Gönderen Konu: AZERBAYCAN VE TÜRKLER  (Okunma sayısı 6408 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
AZERBAYCAN VE TÜRKLER
« : 24 Eylül 2006 »
Azerbaycan'ın Coğrafî Konumu ve Adı

En eski çağlardan beri, doğu-batı arasında bir köprü olan Türk yurdu Azerbaycan'ın konumu üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Eski devirlerde Medya'nın kuzeybatı vilayetleri, bazen Arran ile Şirvan, Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulmasından sonra (28 Mayıs 1918) Kafkasya Azerbaycan'ı coğrafi bakımdan Azerbaycan olarak ifade edilmiştir. XX. yüzyıla kadar Tebriz ve çevresinden ibaret olan Kuzeybatı İran Azerbaycan olarak bilinirken. Güneydoğu Kafkasya'da Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulmasından sonra, bu bölge Azerbaycan olarak kabul edilmiştir. Ancak Azerbaycan'ın sınırlarının tespiti hususunda tarihî gerçekler kadar, bölge insanlarının dil, kültür ve etnografîk değerlerinin de dikkate alınması gerekmektedir.

Tarih boyunca Azerbaycan sınırları, bu ülkeye hakim olan devletlerin güçleri nispetinde genişlemiş veya daralmıştır. Bu bakımdan Türklerin yaşadıkları toprakları Azerbaycan olarak kabul etmek daha gerçekçi olacaktır. XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgeye yerleşen Oğuz, Kuman (Kıpçak); Moğol ordularıyla gelen Uygur, Özbek, Kazak, Tatar vb. Türk topluluklarının birbirleriyle karışmaları, harman olmaları bugün kendilerine Azerî denilen, İran ve SSCB'de sayıları 30-35 milyon civarında olan Türk unsurunu ortaya çıkarmıştır. Azerbaycan'ın Türklüğü hakkında, G. Jâschke: "Azerbaycan Türkleri dil ve hars bakımından Anadolu Türkleriyle sıkı surette bağlıdırlar. Irk bakımından Azerbaycan Türkleri menşelerine Osmanlı Türkleri'nden daha sadık kalmışlardır" diyerek Azerbaycan toplumunun Türklüğüne işaret etmektedir. Tarih, dil ve etnografya bakımından Azerbaycan, 28 Mayıs 1918 sınırından, yani doğuda Hazar Denizi'nin, Kuzeyde Dağıstan'ın, kuzeybatıda Gürcistan'ın, güneybatıda Ermenistan Cumhuriyeti ile Güneyden İran'ın Azerbaycan'ı çevirdiği bölgeden daha geniş bir ülkedir. Kafkasya dağlarının güneydoğu ucundan Urmiye gölünün güneyine kadar olan bölge, yani Irak-ı Acem, Cibal Deylem, Gilan, Arran, Şirvan, Hazar Denizi kıyısında Avşaran Yarımadası etrafındaki Nargin ve Vulf adalarıyla. Kızılağaç körfezindeki Sarı Ada ve Duvan gibi irili ufaklı adalar. Azerbaycan sınırları içine girmektedir. Rusya ve İran'daki toprakları da hesaba katıldığında Azerbaycan'ın toplam yüzölçümü 198.37km2dir.

Azerbaycan'ın adı üzerinde de fikir birliği mevcut değildir. Tarihte bilinen en eski adlandırma Adhurbadhaghan veya Adharbadhagan şeklindedir. Bu ad Ermenilerde Atrpatakan, Helenlerde Atropatene, Süryanîlerde Aderbigan şeklide ifade edilmektedir. Azerbaycan adı üzerindeki en eski iddia, M.Ö. 328'de İskender tarafından bölgeye satrap olarak tayin olunan İranlı Atropatnes'ten geldiğidir.20 Farsça'ya bu isim Azerbad şeklinde geçmiş olup, bölgenin adı da "Atropateness'in ülkesi" anlamında, Azerbadgân halini almıştır.

Etimolojik olarak kelimeyi açıklamak isteyenler ateş manasına gelen "Azer", mekan manasına gelen "gân" kelimeleriyle bölgenin jeolojik yapısından ortaya çıkan bir isimlendirmeyi tercih etmektedirler. M.Ö. 227 yılından beri İran'ın bir kısmı için kullanılmaya başlanan Atropat kelimesi, İslâm ordularının bölgeye gelmesinden sonra Arapçalaşmış ve Azerbaycan halini almış ve bu adını günümüze kadar muhafaza etmiştir.

Azerbaycan ve Türkler

Türklerin Azerbaycan bölgesine yerleşmeleri, çok eski devirlerden itibaren aralıklarla devam edegelmiştir. M.Ö. 1000-500'lü yıllar arasında, Karadeniz'in kuzeyindeki Kıpçak bozkırı, Asya menşeli milletlerin yerleştikleri alan olmuştu. Bunlara Yunan kaynaklarında Skuthoi, Asur kaynaklarında Asbkuzai adı verilmektedir. İskit genel adı ile bilinen bu topluluklar Saka Terkleridir. M.Ö. VII. yüzyılın Kafkasya ve Azerbaycan'ın, Sakalarla Perslerin arasında paylaşılamayan bir ülke olduğu görülür. Azerbaycan'daki Saka topluluklarının merkezi olan Sakasan şehri, Şamhorçay'da Girdiman yakınlarında Utî vilayeti sınırları içindedir.21 Sakaların efsanevî kahramanı Efrasyab'la ilgili hatıralara, Azerbaycan'ın birçok bölgesinde rastlamak mümkündür. Bunlar arasında Tebriz'in Darvaza-i Sar adlı kapısında Efrasyab'm kesik başının defnedildiği, Arran'da Sang-i Surah'ın Efrasyab'ın son sığınağı olduğu rivayetleri oldukça yaygındır.

Kafkasya üzerinden Azerbaycan ve Anadolu'ya yapılan diğer bir Türk akını da, Asya Hun Türklerinin 395 tarihli Anadolu seferidir. Don nehri bölgesindeki Hun boyları, Basak ve Kursak adlı başbuğların komutasında Erzurum üzerinden Karasu-Fırat vadisi boyunca, Malatya ve Çukurova'ya kadar inmişler; Urfa, Antakya Sur şehirlerini muhasara etmişler ve Kudüs yakınlarına kadar ulaşmışlardı. Sasanîleri dehşete düşüren bu sefer, Hunların gene aynı süratle Orta Anadolu üzerinden Azerbaycan'a ve oradan da üslerine dönmeleriyle sonuçlanmıştı. Üç yıl sonra 398 tarihinde, buna benzer ikinci bir Hun seferi daha görülecektir.

451 yılında Kafkasya üzerinden gelen Akhunlar Mugan'ın güneyine yerleşmiş ve burada Balasagun adıyla bir de şehir kurmuşlardı. Kaynaklarda Halanduruk, Haylendurk (Ermenice) olarak geçen Akhunlara, Arap kaynaklarında Kürd ve Ekrad-a Bilâsagun denilmektedir. Harezmşahlar devrinde kendilerine Mugan Kürtleri veya Mugan Türkmenleri denilen bu toplulukların, Akhunların bakiyeleri olması muhtemeldir.

İkinci büyük göç dalgası, 466 tarihinde meydana gelmiş ve Avrupa Hunları'na bağlı Ağaçeri Türk boyları Azerbaycan'a yerleşmişlerdir. Sasanî kaynakları bunlara Ak Katlan, Bizanslılar ise Akatzir adını vermektedirler. Azerbaycan'a yerleşen Ağaçeriler'in bir kısmı, 1180-1412 yılları arasında Halep ve Şam taraflarına yerleşmişler, bir kısmı da Güney Azerbaycan'da Erdebil ve çevresini yurt tutmuşlardır.

Azerbaycan'a gelen üçüncü göç dalgasını Sabırlar teşkil etmektedir. Sabırlar (Savar, Savır, Suvar ve ya Sibir), 558 yılında Derbent'i, 575 yılında da Kür nehrini aşarak, Bakü ile Küba arasına ve Lenkeran'a yerleşmişlerdir. Sabırlarla birlikte "Hazar" adı altında toplanan Bulgar ve Belencar Türkleri de Arran, Mugan, Gilan ve Lenkeran bölgelerine yerleşmişlerdi. Onlar Hazar Türk Devletinin teşekkülünde oldukça önemli rol oynayacaklardır. Daha sonra bu Türk devletinin adı Asya'nın en büyük gölüne ad olacaktır: Hazar.

İslâm ordularının Azerbaycan'a girdiği sırada, burası merkezi Erdebil olmak üzere Hazar Hakanlığına bağlı idi. Araplar istilâ sırasında ordugâh olarak Maraga'yı uygun görmüşlerdi. Arapların Azerbaycan'a yerleşmesi bir istilâ şeklinde vuku bulmuş, birçok Arap kabileleri bölgeye yerleştirilmiş ve toprakları ellerinden alınan yerli unsurlar, yeni gelenlerin serfleri durumuna düşmüşlerdir. Araplarla birlikte İslâmiyet'i kabul etmiş çeşitli Türk toplulukları da Azerbaycan'a gelmişlerdi. Bilhassa Abbasîler (750-1258) devrinde, Türk asıllı komutanların bölgeye çeşitli Türk unsurlarını yerleştirilmesine önayak oldukları görülür. Buraya yerleşen yeni Türk toplulukları, Abbasî ordusunda görev yapan Türk asıllı komutanlar için büyük bir güven kaynağı idiler. Bu Türk emirlerinden Mübarek et-Türkî, Kazvin'in iç kalesini tamir ettirerek buraya kendi adını vermişti. Diğer bir Türk komutanı Zirek et-Türkî ise Halife Mütevekkil tarafından Merend'de isyan eden Benî Bu'ays emirleri üzerine gönderilmişti (848). Daha sonra Muhammed b. Sûl adlı diğer bir Türk komutanı da Ermenistan ve Azerbaycan valiliğine tayin olunmuştu. Diğer yandan Türk emirlerinden Buga'nın 4000 kişilik bir kuvvetle Azerbaycan'a geldiği ve Şamhor'a 20.000 civarında Hazar ve Bulgar Türkü yerleştirdiği de bilinmektedir. IX. yüzyılın en önemli olaylarından birini teşkil eden Babek isyanı, Azerbaycan'da patlak vermiş ve bu isyanın bastırılmasında Türk komutanları ve Türk orduları oldukça etkili olmuşlardır. El-Bazz şehri merkez olmak üzere isyan eden Babek, kısa zamanda Ermenistan, İsfahan, Musul ve Hemedan'a kadar hakim oldu (816/817). Halife Mutasim (833-842), isyanın bastırılması için Türk komutanlarından el-Afşîn Haydar b. Kavus'u görevlendirdi (3 Haziran 835). Afşin, Erdebil'i ele geçirdi ve El-Bazz kalesini zapt ve tahrip etti. Ermenistan'a kaçan Babek, Afşin'in komutanlarından Ebu's-Sac tarafından yakalanarak (15 Eylül 837) Berzend'de Afşin'e teslim edildi. Daha sonra Babek Halifeye teslim edilmiş ve onun emriyle 4 Ocak 838 tarihinde idam edilmiştir.

