Gönderen Konu: Atatürk'e karşı kalıtımsal kinin bir asırlık şifreleri.  (Okunma sayısı 2699 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Akçura

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 18
Kimse bu kadar güzel özetleyemezdi
Atatürk’e karşı kalıtımsal kinin bir asırlık şifreleri

Mehmet Şevket Eygi -hâlâ anlamayanlar kaldıysa onlara rehberlik için olmalı- dün Milli Gazete’deki köşesinde bir bir, tek tek, tane tane izah etmiş bütün meseleyi:
***
 “ÇOK ateşli bir internet sitesindeki başlık şu: “Tarihi çarpıtanlara göre Atatürk bir şey yapmadı...”
Sadece başlığa baktım, metnini okumadım. Hiç Atatürk bir şey yapmamış olabilir mi?
Az zamanda çok şeyler yapmıştır. Sultan Vahdettinin yaveri olarak Samsun’a gitmiştir. Oraya gitmeden önce Padişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenmek istemiş, Sultan ona varmamıştır.  Meclis açılınca “Amacımız Halife hazretlerini ve vatanı kurtarmaktır” demiştir. Büyük Millet Meclisi başkanlığını bir oy farkla kazanmıştır. Millî Mücadele yıllarında çok namaz kılmıştır. 1924’te Hilafeti kaldırtmış, Halifeyi ve bütün Hanedan-ı Âl-i Osmanı yurt dışına sürmüştür. Mecelleyi kaldırtıp yerine İsviçre Medenî Kanunu’nu tercüme ettirip yürürlüğe koymuştur. İslam medreselerini kapatmıştır. Bakanlar kurulundaki Şer’iye Vekaletini (Din ve Şeriat İşleri Bakanlığını) kaldırmıştır. İstiklal Mahkemelerini kurdurmuş ve yurt sathında adaleti ve güvenliği sağlamıştır. Şapka risalesi dolayısıyla ulemadan İskilipli Âtıf Efendi onun zamanında asılmıştır. Dersim isyanını o bastırmıştır. Fesi, sarığı yasaklayıp yerine şapka giymeyi mecburî kılmıştır. Şapka isyanlarını bastırıp uygarlık ve çağdaşlığı güvence altına almıştır. Tasavvuf tekkelerini ve tarikatlarını kapatmıştır. Diyarbakır’da Şeyh Said’i astırmıştır. Hafta tatilini cumadan pazara çevirtmiştir. Osmanlı yazısını kaldırıp Latin yazısını almıştır. Müslüman kadınları çarşaf ve peçeden kurtarıp açmıştır. Ayasofya’yı camilikten çıkartıp müze yapmıştır. Şeriatı kaldırıp laikliği ilan etmiştir. Bulgaristan’dan Agob Martayanı (A. Dilaçar) getirtmiş, Dil Kurumunun başına geçirmiş ve Türkçeyi arı, duru, sade, öz hale getirtmiştir. Nazım Hikmet’i yakalatıp ağır hapis cezasına mahkum ettirmiştir.
Daha neler neler yapmıştır. Hal böyle iken o hiçbir şey yapmadı demek mümkün müdür? Evet o az zamanda çok şeyler yapmıştır.”
***
Atatürk bu  “onlar” için;
Az zamanda sahip oldukları ne varsa ellerinden alan kişi! Neye sahiplerdi ki diye merak içindesiniz değil mi?
Göz bağına, prangaya, boyunduruğa; zifiri karanlıkta sürünmeyi, sürüklenmeyi  “yol bulmak”  sanmalarına yarayacak ne varsa ona!
Biz  “düşmanı yendi” diye övünüyoruz ya Atatürk’le, “onlar”a sor bakalım, Türk Milleti’yle bir görüp  “yenmiş” sayıyorlar mı kendilerini?
***
(AKP İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun dünkü Vatan’da Mine Şenocaklı’ya verdiği röportajdan ibretlik bir bölüm:
“Ben Marmara İktisat’taki arkadaşların reisiydim o zamanlar.
- Nasıl? Siz reis deyince MHP geldi ilk aklıma... MHP’li miydiniz?
Hayır. Müslüman gençlerin reisiydim.”
 “Onlar”dan olmayan herkes gayrımüslim çünkü! “Onlar” gibi düşünmeyen, “onlar” gibi ibadet etmeyen, “onlar” gibi giyinmeyen herkes “deccal”; Atatürk dahil!)
***
 “Onlar” için düşman  “işgal eden, tecavüz eden, vatanlarına, namuslarına göz diken” değil; şeyhe, şıha biat edip  “düşünme” zahmetine girmeden yaşayıp giderken  “boyunduruklarını söküp atan” kişi!

