Gönderen Konu: Azıtan Siyasi İslamcılara ve Ali İlbey Denen Muhtereme Dersler  (Okunma sayısı 7727 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
"  İslâm'ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle "bilinmeyen tanrının" Türkü pozitivist kafatasçı Atsız'ın Türklüğü, "Hakk'a tapan" Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır.

     "Bediüzzaman Said-i Nursi'yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim
     "Türk'ü pozitvist kafatasçı "
     "Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun'dur."
     "kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır."

      Arapça ya düşmanlık, Kemalist Türkçülüğün başlattığı bir yoldur. Yani pozitivist lâ-dinî Türklüğü tercih edenlerin fikridir. Atsız, Arap dilinden kasıt, Kur'an-ı Kerim ve İslâm aleyhtarlığını dışa vuruyor."

     Bu yazılar Ali İlbey denen muhteremin yazısından bölümlerdir.

      Yazıdan daha örnek alacaktım ama bu kadar milliyetsizlik yeter ! Ben yeter diyorum da bazıları hududunu aşmakta hiç bir sakınca görmeden , terbiyesizlik yapmaya devam ediyor. Hele hele seçim zamanı bu terbiyesizlerin iyice kudurma zamanıdır, ki mart kedisi gibi çiftleşmeye erkek kedi ararlar. Hırlamaları bunun içindir , başka sebep aramayın.

     Hangi milliyete tabi , hangi zürriyetin evladı olduğunu bilemediğim birinin kıt Türkçesi ile bir yazı yayınlanmış . Buğra Atsız Beğ'in cevabını yeterli sanıyordum ama tekrar gözüme ilişince , sinir ve hiddetle tekrar okudum. Ali İlbey imzalı  yayınlanan bu cehalet şaheseri , hiçbir ilmi dayanağa oturtulmadan , tamamen 19. yüzyıl  İstanbul'un da zengin İslami gazetecilerin bilgi kırıntılarıyla , 21. yüzyılda Türklük tarif edilmiş.

       Bu makaleye hem cevap şeklinde , hemde Siyasi İslamcılara mart ayında olmadığımızı ve biz Türkçülerin öyle her mırlayan dişi kediye bakmadığımızı ama edepsiz dişi kedilerede gereken cevabı vereceğimizi bilmesi ve hatırlaması için bir yazı dizisine başlamaya karar verdim. Çünkü kılınçlarımız gözlerini şavkmadı diye , bizi kında zannetmeye başladır.

   Bre Siyasi İslamcılar ; Biz Nazım Hikmet'i , Sebahattin Ali'yi ve bu Ali İlbey gibi o zamanın dili uzunlarını rezil eden HÜSEYİN NİHAL ATSIZ' ın öğrencileriyiz !

Gök-Türk soyu kılınçtır! Kılınç kanla beslenir...
Gözler şavkmıyor diye sanılmasın kındayız.



                                  *****************

  Geçiyor ve yazı dizisine ilk başta Türkçe dersimizle başlıyorum...

   Yazısından misaller aldığım bu yazıyı yazana bir sorum olacak ! Hüseyin Nihal Atsız  " İslâm'ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle "bilinmeyen tanrının" Türkü pozitivist kafatasçı Atsız'ın Türklüğü, "Hakk'a tapan" Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır" yazmışsın. Atsız Beğ'in makalelerini defalarca okuduğum ,kitaplarını defalarca gözden geçirdiğim halde bu Atsız'ın tabiriyle "bilinmeyen Tanrı" yakıştırmasını neden görmedim ? Acaba bu yakıştırma senin gizli iç dünyandan kopup , Atsız'ı karalayacağım diye yazdığın makalende mi şekil buldu ? Söyle hadi çekinme , gizli eşcinseller var , sende buna benzer gizli dinsiz misin ?

    " Ekmek parası ne yapıyım " dersen , haklısın. Ekmek Nur Cemaatinin ağzında , onlar bir müslümansa , sen iki müslüman olmalısın. Ama Türkçüleri kızdırma be evladım mazallah " ırkçı - komando - faşit - Turancı  tipinden birisi çıkar .... Neyse , ben söylemeyeyim sen tecrübe et.
 
      Nihal Atsız kimilerinin söylediği gibi " ateist" değildi. Dini fikri ise herkese meçhuldür. Üzerinize vazife olmayan " dindarlık sorgusu kimsenin , hele hele senin hiç haddin değildir. O Tanrı(Allah)'ya ," Erik Yanaklı" diye hitap etmektedir. Biraz tasavvuf biliyorsan , bu " Erik Yanaklının" küfür değil , Allah(Tanrı)'a olan derin sevgi ve inançtan geleceğini bilmen gerekir. " En-el Hak" diye , yani " Ben Hak'kım " daha Türkçesi " Ben Allah'ım" diye ölenleri büyük Veliler olarak gören sizler ve bunu tasavvufla yorumlayanlar , konu Atsız ve Türkçüler olunca , " bilinmeyen Tanrı" gibi birşey uydurmaktan ve onları " ateist" ilan etmekten niye " edep etmiyorsunuz ? Edepsiz misiniz yoksa ?

     Ayrıca Tanrı'yı küçük yazmışsın. Tanrı Allah'ın Türkçesi ve eşanlamlısı olduğu için özel isimdir , büyük yazılır ! Kulağına küpe olsun !

     Muhterem Ali İlbey ,  yetkisi ve ilgisi olmadığı Türklüğü akıl ve bilgi kırıntılarıyla tarif etmeye çalışmış. Biraz Türk'ü tanısaydı , birazda Türkçe öğrenseydi ya... Şimdi bizim mahallede ki Bakkal Tahir dayı , iş yerinde ki Hayrettin Abi , evde annem ,babam yazdıklarını anlamadı. Be muhterem sen hangi ülkede yaşadığını zannediyorsun ? 80 öncesinde komünist tilciler gitti , bu seferde başımıza Arapçı "elif-be"ciler mi kesileceksiniz ? Bu " La-Dini , agnosti , pozitivist kafatasçı, fecaat " ne demek ?