Arapların Azerbaycan'a hakim olmalarıyla beraber, Arap dili ve kültürü de bölgenin Araplaşmasında etkili olmuş, ancak bu kısa bir zaman sonra Farsça ve Fars kültürü içinde kaybolmuştur. 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Abbasî Devleti sarsılmaya başlamış ve yer yer yerli sülaleler kendi bölgelerinde yarı bağımsız olarak hareket etmeye başlamışlardır. Bunlardan birisi de Azerbaycan'a hakim olan Sâc Oğulları sülalesidir. Ebu's Sâc Divdad b. Yusuf Divdest'in oğlu Muhammed el-Afşin'in kurduğu bu beylik (889/890-929) bölgede kurulan ilk yarı bağımsız Türk beyliğidir. Sâc Oğulları'ndan sonra Selçukluların bölgeye girmesine kadar, Azerbaycan'da çeşitli emirlikler hakimiyet kurmuşlardı.

9. yüzyılın kadar Azerbaycan'a Türk göçü, Kafkasya'nın kuzeyinden vuku bulmuştur. Çeşitli zaman aralıklarında yapılan bu göçler sonunda Azerbaycan'a yerleşen Türk unsurlar, yerli Ari topluluklarla karışmışlar ve bu Türklerin çoğunluğu asimle olarak, yerli unsur tarafından temsil edilmişlerdir. Varlıklarını devam ettirebilenler, Azerbaycan'a daha sonra gelen Türkmen topluluklarıyla karışmışlardır. Ancak Azerbaycan'da tam anlamıyla bir Türk yerleşmesi, Selçuklular ile başlamış. İlhanlılar devrinde hız kazanmış, Karakoyunlu, Akkoyunlu veSafevî Hanedanları döneminde ise tamamlanmıştır. Bu bakımdan bugünkü Azerbaycan Türklüğünün ataları olarak, 11. yüzyıldan sonra bölgeye gelip yerleşen Türk boyları kabul edilebilir.

Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya ilk Selçuklu akını, bir keşif mahiyetinde olmak üzere, Selçuk Oğlu Çağrı Bey tarafından yapıldı (1015/1016). 1021 yılına kadar süren bu Selçuklu akını, Azerbaycan'daki Ermeni Vaspuragan Krallığı'ın, Şeddaduğlulları'nı, Bizans'ı ve amansız düşmanları olan Gazneliler'i çok zor duruma düşürmüştü.

Orta Asya'dan gelen Türk zümrelerinin Azerbaycan'a yerleşmeleri Balkan Türkmenleri ile başlar. Mahallî devletlerin baskıları sonunda bu Türkmenler, Azerbaycan'ı terk ederek güneye göç etmişlerdir (1041). Dandanakan Meydan Muharebesi (23 Mayıs 1040)'ni kazanan Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey (1040-1063), amca oğlu Arslan Oğlu Kutalmış'ı Hazar Denizi kıyılarının, öteki amca oğlu Musa Oğlu Hasan ile kardeşi Çağrı Beyin oğlu Yakutî'yi Azerbaycan'ın fethine memur etmişti (1043). Diğer yandan gene Selçuklu ailesinden İbrahim Yınal da Azerbaycan'a gönderilmişti.

Kutalmış, Aras'ı geçerek Arran ve Gürcistan'a girerken, Hasan ve Yakutî'nin komutasındaki diğer Selçuklu ordusu Güney Azerbaycan'ı ele .geçirmişti. Bizans İmparatoru Konstantin (1042-1055) derhal, Gürcü Prensi Liparid komutasındaki Bizans-Gürcü ve Ermenilerden müteşekkil bîr orduyu Türklere karşı Azerbaycan'a gönderdi. Bu Bizans ordusu. Gence önlerinde yenilgiye uğradı (1045). Ancak İnanç Yabgu'nun oğlu Hasan Bey komutasındaki 20.000 kişilik bir Türk kuvveti Stranga (Büyük Zap) suyu yakınında pusuya düşürüldü. Hasan Bey ve ileri gelen birçok Türk komutanı şehit edildi (1047). Bu olay üzerine İbrahim Yınal, Bizans'a karşı Anadolu seferine memur edildi. Türk ordusu İbrahim Yınal komutasında harekete geçerek Gürcü Prensi Liparid komutasındaki Bizans ve müttefiklerini Hasankale yakınında bir yenilgiye daha uğrattılar (18 Eylül 1048). Bu zafer kesin olarak Azerbaycan'ı Selçuklu hakimiyetine sokmuştur. Türkmenlerin Azerbaycan'da yurt tutması, Sultan Melikşah (1072-1092) devrinde, 1076 tarihinden itibaren görülmektedir. Kuzey Azerbaycan'da Arran ve Mugan bölgeleriyle, Güney Azerbaycan'da Urmiye Gölü'nün batısında kalan yerler, çok sayıda Türkmen topluluklarının yerleşme alanlarıydı. Güney Azerbaycan'da Tebriz, Maraga, Erdebil ve Halhal vilayetleri ile Irak-Acem (Cibal) mıntıkasında henüz Türkmen unsuru azdı. 1076 tarihinden itibaren Gence bir Türkmen şehri olarak anılmaya başlamıştır.

Azerbaycan'ın Türkleşmesinin ilk basamağını Selçuklular çağı teşkil etmekle beraber, bu devre ait Türkçe yer adlarının azlığı dikkat çekmektedir. Bunlar içinde bilhassa Alınca Kalesi, Karabel oldukça önemlidir. Arrali'deki Türkmen nüfusu XII. yüzyıldan itibaren gittikçe artmıştır. Diğer taraftan, Gürcülerin müttefiki sıfatıyla Derbent üzerinden Kıpçak Türklerinin de Azerbaycan'a geldiği görülmektedir. İslâmiyeti kabul eden bir kısım Kıpçaklar, Şemsü'd-din-i Deniz (1146-1172) zamanında Azerbaycan'da müstakil bir Atabeylik haline geldiler. 1225 tarihine kadar bölgeye hakim olan bu hanedanlık zamanında oldukça çok sayıda Kıpçak unsuru Azerbaycan'a yerleşmişti. 1146 tarihinde İldeniz istiklâlini ilan ederken dayandığı güç Gence ve Arran'da yerleşmiş bulunan Kıpçaklar'dı. Tebriz Türklerinin de büyük çoğunluğunu Kıpçaklar teşkil ediyordu. Varlıklarım halen devam ettiren Kengerlü, Karabörk, Karapapah, Becenek, Koman Komanlu, Çakır, Çakırlu, Çomk vb. gibi kabileler Kıpçak menşelidir.

Moğollar Önünden Hindistan'a çekilen (1224) Celaleddin Harezmşah, İran'ı itaat altına aldıktan sonra Azerbaycan'a geldi (l 225). Buradaki İldeniz Oğulları Hanedanlığına son vererek Azerbaycan'a hakim oldu. Kısa süren Harezmşah döneminde çok sayıda Kangılı Türklerin Azerbaycan'a yerleştiği gibi, Vezir Şerefü'l-Mülk'ün gayretiyle yeni yerleşme bölgeleri kuruldu. Şerefü'1-Mülk, yerleşme merkezlerinden başka, Araş Nehri'nden Mugan bozkırına doğru Sultan Hoy, Şerefi, Fahri ve Nizamî gibi dört ark kazdırarak ülke tarımı için oldukça önemli faaliyetlerde de bulunmuştur. Celaleddin, 1228 yılında İsfahan'da Moğollara tekrar mağlup olmuş, daha sonra Anadolu Selçuklular'ı ile bozuşmuş ve Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad karşısında, l0 Ağustos 1230 tarihinde Yassıçemen savaşını da kaybetmişti. Artık hiçbir yerde tutunamayan Celaleddin, Meyyafankin (Silvan) taraflarında bir Kürt tarafından öldürülmüştür (1231).

Azerbaycan'ın Moğollar tarafından istilâsı, 1230 yılında başlamış ve kısa zaman içinde Şirvan, Bakü, Gence, Berde gibi şehirler Moğolların eline geçmiştir.

Moğol istilâsı öncesinde Azerbaycan, Kuzeybatı İran ve Irak tam manasıyla bir Türkmen ülkesi halini almıştı. Fars bölgesinde Kalaçlar, Huzistan'da Afşarlar, Bağdad ve çevresinde Bayatlar yurt tutmuşlardı. Moğol tehlikesi karşısında Bağdad bölgesinden bazı Türkmen toplulukları Boybeyi Süleymanşah'ın idaresinde Azerbaycan'a göç etmişler, Urmiye ile Van gölü arasına, ayrıca Ahlat ve Hoy taraflarına yerleşmişlerdi. Diğer bir Türkmen topluluğu da Şehabeddin Sevinç Bey idaresinde Maraga ve çevresine hakim olmuştu. Ancak iyi bir siyaset adamı olamayan Celaleddin Harezmşah bu Türkmenleri e bozuşmuş ve Moğol istilâsı öncesinde bunların bir kısmı tekrar Bağdad civarına dönmüştü.

