Gönderen Konu: ATATÜRK'ÜN HAYATI İLE İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ MÜLAKATLAR-II  (Okunma sayısı 2756 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Tanrıkut1964

  • Ziyaretçi
Meşrutiyet'ten sonra

Meşrutiyet'ten sonra bütün eşhas (şahıslar) meydana çıktı. O zamana kadar saf ve nezih (temiz) çalışıyorduk. Ben herkesi öyle biliyordum. Şahsi nümayişleri çirkin buldum.
Bazı arkadaşların harekâtını şayan-ı tenkid gördüm. Tenkidden içtinap etmedim (çekinmedim).
Bu fenalıkları bertaraf etmek için ilk düşündüğüm tedbir ordunun siyasetten çekilmesi nazariyesi idi. Bunu diğer arkadaşlar caiz görmüyorlardı. Nihayet 31 Mart Vak'ası oldu. Bu vak'a üzerine Makedonya'dan giden kıtaatın ve ilk devirde Edirne'den bunlara iltihak eden kuvvetlerin erkân-ı harbiye reisi olarak İstanbul'a gittim. Bidayette kumandan Hüsnü Paşa idi. ''Hareket Ordusu'' ismini ben buldum. O zaman bunun manasını kimse anlamamıştı. Mesele şundan ibaretti: İstanbul'a hitaben bir beyanname yazmak lazım geldi. Bunu ben yazdım. Sonra sefirlere hitaben ikinci bir beyanname yazdık. Buna ne imza konulması münasip olduğunu düşündük. Bazı arkadaşlar ''Hürriyet Ordusu'' dediler. Halbuki bütün ordu hürriyet ordusu vaziyetinde idi.
Hareket halinde bulunan kuvvetlerin vaziyetini göstermek için ''hürriyet ordusunun operasyon kuvvetleri'' denildi. Ben bu ''operasyon'' kelimesinin Türkçeye tercümesini düşünerek ''Hareket Ordusu'' tâbirini kullandım.

31 Mart'tan sonra

31 Mart meselesi halledilince tekrar Selânik'e döndüm. Ordunun cemiyetten ayrılması ve siyasetle iştigal etmemesi nokta-i nazarını bu defa daha kuvvetle ileri sürmeye başladım.
İlan-ı meşrutiyetten (meşrutiyetin ilanından) sonra teşkilât yapmak için Trablusgarp'a gönderilmiştim. Her defa orada İttihat ve Terakki Kongresi'ne murahhas (delege) intihap olunuyor, fakat gitmiyorduk. Bir defa yalnız bu maksadı anlatmak için gittim. Maksadımı kabul ettirdim. Fakat muvaffakiyet yalnız kongrenin nazari kararında kaldı. Tatbik edilmedi. İttihat ve Terakki'nin bazı eşhası (kişileri) ile aramızda Meşrutiyet'ten sonra başlayan ihtilâf-ı efkâr (fikir ayrılığı) nihayet derecede şiddetlendi ve tamam bu ana kadar devam etti.
Bundan sonra yeni ordu teşkilâtı yapıldı. İzzet Paşa Erkân-ı Harbiye Reisi idi. Ben bu teşkilâtta Selânik kolordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne küçük rütbede bir zabit sıfatıyla dahil oldum. Henüz kolağası rütbesinde idim. Ordunun talim ve terbiyesi ile uğraşıyordum. Bu itibarla şifahi ve tahriri pek çok tenkitler yapmak mecburiyeti hâsıl oluyordu. Bun tenkidat bilhassa eski kumandanları rencide ediyordu. Bunun, benim ameliyattan ziyade nazariyatçı olduğumdan ileri geldiğine zahip olarak (kapılarak) mücazat (cezalandırma) kabilinden 38'inci piyade alayına kumandan yaptılar. Bu tâyin gazap yüzünden rahmet oldu. Alay Kumandanlığı'nı ifa ettiğim sırada, Selânik'te bulunan tekmil garnizon kıtaatı, alayın tatbikatına kendiliklerinden iştirâke başladılar. Verilen konferanslara diğer zabitlerin iştirâki görüldü. O zaman Selânik'te bu faaliyetten şüphelendiler. Beni Mahmut Şevket Paşa marifetiyle İstanbul'a çağırdılar. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye'de bir vazifeye tâyin ettiler.
Selânik'te bulunduğum sırada Arnavutluk harekatıyla meşgul olmuştum. Evvela Şevket Turgut Paşa memur iken Mahmut Şevket Paşa bizzat Arnavutluk harekâtını ele almıştır. Beni de erkân-ı harbiye reisi diye beraber götürdü.