Hatırlasanıza o gencecik kız çıktığı televizyon kanalında nasıl bir nefret nöbeti geçirmişti:
“İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı!”
Ebu Garip’te “Karnımızda ABD askerlerinin piçlerini taşıyoruz, gelin öldürün bizi” diye yalvaran Müslüman kadınların halini bin kere de soksanız o kızın gözlerine nafile, “bağımsızlık” demez yine de,  “manda altında göstermelik çekilen hilafet bayrağı”nı yeğler ay-yıldıza!
Çünkü beşikten beri Eygi’nin satırları işlendi aklına, ruhuna!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden bu yana üç nesil yukarıdaki satırları ninni belledi, onlarla uyutuldu! Babadan oğula, toruna geçen miras oldu “intikam arzusu”... Sokaklarımızda, mahallelerimizde, okullarımızda, işyerlerimizde, gazetelerimizde, televizyonlarımızda, çarşıda, pazarda bu kalıtımsal kinin pençesine hapsolmuş milyonlarca insan dolaşıyor şimdi, bu aslında “toplumsal dönüşüm”ün özeti.
Son dokuz yılda sanmayın, oy uğruna, sonrasını hesap etmeden önüne gelene mavi boncuk dağıtan siyaset kurumu sağolsun; son 50-60 yılda ağır ağır  “devlet”in en küçük hücresine kadar sızdı bu kafa!
***
İyi de Eygi başka gömlek giyiyor, “devlet”i ele geçirenler başka diyorsunuz değil mi?
Daha fena ya!
Düşünün artık bu nasıl bir kin, nasıl bir öc alma isteği ki, kendisine  “Milli Görüşçü” diyenleri Hz. Muhammed’siz İslam inşa etmeye çalışanlarla aynı noktada birleştirebildi!
***
1923 “onlar” için “yenik” bitirdikleri ilk devrenin skoruydu! Şimdi bütün uğraşları 2023’e adlarını yazdırıp 100 farkla önde bitirmek için “tarihi maçı”.

+++

Bir daha asla dediği Doğan’la başbaşa
10 yıl önce Nazlı Ilıcak bas bas bağırıyordu ekranda: “Aydın Doğan CHP ile işbirliği içinde!”
Doğan canlı yayına bağlanıp da “Yarın yine benim yanımda çalışmak istersin” demişti de çıngar çıkmıştı stüdyoda: “Senin yanında bir daha çalışmam.”
Büyük lokma yut, büyük söz söyleme! 10 yıl sonra Ilıcak CNN Türk’te yani Aydın Doğan’ın yanında çalışıyor. Patroncuğuyla Nişantaşı’nda yanak yanağa poz veriyor. Bu değişimin sırrı mı?
Fotoğraftaki isimlerde saklı?
“CHP’yle işbirliği halinde” diye “ötekileştirilen” Doğan Ertuğrul Özkök’ü sildi yerine AKP ile işbirliğinden sorumlu Enis Berberoğlu’nu getirdi! Dahasını Cumhuriyet’ten Mustafa Sönmez aktarsın: “Milliyet, Vatan elden çıkartıldı, Radikal, “murdar” edildi. Star, “Uğur Dündar belası”ndan ayıklanmış halde bünyeden çıkartıldı...”

