Gönderen Konu: ATATÜRK'ÜN HAYATI İLE İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ MÜLAKATLAR -I  (Okunma sayısı 3832 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tanrıkut1964

  • Ziyaretçi
Başbuğ Atatürk'ün hayatı ile ilgili verdiği Mülakatlar

Başbuğ Atatürk'ün İlk Hatıraları

''Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe girmek meselesine aittir. Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilâhilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Rüsumatta memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi'nin mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama taraftardı.
Nihayet babam işi mâhirane bir surette halletti: Evvelâmerasim-i mütâde (alışılmış tören) ile mahalle mektebine başladım. Bu surette anmemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi'nin mektebine kaydedildim.
Az zaman sonra babam vefat etti. Annemle beraber dayımın nezdine (yanına) yerleştik. Dayım köy hayatı geçiriyordu. Ben de bu hayata karıştım. Bana vazifeler veriyor, ben de bunları yapıyordum. Başlıca vazife tarla bekçiliği idi. Kardeşimle beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuz anları unutamam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece biraz vakit geçince, annem mektepsiz kaldığım için endişe etmeye başladı. Nihayet Selânik'te bulunan teyzemin evine gitmeme ve mektebe devam etmeme karar verildi. Selânik'te Mülkiye İdadisi'ne kaydoldum. Mektepte Kaymak Hafız isminde bir hoca vardı. Bir gün sınıfımızda ders verirken diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültü oldu. Hoca beni derhal mektepten çıkardı.

İlk Emrivaki

Komşumuzda binbaşı Kadri Bey isminde bir zat oturuyordu. Oğlu Ahmet Bey askerî rüştiyesine devam ediyor ve mektep elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeğe hevesleniyordum. Sonra sokaklarda zabitler görüyordum. Bu dereceye vâsıl olmak için tâkip edilmesi lâzım gelen yolun, askerî rüştiyesine girmek olduğunu anlıyordum.
O sırada annem Selânik'e gelmişti. Askerî rüştiyesine girmek istediğimi söyledim. Valide askerlikten mütehâşi idi (ürkmüştü). Asker olmama şiddetle mümanaat ediyordu (karşı koyuyordu). Kabul imtihanı zamanı ona sezdirmeden kendi kendime askerî rüştiyesine giderek imtihan verdim. Böylece valideye karşı bir emrivâki ihdas edilmiş oldu.
Rüştiyede en çok riyaziyeye merak sardırdım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar, belki de daha ziyade malûmat sahibi oldum. Derslerin fevkinde meselerle iştigal ediyordum. Tahriri sualler yazıyordum. Riyaziye muallimi de tahriren cevap veriyordu.

Öğretmenimin ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki: ''Oğlum, senin de ismin Mustafa, benim de... Bu böyle olmayacak. Arada, bir fark bulunmalı, bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun...'' O zamandan beri ismim filhakika Mustafa Kemal kaldı.
Öğretmen sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize: ''Aranızda kendine kimler güveniyorsa kalksınlar, onları müzakereci yapacağım'' dedi. Evvelâ tereddüt ettim. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim. Bunlardan birinin müzakeresi altına girdim. Müzakerenin sonunda tahammülüm son dereceye geldi. Ayağa kalkarak: ''Ben bundan iyi yaparım'' dedim. Bunun üzerine öğretmen beni müzakereci yaptı, eski müzakereciyi benim müzakerem altına verdi.
Askerî rüştiyesini ikmal ettiğim zaman merakım epeyce ileri gitmişti. Manastır askerî idadisinde riyaziye (matematik) pek kolay geldi. Bununla meşgul olmağa devam ettim. Fakat Fransızcada geri idim. Muallim benimle çok meşgul olmuyor, acı ihtarlarda bulunuyordu. Bu ihtarlar benim pek gücüme gitti. İlk sıla zamanında çare aradım. İki, üç ay gizlice Frerler mektebinin hususî sınıfına devam ettim. Böylece mektep derslerine nisbetle fazla derecede Fransızca öğrendim.

Edebiyat Merakı

O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğuna o zaman muttali oldum (öğrendim). Ona çalışmağa başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet öğretmeni diye yeni gelen bir zat, beni şiirle iştigalden menetti. ''Bu tarz işgal seni asker olmaktan uzaklaştırır'' dedi. Maahaza güzel yazmak hevesi bende baki kaldı.
İdadide iken muannidane (inatla) bir surette çalışıyorduk. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı. Nihayet idadiyi bitirdim. Harbiyeye geçtim. Burada da riyaziye merakı devam ediyordu. Birinci sınıfta saf, gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım.
İkinci sınıfa geçtikten sonra askerlik derslerine merak sardırdım. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının vazettiği memnuiyeti unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi baki idi. Teneffüs zamanlarında kitabet talimleri yapıyorduk. Saati ellerimize alıyor, ''bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim.'' diye müsabaka ve münakaşalar tertipliyorduk.