    Şu cümleyi bana bir açar mısın ? "Bediüzzaman Said-i Nursi'yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim". Sen Atsız'la , kürt said'i kıyas etmekten madem utanıyorsun , niye kıyas ediyorsun ! Utanmaz mısın , yüzsüz müsün ? Ayrıca edep etmek gibi Türkçe'de fazla kullanılmayan , ölü bir terimi neden kullanıyorsun ? Onun yerine milletinin anlayacağı ve Türkçe olan utanmak kelimesini kullansaydın , daha iyi değil miydi ?

      "Ama doğru onlar bir müslümansa , sen iki müslüman olmalısın" kanununda  en büyük şartlardan birisi , onlar bir arapça kelime kullanıyorsa , sen iki kullan ! Zaman böyle işte ne yaparsın , ekmek Nur Cemaatinin ağzında.

    Ayrıca bunları kim öğretiyor sana ? Türkçe öğretmeninin adı neydi senin , hala öğretmenlik yapıyorsa O'nu yetkililere şikayet etmek istiyorum. Bütün öğrencilerini böyle yetiştirdiyse , başta o öğretmen olmak üzere , yetiştirdiği öğrencilerin toplum içinden belirlenip çıkartılması ve yeniden Türkçe öğretilmesini rica ediyorum.

    Bu adamın Atsız'ın yazıları arasında yazıdığı bir kaç cümle içerisinde bile bir yığın Türkçe'de kullanılmayan Arapça kelimleri kullanmasında  suç, Türkçe öğretmeninde değilse ; birisi bu Siyasi İslamcıların , niye inatla  Arapça kullanmaya özen gösterdiklerini açıklasın! Bu kelimeleri kullanmakla daha çok Müslüman olduklarını mı zannediyorlar ? Bu " La-Dini" ne demek ? Ve ayrıca "edep eder"miş , edebini yesinler senin...

     Türkçe meselesini geçiyorum Fathullahçıların faydalarına geliyorum... Sevgili milliyetsiz şahsiyet , Türklüğü ve İslamiyeti bir tutmak , Avrupalı Hıristiyan bir kaç tarihçi için geçerliydi. Bu da 16 ve 17. yüzyıl için bölye olmuştur. Avrupa'da kendi ülkesinde birşey olamayan ,medeniyetsiz ve pislik içinde sefalette sürünen Avrupalılar için, Türklerin yarattığı büyük Osmanlı Medeniyetine geçişte  bir maske olarak kullanılıyordu. Bunu da şimdi ki zamane Siyasi İslamcıları gibi sadece cebinin derdiyle İslam dinine geçişini " Türk oldum" diyerek söylüyordu. Peki Anadolu'da ki ve Rumelin'de ki Türkler onu Türk kabul ediyorlar mıydı ? Hayır !  Sevgili Ali sana bunu bir baba şefkatiyle söylüyorum " oku oğlum oku !" Allah(Tanrı)'ın ilk emrini yerine getir ; ikra !

    Türklerin bin yıl boyunca savunduğu , bayraktarlığını yaptığı İslamiyet Türklere onulmaz yaralarda açmıştır. Bu büyük ırkın İslamiyeti sindirmesi tam bin yılını almıştır. Din meseleleri ince meselelerdir. Milletlerin sinir uçlarıdır. Fazla okşamak millete zarar verir. İslamiyeti bin yılda sindiren Türk Milletini şuan olduğundan daha fazla veya az müslüman yapılması, Türk Milletini asimilasyonla erimesine , yok olmasına sebep olacaktır. Bunları düşünmeyen insanlar , önüne koyulan samanla yaşamaya alışmış damızlık danalar gibidir. Bunların iki gıramlık beyniyle Türklük tarif etmesi , ne kadar sinir bozucu bilemezsin !
 
     Sen her müslüman olan Türk'tür demeden önce , Türklerin bu izahı kabul edip etmediğini sordun mu be adam ! Sen benim iznim ve müsadem olmadan Türklüğü nasıl açıklamaya kalkarsın. Cevap ver bana ! Ben bir Türk'üm ve ecdadımın binlerce yıldır miras bıraktığı Türklüğü , soyca ve kanca Türk olmayanlarla paylaşmıyorum ve paylaşmayacağım. Çünkü bu bana Tanrı(Allah)nın bir lütfudur. Bir hediye , bir yadigardır.

  Türklük için , sen o koltukta rahat rahat oturup , eline kalem alıp birşeyler yazabilesin diye ömrünü heba etmiş büyük Türk Hüseyin Nihal Atsız'la uğraşmak kimsenin haddi değil. Atsız sen ve cümlenizinden bir kaç yüz gömlek üstündür. Atsız yok deyip , öldü sanıp onun ardından hakaret etmeyede kalkmayın , vatanın koruyuculuğunu üstlenmeye gelen binlerce Türkçü Bozkurt var ! Meydan artık öyle eskisi gibi boş değil !


     İkinci yazıda Siyasi İslamcılarla , Türk Tarihi Dersini ve Türklerin , Müslüman gayrı-Türklere bakışını işleyeceğiz.

      Tanrı(Allah) Türk'ü bu zavallılardan esirgesin !

                                                                                                                 A. Yavuz YETİM
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

tungatonyukuk

  • Ziyaretçi
Andam kalemin yine keskin,tebrik ederim.

Bu Ali İlbey denen liboş bazı kesimlere yaranmak için 3-4 senede bir çıkar havlayıp durur.Medya eskiden Sol kesmin elinde idi.Şu an çoğu Akp,Cemaat yalakası ''sığırcıklar'' ile dolu (!)

Türkçü,Milliyetçi fikir abideleri,neferleri medya yı ele geçiremedikçe bu tip yazılar çok görürüz.