Azerbaycan ve Anadolu'da siyasî durumu iyi değerlendiren Curmagun Noyan, kısa bir zamanda Azerbaycan'a hakim oldu. Ancak Moğol istilâsı sırasında Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan baştan başa tahrip oldu. Bir kısım Türk toplulukları da Anadolu, Irak ve Suriye'ye göç ettiler. Curmagun Noyan'ın yerine tayin olunan Baycu Noyan (1241), Büyük Kağan Mengü'nün kardeşi Hülâgü'yü Azerbaycan'a gönderdiği 1253 yılma kadar bölgede hüküm sürdü, 1256 yılında Azerbaycan'a giren Hülâgü Han, 10 Şubat 1258 tarihinde Bağdad'ı zaptederek Abbasî Hilafetine son verdi. Hülâgü Hanla birlikte İlhanlı dönemi (1253-1336) başladı. Moğolların Azerbaycan'a hakim olması, gerek Azerbaycan ve gerek Anadolu Türklüğü bakımından oldukça önemli sonuçlar doğurmuştur. Hülâgü Hanı, batıya gelirken 200.000 civarında askeri beraberinde getirmişti. Moğol bayrağı altında Azerbaycan'a gelen bu insanların büyük bir bölümü Türkçe konuşmaktaydı. Bunların bir kısmı Türk, bir kısmı ise Türkleşmiş Moğol'du. İlhanlı dönemi daha önceki devirlerden daha fazla Türkçe yer ve şahıs adlarını ihtiva eder. Ebu Said Bahadır Han dönemi (1316-1335) Türkçe'nin Moğolca, Arapça ve Farsça'yı geride bıraktığı bir devir olmuştur. Moğol ordularıyla birlikte Uygur, Kıpçak, Başkurt ve Bulgar Türk toplulukları da Azerbaycan'a girmişlerdir.

İlhanlılar zamanında fetih ve yerleşme hareketleri bir disiplin içinde gerçekleşmiştir. Türk ve Moğol unsurlar, yerli ahaliyi ya bölgeden sürüp çıkarıyorlar ya da mal ve mülklerine el koyuyorlardı. Başlangıçta bu tür olaylar Azerbaycan'da nüfusun oldukça azalmasına sebep olmuştu. Ancak yıkılan, tahrip edilen yerleşme bölgeleri eskisinden daha güzel bir şekilde yeni baştan inşa edilmiş, Türk ve Moğol toplulukları buralara yerleştirilmiştir.

Yerli toplulukların memleketi terk etmelerinin sebepleri arasında, askerlikten muaf tutulmaları, oldukça ağır vergiye bağlanmaları, verimli alanların ıkta olarak ordu mensuplarına dağıtılmasını sayabiliriz.

İlhanlılar dönemi, hem Azerbaycan'ın hem de Azerbaycan'a gelen Moğol unsurun Türkleşmesini sağlamıştı. Türk yerleşmesi, Kuzey Azerbaycan başta olmak üzere, güneyde Maraga, Hoy ve Urmiye Gölü çevresinde, Irak-Acem'de ise Kazvin-Zencan arasında kurulan Sultaniye ve çevresinde oldukça yoğun bir şekilde tamamlanmıştır. İlhanlılarla beraber Türk kültürü Azerbaycan'a tamamen hakim olmuş, fikrî ve mimarî alanda sayısız eserler ortaya konmuştur. Diğer yandan, uzun zamandan beri bölgede görülen feodal yapı tamamen yıkılmış ve yerini küçük arazi mülkiyetine terk etmiştir. Azerbaycan'ın bu sosyal yapısı. Çarlık Rusyası'nın bütün çabalarına rağmen 1920 yılına kadar süregelmiştir.

Son İlhanlı hanı Ebu Said (1316-1336)'in ölümünden sonra, ülkede baş gösteren karışıklık İlhanlı kumandanları arasındaki rekabet yüzünden daha da büyümüştü. 1333-1336 yıllarında ilhanlıların Anadolu valisi olan Celayirli Şeyh Hasan, bazı kaynakların da belirttikleri gibi Rumer'in başında Azerbaycan'a girerek hakimiyeti eline geçirdi. Ancak Azerbaycan'a giren Küçük Şeyh Hasan karsısında mağlup olarak (1340), Bağdad'a çekildi. Celayirli Şeyh Hasan'ın merkez Bağdad olmak üzere kurduğu Celayiroğulları Hanedanlığı 1411 yılına kadar devam etmiştir. Ebu Said Hanın ölümü üzerine Azerbaycan'da, Çobanlı Küçük Şeyh Hasan ile Celayirli Büyük Şeyh Hasan arasında meydana gelen iktidar kavgası, Anadolu'dan çok sayıda Türkmen topluluklarının Azerbaycan'a gelmesine sebep oldu. Kısa bir süre sonra bölgeden geçen ünlü İspanyol seyyahı Klaviho, Tebriz ve çevresini anlatırken, ahalinin Türkmen olduğunu açıkça belirtmektedir.

Büyük Şeyh Hasan'ın ölümünden sonra (1356), Celayir hanedanın başına Şeyh Üveys Bahadır Han (l356-1374) geçti.Onun zamanında Tebriz ve çevresi tekrar ele geçirilerek (1358-59) ülkenin bütünlüğü sağlandı. Celayiroğulları 1386-1387 seferi sonunda Türkistan Emiri Timur'a boyun eydilerse de, Timur'un ölümünden sonra (1405), kısa bir süre daha Azerbaycan'a hakim oldular.









“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
Ynt: AZERBAYCAN VE TÜRKLER
« Yanıtla #1 : 24 Eylül 2006 »
İlhanlıların son zamanı ile Celayiroğulları dönemi Azerbaycan tarihi bakımından oldukça önemli sonuçlar ortaya koymuştur. Moğol unsur tamamen Türkleştiği gibi, resmî yazışmalarda Uygurca hakim olmaya başlamış, halka yazılan emirler Uygur alfabesiyle ve Türkçe olarak duyurulmaya başlanmıştı. Öyle ki, Uygur alfabesi Arap alfabesinden daha geçerli hale gelmişti, ilhanlılarla Azerbaycan'a giren Uygur lehçesi, daha önceki Kıpçak ve Harezm lehçeleriyle de karışmıştı. Ancak Selçuklular, Harezmşahlar ve İlhanlılar döneminde bölgedeki Türkmen unsur, nüfus bakımından çoğunluktaydı. Bunun sonucu olarak Uygur-Kıpçak lehçesi, Türkmen lehçesinin tesiriyle bu bölgeye has yeni bir Türkçe'nin oluşmasına sebep oldu. Kuzeyde Derbent'den, güneyde Bağdad'a kadar. Doğu Anadolu'dan Tahran yakınlarına ve daha güneyde Kaşgaylar'ın yaşadıkları bölgeye kadar bu yeni Türkçe hakim oldu. Çeşitli Türk şive ve lehçelerinin karması olan bu Azerbaycan Türkçesi "Azeri şivesi" olarak bilinmektedir.

Celayiroğulları ile birlikte Moğol dönemi kapanırken, XIV. yüzyılın oltalarına doğru Türkiye'de, Erzurum ile Musul arasındaki Anadolu topraklarında faaliyet gösteren Karakoyunlu Türkmenleri önce Irak'ı, Arab'ı ve Azerbaycan'ı, daha sonra Irak-ı Acem ile Fars eyaletini ele geçirerek bu geniş topraklar üzerinde Türkmen hanedanını kurdular Karakoyunluları tarih sahnesine çıkaran ilk beyleri Bayram Hoca'dır. Timur orduları karşısında tutunamayan Karakoyunlular, Timur'un 1405'de ölümünden sonra harekete geçtiler. Karakoyunluların başında bulunan Cemaleddin Kara Yusuf (l389-1420) önce Timur'un torunu Ebu Bekir'i Nahçıvan'ın batısında Aras kıyısında ağır bir yenilgiye uğrattı (15 Ekim 1406). İki yıl sonra tekrar Ebu Bekir topladığı kuvvetlerle Kara Yusuf'un karşısına çıktı ise de, Şenb-i Gazan yakınlarında Serd-rud mevkiinde tekrar yenildi (21 Nisan 1408). Bu zafer Azerbaycan hakimiyetinin tamamen Kara Yusuf'un eline geçmesini sağladı. Karakoyunluları güçlü bir devlet haline getiren Kara Yusuf, 13 Kasını 1420'de öldü. Bir süre Türkistan Hükümdarı Şahruh'un yüksek hakimiyetini tanıyan Karakoyunlu hanedanı, amansız rakipleri Akkoyunlu Türkmenleri tarafından ortadan kaldırıldı (l l Kasım 1467).

Karakoyunluların hakimiyeti döneminde birçok Türkmen topluluğu Doğu Anadolu'dan Azerbaycan'a gelmiş ve ülkenin çeşitli yerlerinde yurt tutmuşlardı. Bu boylar arasında Maraş bölgesinden göç eden Ağaçeriler ile Karakoyunlu Cihanşah (1437-1467)'ın Azerbaycan'a yerleştirdiği Kara Ulus oldukça önemlidir.

Varlıkları uzun zamandan beri bilinen Akkoyunlu Türkmenleri Uzun Hasan Bey (1453-1478)'le bir devlet haline gelmişlerdir. Başlangıçta devam eden Türkmen göçleri, Uzun Hasan ve daha sonraki dönemde Azerbaycan'ın bir ırk olarak Türk kalmasını sağlamıştı. Ancak Akkoyunlular dönemi (1300(?)-1508), Fars kültürünün yavaş yavaş ön plana çıkmaya başladığı bir dönem oldu.Timurların kendilerine boyun eğmeyen Türkmen topluluklarını İran içlerine dağıtma politikası, aynı şekilde Akkoyunlular tarafından da uygulandı. Bu uygulama birçok bölgenin Türkleşmesini sağladıysa da, Selçuklulardan itibaren hakimiyeti ellerinde bulunduran Türk kitlesinin iktidardan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Çünkü Türk menşeli olmakla beraber bir İran hükümdarı gibi davranan Akkoyunlu Yakub Bey (1478-1490) ve daha sonraları hakimiyeti ellerine geçiren Safevîlerin takip ettikleri din politikası kısa sürede Azerbaycan'ı komşu Türk devletlerinden koparmıştır. Safıyüddin İshak adlı Erdebilli bir Şeyh'in esaslarını tespit ettiği Şiîlik inancı, Şah İsmail Safevî'nin Akkoyunlu Elvend Beyi Şerur savaşında yenmesiyle (1501), Azerbaycan'da yeni kurulacak olan hanedanın resmî devlet politikasının temeli olmuştur. Bu hanedanın kuruluşunda en önemli rolü oynayan Anadolu'dan Azerbaycan'a göç eden Türkmen toplulukları olmuşlardır. Azerbaycan'da bulunan Türk toplulukları daha sonralar bu hanedanın etrafında birleşeceklerdir. Karakoyunlular, Akkoyunlular gibi Türkmen topluluklarından sonra Anadolu'dan Azerbaycan'a gelen bu üçüncü büyük göçü oluşturur. Bu Türkmen toplulukları arasında, Sivas, Amasya Tokat bölgesinden giden Ustacalu, Şamlu, Rumlu; Antalya bölgesinden Tekelü; Karaman bölgesinden Turgutlular ve diğerleri; Tarsus bölgesinden Varsaklar ve Dulkadirliler (Zulkadr)'i görüyoruz.