Siyasî İştigaller ve Yeni Fikirler

Harbiye senelerinde siyaset fikirleri başgösterdi. Vaziyet hakkında henüz nâfiz (içe işliyen) bir nazar hâsıl edemiyorduk. Sultan Hamit devri idi. Namık Kemal Bey'in kitaplarını okuyorduk. Tâkibat sıkı idi. Ekseriyetle ancak koğuşta, yattıktan sonra okumak imkânını buluyorduk. Bu gibi vatanpervarane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu ihsas ediyordu (sezdiriyordu). Fakat bunun mahiyeti gözlerimiz önünde tamamıyla tebellür etmiyordu (belirmiyordu.)
Erkân-ı harp sınıflarına geçtik. Mutad olan derslere çok iyi çalışıyordum. Bunların fevkinde olarak bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu.
Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar oldğunu keşfetmeye başladık.

Mektepte Çıkarılan Gazete

Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi anlatmak hevesine düştük. Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısiyle gazete tesis ettik.
Sınıf dahilinde ufak teşkilâtımız vardı. Ben heyet-i idareye dahildim. Gazetenin yazılarını ekseriyetle ben yazıyordum.
O zaman Mekâtip (okullar) Müfettişi İsmail Paşa vardı. Bu harekâtımızı keşfetmiş. Tâkip ettiriyormuş. Mektebin Müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu zat Padişah nezdinde İsmail Paşa tarafından tahtie edilmiş (hatalı görülmüş) ''Mektepte böyle talebe var. Ya farkında olmuyor, ya müsamaha ediyor.'' denilmiş. Rıza Paşa mevkiini muhafaza için inkâr etmiş.
Bir gün, gazetenin icap eden yazılarından birini yazmakla meşguldük. Baytar dershanelerinden birine girmiş, kapıyı kapatmıştık. Kapı arkasında birkaç nöbetçi duruyordu. Rıza Paşa'ya haber vermişler. Sınıfı bastı. Yazılar masa üstünde ve ön tarafta duruyordu. Görmemezliğe geldi. Ancak dersten başka şeylerle iştigal vesilesiyle tevkifimizi emretti. Çıkarken: ''Yalnız izinsizle iktifa olunabilir'' dedi. Sonra hiçbir ceza tatbikına lüzum olmadıını söylemiş. Böyle hareket etmesinde, kendine atfedilen kusuru meydana çıkarmamak gayretinin dahli olmakla berabre hüsn-i niyeti de inkâr edilemezdi.
Eskân-ı Harbiye sınıflarının nihayetine kadar bu işlere devam ettik. Yüzbaşı olarak mektepten çıktıktan sonra İstanbul'da geçireceğimiz müddet zarfında bu işlerle daha iyi iştigal için bir arkadaş namına bir apartman tuttuk. Ara sıra orada toplanıyorduk. Bu hareketlerimizin hepsi tâkip olunuyor ve biliniyordu.

Aramıza Giren Hafiye

Bu sırada Fethi Bey namında eski arkadaşlardan zabit iken askerlikten terdolunmuş bir zat karşımıza çıktı. Kendisinin sefalet-i halinden (yoksul durumundan) muavenete (yardıma) muhtaç olduğundan, yatacak yeri bulunmadığından bahisle bize iltica etti( sığındı). Biz de bu zatı malikolduğumuz apartmanda yatırmaya ve muavenet (yardım) etmeye karar verdik. İki gün sonra kendisinin talebi üzerine bir yerde mülâki olacaktık. Gittiğim zaman yanında mâbeyne mensup bir de yâver gördüm. Apartmanda yatan İsmail Hakkı Bey namında bir zat vardı, derhal götürmüşler. Bir gün sonra da bizi tevkif ettiler. Fethi Bey meğer İsmail Paşa'nın hafiyesi imiş, bir müddet münferit surette mahpus kaldım. Sonra mâbeyne götürdüler. İsticvap edildim (sorguya çekildim). İsmail Paşa, başkâtip, bir de sakallı bir adam hazır bulunuyordu. İsticvaptan anladık ki gazete çıkardığımızdan, teşkilât yaptığımızdan, apartmanda çalıştığımızdan, hulâsa bütün bu işlerden dolayı maznun bulunuyorduk. Daha evvelki arkadaşlar itiraflarda bulunmuşlar. Birkaç ay böyle mevkuf tutulduktan sonra bıraktılar.