TTK.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
 Atsız Ata'ya kuduz itler ve çakallar gibi saldıran Bedi-üs-sıçan ve Fettoş Şakirdi'ne gereken cevabı; Atsız Ata'mızın küçük oğlu olan Buğra Atsız Beğ misliyle vermiştir. Buğra Beğ'in yazısını aşağıdadır.

http://www.internetgazete.com/yazar.asp?yaziID=2772

BUĞRA ATSIZ

NÛRCULUK DENEN MÂNEVİYÂT ÇÖPLÜĞÜ

II

(Ali İlbeye cevap)

Bu yazı aynı isimle yayınlanan  makâleme bazı ilâveler yapıldığı için II. bölüm olarak adlandırılmıştır. Sebeb de Vakit denen paçavranın Internet sitesi Habervaktimde Ali İlbey isimli tarantula kafalı bir beyinsiz karacâhilin yazdığı “Saîd-i Nursî Türk, Nihâl Atsız Değil” başlıklı makâlesidir. Ben Vakit ve benzeri, kağıt sarfiyâtından başka bir işe yaramayan gazete müsveddelerini okumadığım  için yazıyı odatv’de gördüm. Câhillikten başka hiçbir sıfatı olmayan bu Nûrcu tâ’ifeye mensûb olduğu anlaşılan Ali İlbey adındaki zavallı aklı sıra Kemalistleri ve Atsızı hedef alarak hem Atatürke hem de Türklere ve Türkçülüğe saldırıyor, hem de olmayan zekâsıyla Kürd Saîdin propagandasını yapıyor. Keşke kendisine böyle bir yazı yazmasını emredenler daha zekî birini seçselerdi. Ama tabiî henüz Beşerî Gelişme Endeksine bile dâhil edilmesi mümkün olmayan bir gürûhtan bunu beklemek abes olurdu.

Demokrasi fikir hürriyeti olmaktan çıkıp ipe sapa gelmez fikirlerin hürriyeti olduğu zaman işler yolundan çıkar. Bilindiği üzre demokrasilerde nitelik (quality) değil, nicelik (quantity) aranır. Demokrasilerin kudret ve güzelliği, siyâsî irâdenin meseleleri tekrar yoluna sokmaktaki mahâretidir diyenlere söyleyecek söz bulamayız, ama eğer o siyâsî irâde de ipe sapa gelmez fikirlerin batağına, biraz da politik hesaplarla millî olmayan kuvvelerce itilerek saplanmışsa, ortada büyük bir problem var demektir. Buna başka bir münâsebetle belirttiğim gibi bir de demokrasilerin gitgide bir avâm hâkimiyeti hâline gelmesiyle zekâ ve seviyenin de düşmesi katılırsa, durumun fecâati daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. İpe sapa gelmez fikir derken elbette dini değil, ama onun zekâ ve seviyenin düşmesi sonucu siyâsîleştirilerek dejenere edilmiş hâli olan Nûrculuğu kasd ediyorum. En ilkel toplumlarda bile var olan din, insanların akıl ve bilimde ilerlemesi ile daha aklî olmuş ve çok Tanrıdan başlayarak daha az Tanrıya doğru gerileyerek son olarak tek Tanrıda karâr kılmış ve bazılarına göre de tek Tanrı ile gerçek sayısına iyice yaklaşmıştır. Din müessesesini artık ilim ve teknolojinin her alanda hâkim olduğu 21. yüzyılda aklın kabûl edemeyeceği hurâfelerden, saçma inançlardan arındırarak tamâmen şahsî vicdan meselesini hâline getirmek, tartışma konusu olmaktan çıkarmak ve din hakkındaki yazıları sâdece konunun uzmanı olan kişilere bırakmaktan başka çâre kalmamıştır. Yoksa kara câhil bir Kürdün başlattığı Nûrculuk ve benzeri tarîkatler vasıtası ile Türkiyenin altı oyulmakta ve çökertilmeye çalışılmaktadır. İlkel bağnazlıkları ile altını oydukları Türkiye çöktüğü zaman enkâzın altında kendilerinin de kalacaklarını fark edemeyecek kadar ahmak olan bu tâi’fenin şimdiyedek verdiği zarâr herhâlde fecâat sınırlarını çoktan aşmış olmalı. Maalesef bu ahmaklığa kendi kültürünün yok olduğunu fark etmeyen binlerce Türk ortak olmaktadır. Bunun en belirgin sebeblerinden biri milletleri millet yapan ortak bir birleştiricinin, yâni bir ülkünün olmamasıdır, yâhut da var olanın yok edilmiş olmasıdır. O ülkü olmayınca da yerini ipe sapa gelmez fikirlerin doldurması kaçınılmaz olur. Bu her millet için geçerlidir. Nûrculuk denen hezeyân işte bunlardan biridir.

Pekiyi, Nûrculuk nedir? Nûrcular kimdir? Nûrcular, aralarında avam tabakasından aydına kadar içinde her türlü adamın bulunduğu, Saîd-i Nursî adında bir câhil Kürdün peşine takılmış bir gâfil sürüsüdür. Nûr risâlesi talebeleri adı verilen bu sürü, Kürd Saîdin Kürd hammal Türkçesiyle yazdığı risâleleri toplanıp okuyan ve “aydınlandığını” sanan bir zavallılar yığınıdır. Şafiî mezhebinden olan bu Kürt kendisine Bedîüzzamân, yâni zamanların hârikası demekte, mürîdleri de onu bu adla yüceltmektedirler.  Adamda tevâzû denen kavram  hak götüre. Zâten hayatını inceleyenler bu kör câhil Kürdün kendisine ne yalanlar ve dolanlarla, ne gibi sahtekârlıklarla ne pâyeler biçtiğini hemen göreceklerdir. İlgilenenlere önce Turan Dursun’un kitabı “Müslümanlık ve Nûrculuk”, Istanbul, 1996, Kaynak Yayınları ile Yeni Hayat dergisinin kasım, aralık 1996 nüshaları ile şubat, mart 1997 nüshalarında Bilge Orhonlu’nun Nûrculuk hakkındaki bir dizi makalesini tavsiye ederim. Onun için hayâtı hakkında burada teferruâta girmeyi gereksiz buluyorum. Ama iki husûs önemlidir.

