Gönderen Konu: ATATÜRK'ÜN VASIFLARI  (Okunma sayısı 6652 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2202
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI
« : 14 Mayıs 2011 »
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI

Üstün komutanlık yeteneği Çanakkale'de ortaya çıktı
Böylece; Osmanlı İmparatorluğunun değişik bölgelerinde, çeşitli kıta ve karargâh hizmetlerinde bulunmuş; küçük rütbelerde de dikkati çeken bir subay olmakla beraber, askerî liderlik, diğer bir deyişle üstün komutanlık yetenek ve niteliklerini önce I. Dünya Savaşında Çanakkale Harekâtında (1915) ortaya koyarak ulusal bir ün kazanmış; daha sonraki yüksek komuta mevkilerinde de (1916-1918) başarılarını sürdürmüştür. O kadar ki; I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin yenik düşmesine rağmen; bazı Batılı otoritelerce Savaşta yenilmemiş olan tek Türk generali olarak nitelendirilmiştir. Atatürk, hiç kuşkusuz, bir askerî dâhiyi simgeleyen birçok üstün niteliğe sahiptir. Uzağı görüş, gerçekçilik, kararlılık, inisiyatif, sorumluluğu benimseme, esneklik ve daha birçok meziyetler.
Atatürk'ün tarih sahnesinde köklü bir yer alması, 1915 yılında Çanakkale Harekâtı sırasında olmuştur. İngiliz Harp Tarihi arşivindeki Gelibolu Seferi adlı eserinde general Oglander (C.F. Aspinall), Mustafa Kemal Paşayı Mukadderat Adamı olarak niteliyor ve özetle şöyle diyor: "... Şimdi (1932) Türkiye'nin Cumhurbaşkanı bulunan Gazi Mustafa Kemal'in Çanakkale Muharebelerindeki büyük başarılarını gereğince övmeye ve takdire imkân yoktur; bu konuda ne söylense azdır... Bir tümen komutanının üç ayrı yerde kendi inisiyatifi ile giriştiği hareketlerle bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı, tarihte pek az görülür.."
Oglanderin bu görüşü paralelinde, Avustralyalı yazar Moorehead da (Alan), "Gelibolu (Gallipoli)" adlı eserinde şunları yazıyor: "Çanakkale Harekâtının başlangıcı Müttefikler bakımından seferin en acı olayıdır. Çünkü; ilk çıkarma anında, bölgede, deha sahibi genç bir komutan hazır bulunuyordu. Bu komutan olmasa idi, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar, pekâlâ Conk Bayırını o sabah ele geçirebilirler ve muharebenin sonucunu daha o zaman ve o yerde tayin edebilirlerdi."

Atatürk, sadece askerî zaferle yetinecek bir lider değildir. Çünkü, Ona göre, "Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için gerekli en belli başlı vasıtadır. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra, yeni bir âlem doğmalıdır; doğar. Yoksa, tek başına zafer, boşa gitmiş bir çaba olur..."

Devlet adamı Atatürk:
Atatürk, Türk Bağımsızlık Savaşının, askerî lideri olduğu kadar, siyasî lideridir ve sadece bizim gözümüzde değil, dünya kamuoyunca da Çağdaş Türk Devletinin Kurucusu dur.

Atatürk'ün seçkin niteliklerinin temelinde, kendisinin şu felsefesi yatar: ... Muvaffakiyetlerde gururu yenmek, felâketlerde ümitsizliğe mukavemet etmek lâzımdır... Atatürk'ten yıllar sonra, 1950 de, İngiltere başbakanlarından Çanakkale savaşları sırasında Donanma Bakanı Winston Churchillin II. Dünya Savaşı ile ilgili altı ciltlik eserinde, başlangıç kısmındaki yenilgi ve zafer ile ilgili şu nitelemesi, Atatürk'ün görüşüyle, dikkate değer bir benzerlik taşır: Savaşta: azim, yenilgide: meydan okuyuş, zaferde: âlicenaplık (soyluluk), barışta: iyi niyet.

Kaynak :YENİÇAĞ GAZETESİ

Devam edecek..


Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2202
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Ynt: ATATÜRK'ÜN VASIFLARI
« Yanıtla #1 : 16 Mayıs 2011 »
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI - 1

Doğru zamanda doğru karar veren büyük bir liderdir:

Liderler bir ülkenin kaderini belirleyen kişilerdir. Lider vardır ülkesini ateşe atar, lider vardır yok olmakta olan bir ulusu yeniden ayağa kaldırır, eserleriyle ve sözleriyle ölümsüzleşir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm bu vasıfları hatta daha fazlasını bünyesinde barındıran bir liderdir. Bu yazı dizimizde muhtelif kaynaklardan ve Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi'nde yayımlanan emekli korgeneral Cemal Enginsoy'un yazısından derlediğimiz bilgilerin ışığında Mustafa Kemal Atatürk'ün bazı vasıflarını aktaracağız...
Bazı kaynaklar liderliğin tanımını şöyle veriyor: Durumu çabuk kavrar, zamanı gelir gelmez çabuk kararlar verir ve kararını enerjiyle uygular. Bir liderin yaptığı işlerde prensipleri vardır ve bu prensiplere uygun hareket eder. İyi bir yönetici iyi bir vazife adamı olduğu kadar, heyecanlı bir şevk adamı da olmalıdır. Lider bir olayı her açıdan her şeyi tartarak inceler, her şeyin özünü bulur, ayrıntılara saplanmaz.
Bu tanım Atatürk'ün liderliğini pekiştirmektedir. Herkesin kabul ettiği gerçek, Mustafa Kemal Atatürk doğru zamanda, doğru kararlar veren büyük bir liderdir.
Büyük liderlerin ana vasıflarından biri cesur olmak, yani inandığı bir şeyi hayata geçirmek için önündeki engellerle başa çıkabilmektir. Atatürk'ün en dikkat çekici vasıflarından biri bu anlamda cesur olmasıdır; davasındaki samimiyeti, kararlı ve sabırlı olması, tüm zamanını hedeflerini hayata geçirmek için adaması ve inandığı değerlerden asla ödün vermemesi, onun bu vasfından kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal doğru bildiği yolda yalnız kalacağını bilse dahi tek başına yürüyebilecek bir insandır.
Genellikle benimsenmiş olan bir görüşe göre, Büyük adamları büyük milletler yetiştirir. Tarihî gerçeklere dayanan bu görüşten hareket ettiği anlaşılan bir asker-diplomat, 1920'li yıllarda ülkemizde Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi olarak bulunmuş olan General Sherrill (Charles H.), Gazi Mustafa Kemal adlı eserinde şöyle diyor: Bir milleti anlamak için, onun liderlerini incelemekten daha iyi bir yol yoktur. Türkler, Mustafa Kemal gibi, çağımızda henüz hiç kimsenin aşamadığı büyüklük ve yetenekte çok nadir bir insan yetiştirmiştir.

Ulusal lider Atatürk:

İngilizce kökenli bir sözcük olan lider genelde yol gösteren, sevk eden, reis ya da baş anlamında kullanılır. Fakat; toplumsal ve siyasal bir terim olarak, liderlik kavramına dayanan çok daha özel bir anlam taşır. Liderlik, en geniş kapsamı ile, toplumları sevk ve idare sanatı olarak tanımlanabilir. Lider, başkalarını yönetecek yetenek ve niteliklere sahip kimsedir.
Atatürk, lider terimi yerine, Fransızca kökenli şef sözcüğünü kullanarak, şöyle diyor: Şef, görüşünü ve düşüncesini en üstün kabul ettiren, işi yedendir. Şef, kalitesi ve kalibresi en yüksek olan adamdır... Büyük kararlar vermek kâfi değildir, bu kararları cesaret ve kesinlikle tatbik etmek de lâzımdır...

Asker Atatürk:

 Ben asker olarak doğmuşum. Atatürk'ün kendini tanımlarken kullandığı bu inanç, hayatının başlangıcından itibaren, Atatürk'ü yönlendirmiş; klasik eğitim aşamalarını başarı ile geçmesini ve 1905 yılında, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal olarak Osmanlı ordusu saflarına katılmasını sağlamıştır.