Askerî Hayatımın Başlangıcı

Birkaç gün sonra Erkân-ı Harbiye Dairesine tekmil erkân-ı harp arkadaşları çağırdılar. Mütesaviyen (eşit olarak) Edirne ve Selânik'e, yani o zamanki ikinci ve üçüncü ordulara gönderilmemiz mukarrerdi. Kur'a çekileceğini, fakat beynimizde (aramızda) anlaşırsak kur'aya lüzum kalmayacağını söylediler. Ben arkadaşlara işaret ettim. Biraz konuştuk. Filhakika ufak bir anlaşma neticesinde ikinci ve üçüncü ordulara gidecekleri ayırdık. Bu tarz hareketi aramızda teşkilât bulunduğuna delil diye telâkki ettiler. Beni Suriye'ye nefyettiler (sürgün ettiler). Şam'da bir süvari kıt'asında staj yapmaya memur olunmuştum. O sıralarda Dürzîlerle bir takım meseleler vardı. Dürzîler üzerine kıtaat sevkolunuyordu. Ben de bu meyanda gittim. Dört ay orada kaldım.

Hürriyet Cemiyetinin Tesisi

''Hürriyet Cemiyeti'' namında bir cemiyet vücude getirdik. Bunu tevsi (genişletmek) için aldığımız tedbirler meyanında benim muhtelif sünufu askeriyede (askeri sınıflarda) staj yapmak bahanesiyle Beyrut, Yafa ve Kudüs'e gitmem vardı.
Böylece hareket ettim. İsimlerini saydığım yerlerde teşkilât yapıldı. Yafa'da, daha fazlaca kaldım. Oradaki teşkilât daha kuvvetli oldu. Fakat Suriye'de arzu ettiğimiz derecede işi taazzuv ettirmek (oldurmak) gayri mümkün görünüyordu. Bende işin Makedonya'da daha sert gideceği kanaati vardı. Oraya gitmek için çare düşünmekte idim.
Nefye (sürgüne) dair hakkımda çıkan iradede ''vesait-i sehile ile memleketine gidemeyecek bir yere gönderilmesi'' kaydı vardı. Bu itibarla Makedonya'ya gitmek müşküldü. O esnada bir yanlışlık mahsulü olduğuna şüphe olmayan bir mezuniyet tezkeresi elimize geçti. Buna yanlışlık denebilir. Fakat bu yanlışkı şurada burada çalışan komite erkânının netice-i mesaisi (çalışmalarının sonucu) olarak icat edilmişti.
Bu tezkereye nazaran mezunen İzmir'e gidebilecektim. İşin içinde bir yanlışlık olduğunun meydana çıkacağını takdir ediyordum. Fakat o esnada Selânik'te topçu müfettişi bulunan Şükrü Paşa'nın gayet vatanperver bir zat olduğunu hikâye ediyorlardı. Kendisine bir mektup yazdım. Kendimi ve maksadımı az çok açıkça anlattım. Bu maksatların seri surette yapılması Makedonya'ya gitmeme mütevakkıftı (bağlı idi). Kendi evsafı hakkında duyduğum şeyler doğru ise delâlet (yardım) etmesini rica ettim. Doğrudan doğruya cevap vermedi. Fakat ne şekilde olursa olsun kendiliğinden Selânik'e gidersem işi temin edeceğini bilvasıta bildirdi. Tezkereyi cebimize koyduk. Makedonya'ya gitmek üzere hareket ettim. Fakat hareketi müteakıp meselenin meydana çıkması ihtimaline karşı izimi kaybettirmek için evvelâ Mısır'a, sonra Yunanistan'a gitim. Şayet bir malûmat olursa oralardan geçerken Yafa'da bildireceklerdi. Hiçbir şey yazmadılar. Mütenekkiren (kılık değiştirerek) Selanik'e girdim. Bir gece Şükrü Paşa'yı gördüm. Benimle temastan tevahhus ediyordu (ürküyordu). Ben ciddî bir nokta-i istinat (dayanma noktası) bulmaksızın dört ay kadar Selânik'te kaldım. Hürriyet Cemiyeti'nin bir şubesini tesis ettim.

Makedonya'ya Resmen Nakil

Selânik'te bulunduğumu İstanbul haber alarak, takibata başladı. Oradan tekrar mütenekkiren (kılık değiştirerek) Yafa'ya geldim. O zaman bir Akabe meselesi vardı. Kendimi derhal hududa memur ettim. Arandığım zaman hudut üzerinde isbat-ı vücut ettim.
Cem'an (Toplam) iki buçuk, üç sene Suriye'de kalmıştım. Bu müddet zarfında her şey unutulmuştu. Makedonya'ya nakil için resmen müracaat ettim. Maksadıma nihayet vâsıl oldum.
Selânik'e geldiğimde bizim Hürriyet Cemiyeti'nin ''Terakki ve İttihat'' namını aldığını duydum. Doktor Nazım Bey, Paris'ten Selânik'e gelmiş. ''Terakki ve İttihat Cemiyeti'nin tarihte yeri var. O nam altında çalışırsa daha iyi tesir eder'' diye arkadaşları ikna etmiş. Cemiyet o nam altında çalışmakta devam etti. Resmi memuriyetim, maiyet müşürü erkân-ı harbiyesinde idi. Ben bu vaziyette iken 1324 (1908) senesi geldi ve Meşrutiyet ilan olundu.

ALINTIDIR