Birincisi Kürd Saîd’in tımarhâneye girmiş olması, ki bunu kendi ifâdesinden biliyoruz. Kürd Saîd 1907 yılında Istanbula ikinci gelişinde Abdülhamîd’e hitâben saraya bir dilekçe verir. Dilekçede kullandığı ad da tevâzûa lüzûm görmediği için Molla Saîd-i Meşhûrdur. Bu dilekçe Şark ve Kürdistan gazetesinin 19 Teşrîn-i Sânî [kasım] 1908 târihli ilk nüshasında yayınlanmıştır. Adında Kürdistan kelimesi geçen bu yayın organının daha ilk sayısında yazısının tanıtımında  Bedîüzzamân Molla Saîd Efendi Hazretleri olarak takdîm edilen Kürd Saîd’in Kürtçü çekirdek bir kadronun içinde yer aldığı belli oluyor (Malmîsanij, Saîd-i Nursî ve Kürt Sorunu, Istanbul, 1991, s. 84, Doz Yayınları). Dilekçesinde Türkiyenin doğusundan Kürdistan diye bahs eden Saîd, her ne kadar Kürdistanda okullar açılmış ise de gönderilen öğretmenler Türkçe ders verdiklerinden bundan sâdece Türkçe bilenlerin faydalandığını, bölge halkının Kürtçe konuşanlarına bu okulların bir faydası olmadığını, buralarda Kürtler için de okullar açılmasını ve Kürtçe eğitim yapılmasını teklif ediyor. Yâni bölge halkını Türkler ve Kürtler diye ayırarak Kürt ırkçılığı yapıyor. O günden bu güne isteklerde değişen bir şey olmadığının göze çarpması ise ayrı bir konu. Tek fark, Kürt Saîd’in bu dilekçe üzerine emr-i şâhâne ile tımarhâneye gönderilerek müşâhede altına alınmış olmasıdır. “Nasıl ki zamân-ı istibdâtta tımarhâneye düştüm, dîvânelerin hükmüne konuldum...........ben dîvâneliği kabûl ettim. Şâhit olunuz ki, böyle akıldan istifâ ediyorum, dîvâneliğimle iftihâr ediyorum. Ey Kürdler, tımarhâneyi bunun için kabûl ettim. Kürdlüğü lekedâr etmemek için irâde-i pâdişâhiyi, maâşını, ihsân-ı şâhâneyi kabûl etmedim” (İsmâil Göldaş, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Istanbul, 1991, Doz yayınları, s. 30). Saîd burada da kendine pay çıkarmaya çalışarak pâdişâhın kendisine başlamak istediği maâşı red ettiğini söylüyorsa da bunun söz konusu olması mümkün değildir. Meczûb yerine koyarak onu tımarhâneye sokan  kuvvet her hâlde kendisine bir de maâş bağlayacak değildi. Şimdi gelin bu tımarhânelik zırdelinin yumurtladığı nânelerden bir kaçına bir göz atalım:

-          Risâle-i Nûr düşmanları teslim olmak zorunda bırakan elmas bir kılıçtır.

-          Risâle-i Nûr girdiği yerleri mübâreklendirmiş, bu arada bir ilimizi, yâni Ispartayı mübâreklik makâmı kazandırmıştır. (Cümle düşüklükleri bana âit değildir.) Eski zamanların mübârek kenti Şâm-ı Şerîfin mübârekliği Risâle-i Nûr vasıtası ile Ispartaya nasîb olmuştur. ......... Onun için bu vilâyetin bütün insanları, hattâ dinsizleri bile beni ve Risâle-i Nûru savunmak zorundadırlar.

-          Risâle-i Nûr Kurânın bir aynasıdır. Bir mûcize durumundadır.

-          Ölüm hakîkatinin muammâsını yalnızca Risâle-i Nûr çözmüştür.

-          Nûr risâleleri içinde bâzıları birer hârikadır.

-          Risâle-i Nûrun bölümlerinden bâzıları altı saatte yazıldıkları hâlde en güçlü dindâr filosoflar o parçaları altı günde bile yazıp meydana getiremezler.

-          İkinci Dünyâ Savaşına katılmamızı önleyen Risâle-i Nûr olmuştur.

-          Diğer yaratıklar nasıl Risâle-i Nûr ile ilgileniyorsa, kuşlar da ilgilenir elbet onunla.... Kuşlar Risâle-i Nûru başarılarından dolayı tebrîk edip alkışlarlar.

-          Risâle-i Nûr çekirgelerden, serçelerden, güvercinlerden, kısacası hayvanlardan (hayvan kelimesinin tefsîrini okuyucunun muhayyelesine bırakıyorum. B. A.) başka yer küresini, hattâ hava tabakasını bile kendisiyle meşgûl etmektedir.

-          Risâle-i Nûr Kurân-ı Kerîmin en hakîkî tefsîridir.

-          Risâle-i Nûrdan alınan bilgiler, onu yazarken akıtılan mürekkebler, şehîtlerin kanından daha üstündür. Risâle-i Nûra yapışmak sûretiyle Peygamberin yolundan gidenler, şu fesat zamânda yüz şehît sevâbından daha çok sevâb kazanırlar.

-          Risâle-i Nûru okumak ya da yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.

-          Risâle-i Nûra itîrâz edilemez. Yapılacak bir itîrâz en ulu kişilerden, Kutb-u Âzamdan da gelse aldırış edilmemelidir.

Bu ve benzeri saçmalıkları uzatmak mümkün. Yukarıdaki incileri (!) Tûran Dursun’un adı geçen eserinin 40 ilâ 62. sayfalarınan rastgele aldım. Yazar belli ki söylenenleri daha anlaşılır hâle getirmek için çetrefil Kürt hammal Türkçesiyle yazılanları sâdeleştirmiş. Dursun kitabında Kürt Saîdin çelişkilerini, mürîdlerinin bu câhil deliyi ne için ve nasıl övdüklerini vs. ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Nûrculuğun ne mene bir ahmaklık olduğunu öğrenmek isteyenler için vaz geçilmez bir kitaptır, şâyân-ı tavsîyedir. Sâdece bir misâl olsun diye Tûran Dursunun kitabının 13 sayfasında Kürt Saîd için söylediklerini tekrâr etmek kâfidir sanırım:

“Saîd-i Nursîyi kısaca anlatmak gerekirse şöyle denilebilir; Saîd-i Nursî, karanlık emellerini gerçekleştirmek için dînimizi âlet eden, gerçekte dînin temel ilkelerine bile inandığı şüpheli olan riyâkâr bir insan olarak yaşamış ve hayâtının sonuna kadar bu tutumunu sürdürmüştür”.

