MEHMET AKIFIN HAYATI [3 Sayfa]
Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih’in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde 12 numaralı evde (Büyük bir yangında harap olan bu semtin ortasından bugün Vatan Caddesi geçmektedir) dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Ragif’tir. Ragif, ebced hesabıyla hicri 1290 rakamına karşılık gelmektedir ve bu rakam Akif’in doğum tarihidir. Akif, Osmanlı devletinin hasta adam ilan edildiği ve bu görüşün dönemin devlet adamlarına ve aydınlarına uğursuz bir hastalık gibi bulaştığı, çöküş şartlarının hemen herkeste çözülme, umutsuzluk, panik yarattığı, buna rağmen hemen herkesin bir şeyler yapma çabasında olduğu bir dönemdir. 2. Mahmut’un, 3. Selim’in başlattığı yenileşme hareketleri, Tanzimat doruk noktasına varıyor ve bugüne kadar devam eden aydın- halk yabancılaşmasını, milletle devlet arasındaki problemli doğuruyor, toplumsal yarılmalara yol açıyordu. Yenileşme ile başkalaşma arasındaki farklar sık sık belirsizleşiyor atılan her adım ciddi sosyal ve siyasi maliyetler getiriyor, kendinden ve kendi köklerinden beslenen bir yenilenme gerçekleştirilemiyordu. Korkuyla umut, ataletle hamle çabası, teslimiyetle yiğitçe direniş, çözülüşle yeniden toparlanış aynı anda ve çok zaman kolkola denecek kadar birbirine yakın duruyordu. Avrupa ülkelerinin Osmanlıyı tasfiyesi politikası bütün hızıyla ve kararlılığı ile devam ediyordu. Daha Akif 6 yaşında iken Ruslar İstanbul’a kadar ilerliyor Ayestefanos Abidesini dikiyordu. Yine 5 yaşında iken Abdulhamid, Meclis-i Mebusan’ı kapatıyor, devletin ve milletin varlığını korumak için politik dehasına ve çoküş endişesinin yarattığı bir haleti ruhiyeyle baskıcı bir politikaya yöneliyordu. Babası Fatih Medresesi müderris ve mücizlerinden (icazet veren) İpek’li Temiz lakabıyla anılan Tahir Efendi’dir. Annesi ise Buharalı Mehmed Efendi’nin kızı H. Emine Şerife hanımdır. Babası Rumelili (Arnavut) annesi ise Buhara’dan hacca giderken Amasya’da vefat eden Buharalı Şirvani Rüştü Efendi’nin kızıdır. Tahir efendi, ilk kocası vefat eden Emine Şerife Hanım’ın ikinci eşidir. Akif’in ailesi sade ve orta halli ama bir inanç ikliminin bütün olgunluğu ve güzelliği ile yaşadığı bir aile idi. Akif babasını, “Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak.” diye tasvir eder. Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi... Çocuklarını bir kere bile dövmemişti. (Kuntay, s.157) Akif, Annesini ise şöyle anlatır: “Annem çok âbid (ibadetine düşkün) bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dinî selabetleri vardı. İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tadmışlardı.” Ünlü düşünür ve şair Sezai Karakoç, Akif’in ailesi ve kökeni ile ilgili şu nefis yorumu ile yapar: “Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih: Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk” Anne çizgisi, duyarlığı, sağduyuyu, kendini bir ülküye adayışı, şairliği getirecek; baba çizgisi, ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşmada daha da çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, umutsuzluğa sürekli olarak düşülmemeyi getirecektir. Doğuş yeri ise, ümüslü ve verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların bir gramını bile ihmal etmez, değerlendirir, yemişlendirir.” Akif’in doğduğu Fatih semtini Sezai Karakoç şöyle tasvir ediyor” “Fatih semti, İstanbul’un içinde ikinci bir İstanbul’dur. Yüzdeyüz Fatih şehridir. Fatih camii, İslâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti, en saf müslüman Türk heyacanının ördüğü bir toplumdur.” Akif, İstanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birin de doğdu ve yaşadı. Hayatı burada tanıdı ve keşfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı.
Bu biyografiyi bir ödev sitesinden buldum ve kaynakların hemen hemen hepsinde aynı şeyler yazılı.
Yani Mehmet Akif' in Annesi Buhara Soylu Türk, babası arnavut. fakat Akif kendisini arnavut değil Türk olarak hissetmiş.
Bu arada sayın tanrıkut mete andam Yavuz' un Türkleri katledip etmediğini bilmiyorum ancak hassa ordusuna sadece Türkleri aldığını gayet iyi biliyorum.Bunun sebebide Türk çerisi ne olursa olsun savaşta padişah' ını bırakıp gitmez mantalitesidir.
Ancak şunu söyleyebilirim ki Osmanlı' da Yıldırım dönemine kadar Türkler yönetimde hakim rolde fakat Yıldırımdan sonra devşirmeler yönetimde ki hakimiyeti ele geçiriyor.
Bu dönemden sonraki padişahların çoğunda milli bir mefkure değil dini bir mefkure ön planda.
Ancak Abdulhamit handa Milli bir mefkure olduğunu söyleyebiliriz.
Osmanlıda Türklerin ne konumda olduğunu anlatan Kısa bir anektot u da paylaşmak istiyorum;
1800 lü yıllar; Ahmet vefik paşa Bursa ya vali olarak tayin olur, Çarşı halkını toplar sohbete başar, tanışma faslında sorar sırayla halka.
-sen kimsin?
İlk önce gururlanarak ben yahudiyim paşam der en öndeki
Ardında ki kansız da mağrur bir ifadeyle bende ermeniyim der.
Sırayla ben rumum, çerkesim diye giderken köşede pısmış biri daha vardır.
O da
-Afedersiniz paşam ama bende Türk' üm der.
paşa da cevaben
-Niye affedeyim BEN DE TÜRKÜM. diye karşılık verince Türk şaşırarak
- Allah Allah hiç Türkten paşa da mı olurmuş der. Paşada
- ne diyosun Padişah bile Türk yanıtını verir.
Sonra güleriz ağlayacak halimize.
Ha unutmadan;
Andam orda Atsız Atanın bahsettiği vahidettin değil Abdülhamid dir.
33 yıllık saltanatında ibaresi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Abdülhamidhan ' ın idaresi 33 yıl sürmesine rağmen Vahidettin idaresi ise gayet kısa sürmüştür.
Saygılarımla.
Tanrı Türkü korusun.