Safevî Hanedanı, 16. yüzyıldan itibaren Azerbaycan'ı Osmanlı İmparatorluğu aleyhine bir propaganda merkezi ve aynı zamanda hareket üssü olarak kullanmaya başlamış, bunun sonucu olarak 18. yüzyıl sonlarına kadar bu Türk ülkesi bir savaş alanı haline gelmiştir. Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'e karşı kazandığı Çaldıran Savaşı (23 Ağustos 1514), Osmanlı-Safevî mücadelesini fiilen başlatmıştır. Ancak ne Yavuz Sultan Selim'in, ne de Kanunî Sultan Süleyman'ın Azerbaycan'a hakim olma emelleri yoktu. Daha sonra çeşitli Osmanlı vezirlerinin komutasında yapılan İran seferleri de böyle bir gayeden uzaktı. Öyle anlaşılıyor ki, Osmanlılar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki hakimiyetlerini pekiştirmek ve Osmanlı ülkesine karşı yürütülen Şiî propagandasını kırmak düşüncesinin dışında, istilâ gibi başka bir gaye takip etmiyorlardı. Osmanlı devlet adamları içinde yalnızca Özdemiroğlu Osman Paşa, belli bir plan dahilinde İran savaşlarını sürdürmüştür. 9 Ağustos 1578'de Tokmak Han komutasındaki Safevî ordusunu Çıldır'da mağlup eden Özdemiroğlu, Emir Han komutasındaki ikinci bir Safevî ordusunu da Koyungeçidi mevkiinde yenerek (9 Eylül 1578), Kuzey Azerbaycan'ı tamamen ele geçirdi. Bu başarısından dolayı Kafkasya Fatihi olarak tarihe geçen Özdemiroğlu Osman Paşa, Kuzey Azerbaycan'ı 16 sancak, Dağıstan'ı 6 sancak olarak "Şirvan Beylerbeyliği" adıyla doğrudan Osmanlı İmparatorluğu'na bağlamıştır. Daha sonra Şirvan Beylerbeyliği'nin başına getirilen Osman Paşa, Urus Han komutasında Kür Nehri'ni geçen başka bir Safevî ordusunu Şamanı önünde tekrar mağlup ettikten sonra (9-11 Kasnı 1578), Osmanlı-Safevî savaşları kısa bir süre kesildi.

Osmanlı politikasının aksine Safevi Devletinin temeli Azerbaycan Türklüğü'ne dayandığı için, Safevî hükümdarları Azerbaycan'ı kaybetmenin sonuçlarını çok iyi tahmin ettiklerinden mücadeleyi ısrarla devam ettiriyorlardı.

III. Murad (1574-1595), Özdemiroğlu Osman Paşayı Vezir-i azamlık makamına getirdikten sonra, yeni vezir-i azam Azerbaycan meselesini sonuçlandırmak gayesiyle harekete geçti (1585). Hasta haline rağmen 22 Eylül 1585 tarihinde Tebriz'i, sokak savaşlarını da kırarak ele geçirdi ve 23 Eylülde Tebriz merkez olmak üzere, Azerbaycan'ı bir beylerbeylik olarak Osmanlı ülkesine kattı. Ancak Özdemiroğlu Osman Paşanın 29-30 Ekim 1585 tarihinde vefat etmesi Salevîleri tarihten silecek ve belki de Doğu-Batı Türklüğü birleştirebilecek bu büyük teşebbüsü yanda bıraktı.

18. yüzyılın sonlarına kadar devam eden bu gayesiz ve iki Türk devletini yıpratan savaşlar, Azerbaycan Türklüğü bakımından oldukça menfî sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İki büyük Türk hanedanının hakimiyetleri altındaki Türk unsur, mezhep faktörünün de tesiriyle, birbirlerine adeta can düşmanı haline gelmiştir.

Şiî inancını devlet politikası haline getiren Safevîler doğuda Özbek Hanları, batıda Osmanlı Türkleri ile uzun süren savaşlara sebep olmuşlardır. Bu durum adeta bir bıçak gibi Asya Türk dünyası ile Batı Türk dünyasının arasına girmiş, bundan İngiltere ve Rusya azamî ölçüde faydalanmıştır. F. Sümer'in, Safeviler'in bir Türk hanedanı olduğu, bu hanedanın Anadolulu Türkmenleri tarafından kurulduğu, bu hanedan döneminde Türk kültürünün varlığını koruduğu ve hatta Anadolu ile ilişkisini devam ettirdiği şeklindeki düşüncelerine katılmamız mümkündür. Ancak meseleyi daha geniş açıdan düşünürsek Safevîler Nadir Şah ve Kaçar hanedanları döneminde Doğu-Batı Türklüğü kadar Azerbaycan Türklüğü için de bir felaket olmuştur. Osmanlı baskısı karşısında başkenti İsfahan'a nakleden Safevî hükümdarları, doğuda Özbek tehlikesine karşı Kızılbaş Türkmenlerini Horasan'a ve İran'ın merkez ve güney bölgelerine dağıtmışlardır.

Avşar ve Kaçar hanedanları da kendi dayandıkları aşiretleri. İran'ın tamamına hakim olabilmek için, aynı şekilde İran'ın çeşitli bölgelerine yerleştirmişlerdir. Yeni Türk hanedanları belli bir Türk topluluğuna dayandığından, Türk toplulukları arasında iktidar kavgası ön plana geçmiş ve gene bu hanedanlar merkezî bir otorite kurabilmek için Türk unsuru yerine devşirme bir orduyu tercih etmişlerdi. Siyasî iktidardan uzaklaştırılan Türklerin yerini, Fars unsuru zamanla doldurmuş, Fars kültürü ise bütün İran'a hakim olmaya başlamıştır. Avşar Nadir Şahın iş başına geçtiği sırada, Osmanlılarla İran Devletinin dışında yeni bir siyasî güç Çarlık Rusya, bölgede kendini kuvvetle hissettirmiş, Rusya'yı ise güneyden İngiltere takip etmiştir.

II. AZERBAYCAN'DA RUS HAKİMİYETİ

A. 18. Yüzyılda Azerbaycan'da Genel Durum

18. yüzyıl başlarında Safevî hanedanı İç ve dış müdahalelerle karşı karşıyaydı. Şah II. Tahmasb (1722-1732) ülkedeki duruma hakim değildi. Bölgede yeni bir siyasî güç olarak ortaya çıkan Rusya, İran'ın bu zaafından faydalanmak istiyordu. Rusların Kafkasya ile ilgilenmelerinin tarihi IV. İvan (1547-1584) zamanına kadar gider. 1552'de Kazan Hanın, 1556'da Astarhan'ın zaptı ve Rusların Kafkaslarda Terek nehrine kadar ilerlemeleri Rus yayılmasının ilk belirtileriydi. Osmanlı Devletinin tepkisi üzerine Rusya geçici bir süre için Kafkasya'yı terk etmek zorunda kaldı. Rus devlet adamları henüz Osmanlı Devleti ile mücadele edebilecek gücü kendilerinde görememekteydiler.

Rusya'nın Kafkasya'ya İlk ciddî müdahalesi Çar I.Petro (1689-1725) döneminde başladı. Batıda Ballık Denizi'ne, doğuda Akdeniz'e inmek isteyen Petro, güçlü bir Baltık devleti olan İsveç'i Poltava Savaşında (8 Temmuz 1708) yenmiş ve giriştiği uzun mücadeleler sonunda İsveç'i barışa zorlamıştır. 11 Eylül 1721 tarihinde iki devlet arasında Niştad Antlaşması yapılmış ve İsveç, Rusya'nın Baltık'taki varlığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Rusya bu başarıdan sonra artık bir imparatorluk haline gelmişti (22 Kasım 1721).

iktidar mücadelesine girmiş bulunan Tahmasb başarılı olabilmek için Rusya ile bir anlaşma yapmış ve Hazar kıyılarının batı ve güneyinin Ruslar tarafından işgalini kabul etmişti. Rus harekâtını yakından takip eden Osmanlı Devleti de harekete geçti. Köprülü Abdullah Paşa komutasındaki ordu, kısa zamanda Nahçıvan ile Merend'i ve 1724'te de Erdebil, Tebriz ve Karabağ'ı ele geçirdi. Rusya 21-23 Temmuz 1711 Prut bozgunundan beri henüz Türkiye'ye karşı bir savaşa cesaret edememekteydi. Bu sebeple Kafkasya meselesinde anlaşmayı menfaatine uygun bulmaktaydı. Her iki devlet Fransız elçisinin arabuluculuğu ile İstanbul'da bir antlaşma imzaladılar (23 Haziran 1724). Buna göre, Araş Nehri'nin aşağısından başlayarak, kuzeyde kalan Hazar kıyıları ile Hazar'ın güneyi Rusya'ya, Batı İran ve Azerbaycan ise Osmanlı Devletine bırakılacak, Şamahı bölgesine muhtariyet verilecekti. İran şahının tanınması şartıyla Rusya ile anlaşan Afganlı Eşref Şah aynı şartlarla, Osmanlıların işgalindeki topraklar üzerinde Osmanlı hakimiyetini kabul ederek Osmanlı Devleti ile de bir anlaşma imzaladı (5 Ekim 1727). Ancak bu antlaşmalar kağıt üzerinde kalmış, Tahmasb-Kulu Han unvanıyla yetkileri elinde toplayan Avşar Nadir Şah, Eşref Hanı İran'dan çıkarmış (1729), daha sonra 3 Ağustos 1729'da Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu Tebriz-Sufiyan arasındaki Süheylan'da bozmuş, Heştarud valisi Rüstem Paşayı da esir etmişti. Osmanlı kuvvetleri bir süre için bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardı. Daha sonra Hekimoğlu Ali Pasa Tebriz'e kadar Azerbaycan topraklarında ilerlediyse de, Nadir Şah Aras'ın kuzeyindeki toprakları Osmanlılara bırakmak suretiyle barış antlaşması imzaladı (10 Ocak 1732). 1736 yılında İran'da şahlığını ilan eden Avşar Nadir Şah, Türkiye ile 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasını yaptı (17 Ekim 1736). Nadir Şah 1743 yılında taarruza geçerek Osmanlı-İran savaşlarını yeniden başlattıysa da, Musul (23 Eylül 1743), Kars (29 Temmuz 1744) kuşatmalarında sonuç alamadı ve tekrar 1736 İstanbul Antlaşması ile barış sağlandı. Nadir Şahın bu antlaşma sebebiyle Osmanlı Devletine yaptığı oldukça enteresan bir teklifi vardır. Türk dünyasındaki mezhep ayrılığını sona erdirebilmek için Caferi mezhebini 5. mezhep olarak Osmanlı uleması tarafından kabul edilmesini istemişti. Ancak Osmanlı uleması, bu teklifi reddetti.