İkinci önemli husûs ise Kürt Saîdin bir Kürt milliyetçisi olduğudur. Bu adamın 1327 (=1909) yılında Istanbul Vezîr Handa bulunan İkbâl-i Millet Matbaâsında basılmış “İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yâhut Dîvân-ı Harb-ı Örfî ve Saîd-i Kürdî” adlı 48 sayfalık bir eseri vardır. Kendisi de burada ayrıca Kürt olduğunu açıkça belirtmektedir. Eserin editörü de Kürdîzâde Ahmed Râmizdir. Eserin hâtime kısmı Kürt Saîdin nasıl Kürt milliyetçiliği yaptığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Her zamân olduğu gibi çapraşık ve ağdalı bir dille yazılmış olan bu kısım şöyledir:

“Ebnâ-i cinsime (soydaşlarıma) burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamâm (eksik) kalır. Ey Âsûrîler ve Keyânîlerin cihângîrlik zamânında pişdâr, kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz senedir yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denen makine-i âlemin nizâmı ve telgraf hattı gibi umûm âleme mümted ve müteşâib kânûn-i nûrânî-i ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-ı ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış size emr ediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zâyî olan hamiyyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhîd ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz’iyyeleri gibi câzibe-i umûmî-i millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvîr ederek şems-i şevket-i islâmiyye ve Osmâniyyenin mevkîbinde bir kevkeb-i münevver gibi câzibesini ittibâ ile muvâzene ve âheng-i umûmiyyeyi muhâfaza ediniz.....”

Bu lâf kalabalığı böylece devâm edip gidiyor. Türkçesi kısaca şöyle:

“Ey Âsûrlular ve Ahemenîdlerin cihângîrlik zamânında onların öncüleri ve kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrâsında yağma edecektir. İlâhî hikmet denilen, âlem makinasının nizâmı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrının nûrlu kânûnunun kurucusu olan ilâhî hikmet ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emr ediyor ki, ayrılık gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikri ile birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük câzibelerden bir umûmî ve millî câzibe teşkîli ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünyâ gibi döndürerek İslâm ve Osmânlı şevket güneşinin mevkîbinde parlak bir yıldız gibi câzibesine uymakla muvâzeneyi ve umûmî âhengi muhâfaza ediniz”.

23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
Bu acemîce bir araya getirilmiş lâf salatasının daha başında anlaşılacağı üzere Kürt Saîd bütün Kürtleri Kürt milliyetçiliği fikri etrâfında birleşmeye çağırmaktadır. Yazının devâmı okunduğunda da başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Bu tevîl ve tefsîr edilemeyecek kadar açıktır. Yâni Kürt Saîdin bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu anlamamak için ahmak veyâ hâin olmak gerekmektedir. Eğer Atsızın 7 Mart 1964 târihli Ötüken dergisinin 109. sayısında neşr edilmiş olan “Nûrculuk Denen Sayıklama” isimli makâlesinde de ifâde ettiği gibi Kürt Saîdin amacı geri kalmış Kürtleri kalkındırmak olsa idi, o zamân ‘Bilgi sâhibi olun, okuyun’ vs. demekle yetinir, kimsenin de buna bir îtirâzı olmazdı. Ama sen kalkacaksın, ilkel bir dil olan Kürtçeyi edebî bir dil olan Türkçeye karşı tavsîye edeceksin, meşrûtiyetin memlekette sebeb olduğu sarsıntıdan ve otoritenin gevşemesinden istifâde ederek kendi cemâat gâyelerini gerçekleştirmek isteyen Hristiyan tebaalar gibi bir Müslümân kardeş (!) olarak imparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri arkadan vurmaya çalışacaksın, kendine târih ve şeref uydurma ihtiyâcında olan bütün ilkel cemâatler gibi bir roman kahramânı olan Zâloğlu Rüstem ve sâdece anası Kürt olan Selâhâddîn Eyyûbîyi birer Kürt kahramânı diye empoze etmeye çalışacaksın, Kürtlerin mevhûm meziyetlerini ileri süreceksin ve onlara devlet kurdurmaya çalışacaksın, devletin buna müsaade etmeyeceğini anlayınca da 180 derece çark edip Saîd-i Kürdî adını Saîd-i Nursî yaparak Nûr Risâleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalarla bir dîn mürşîdi olmayı başaracaksın. Bravo doğrusu!

Fakat sahtekârlık burada bitmiyor. Yukarıda kısaca ilk paragrafını verdiğimiz hâtimenin Sözler Yayınevi tarafından yayınlanan 1960 ve 1978 baskılarındaki metin ilk metinden farklıdır. “Ebnâ-i cinsime” olmuş size “Vatandaşlarıma ve kardeşlerime”, “Ey Âsûrlular ve Ahemenîdlerin cihângîrlik zamânında onların öncüleri ve kahramân askerleri olan aslan Kürtler!” olmuş size “Ey eski çağların cihângîr Asya Ordularının kahramân askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim”, orijinaldeki 4. paragraf tamâmen kaldırılmış, 6. paragraftaki “Rüstem-i Zâl ve Selâhâddîn Eyyûbî gibi Kürt kahramânlarıyla” lâfı, felâket bir zırvalama ile olmuş size “Selâhâddîn Eyyûbî ve Celâleddîn Harzemşâh ve Sultân Selîm ve Barbaros Hayreddîn ve Rüstem-i Zâl”. Yâni Nûrcular zırvayı bile tevil ederek dansözlere dil ısırtan bir kıvırtmayla cibiliyetlerinin, ahlâklarının ve müslümânlıklarının (!) gereğini hakkıyla yerine getirmişlerdir.

