeni bir bayrak kabul etmeği düşünmüş olacaktır.
1921 de Ankara'da Vahid bey adında bir ressam vardı. Bu zattan işittiğime göre Türk bayrağındaki yıldızın bir ucu aşağıya doğrudur. Bu inhitat işareti olarak görünmektedir. Bu uç yukarıya doğru yapılırsa, îtilâ, yükselme işareti olarak kabul edilecektir demişti. Böyle de yapıldı. Ressam Vahid bey ilk cumhuriyet pullarının da resimlerini yapmıştı.
Atatürk'ün Türk bayrağı olarak, gök bayrağı kabul edeceğini, üçüncü Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'a sormuştum. Dedi ki:
- Atatürk, Cumhuriyetin resmî bayrağını gök bayrak olarak kabul etmeği düşünmüştü, fakat bu hususta biç bir neşriyat yapılmadığından, bu bayrağı kabul etmediler dedi. Bu husus kendisinden sorulabilir.
Atatürk mavi rengi, yani Turkuvaz rengini severdi. Çünkü bu renk eski Türk bayrağının rengi idi. Bu renk Selçuk çinilerinde ve Mevlâna türbesinde (Kubbe-i Hadra) da görülmektedir. Sünnet çocuklarının entarisi mavidir. Köylü gençleri bayramlarda mavi gömlek giymektedirler. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul’u fethi sıralarında giydiği çizme mavi, yani gök renginde idi.
Atatürk, bir de Türk arması müsabakası yaptırmıştı. Kabul edilen bir Bozkurt’tu. Bu resim Millî Eğitim Bakanlığının yayınlamış olduğu Hayat mecmuasında yayınlanmıştır. İşte Atatürk, Atalarına bu şekilde bağlı bir milliyetçi idi. O Batı medeniyetine hayran, fakat onun kültürüne hiç bir zaman hayran olmamıştır.
Atatürk harsta milliyetçi, medeniyette batılı idi. Demek oluyor ki, gök bayrak onun mefkuresinde yaşıyordu. Gök renkli bayrağı kabul etmeyi düşündü, fakat çok güzel olan Albayrağımızdan da vaz geçemedi. Atatürk her yönü ile orijinal adamdır. Onu teferruatıyla incelemek gerekir. O zaman Atatürk meydana çıkar.
Otuz ikinci ölüm yıl dönümü dolayısıyla bu hatırayı da belirtmek arzusuyla bu yazıyı yazdım.
Şimdi O'nun kabrini kaplayan semada gök bayrağı hayal ediyorum!. Koca Türk, kabrinde rahat yat! Eserini yaşatanların sayısı çoktur!..
Enver Behnan ŞAPOLYO