Doğudaki Osmanlı fütuhatını engelleyen Nadir Şah, 20 Haziran 1747 tarihinde gerçekleşen bir suikast sonucu öldürüldü.


“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
Ynt: AZERBAYCAN VE TÜRKLER
« Yanıtla #2 : 24 Eylül 2006 »
Ölümü İran'da büyük karışıklığa sebep oldu; Nadir Şahın oğulları, Kaçarlar ve Zend ailesi İran tahtı için birbirleriyle kıyasıya mücadeleye başladılar. 1747 tarihi, Azerbaycan için bir dönüm noktasıdır. Bundan böyle İran'da hakim olan hanedanlar Aras'ın kuzeyine bir daha sahip olamadılar. Kuzey Azerbaycan'da yeni bir dönem "Hanlıklar dönemi" başladı, Azerbaycan Hanlıkları, Rus istilâsına kadar bazen tam istiklâllerine sahip olmuş, bazen de komşu devletlerden (Osmanlı-İran-Rusya) birinin hakimiyetini tanımak suretiyle varlıklarını devam ettirmişlerdir.

B. Azerbaycan Hanlıkları Dönemi (1747-1844):

Nadir Şahın öldürülmesinden sonra Azerbaycan'da müstakil ve yarı müstakil bir takım hanlıklar ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarih sahnesinde görülen bu hanlıklar, başlangıçta mülkiyet prensibine göre kurulmuşlardı. Daha sonraları halkın reyi ile işbaşına gelen hanlar, zamanla veraset yoluyla idareye el koydular. Komutanlık dışında Azerbaycan hanları savaş, barış vb. önemli konularda halkın reyine başvururlardı. Sonraları tamamen müstakil hale gelen hanlar, yetkilerini ve hukuklarım genişlettiler. Mahallî halkın üzerinde tam anlamıyla hakimiyetlerini kurdular. İlk zamanlarda hanların belli bir gelirleri yoktu. Taşınır ve taşınmaz mal üzerinde tasarrufları yoktu, Kendilerine geçimleri sağlayacak kadar hanlık toprağının bir kısmı veriliyordu. İç güvenlik, şehirlerde naipler, köylerde jandarma tarafından sağlanırdı. Jandarmalar aynı zamanda posta işlerine de bakarlardı. Jandarmalara "çapar" adı verilirdi. Naipler ve çaparlar han tarafından tayin edilirdi.

Sosyal düzen şeriat ve töre üzerine kurulmuştu, Yargı yetkisi şeriat mahkemelerine aitti. Kadılar hanlar tarafından tayin edilir, hükümler hanlar tarafından yerine getirilirdi. İdam cezası veya af, hanın yetkileri arasındaydı. Hanların hükümet işlerini yürüttükleri yere "divanhane" denilirdi.

En son, İlisu Sultanlığının işgali tarihi olan 1844 yılına kadar Azerbaycan'da hüküm süren Hanlıklar şunlardır:

Karabağ Hanlığı: Kurucusu Cavanşirlerden Penah Ali Handır. Penah Ali Han Azerbaycan'ın politik birliği için büyük gayret sarf etmiş, bunun için Gence Hanlığı ile mücadele etmişti. 1749 yılında kurulan bu hanlık 1822 tarihinde Ruslar tarafından işgal edilmiştir.

Gence Hanlığı: Kurucusu Ziyadoğlu sülalesinden Şahverdi Handır. 1741 yılında istiklâlini kazanan Gence Hanlığı, 1804 yılında Rus işgaline uğramıştır.

Şeki Hanlığı: Kurucusu Hacı Çelebi Handır. 1747 yılında istiklâl kazanmış; 1806 yılında Rus hakimiyetini tanımak zorunda kalmıştır.

Şirvan Hanlığı: 1722 yılından itibaren Şamahı,Gökçuy ve Cevad gibi üç idari bölgeye ayrılmış ve çeşitli aileler işbasına gelmiştir. 1820 yılında Rusya'ya ilhak olunmuştur.

Kuba Hanlığı: 1726 yılında Hüseyin Ali Han tarafından kurulmuştur. Oğlu Feth Ali Han (1758-1789) Azerbaycan'ı birleştirmek gibi büyük emeller peşinde koştu. Ruslar'ın Kafkasya'ya girmesinden sonra bu hanlık da 1806 yılında istiklâlini kaybetmiştir.

Bakü Hanlığı: Mirza Muhammed Han tarafından kurulmuştur (1747). Şeki ve Şirvan ile birleşik bir devlet kurulmak istenmiş ancak başarılı olamamıştır. Rus kuvvetleri 1806 yılında Bakü'yü işgal ettilerse de Bakü hanı Hüseyin Kulu Han mücadeleyi sürdürmüş, nihayet 1828 Türkmençay Antlaşmasıyla tamamen Rus hakimiyetine girmiştir.

Talış Hanlığı: 18. yüzyıl başlarında kurulan hanlık, varlığını 1813 yılma kadar devam ettirmiş ve Gülistan Antlaşmasıyla Rusya hakimiyetine girmiştir.

Derbent Hanlığı: Nadir Şahın ölümünden sonra (1747), müstakil bir hanlık haline gelen Derbent, 1765 tarihinde Baku Hanı Feth Ali Hanın eline geçmiştir. Ruslar ilk defa Mayıs 1796'da Zubov komutasında bir kuvvet göndererek şehri ele geçirdilerse de bu işgal kısa sürdü. 1806 tarihindeki işgal ise kalıcı oldu ve General Glasenapp şehirde Rus yönetimini tesis etti.

Nahçıvan Hanlığı: 18. yüzyıl ortalarından itibaren mevcudiyeti bilinen Nahçıvan Hanlığı, 1828 Türkmençay Antlaşmasıyla İran tarafından Rusya'ya terkedilmişti. Son Nahçıvan hanı Kerim Han Kengerli zamanında Rus işgali tamamlanmıştır.

İrevan Hanlığı: 1747 tarihinde istiklâlini kazanan İrevan Hanlığı 1779 yılında Kaçar hakimiyetini kabul etmek zorunda kalmıştı. Rusların istilâ teşebbüsleri 1800'lerdcn itibaren gelişmeye başladı ve nihayet, 1827 tarihinde İrevan'a hakim oldular.

İlisu Hanlığı: 1747 tarihinde itibaren istiklâlini kazanan bu hanlık "İIisu Sultanlığı" olarak da bilinir. 1844 yılı, Azerbaycan genelinde Rus işgalinin tamamlandığı tarih oldu.

Güney Azerbaycan'da ise Tebriz, Urmiye, Erdebil, Hoy, Maku, Marağa ve Karadağ hanlıkları vardı.

C. Rus Hakimiyeti

Kafkasya ile Rusya'nın ilgilenmesi için çok önemli sebepler vardı. İran ve Türkiye ile önemli bir ticaret bölgesi olması, ipek, pamuk, bakır gibi yeraltı zenginlikleri, seyrek nüfuslu toprakların Rus halkı için kolonileştirilmesi bu sebepler arasında sayılabilir. Ayrıca, önemli bir neden de Kafkasya'nın Hind Okyanusu, Basra Körfezi istikametinde yayılabilmesi için önemli bir geçiş alanı oluşturmasıydı. Petro'nun sıcak denizlere inme politikasının gerçekleşmesi için Kafkasya'nın ele geçirilmesi gerekiyordu. Petro zamanında 1722 tarihinde yapılan İran seferi sırasında Hazar Denizi kıyısında Lenkeran'a kadar dar bir sahil şeridi ele geçirilmiş, ancak 1735'te Afşar Nadir Şah, Rusları tekrar Terek Nehri'ne geri çekilmeye zorlamıştır.

Rusya'nın Kafkaslara doğru ilerlemesi, II. Yaketerina döneminde (l763-1796) daha büyük hız aldı. Kırım ve Kuban Nehri arasındaki bölgenin 1785 tarihinde Rusya'nın eline geçmesi sonucu, Rusya Kafkasya'nın büyük bir bölümüne hakim oldu. Rusya bundan yeterince faydalanarak, Transkafkasya devletlerinin içlerine sık sık müdahale etme fırsatını kaçırmadı. O sırada siyasî durumu oldukça karışık olan Gürcistan'da Kral II. İrakli, Rusya'nın himayesini kabul etmekte ilk adımı attı. Onu İmeratyalı I.Salamon ileTarku'nun Dağıstanlı yöneticisi Murtaza takip etti.

1784 tarihinde Gürcistan'ı istilâ eden Rusya, Kafkasya'yı istilâ edebilmek gayesiyle ciddî teşebbüslerde bulundu. General Zubov, Kafkasya Azerbaycan'ın işgaline başladı. Ancak Çariçe Il. Yaketerina'nın ölümü (6 Kasım 1796) 1796 Rus istilâsını durdurdu. Kafkasya'daki Rus ordusu tamamen imha edildi.

1801'de Çar I. Alexandr (1800-1825) Rusya'nın himayesinde bulunan Gürcistan Krallığı topraklarını da kapsayacak şekilde, bölgede Gürcü eyaletini kurduğunu ilan etti. Bu eyaletin sınırları Azerbaycan'a ait Kazak ve Şemseddil Sultanlıklarının topraklarım da kapsamaktaydı. Böylece, Rusya'nın Gürcistan'da başlattığı "himaye" politikası, siyasî istilâya dönüşmüş oluyordu. Hazırlıklarını tamamlayan Rusya, kısa bir aradan sonra ''Azerbaycan Savaşları"nı yeniden başlatmakta tereddüt etmedi.