Kaynak :YENİÇAĞ GAZETESİ

Devam edecek..

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2202
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Ynt: ATATÜRK'ÜN VASIFLARI
« Yanıtla #2 : 16 Mayıs 2011 »
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI - 2

Birinci Dünya Savaşının başarılı tek Türk generali

Atatürk'ün gerçekçi ve ileri görüşlü devlet adamı kişiliği, siyasal olayların gelişme yönlerini doğru olarak değerlendirmesinde ve siyaset adamlarını gerçek değerleri ile tanımlamasında çok belirgindir. Bu konuda Mussolini ve Hitlerle ilgi görüşleri bilinmektedir. Amerikan generali Mac Arthura 1932 de Avrupa'da patlayacak savaşta zaferi kazanacak olan, İngiltere ile Fransa veya Almanya değil; fakat, Bolşevik Rusya olacaktır dediği de kayıtlara geçmiştir.
Bir diğer husus da, ünlü bir Alman operatörünün anılarında yer alan Hitlerle ilgili bir değerlendirmedir. 1933 yılındaki üniversite reformu sırasında Türkiye'ye gelen dünyaca tanınmış bilim adamları arasında, Hitler rejiminden kaçan Profesör Nissen de vardı. Bir Atatürk hayranı olan bu ünlü operatörün Aydınlık Sayfalar Karanlık Sayfalar adını verdiği ve bir bölümünü Türkiye'ye ayırdığı anılarında şöyle diyor Birinci Dünya Savaşının her zaman başarılı tek Türk generali, Bağımsızlık Savaşında Yunanlıları yenerek çare bulma sanatının en parlak örneğini veren ve bütün dünyayı hayran bırakan bir kişi olmasına rağmen, gerek giyiniş ve gerek davranışlarında gösterişten kaçınıyordu..  Güzel ve kültürlü bir Fransızca ile konuşuyordu ve görünüşe göre, bundan hoşlanıyordu. Bir ara konuşmayı Almanyadaki duruma yöneltti. Kısa ve kesin bir biçimde formüllendirdiği sorularından, bu konunun Onu çok meşgul ettiği ve Hitlerden hiç de hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Gerçi; konuşmamız sırasında, bu yönde doğrudan doğruya sarf edilmiş bir sözünü hatırlamıyorsam da; sorularından ve jestlerinden, diktatörler âleminin bu yeni yıldızının hayranı olmadığı belli oluyordu. Yalnız bir kez, o da konuşmamız sona ererken ve ben Nazilerin savaş niyetlerine değinerek sözlerimi bitirirken; karşılık olarak, hemen hemen felsefî ve psikolojik bir görüş açıklaması biçiminde, şunları söyledi:  Daha hiçbir devlet adamlığı ve askerlik başarısı göstermemiş bir adama iktidarı topyekûn teslim etmek temel bir hatadır. Bir onbaşı, büyük bir askerî dâhi, büyük bir stratejist olduğunu kanıtlamak için her şeyi göze almaktan çekinmeyecektir...  Artık; bütün dünya biliyor; tarihin akışı, Atatürk'ü doğrulamıştır.

Devlet Kurucu Atatürk:

Savaş sonrası imzalanan o meşum Mondros mütarekesinin ağır şartlarının uygulamaya konulmasına rağmen bazı aydınlar  İngilterenin himayesi ni istemekte bir beis görmüyorlardı. O himayesini istedikleri İngilterenin başbakanı da Türkiye'yi parçalayıp yutmaktan başka bir şey düşünmeyen Lloyd George'tu.
Ülkemizde "Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu" isimli biyografisi ile tanınan bir İngiliz yazarının (Lord Kinross) kendi vatandaşı bu başbakan ile ilgili şu görüşü gerçekten dikkate değer:  İtilâf devletleri, Paris Kongresinde Osmanlı İmparatorluğunu sadece müstemlekelerinden ayırmakla yetinmemişler; Anadolu topraklarını da bölmeye çalışmışlardır. Bu tertip, özellikle devrin İngiliz Başbakanı Lloyd Georgeun başının altından çıkıyordu.  

Kaynak :YENİÇAĞ GAZETESİ

Devam edecek..