Bu arada Kürt Saîdin İkinci Meşrûtiyetten sonra İttihâd ve Terakkî içine girmeye çalışmasını da söylemek gerekir. Bundan maksad tabiî tarafdâr olması değil, hayâl ettiği Kürdistan için bir takım haklar elde etmekdi. Aynı zamânda da Abdülhamîde muhâlif bir harekete katılmış olmakdı. Saîd daha o zamân ırkçılığını yakınlaşmalarıyla ortaya koymaktadır. Abdullah Cevdete yakınlığı ve Ziyâ Gökalpe mesâfesi bunun bir tezâhürüdür. Saîdin Şark ve Kürdistan, Kürt Teâvün ve Terakkî Gazetesi, Volkan, Tanîn, Serbestî, Mizân, Misbah gibi gazetelerde Kürtler hakkında epey yazı yazdığı bilinen bir gerçektir. Yâni Kürt Saîdin herkesin inandırılmaya çalışıldığı gibi bir dîn âlimi filan değil, düpedüz bir Kürtçü olduğunu her fırsatta tekrâr etmekte fayda var. Netekim kendini yakın hissettiği Abdullah Cevdet, Kürt Teâvün ve Terakkî Cemiyyeti adı altında başlayan harekete daha Mısırda iken Kürt Saîdin Meşrûtiyet sebebiyle verdiği hutbeleri İctihâd Matbaâsının Istanbul şubesinde bastırarak destek vermiştir. Şükrü Hanioğlu “Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi” (Istanbul, 1982, Üçdal Neşriyat) isimli kitabının 315inci sayfasında şöyle demektedir: “Ayrıca siyasal ve felsefî açıdan Abdullah Cevdetin uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdî gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut – Hanioğlu burada etnik boyutu kasd etmektedir. B. A. – olarak ortaya çıkmaktadır. Tabiî ki Kürtlüğünü her dâim ön plana çıkaran Saîd, Ziyâ Gökalpe düşmanlık besleyecek ve ‘Bir kelle soğanı bir Kızılelmaya değişmem’ cevherini yumurtlayacaktır (Göldaş, age, s. 31). Türk düşmanlığı eğer böyle ifâde edilmeyecekse, daha nasıl ifâde edilecektir, bilemem.

Saîd-i Kürdîyi 21. asrın en büyük İslâmî düşünürü zanneden bâzı Bâb-ı Âlî geri zekâlılarını bir yana koyalım, Şerif Mardin gibi profesörlerin dahî Özdemir İncenin Hürriyetteki 9 Nisan 2008 târihli makalesinde kullandığı isâbetli tâbirle, bu câhil Kürde “kitaplarıyla kalfalık etmeleri” her türlü ilmî ahlâka aykırı olduğundan maâdâ utanç vericidir. Profesör Mardin bu Kürdü bir filozof, bir dîn âlimi olarak takdîm etmektedir. Eğer Şükrü Hanioğlunun bahs ettiği etnik boyut burada da bir rol oynamakta ise takke düşmüş, kel görünmüştür.

Bundan gayrı hükûmetin başının demokrasi açılımı adı altında başlattığı ve benim şahsen henüz anlayamadığım “süreç” hakkında konuşurken Saîd-i Kürdîyi de anmış ve bu Kürdün adı geçer geçmez ortalığı bir alkış tûfânı kaplamış. Uzun yıllardır Kanadada yaşadığım için biliyorum; bizim Eskimo dediğimiz ve Kanadanın kuzey kesimlerinde yaşayan yerliler köpeklerini tam olarak doyurmaz, yarı aç bırakırlar (dı). Daha iyi söz dinlesinler diye. Açlığı eğer maddî değil mânevî açlık olarak anlar ve bilgi ve millete mâl olmuş sâir değerlerin topu birden olarak mütâlaa ederseniz, ne demek istediğim açıkça ortaya çıkar.

Pekiyi, hangi dağda Kürt (!) öldü de Saîd-i Kürdî 23 Mart 1960da dâr-ı fenâdan dâr-ı bekâya intikâl ettiğinde 19 yaşında bir tıfıl olan Fetullah Gülen Saîd-i Kürdînin yerine nâ’ib tâyin edildi? Kim etti? Neden bu kadar zamân geçsin diye beklenildi? Vs. vs. Fetullah Gülen hakkında epey yazıldı çizildi. Daha da yazılıp çizilecek elbet. Ama hakkında doktora tezi yazılacak kadar bilgi bulunan bu adam hakkında doğru dürüst bir araştırma benim bildiğim kadarıyla yapılmış değil, yapılanlar ise eksik ve yabancı kaynaklı.  Onun için neden dini istismâr edip cebini dolduran beyni kefenli softalar yakalanmalarına ramak kala Suûdî Arabistan veyâ başka müslüman ülkelerden biri yerine ya Avrupaya kaçar, ya Amerikaya çok merâk etmişimdir. Batı hakkında mânevî açlık çektiklerinden mi acep?

Asıl şaşılacak nokta bu tarantula suratlıların davranışı değil, çünki onlar cibiliyyetlerinin îcâbını yerine getirmektedirler, ama binlerce, hattâ onbinlerce Türkün bu câhil adamların peşinden gidip onların hâinâne öğreti ve öğütlerine körü körüne boyun eğmeleridir. Saîd-i Kürdînin cehâletini yukarıda açıklamaya çalıştım. Pekiyi de daha ilkokul diploması bile olup olmadığından şüphe edilen diğer bir câhil olan Fetullah Güleni Amerikalı ve Avrupalı sâhiblerinin bir âlim mertebesine yükseltmelerine ve buna kerâmet Batılı ağızlardan işitildiği için dangalakçasına inanan Etrâk-ı bîidrâk tâ’ifesine  ne buyurulur? Kanını, soyunu inkâr edenlere veyâ Fetullah gibi buna başka bir devlet eliyle âlet olanlara dünyânın  neresinde hoş gözle bakılmıştır? Elbet bir milleti çökertmek için o milletin içinden çıkacak hâinlere ihtiyâc olacaktır. Ve elbet bunlar iplikleri pazara çıktığı zamân hizmetinde bulundukları ülkelere kaçıp sığıntı olarak süflî hayatlarını orada yaşayacaklardır. Bunların doğdukları topraklara dönebilmeleri ancak hizmet ettikleri devletlerin hedeflerine nâil olmalarıyla mümkündür. Bu sapıkların sâdece kanlarından değil, vicdanlarından da şüphe etmek gerekir. Ama tabiî vicdan insanlara mahsûs bir kavramdır.

Uzun lâfın kısası Kürtçülüğün hizmetinde olan Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün İslâmiyet ile alâkası yoktur. İslâmiyet asırlar boyu âlimlerini yetiştirmiştir. Dolayısı ile İslâmiyetin Kürt hammal Türkçesiyle yazı yazan Saîd-i Kürdî ve Türkçeyi Ermeni şîvesiyle konuşan Fetullah Gülen gibi kerâmeti Amerikadan menkûl İslâm âlimi geçinen maskaralara ihtiyâcı yoktur. Olsa olsa Amerikan dış siyâsetinin Türkiyede hedeflerine varabilmek için kerâmeti Washingtondan menkûl bazı maskaralara ihtiyâcı vardır. Ali İlbeyin bunlara dâhil olduğu belli oluyor.