Kafkasya'daki Rus komutanı Gürcü asıllı General P.Tsitsiyanov, Gürcistan'daki Rus hakimiyetinin tam anlamıyla tesisi ve devamı için doğuda Hazar Denizi'ne, güneyde Aras Nehri'ne kadar olan bölgenin ele geçirilmesini lüzumlu görmekteydi. Tsitsiyanov, başlangıçta savaş yapmadan, bölgedeki Azerbaycan Hanlıklarını Rus himayesine girmeye ikna etmeğe çalıştı. Rusya'nın teklifine göre, Azerbaycan Hanlıkları içişlerinde serbestliği tanınıyor, hanların siyasî konumları, hanedanların veraset hakları güvence altına alınıyordu. Buna karşılık her hanlıkta bir Rus garnizonu yerleştirilecek, savaş yetkisi ve dış politika Rusya'nın tekelinde olacak, her hanlık nakdî veya aynî (bunun içine ipek de girmektedir) yıllık belli bir vergi vereceklerdi. Bu şartları kabul eden Karabağ, Şirvan ve Şeki hanlıklarıyla antlaşmalar yapılmış, direnmek isteyen hanlıkların üzerine asker gönderilmesi kararlaştırılmıştı. P.Tsitsiyanov komutasındaki Rus orduları ilk olarak Gence üzerine yürüyerek 22 Kasım 1803 tarihinde şehri kuşattılar. Cevad Man ve Gence halkı şehri Rus istilâ ordusu karşısında kahramanca savundu. 3 Ocak 1804 tarihinde Ruslar, başta Cevad Han olmak üzere 7000'i aşkın şehidin üzerine basarak şehre girebildiler. Daha sonra Gence'ye Çar'ın eşinin adı olan Yelizavetapol Uyezdi (ülke) adı verildi. Ancak Azerbaycan Türkleri bu ismi hiçbir zaman benimsemeyeceklerdir.

General P.Tsitsiyanov, 1805 yılı yaz başlarında, General-mayor Zavalişin'i Bakü üzerine göndermişti. Zavalişin, Bakü civarında (Car-Balaken dağlık bölgesinde) Hüseyin-Kulu Hana yenilerek çekildi. Bunun üzerine bizzat General Tsitsiyanov Bakü üzerine yürüdü. Şehre girdiği sırada Ömer Hamza adlı bir Türk tarafından yaveri Knvaz Yeristov'la birlikte öldürüldü. Ruslar tekrar geri çekildiler. Ancak Tsitsiyanov'un yerine atanan General Kont İvan Gudoviç Bakü'yü ele geçirdi (1806). Hüseyin Kulu Han kuvvetleriyle Azerbaycan içlerine çekilerek mücadelesini 1828 yılma kadar devam ettirdi.

Kuba Hanlığı, General Bulgakov tarafından kolayca ele geçirildi. Ancak, İrevan Hanlığı Rus istilâsına karşı koymakta devam ediyordu. General Gudoviç 16-17 Kasım 1807'de mağlup olunca yerine General Tarmasov atanmıştır. Buna rağmen İrevan Hanlığı kolay kolay teslim olmadı. İrevan hanı Hüseyin Han, Ruslara karşı 1827 yılına kadar direnmiş, nihayet General Paskeviç 6 Ekim 1827 tarihinde şehre girebilmiştir.

Azerbaycan'a birçok kollardan giren Rus orduları hiç ummadıkları bir direnmeyle karşılaşmışlardı. Lenkeran hanı Sadık Han, hayatı pahasına hanlığını müdafaa etmiş ve başta General Kotlyarevski olmakla Ruslara çok ağır kayıplar verdirmişti.

Zakalala bölgesinde ise Ruslar tam anlamıyla bozguna uğramışlardı. General Gulyakov öldürülmüş, çok az bir Rus kuvvetini Gürcü asıllı Arbeliyani kurtarabilmişti.

Rus istilâsı karşısında Azerbaycan hanları tamamen yalnız kalmışlardı, Osmanlı İmparatorluğunun bölgeye müdahalesi imkansızdı. Diğer yandan İran'da hüküm süren Kaçar hanedanı Rus istilâsı karşısında başarılı olamadı. 1804 tarihinde İran hükümdarı olan Feth Ali Şahın oğlu Abbas Mirza, İrevan ve Nahçıvan hanlarının talepleri ile Rusya'ya karşı savaş açtıysa da. Eçmiyazin'de mağlûp oldu. İnatla mücadeleyi yürüten Kaçar hanedanı 1806 tarihinde Karabağ ve Seki hanlıklarında etkili olacaktır. Ancak uzun sürecek bu mücadelede Rusya tedricen de olsa bölgede hakimiyetini kabul ettirecektir. Rusya'yı bir ölçüde engelleyen asıl önemli faktör Osmanlı Devleti ile devam eden savaştı. Buna rağmen Rusya 1806 tarihinde Bakü ile Guba'yı, 1809 tarihinde de Talış'ı ele geçirdi. Osmanlı Devleti ile 1812 tarihinde savaş haline son veren Rusya, Kafkasya'da bütün gücü ile İran Kaçar hanedanı üzerine yüklendi. İran kısa süre içinde Rusya'ya mağlûp olarak Gülistan Antlaşması (1813)'ın yapmak zorunda kaldı. Bu antlaşma ile İran Dağıstan ve Kuzey Azerbaycan'ı tamamen Rusya'ya bırakmak zorunda kalmıştır. T.Swietochowski'nin, bölgedeki İran iddialarının Rusya tarafından, daha önce Kuzey Azerbaycan'daki hanlıkların bağımsız olmaları ileri sürülerek reddedilmesi olayını "geçmişe ilişkin de olsa, Azerbaycan'ın ilk ve son defa bağımsızlığının tanınmasıydı" şeklindeki yorumuna katılmak mümkün değildir. Çünkü bu antlaşma Rusya'nın kesin olarak Kuzey Azerbaycan'a yerleşmesine imkân sağlamıştır.

Gülistan Antlaşması, bilâhare Ruslar tarafından ihlâl edilince, Rusya-İran savaşları yeniden başlamış (1826). Bu arada Azerbaycan'da bir istiklâl mücadelesi başlamıştır. Lenkeran, Şamahı ve Nuha Kaçar hanedanından Feth Ali Şah (?) (Abbas Mirza) tarafından ele geçirilmiş, bir Rus ordusu da Nuha'da kuşatılmıştı. Bu arada Talış hanı Ruslara karşı başkaldırmış, Karabağ, Şirvan ve Şeki'ye ise eski hanlar hâkim olmuştu.

Çar I. Nikola (1825-1855) gerek İran saldırısını ve gerekse Azerbaycan hanlıklarındaki isyanları bastırmak için Kafkas Orduları Başkomutanlığına A. R. Yermolov'un yerine İ. Paskeviç'i atadı. General Paskeviç kuvvetli bir orduyla Azerbaycan istiklâl mücadelesini kırdığı gibi, Şah Abbas Mirza'yı da mağlûp ederek Tebriz'i ele geçirdi. İran şahı Feth Ali Şah bunun üzerine barış antlaşmasına vardı. 22 Şubat 1828 tarihinde taraflar arasında imzalanan Türkmençay Antlaşması, Aras'ın kuzeyindeki toprakların Rusya'ya terkini öngörmekteydi.

1747 yılında başlayan, daha sonra 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Antlaşmalarıyla da devam eden Azerbaycan'ın parçalanması olayı gerçekleşmiş, Aras ile Talış dağlan Azerbaycan'ı ikiye bölmüştü. Bundan sonra Kuzey ve Güney Azerbaycan Türklerinin tarihleri ayrı bir seyir takip edecektir.

İran'ı 1828 Türkmençay Antlaşmasıyla saf dışı bırakan Rusya, diğer yandan Osmanlı Devleti ile de savaşa başlamış (1828-1829) ve doğudan General Paskeviç komutasındaki Rus ordusu Kars, Ardahan, Hasankale ve Erzurum'u ele geçirmişti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti oldukça ağır şartlara haiz Edirne Antlaşması (Eylül 1829)'nı imzalamaya mecbur oldu. Osmanlı Devleti Rusya'nın İran'la yapmış olduğu Türkmençay Antlaşmasında yer alan Dağıstan ve Nahçıvan'ın Rusya'ya verilmesi şartını kabul etti.

Kafkasya'yı işgal eden Rus kuvvetlerine karşı yer yer mücadeleler sürdürülmekteydi. Türkmençay ile İran'ın, Edirne Antlaşması ile de Türkiye'nin aradan çekilmiş olmasına rağmen Rusya, ancak 1844 tarihinde İlisu Sultanlığı (Zakatala)'nı da ortadan kaldırarak Kafkasya'ya hâkim olabildi. 1854-1855'te yapılan Kırım Savaşı Kafkasya için bir ümit ışığı olarak çok kısa sürdü. Ancak bu esnada Dağıstan'da, yanında Ahverdil Muhammed, Hatinav Musa, Kabet Muhammed, Nur Muhammed, Şuayıp Molla, Taş Hacı, Danyal Sultan ve Hacı Murad olmakla Şeyh Şâmil (?-1871) Ruslara karşı istiklâl mücadelesine başlamıştı. Kafkasya'nın coğrafi yapısından da faydalanan Şâmil, gerilla savaşı şeklinde mücadelesini 1859 yılına kadar sürdürdü. 6 Eylül 1859 tarihinde Gunip kalesi düştü ve Şâmil esir alındı. Dağıstan bölgesindeki mücadele 1864 yılına kadar devam etti. 1864 yılından itibaren Rusya'nın Kafkasya'daki hakimiyeti tam anlamıyla pekişmiş ve Kafkasya milletleri Rusya'nın tebaası durumuna düşmüşlerdir.