+++

Erken emekliliğin tadını çıkarıyor!
İlk mesaj:
“Herkese merhaba. Bugün İstanbul’da kapalı bir hava var. Evde bilgisayarımın başındayım”
Ardından tam, dakikası dakikasına bir saat boyunca aralıksız cıvıldadı. Bolulu teyzelerin elmalarını, Hayrünisa Hanım’a hediye edilen yaşmağı, vaililik binalarının mimarisine dair eleştirilerini, Batı Karadeniz’in “saklı kalmış ve mutlaka dünyaya açılması gereken güzellikleri”ni; donmuş gölleri... Velhasıl dağları, tepeleri, kuşları, böcekleri anlattı durdu...
Hayrünisa Gül’ün birkaç ay önce bir grup kadın köşe yazarıyla sohbeti sırasındaki yakınmalarını hatırladım. Hayrünisa Hanım “Köşk’ün yoğun çalışma temposu”ndan yemek yapmaya, dizi izlemeye, oğlunun mezuniyetine gitmeye vakit bulamazken, eşiyle film izlemeye bile ancak uçak yolculukları sırasında fırsat bulabildiklerini söylerken Abdullah Bey koca bir saatini twitter’da “cıvıldamaya” ayırabilmişti. Demek ki birkaç ayda çok şey değişti.
Bizim “sallantıda” olduğu tedirginliği yaşadığımız, ateşin ortasına atıldı, dört yanı kuşatılmış, değerlerinin içi boşaltılmış, duyarlılıkları törpülenmiş, insanlarının aç, açıkta, hasta, yasta olduğu, içi oyulan, ordusu yargı eliyle terör örgütü ilan edilen Cumhuriyet’in başındaki kişi olarak, hatta bizzat kendisi “terör örgütü başı(!)”na 700 bin kişilik Silahlı Kuvvetler’i yönetme yetkisi veren kararnameyi imzaladığı zannı altında bulunan Sayın Gül, yağmurlu bir İstanbul sabahında can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmış aylak insan profili çizebildiğine göre demek ki Cumhurbaşkanlığı makamındaki “işini bitirdi”!
Eğer öyleyse 5 yıl iyidir iyi...
Yoksa değil twitter, “play station” olsa insanı 7 yıl oyalamaya yetmez ki!


+++

Vesayetçi ‘bizden’ olunca
akan sular duruyor demek ki
Genelkurmay Başkanı Özel’in geçen hafta Fikret Bila’ya verdiği demeci hatırlarsınız.. Anadilde eğitime karşı olduğunu söylemişti.. Kürtçe eğitime yani.. Tepki gösteren olmadı..
(...)
Çok değil yedi sekiz ay önce olsa, ortalığı ayağa kaldırırlardı.. Sivil otoriteye müdahale derlerdi, senin işin değil diye diklenirlerdi..
Kışlana dön derlerdi..
Şimdi tık yok.. Ses seda yok..
Acaba diyorum..
‘Bizden’ dedikleri için mi?  Kendilerinden gördükleri için mi?
Mehmet Tezkan / Milliyet
 
+++
 
“Cambaz” Osmanlı’da ilk
saldıran birliğin neferiydi
Üniversitede Osmanlı Tarihi okutmakta olan arkadaşımın bana anlattığına göre, padişah ordusunun başında sefere çıktığında düşmana karşı ilk saldırıya geçen birliğin adına da  “Cambaz” diyorlardı.
Mecaz (kinaye) anlamı da var.
Hileci, hilekar.
Güvenilmez adam.
Hilekara da “cambaz” diyorlar.
Başbakan da geçenlerde;  “Orduya, kaçağa çıkmış köylülerin terörist olduğu hatalı istihbaratını MİT verdi”  diye manşet yazısı yazan gazeteci için  “Cambaz” yakıştırması yaptı.
Bu gazeteci de yiğitlendi. Başbakan’a  “Kasımpaşalı” dedi.

***

Aklıma geldi.
7 yıl önce ben de Başbakan’a  “Kasımpaşalı İmam”  diyerek ve üstelik onun Cem Uzan’ın yaptığı hortumculuğun üzerine gitmesini onaylayan bir yazı yazmıştım. Başbakan,  “Kasımpaşalı İmam”  diye yazdığım için kişilik haklarına hakaret saymış, beni mahkemeye vermiş, davayı da kazanmıştı.
Faizleriyle 20 milyar TL.
Bugünün 20 bin lirası.
Tazminat almıştı.
Aynı Başbakan, 7 yıl sonra  “Cambaz” sıfatı yapıştırdığı ve Ordunun içinden belge, bilgi, valiz dolusu balyoz planı(!) alma becerisine sahip  gazetecinin  kendisine  “Kasımpaşalı” demesine çok farklı bir tepki verdi.
“Gurur duyarım”  dedi.
Kasımpaşalı olmaktan gurur duyarım. Bendeki kalemin keskinliğine bak! “Kasımpaşalı” diye yazıyorum. Kişilik haklarına saldırı sayılıyor. Cambaz,  “Kasımpaşalı” diyor. Gururlanma vesilesi oluyor.