Makâlesinin başında “Saîd-i Kürdî ile Atsız ile kıyasdan edep ederim” demiş. Elbette edeceksin! Profesör Köprülüye asistanlık yapmış, Zeki Velidî Toganın talebesi olmuş, Türk Târihi ve Edebiyâtı sâhalarında uzman olan  birisiyle tımarhâneye girmiş çıkmış hammal kılıklı alelâde bir Kürd kıyâs mı edilirmiş? Aslında aklını İslâmla bozmuş bu zâta cevap vermek bile onu adam yerine koymak olacağından lâfı uzatmaya gerek yok. Sırf siyâsî çıkarları için târihi bile tahrif ederek İslâmdan önceki Türklüğü red eden, agnostik ile deistin anlamlarını bilmeyen, “müslüman olan Türklere Türk denir” denir gibi dangalakça bir ifâde ile müslüman olmayan Türkleri bir çırpıda inkâr eden, pozitivist lâ-dînî Türklük gibi ne idüğü belirsiz bir kavram ortaya atan bir Kürd mürîdine dense dense “sek be-sahrâ” denir. Buradaki asıl niyetim bir müsveddeye karşılık vermek değil, Nûrculuk denen hezeyânın ne olduğunu ortaya koymaktı. Yukarıda yazdıklarım  maalesef  genellikle bilinmiyor ve bu gerçeklerden habersiz Türk gençlerinin Nûrcu gürûhun yaydığı zehirlerle, yalanlarla, riyâ ve sahtekârlıklarla kafası karıştırılıyor, kendi târih ve kültüründen  uzaklaştırılıyor. Bunun getireceği fecî sonuçları hesaplamak için matematik profesörü olmaya gerek yok.  Neden Atatürke ve Türklüğe gönül vermiş insanlara saldırdıkları belli olmuyor mu? İt korktuğu tarafa havlar diye bir atasözümüz var. Bittecrübe sâbittir.

Türklük denen ummânı kıçınla kirletemezsin Ali, kafanı sok kafanı.
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

tungatonyukuk

  • Ziyaretçi
Buradan saf,temiz kandırılmış birazcık Türklük bilinci olan müslüman Türklere sesleniyorum;

Kuran-ı Kerim'de Hz.Muhammed derki ; Bana Ayetler Allah'ın Melekleri ile geldi.

Peki ruh hastası Saidi Nursi denen müptezel ne diyor ? ; Bana bu ayetler,bu yazılar direk Allah'dan geldi diyor.Yani Peygamber Hz.Muhammed'i eziyor.

Bunu bile bile Saidi Nursi'nin arkasında koşan kandırılmış Türk çocuklarına sesleniyorum.Bunun gibi bir çok basit,ahlâksızca sapık,sapık fikirler kaleme alınmış Risâle-i Nûr 'da.

Umarım uyutulan beyinlerinizde biraz muhasebe edip,Nihal ATSIZ,Ziya GÖKALP,Yusuf AKÇURA gibi abideleri okursanız kendinize düzgün bir yol haritası çizeceksiniz.Yoksa müslümanlığınız bile yalan.

Çevrimdışı Atsız Gök-Börü

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 236
  • Tek Dağ Başı Mezar Oluncaya Kadar !
      Bu ikinci makaleyi artık soru soranların susması , milletin aklını bulandırmaması , Türk'ün diniyle oynamaması için yazıyorum.
 
     Tabi ben yazacağım yazmasına da , beni dinleyen kim olacak ? Elbet Ali İlbey ve benzeri zevat olmayacaktır. Gene benim derdimi , köylüm , şehirlim , benim gibi yaşayıp , benim gördüklerimi gören soydaşlarım anlayacak. Türk eskisi gibi cihana hükmediyor olsa , belki " adam sende boşver, bunlar konuşur konuşur motoru ısınınca mecbur susar " derdim ama gelin görün ki, devir Türklüğün var olması yada yok olması devri .

      Türk ırkı , tarihi devirlerinde kültürel kimliğini bugünlere getirene kadar , çok kan dökmüş , çok yurtlar yakıp-yıkmış ve çok dolaşmıştır. Bu dolaşma ve yurt savaşlarının en yiğitçeleri ve zorlu olanlarını kendi aralarında yapmışlardır. Bu Türk'ün , Türkle savaşlarının bir kısmı , şan ve şeref için olduğu kadar , Hülegü Han devrine bakarsak dini bir boyutta taşımaktadır.

     Dine karşı fazlaca taasup olan milletler , asimile olmuş veya asimile olmaya yüz tutmuştur. Mesela  ; Bulgarlara , Hıristiyan olduktan bir kaç yüzyıl sonra Türklüklerini kaybetmişlerdir " demek , Kenan Evren dönemi zihniyeti yanlış ve sakıncalıdır. Bulgarları asimile eden Hıristiyanlığa geçişleri değil , Hıristiyanlığa fazlaca taasup olmalarıyla beraber gelen , Slav ırkıyla karışmaları sonucu böyle olmuştur. Türk milleti asırlarca mücadelelerden ve bir kaç kerede yıkılış arifesine girdikten sonra , dine fazlaca taasup olmayan , hatta başka dinden Türkler tarafından dayak atılıp silkindirilmiştir.

       Bunun örnekkerinden birisi , Anadolu Selçuklarının dini taasupla beraber saray dili olarak Farsça'yı kullanmaya başlaması ,  hanedan mensuplarının Ermeni ve Gürcülerle evlenerek , Anadolu Türklüğü nazarında kendilerinne karşı bağlılığı yitirmesine neden olmuştu. Keza Budist bir Türk olan Hülegü Han karşısında , çok rezil durumlarada düşmüşlerdir.