“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
Ynt: AZERBAYCAN VE TÜRKLER
« Yanıtla #3 : 24 Eylül 2006 »
Her ülkenin en verimsiz, en kısır bölgesi bile bu ülkenin bütünlüğünü temin eden bir hissedir. Hatta insan yaşamı için elverişli olmayan bir bölümünü bile ayırsan, bu ülkenin bütünlüğü bozulacaktır. Bununla birlikte, her ülkede bazı bölgeler daha değişik özellikler taşıyor ve bu ülkeden bahsedilirken ilk önce bu değişik özelliklere sahip bölgeler sayılıyor. Azerbaycan'ın da bu tür özellikleri taşıyan ve zengin tarihî geçmişe sahip bölgesi Karabağ'dır.

Karabağ Kür ve Araz ırmakları arasında yer alıyor. Bir taraftan, batıda Göyçe Gölü 'ne kadar uzanmaktadır. Dağlık ve düzlük yerleri vardır. İklimi ılık, toprağı ise verimlidir. Su ile de zengindir.

"Karabağ" kelimesinin etimolojisi, her zaman araştırmacıların dikkatini çeken problemlerden biri olmuş ve bununla ilgili bazı fikirler ileri sürülmüştür. Tanınmış âlim rahmetli Mir Ali Saidov Türk dili abidelerine ve bazı araştırmalara dayanarak, Karabağ'ın "Kara" ve "bağ" sözlerinden türediğini ileri sürerek, Karabağ ifadesine "güçlü", "büyük", "halkın başı" gibi anlamlar veriyor.

Saidov, eski Türkçe'de çok anlamlı "Kara" sözünün "büyük, güçlü" gibi mânaları olduğuna, "bağ"ın ise bazı Türk halklarında "halkın bir hissesi"ni ifade ettiği tezini ileri sürüyor.

Karabağ'ın "büyük bağ" gibi bir ifadesini kabul etmeyen G. Geybulayev, "Karabağ toponimi Türk Peçeneklerin Karabağ tayfasının adıyla ilgilidir" diyor.

Karabağ en eski zamanlardan beri Türklerin yerleştiği bir bölge olmuştur. Coğrafyası ve iklimi oraya göç eden Türklerin yaşamasına uygundur. Karabağ, Türklerin benzersiz kışlak bölgesi olmuştur. Bu nedenle, Karabağ toponiminin Türk kaynaklı olması da inkâr edilemez bir gerçekliktir.

Eski Türklerde özel ve coğrafî yer adlarında "kara" sözü birleşik kelime yapan parçalarından biri olan yaygınlaşmıştır. Kaşgarlı Mahmut'un sözlüğünden de bilindiği gibi, bir zamanlar Türkler, petrole "kara yağ" ve et yemeklerinden birine "kara etmek" demişlerdi. Türkçe'ye çevrilmiş bir Budâ metininde güçlü, şiddetli fırtına için kara rüzgâr gibi ifadeler kullanılmıştır. Yine Kaşgarlı Mahmut'un sözlüğünden aldığımız kelimede, Türk halklarının biri "kara yağma", Oğuz beylerinden biri ise "kara bölük" adlarını taşımaktaydılar. Orta Asya'da "Kara Yolga", "Kara Yeygaç", "Kara Gül", "Kara Senir" vs. gibi adlar taşıyan bölgeler ve "Kara Kayas" adlı şehir de vardır. Ferab kentinin Türkçe adı "Karaçuk" idi.

"Kara" sözü bazı Türk hükümdarlarının lakaplarından biriydi. Karahanlı ve Karakoyunlu gibi Türk devletlerinin hükümdarlarını buna örnek olarak gösterebiliriz. Örneğin, Kara Buğrahan, Kara Yusuf...

Oğuz soyu kökünden olan Peçenek Türkleri, Göktürk devletinin 8. yüzyılda dağılmasından sonra batıya doğru hareket ettiler. 9. yüzyılın ilk yarısında ise onlar Volga sahillerinde yaşıyorlardı. Burada 8 boy ve bu boylara bağlı olan 40 oba şeklinde yaşamaktaydılar. Bahaeddin Ögel'in titiz araştırmaları sonucu ortaya çıkmıştır ki, Peçenek boylarının adları at renkleriyle ifade ediliyordu. Her boyun adının evvelinde bir at rengi, bundan sonra ise aynı boyun başçısının adı gelmekteydi. "Karabağ" etnoniminin Peçenekler ile ilgili (G. Geybulayev) izahına ilaveten şunu diyebiliriz ki, belki de bu sıfat "kara" at rengini ifade ediyordu. "Karabağ" sözündeki "bağ" ile ilgili ilginç bir fikir de yürütebiliriz. Bir zamanlar Türklerde bazı yüksek rütbeli kişilerin adlarına "kara" sözü de ortaklık ediyordu. "Kara Tarkan", "Boyla kara Tarkan"; "Tun Baka Tarkan" gibi adları buna örnek gösterebiliriz. "Boyla Baka Tarkan", Göktürklerin ünlü bakanı Tonyukuk'un rütbesi idi. Böylece, buna ve Bahaeddin Ögel'in tezine dayanarak muhtemelen, "Karabağ" sözündeki "bağ" kelimesi, "baka" kelimesinin dönüşüme uğramış şeklidir ve belli bir rütbeyi ifade etmektedir.

Kısacası, "Karabağ" toponimi Türk-Oğuz menşeli olup, Türk boylarından birinin adını taşıyor. İster Peçenek (Peçenekler de Oğuz menşelidirler) ve Türkmen, isterse de Kıpçak olsun, birbirinden hiçbir farkı yoktur. Çünkü, bu adlar Türklere aittir.

"Karabağ" adlı bölge, köy ve kent adlarına Türkiye'nin Kars ilinde, Rusya'nın güneyinde, İdil boyunda, Orta Asya'da Özbekistan'da, Irak, Afganistan, Güney Azerbaycan ve İran'da (Şiraz'da) rastlaya biliriz. Hatta, Çin'in Uygur bölgesinde böyle bir yerin olduğu söylenmektedir. Bu bölge, köy ve kentlerin bazıları şimdi tarihe karışmıştır. Ancak şu bir gerçektir ki, nerede Karabağ toponimi varsa, orada Türkler yaşamış ve yaşamaktadırlar. Adlarını saydığımız ülkelerdeki Karabağ ile Azerbaycan'daki Karabağı, arasında tarihî, manevî, medenî bağlılığın, akrabalılığının varlığı şüphesizdir. Belki de Karabağ adlı yerlerin birçoğu Azerbaycan Karabağ'ından göç edenlerin sayesinde ortaya çıkmıştır. Sözümüzün tesiri için yukarıdaki bir Kerkük hoyratını yeniden okuyalım;

Aslım Karabağlıdır;

Sinem çapraz dağlıdır;

Kesilip gelip, giden;

Deme yollar bağlıdır.

Bu hoyrattaki kan ve hasret Karabağ hakimi İbrahim Halil Hanın 1813 yılında yabancı topraklarda dünyadan ayrılmış kızı, şaire Ağa Beyim Ağa'nın ünlü bayatısındaki kanla, hasretle ne kadar benzeşiyor:

Ben aşığım Karabağ;

Seki, Şirvan, Karabağ.

Tahran cennete dönse,

Yaddan çıkmaz Karabağ.

Azerbaycan'ın Karabağ bölgesi siyasi ve kültürel olaylar bakımından hareketli bir bölge olmuştur. 1155-1189 yıllarında burada Karabağ Beyliği adını taşıyan bir devlet olmuştur. Ancak bu bölge beylikleri, bağımsız değil. Azerbaycan Atabeyleri, Eldenizler (Eldegizler) devletine bağlı olmuşlardır. Eldegizler Devleti ise resmî halde Irak Selçukluları karşısında sorumluluk taşıyorlardı. Yukarıda zikredilen tarihte Karabağ Beyliğini, sırasıyla Süfieddin Muzaffer (l155-1160), Beybars (1160-1189) ve onun oğlu Abdulmelik (1189) idare etmişlerdi. Karabağ Beyliği başlıca etnik ve yönetim geleneğine göre, ortaçağın karakteristik bir Türk devleti idi. Sonralar, Karabağ Beyliği, çeşitli Türk soylarının kurdukları devletlerin oluşumunda yer almışlardı.

XVIII. yüzyılda, Azerbaycan ve İran'ın sosyo-politik hayatında Türk Avşar boyunun mevkii oldukça güçlenmiştir. Buna anlamda Avşarlar, Karabağ'da da aktif olmuşlar. Oğuzların 24 boyundan biri olan Avşarlar, başka Oğuz boyları ile birlikte Göktürk Devletinin çöküşünden sonra batıya doğru hareket etmişlerdi. Avşarlar Oğuzların Boz Ok koluna mensup idiler, Batıda Avşarlar, genci olarak, İran ve Azerbaycan bölgelerinde yerleşiyorlardı. Avşar boyunun Ortaçağda İran'ın Horasan, Mazandaran, Hemedan ve Fars, Azerbaycan'ın Karabağ, Gence, Urmiye, Tebriz, Erdebil vb... bölgelerinde yaşadığı ve göçebe havat sürdüğü bilinmektedir.

16. yüzyılda Satevi Devletinin kurulmasında Avşar boyu çok önemli rol oynadı. 16. yüzyıldan başlayarak, Avşarlar siyasî arenada gittikçe daha güçlü şekilde yer almaya başlamışlardı. Avşarların ileri gelenleri Safevi Devletinin elit tabakası içinde idiler. Bu dönemde, yani Safeviler hakimiyeti döneminde Urmiye ilinde Avşarlar daha yoğun bir şekilde yaşıyorlardı. I. Şah Abbas onların büyük bir bölümünü Horasan'a sürmüş, orada yerleştirmiştir. 18. yüzyılın sonlarında, Safeviler Devleti sarsıntılara uğradı ve merkezî hakimiyeti çok zayıfladı. İran, Avşarların şiddetli hücûmları ve işgaliyle karşı karşıya kaldı. Bu dönemde Avşarların siyasî çalışmaları çok arttı ve onların içerisinden çıkan yetenekli lider Nadir, hızla yükselerek İran şahı oldu (1736). Nadir Şalı, Avşarların Kırklı koluna mensuptu.

17. yüzyılın sonlan ve 18. yüzyılın başlarında Gence Beylerbeyliğinde ve bu beylerbeyliğe bağlı olan Karabağ'da da halkın büyük bir kısmını göçebe Avşarlar oluşturuyorlardı. Burada Avşarların Cavanşirler kolu daha aktifti.