Trablus ve Balkan harpleri

İstanbul'a çağırıldığım sırada İtalyanlar Trablusgarp'a hücum ettiler. Ben de tebdil-i nam (ad değiştirme) ve kıyafet ederek bazı arkadaşlarla beraber Mısır'a oradan Bingazi taraflarına gittim. Bir sene kadar devam eden harp esnasında Bingazi Kuvvetleri Kumandanlığı'nda bulundum.
Asıl memlekette de Balkan Harbi başlamıştı. Bulgar ordusu Çatalca hattına ve Bolayır'ın şimâline (kuzeyine) geldiği bir sırada İstanbul'a avdet ettim (döndüm).
Umumî harp

Bu senenin nihayetinde Harb-i Umumî ilan olundu. Vâki olan müracaat ve talebim üzerine Tekirdağı'nda henüz teşkil edilen 19'uncu fırkaya kumandan oldum. Arıburnu'nda, Anafarta'da bulundum. İngilizler çekilip gittikten sonra bir ay Edirne'de 16'ncı Kolordu ile kaldım. Sonra Kolordu Kumandanı olarak Diyarbakır ve havalisine gittim. Orada yaptığımız mühim muharebelerden biri, Bitlis ve Muş'un Ruslardan istirdadıdır (kurtarılmasıdır).

Harbin son safhasında

Harbin son safhasında bazı fikirlerim kabul edilmeyince kumandayı da red ile İstanbul'a döndüm.
O sıralarda idi. Veliahd ile birlikte Alman Karargâh-ı Umumîsi'ne gittik ve Alman garp cephesinin bazı aksamını gördük. Bu müşahedatımdan (gözlemimden) Hindenburg ve Ludendord ile mülâkatlarımdan sona mutalebat-ı sâbıkamdaki (eski isteklerimdeki) isabete daha ziyade kani oldum.
O zaman hâsıl ettiğim son kanaat, Harb-i Umumi'ye dahil olunduğu ilk anda söylemiş olduğum fikrin aynı olarak tecelli etti (meydana çıktı).
Binnetice vaktiyle istifa etmiş olduğum 7. Ordu Kumandanlığı'na tekrar başlamak üzere Nablus'a gittim.

Mütarekeden sonra

Aynı sıralarda mütareke imza edilmişti. Daha Halep'te iken, derhal kabineyi tebdil etmek (değiştirmek) ve yerine isimlerini sarahaten (açıkça) söylediğim zevattan (kişilerden) mürekkep bir kabine geçirmek lüzumunu ve aynı zamanda benim İstanbul'a celbim faydalı olacağını açıktan açığa İstanbul'a bildirmiştim. Vâkıa kabine tebeddil etti, fakat benim İstanbul'a celbime lüzum görülmedi. Nihayet bu kabine de düştükten sonra İstanbul'a gittim.
İstanbul'a muvasalatımda (varışımda) benim nazarımda vaziyet şu idi: Meclis-i Meb'usan nasıl hareket etmek lazım geleceğinde mütereddit (kararsız) bulunuyordu.
Yeni sukut etmiş (düşmüş) zevatla ve mes'uslarla ayrı ayrı görüştüm. O zaman düşündüğüm şey, her ciheti tatmin ederek müdafaa-i memleket için kuvvetli bir vaziyet ihdas olunabileceği merkezinde idi. Fakat bu düşünce üzerinde lüzumu kadar çalışmaya vakit kalmadan Meclis'in feshine şahit olduk.
İstanbul erbabı hamiyetince (hamiyetli kimselerinden) muhtelif namlar altında programlar ve fırkalar teşkil olunmak suretiyle çare-i halâs (kurtuluş yolu) aranmakta idi. Bunların her birini ayrı ayrı tetkik ettim. Hiçbiri bir kuvve-i teyidiyeye (inandırıcı kuvvete) istinat etmiyordu (dayanmıyordu). Binaenaleyh hiçbiriyle teşrik-i mesâiden (işbirliğinden) bir netice beklemedim. Kuvve-i teyidiyenin doğrudan doğruya millet olacağı kanaati bende pek kuvvetli idi.

ALINTIDIR