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2202
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Ynt: ATATÜRK'ÜN VASIFLARI
« Yanıtla #3 : 16 Mayıs 2011 »
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI -3  

Göz kamaştırıcı reformlar Mustafa Kemal'in eseridir
Ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük ilerleme istidadını bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak azar azar bütün sosyal toplumumuza uygulatmak zorunda idim.
Lloyd George, çok mükemmel (!) bir liderdi; fakat, coğrafî bilgiden yoksun, tarihî olaylar hakkında pek az bilgisi olan bir insandı. Lloyd George, Türkiyeyi geçmişi ve geleceği olan bir varlık olarak mütalâa etmiyor; onu sadece harita üzerinde bir toprak parçası olarak görüyordu. İşte bazılarının himayesine girmek istedikleri ülkenin başbakanının, kendi vatandaşından tarifi..Bazıları da  yöresel kurtuluş  çarelerine başvurmayı bir çözüm olarak görüyordu. Bu çözüm yolunu düşünen bölgeler, çeşitli gelişmelere ve ihtimallere göre, kendi başlarının çaresine bakmayı öngörüyorlardı, işte bu ortamda Atatürk'ün devlet adamlığı, devlet kurucusu yönü ile, kendini gösterir.

Atatürk şöyle diyordu:  Ben, bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü; bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassızdı. Gerçekte; içinde bulunduğumuz tarihte Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamı ile parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir Ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da paylaşılmasını sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, Padişah, Halife, Hükümet, bunların hepsi anlamsız birtakım sözlerdi.  O halde karar ne olabilirdi? Bu sorunun cevabını, Atatürk'ün daha İstanbuldan çıkmadan evvel (16 Mayıs 1919 öncesi) düşündüğü ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz (19 Mayıs 1919) uygulamaya başladığı, kendi deyişi ile, şu ciddî ve gerçek kararda toplanır:  Ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.

İnkılâpçı Atatürk:
Atatürk'ün bu ciddi ve gerçek kararı, kendi sözleri ile, Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların Halifesine isyan etmeyi ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmeyi gerektiriyordu. Bu amacı ilk gününde ortaya koymak, elbette, uygun olmayacaktı. Atatürk, bunun nedenini şöyle açıklıyordu: Millet ve ordu, Padişah ve Halifenin hiyanetinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği dinsel ve geleneksel bağlarla itaatli ve bağlı. Millet ve ordu, kurtuluş çareleri düşünürken, bu atadan kalma alışkanlığın gereği olarak; kendinden önce o yüksek makamı, Halifelik ve Padişahlığın kurtuluş ve korunmasını düşünüyor; Halifesiz ve Padişahsız kurtuluşun anlamını kavramak istidadında değil; bu anlayışa karşı oy ve görüş açıklayanların vay haline! derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur... İşte bu nedenle, benimsediği tutumu şöyle belirtiyor: Uygulamayı birtakım aşamalara ayırmak ve olayların gelişmesinden yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak; böylece, hedefe safha safha ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Ben, milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük ilerleme istidadını bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak azar azar bütün sosyal toplumumuza uygulatmak zorunda idim.
Bir Batılı düşünüre (W.R. Algere) göre, gerçek devlet adamlığı, bir milleti olduğu biçimden, olması gereken biçime dönüştürme sanatıdır. Bu tanımlama, âdeta Atatürk'ü, bu Büyük Türk'ün inkılâp ve reformlarını niteler. Çünkü; Atatürk'e göre, İnkılâp, Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak; yerlerine, milletin en yüksek uygarlık gereklerine uygun olarak ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.

Bu ana fikre dayanan Atatürk (veya Türk) İnkılâbı ya da bazı Batılı yazar ve otoritelerin deyişi ile Kemalizm veya Kemalist Hareket, Mustafa Kemal Paşa'nın 1919 Mayısında Anadoluya geçişi ile başlar. İnkılâp hareketinin ilk belirtileri, safhalara bölünmüş bir şekilde ve millî bir devletin oluşumuna yönelik olarak, siyasal alanda görülür.
Atatürk inkılâbını ele alan bir Amerikalı diplomat Joseph C. Grewe göre, ... Bu göz kamaştırıcı reformlar, kesin ve güçlü bir milliyetçilik ruhuna dayanır. Fakat; en büyük çapta, bu ülkenin babası olan bir adamın, Mustafa Kemal'in eseridir.