1747 yılında Nadir Şâh öldürüldükten sonra, kurduğu devlet ayrı ayrı hanlıklara bölündü. Avşar boyunun Cavanşirler soyundan olan Penah Ali Han da Karabağ Hanlığını kurdu. Bir Türk devleti olan Karabağ Hanlığı 1748-1822 yıllarında varlığını sürdürmüştü. Penah Ali Han 18. yüzyılın başlarından (bir bilgiye göre 1693 yılında) Karabağ'ın Sarıcalı köyünde dünyaya gelmiştir. Penah Ali Hanın ailesi çok zengin ve göçebe bir aile idi. Gençliğinde kardeşiyle birlikte Nadir'in ordusunda hizmet ederek büyük ün kazanmıştır. Nadir Şah onu kıskanmış, o da bunu anlayıp, sarayı terk etmiş ve Karabağ'a gelmiştir. Orada hanlık biçiminde bir Türk devletinin kurucusu olmuştur. 1736 yılında Penah Ali Han Oğlu İbrahim Halil Han ile yer değişmiştir. İbrahim Halil Han Ruslar tarafından 1 Haziran 1806 tarihinde haince öldürüldükten sonra, halkı ve bölgeyi 1822 yılında oğlu Mehdi Kulu Han yönetmiştir. Mehdi Kulu Han üçüncü ve son Karabağ hanı idi.

Karabağ Hanlığının merkezi, sırasıyla; Bayat, Şah Bulağı, son olarak Penahabad (Şuşa) kalesi olmuştur. Şuşa çok kısa bir zaman içinde Kuzey Azerbaycan'ın ve Kafkasya'nın medenî merkezlerinden biri haline gelmiştir. Her üç kaleyi Penah Ali Han inşa ettirmiştir. Karabağ Hanlığı, meydana çıktığı ilk günlerden itibaren tam bağımsızlığı için İran'a karşı mücadele etmiş, bunun için çeşidi diplomatik ve hatta askerî vasıtalardan yararlanmıştır. Han, İran karşısında formalite olarak sorumluluk taşıyordu. 1805 yılının Mayıs ayından sonra, Karabağ Rusya yönetimine geçmiş ve 1828 yılında zorla Rusya'ya katılmıştır.

Karabağ bölgesinin siyasî, medenî, sosyo-ekonomik tarihini araştırdıkça özel bir yön dikkat çekmektedir. Burada, ortaçağdan itibaren Türk devletçiliği, Türk devlet gelenekleri kendi varlığını devam ettirmiştir. 12. yüzyılda Türk Karabağ Beyliği, sonraki dönemlerde aşamalar halinde bölgenin çeşitli Türk devletlerine katılmıştır..

1822 yılında Karabağ Hanlığı Rusya tarafından kaldırıldıktan sonra, bu bölge Karabağ iline dönüşmüştür. İran ile Rusya arasında 10 Şubat 1828 yıl tarihli Türkmençay Antlaşmasına dayanarak Kuzey Azerbaycan Rusya ile birleştirildi ve bundan sonra Azerbaycan'ın bir çok bölgelerinde sıkı yönetim sistemi uygulandı. Azerbaycan'ın her yerinde Rus subayları yönetimi ellerinde tutuyorlardı. 10 Nisan 1840 tarihli yasaya göre, l Ocak 1841 yılından itibaren sıkıyönetim sistemi kaldırıldı ve bütün Rusya "komün" yönetim sistemi ile yönetildi. Yeni kurulan (1840) ve geçmiş Karabağ Hanlığının bir hissesini kapsayan Şuşa kazası da bu uygulamaya katılmak zorunda bırakıldı. Bütün bunlar Çarlığın sömürgeci siyasetini pekiştirmek amacıyla yapılıyordu.

1920 yılı Nisan ayında Sovyet Rusya'nın işgalinden sonra Azerbaycan yeni yönetim sistemi ile yönetilmeğe başladı. Kuzey Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti olarak tanımlandı. Bununla birlikte Azerbaycan'ın bir çok toprakları Ermenistan'a verildi. 7 Temmuz 1923'te ise Karabağ'ın dağlık bölgesinde Dağlık Karabağ Özerk bölgesi ilan edildi. Bu şekilde Karabağ'ı Azerbaycan'dan ayırmak istiyorlardı. Fakat, Karabağ formalite olarak Azerbaycan SSC sınırları içinde kalıyordu.

Tarihî Aran'a (Arran'a) katılmış olan Karabağ'da Ermeniler Çarlık Rusya'sı tarafından 19. yüzyılda doldurulmuştur. Karabağ Hanlığının oluşumunda bulunan beş meliklik ise Ermeni değil, 13. yüzyılda Arapların akını sonucu İslâmlaşmayan yerli Albanlardan oluşuyordu. Albanlar Hıristiyan olduklarından komşuları olan Ermeniler ile sıkı ilişki kurmuşlardı. Bunun sonucu olarak sonralar onlar Ermeni adını almışlardı.

Çarlık Rusya, 19. yüzyılın birinci yarısında İran ve Türkiye ile başlattığı savaşlar sonucu bu ülkelerde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmını Kafkasya ve Karabağ'a yerleştirmişti. Rusya'nın mecburî göç politikası yerli halkın günlük yaşamına ağır darbeler vuruyordu. Yerli halkın toprakları zorla ellerinden alınarak Ermenilere veriliyor ve onlara elverişli ortam sağlanıyordu, 1828-1830 yıllarında Türkiye'den 84.000, İran'dan ise 40.000 Ermeni ailesi göç siyasetiyle, Yelizavetpol ile İrevan kentleri ve çevrelerinde yerleştirilmişti.

Sovyet Rusya, Çarlığın sömürgeci politikasını devam ettirerek 1924 yılında Karabağ'da değişik ilçeler kurdu. Bu siyasetin sonucu olarak, 80'li yılların sonlarında Azerbaycan toprakları Ermenistan'ın açık saldırılarına uğradı. Bugün Karabağ'ın büyük bir kısmı Ermeni işgali altındadır. Ancak er ya da geç, adalet üstün gelecek ve bu topraklar işgalden kurtulacaktır.

Azerbaycan'ın millî kültürünün gelişmesinde Karabağ'ın payı, eski zamanlardan beri büyük olmuştur. Bu bölgede Azerbaycan'ın milli maneviyatının ayrılmaz parçaları olan bir çok eserler ve abideler yaratılmıştır. 9-10. yüzyıllarda sadece Berde kentinden çıkmış bir çok âlim, örneğin; Said bin Amir Ebu-Osman Al-î Berdeyi, Ahmet bin Umar El-Berdeyi vb. Abbasiler döneminin ünlülerindedir.

Hanlık döneminde Karabağ'da kültürel ve ekonomik hayal hızla gelişmeye başlamıştır. Esasen bu dönemde (18. yüzyılın ikinci yarısı) yapılmış Şuşa kenti 19. yüzyılda yalnız Azerbaycan'ın değil, aynı zamanda bütün Kafkasya'nın en büyük kültür merkezlerinden biriydi. Bir hesaplamaya göre, 19. yüzyılda Şuşa kentinde 95 şair, 22 musîki âlimi, 38 şarkıcı, 16 ressam, 5 astronom, 18 mimâr 6 doktor ve yaklaşık 42 öğretmen olmuş ve burayı kültür ve medeniyet merkezi haline getirmişlerdir.

Azerbaycan edebiyatında değerli bir yere sahip olan K. Zakir, Hurşid Banu Natevan, şair ve bilim adamı Feridun Köçerli, 20. yüzyılın birinci yarısında yaşamış ve Bolşeviklerin kurbanı olan Azerbaycan edebiyatının onuru Yusuf Vezir Çimenzeminli ilk önce Şuşa'da kol-kanat açmışlardır. Mirza Cemal Cevanşir, Mirza Adıgüzel Bey, Mirza Mehdi Hazanî Ahmet Bey Cavanşir vb. gibi âlimler, tarihçiler değerli eserler yaratmışlardı. Bu eserler Azerbaycan tarihinin araştırılmasında yararlanılacak eşsiz kaynaklardır. Karabağ'ın Şuşa kentinde Azerbaycan medeniyetinin onuru olan bir çok musiki bilimcisi yetişmiştir. 19-20. yüzyıllarda Hacı Hüsü, Cabbar Karyağdı, Meşedi Mehmet Ferzeliyev, Zabul Kasım, İslam Abdullayev, Said Şuşiniski, Han Şuşiniski, Bülbül ve Reşit Behbüdov gibi ölmez şarkıcılar Azerbaycan musikisinde, silinmez izler bırakmışlardı. Azerbaycan'ın ilk profesyonel bestecisi doğuda (Yakın ve Ortadoğu) ilk operanın yaratıcısı olan Üzeyir Hacıbeyov da Karabağ sanat dünyasının yetirmesidir. Fikret Emirov orijinal eserleri ile Rusya'da ün kazanmıştır. Üzeyir Hacibeyov'un yeğeni Niyazi çok yetenekli bir besteci idi. Dünyanın bir çok sanat adamları Niyazi sanatını çok kıymetli buluyorlar. Azerbaycan'ın mimarlık, heykeltıraşlık ve ressamlık sanatının gelişmesinde Usta Kanber, Kerbela-yi Sefîhan, Latif Kerimov, Celal Karyağdı, Tuğrul Nerimanbeyov, Nadir Abdurrahmanov'un rolleri büyüktür.

Bu söylenenler Karabağ sanat dünyası ve onun yetiştirdikleri hakkında çok kısa ve özet şekilde söylenmiş sözlerdir. Azerbaycan kültürünün gelişmesinde Karabağ bölgesinin rolü hakkında mutlaka büyük hacimli kitaplar yazmak gerekiyor. Azerbaycan kültürünün gelişmesi ile ilgili bir konuyu daha vurgulamak istiyorum. Bilindiği gibi, her kültür kendi millî yüzü ve ruhu ile seçiliyor ve böylece, uzun bir ömür yaşıyor. Karabağ'ın ilmî, edebî, bediî çevresinin rolü Azerbaycan kültürünün milli karakterinin ifade edilmesinde kendini daha açık şekilde göstermektedir. Karabağ'ın bu fonksiyonu başka bölgelerimizle birlikte bir bütünlük oluşturuyor. Vatan bir bütünse, vatan sayılıyor. Karabağ muhiti, ilmî, edebî, bediî ürünleri bir bütün olan vatanımızın manevî tarafının ayrılmaz.


“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.