***

Başbakan,  “Cambaz”  dediği gazeteciyi mahkemeye de vermedi.
O zaman bu gazeteciye  “cambaz” diye yafta vurduğunda onun;  “hileci, hilekar, güvenilmez bir adam”  olduğunu değil sefere çıkmış padişahın önünde düşmana ilk saldıran birliğin neferi anlamında biri kabul ettiğini göstermiş oldu.
Faydalı, yandaş bir cambaz!
Bavullarla dosya geliyor.
Cambaz bir yazıyor.
Hemen dava açılıyor.
Çok garip!
Başbakan’ın “ilk saldıran birlik”  anlamında cambaz dediği bu gazeteci aralık ayının son haftasında;  “bavul dolusu dövizi İsviçre’den Türkiye’ye taşıyan bir AKP’liyi”  anlatan yazı yazdı.
Şöyleydi yazı:  “AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini doğrusu merak ediyorum. Liderlik tartışması AK Parti’de büyük kırılmalara neden olabilir. Bekleyip hep birlikte göreceğiz”

***

Kim bu taşıyıcı? Şimdi o bakan mı?
Cambaz gazeteci adını vermiyor. Bu dövizler kimin? Dövizler neden İsviçre’deydi? Orada nasıl birikti? Neden Türkiye’ye getirildi? Nerelere, kime aktarıldı? Nerelerde, ne amaçla kullanıldı?  “Kasımpaşalı Tayyip” in  “Başbakan Tayyip”  olmasında bu dövizlerin payı olmuş muydu?
Cambaz, bunları yazmıyor.
Zamanı gelecek diye saklıyor.
Cambaz gazeteci, generallerin darbe ortamı yaratma planlarını(!) yazdığında hemen dava açılıyor, Başbakan’ın partisinden  “ bir taşıyıcının döviz dolu valizini”  yazdığında hiçbir ses çıkmıyor.
Cambazlığa bak!
Necati Doğru / Sözcü
 
+++
 
Kuklacı kuklayı değiştirdi
12 Eylül 1980 darbesini yapmak için kışkırttıkları, kan denizine ittikleri çocukları çıkarıp astılar. İşkence çığlıkları yeri göğü inletti. Atlantik ötesinden “bağımsızlık simgeleri”nin karartılması istendi, “Atatürk” diye diye insanlara zulüm ettiler. İstiklal Marşı, tutukevlerinde cezadan sayıldı...
Bu arada... Bildik emekli vaiz sözde aranıyordu, ama il il dolaşıp konuşmalar yapıyor, bankadan gidip emekli maaşını çekebiliyordu. Kenan Evren, kürsülere çıkıp ayetlerle süslü nutuklar atıyordu. Baskı anayasasını onaylamaları için cemaatlarin, tarikatların, şıhların, şeyhlerin sırtı sıvazlandı. Devletin imamları Suudi parasıyla yurtdışına gönderildi. Bugün  “anayasadan laiklik kalksın” diyen imam hatip mezunları, ilkokullara, liselere müdür atandı. Zorunlu din dersi anayasaya kondu. Alevi köylerine cami yapıldı.  “Takunyalı” diye bilinen Turgut Özal, başbakan yardımcılığına getirildi, yetmedi, Başbakanlık’a, Cumhurbaşkanlığı’na yol açıldı. 12 Eylülcülerin o gün besledikleri, korudukları, kolladıkları; bugün onları tasfiye ediyor. Ali Sirmen’in geçenlerde yazdığı gibi, kuklacı, kuklayı değiştirdi, o kadar...
Işık Kansu / Cumhuriyet

Selcan Taşçı / YENİÇAĞ
Akçura'nun yoldaşları, Mustafa Kemal'in askerleriz!