Kaynak :YENİÇAĞ GAZETESİ

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2202
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Ynt: ATATÜRK'ÜN VASIFLARI
« Yanıtla #4 : 20 Mayıs 2011 »
ATATÜRK'ÜN VASIFLARI - 4

Özgürlüklerine kavuşacak olan daha çok millet vardır:
Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsa idi; belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarfediyor.

Türk Bağımsızlık Savaşının ulusal lideri olan bu büyük insanın bağımsızlık ve özgürlük idealizminin çapı, yetkili belgelere göre, ulusal sınırları çok aşmış; dünyanın birçok kesiminde emperyalizmin boyunduruğu altında çırpınan bütün ülkelere kurtuluş ümidi saçmıştır. Atatürk'ün daha 17 Temmuz 1922 gibi erken bir tarihte yapmış olduğu bir konuşmadaki şu sözleri gerçekten dikkate değer:
"Türkiye'nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye'ye ait olmadığını bir daha doğrulamak lüzumunu hissediyorum. Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsa idi; belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü; müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu'nun davasıdır."

Evrenselliğe yönelik bu idealist amacın etkisi, Encyclopaedia Britannicada, şöyle belirtilir:
"Mustafa Kemal'in Türkiye'yi kurtarma mücadelesi, Afrika ve Asyada doğum halindeki birçok devletin bağımsızlık yolunda çarpışmaları için ilham kaynağı olmuştur."
Atatürk, sadece ilham kaynağı olmakla kalmamış; bu ülkelerin geleceğini de engin bir ileri görüşlülük ve derin bir insanlık duygusu ile ta 1923 te sezmiştir. İşte o sezgisi:
"Şu anda, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacak olan daha çok millet vardır. Bu milletler, bütün engellere rağmen, muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır."

Evrensel Atatürk:
Çağımızdaki örnekler, Atatürk'ü doğrulayan kanıtlardır. Atatürk'ün evrensel felsefesi, kanımca şu sözlerinde en anlamlı biçimde yansır:
"insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını (da) düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hizmet etmeye (de) elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Kaldı ki; dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, açıklık ve iyi geçim olmazsa; bir millet, kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Bunun için, insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla alâkadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa olsun, bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik, şahsî olsun millî olsun, daima fena sayılmalıdır..."

Atatürk'ün evrenselliğin, Batı ve Doğudan birer örnek vererek yazı dizimizi bitiriyoruz:
Hintli profesör S.A.H Haqqi'ye göre:
"... Mustafa Kemal, genellikle Atatürk olarak biliniyor. Atatürk, birkaç sebepten gerçekten de Türklerin babasıdır. (Ama), O'na Mazlum Milletlerin Babası demek belki daha uygun düşer. Çünkü; diğer ulusal liderlerden farklı olarak, O, kendi milletinin olduğu kadar; Doğu milletlerinin ve esir ülkelerin refahlarını ve istiklâllerini de düşünüyordu, işte bunun için, O'nun Türkiye'de ve Türkiye için yaptıklarının anlamı ve etkisi, Türkiye sınırlarını çok aşmaktadır..."

Ebedi önder:
Asker, devlet adamı, devlet kurucu ve inkılâpçı olarak çok yönlü tarihî kişiliği ile, Türk Bağımsızlık Savaşının ve sonrasının ulusal lideri olan Atatürk, Türk milleti için, hiç kuşkusuz, ulusal bir kahramandır. David Hotham adlı Batılı bir yazar, Türk milletinin Atasına olan duygusunu şu anlamlı sözlerle dile getiriyor:
"Bütün ulusların büyük adamları vardır. Fakat, modern Türkiye'de Atatürk'e gösterilen derin saygıya benzer bir şeyin (başka bir yerde) bulunduğundan şüpheliyim. O, Ebedî Önder'dir."

Kaynak :YENİÇAĞ GAZETESİ