      Yalnız şu konuda dikkat çekmek istiyorum ki , bu taasupluk ve bağnazlık hanedan ve saray ahalisi tarafında geçerli olmuştur. Obasında konar göçer Türkmen için geçerli değildir. Fakat saray ahalisinin bağnazlığı şüphesiz bu Türkmenlerde , merkezi otoriteye karşı sevginin ve itaatin bitmesine neden oluyordu. Bunun sonucu olarak , Orta Asya'dan kopup gelen Türk istilalarında , derhal Orta Asya'dan gelen soydaşları tarafında ordu nizamı alıyorlardı.

       Bunun da en güzel delili Aksak Temir Bek ve Yıldırım Bayazıd Han'ın yaptığı Ankara Savaşıdır. Keza Osmanlı'ya nazaran Şii'liğe daha taasup Safevilerde , Osmanlı Türklerin'den benzer nedenden dayak yemişlerdir.

    Yakın tarihimize bakarsak bir başka misali Osmanoğulları zamanında yaşadık. Hele özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde Saray ahalisi ve İstanbul çevresi olarak tarikat ve cemaatların , dini taasubun eğemenliğinde yönetilen Anadolu Türklüğü , padişaha güvenini gene kaybetmişti. Çünkü Türk köylüsü temiz ve ahlaklı birer müslümanlar olmakla beraber , dine taasup bakmıyor , Türk olduklarını biliyor ve gurur duyuyorlardı. Halbuki saraya Koçi Bey adlı bir Arnavut rahatlıkla girebiliyor , birde üstüne kitap yazıp Türk'e hakaret edebiliyordu. Bunun tabi sonucu olarakta , Kanuni'nin yenilmez muhteşem ordusu , Anadolu bozkırlarında Celali Türkmenler tarafından İstanbul'a kadar kovalanıyordu.

     Bu dini taasubu gören sadece Anadolu Türklüğü değildi elbet. Osmanoğulların'dan da bunu görüp , uç noktalarda önlem almak isteyen en meşhur iki tane Osmanoğlu vardır ki , ikiside katledilmişlerdir. Birisi Kanuni'nin oğlu Şehzade Mustafa , diğeri Şeyhül İslam'ın fetvasını yırtıp atacak kadar , durumun farkında olan Genç Osman'dır.

     Türkler iyi ve temiz kalpli müslümanlardır ama taasup ve bağnaz değildirlerdir. Soy ve milliyetlerinin şuuruna ermişler , milli kültürlerini dini inançlarla beraber yaşamaya alışmılardır. Namaz kılan bir Türkmen kadının üzerinde nazar boncuğu varsa , bir Türk delikanlısı ağaca çaput bağlayıp dua ediyorsa, sizin fikirleriniz ve düşünceleriniz , Türklük karşısında iflas etmiş demektir !

     Ama sizin zorlamalarınız, davanız ve kavganız İslamiyeti anlatmak ve yaşatmak için değil ? Bu ülkede hangi müslüman ibadetini yapamıyor ? "Din elden gidiyor" diye diye çingene karıları gibi yaygara yapıp durdunuz , hani nereye gidiyor bu din? Benim Anadolu'da ki Türkmen köylüm dinini de ibadetini en güzel şekilde yapıyor. Türklüğün kıblesini , Kabe'den alıp ne tarafa çevirme derdindesiniz ?
 
       Hep söylüyorum yine söyleyeceğim. O beyninize girene kadar söyleyeceğim bunu ; bu millet İslamiyet'i kendi kültürüyle yoğurmuş ve sindirmiştir. Daha fazla yada daha az müslüman yapmak bu milleti asimile eder. Milletimin diniyle oynayıp durmayın ! Çünkü öfkesi taşınca bu milletin karşısında hiçbir padişah , hatta kendi padişahı bile duramaz...

      Varın gidin artık taşeronluğunu yaptığınız o ülkelere. Üç beş kuruş için dindarlık gösterisinde bulunup , Türklük için ömrünü feda etmiş Nihal Atsız'la uğraşmayın. Sizin fikir babalarınız Atsız sağiken O'na birşey diyemiyordu , şimdi Atsız yok diye meydan boş mu sandınız ?
  
       Geçelim ikinci konumuz olan Türklerin her müslümanı Türk olarak görüp görmediği meselesine. Bu soruya en güzel cevabı Türk'ün kendisinden başka kimse veremez.

      Ali İlbey ve çevresinde ki güruhada tavsiye edeceğim Cenupta Türkmen Oymakları adlı 5 ciltlik bir kültür araştırması vardır. Onun birinci cildinin 302. sayfasında , Toroslarda ki Yörük aşiretinin beğiyle yaptığı şöyle bir konuşma geçmektedir ;

      - Mehmet Emin efendi halkın ırki ve dini davranışların da fark var mıdır ? Buna da cevap verdi " Bizim halkımız müslüman olmaktan çok Türktür . Bütün hareketlerine temel , Türk adetleridir. Dini de severler fakat dinin her kuralına uymazlar , buna en güzel örnek kaçgöçtür.  ( Erkekten kaçma)

      Görüyorsunuz ki bizim kadınlarımız erkeklerle beraber yaşar."

        Demektedir. Hakikatten hala da Anadolu'nun bazı kesimlerinde böyledir. Yaz ayında ölüm kalım değmezse başlamaya ve neşretmeyi düşündüğüm " Kızılcahamım'da Oğuz Boyları ve Kültürleri " adlı araştırmamda bu konudan pek çok örneğe rast geleceksiniz. Kendi akrabalarımdan da anı ve hikayelerini derleyeceğim  kitapta , anne tarafımın filozofu ve büyüğü Dedemle şöyle bir konuşmamız geçti ;

    " Dedem gözünün bozuk olması nedeniyle, televizyona yakına gelecek şekilde sandalyayı yanaştırmış , her zaman ki huyu üzre haberleri izliyordu. Buraya kadar hayret edeceğim bir mesele olmamakla beraber , izlediği habere yaptığı yorum hayretle " niye öyle dedin , dede ?" dememe neden oldu. Bir Türkçü olmama ragmen , Dedemin tepkisi ilgimi çekmiş ve şaşırtmıştı.

        -  Bırakın şerefsizler birbirini yesinler!

         Bunda şaşacak ne var demeyin , çünkü haber İsrail-Filistin savaşıydı. Dedem Hacca gitmiş , namazını aksatmayan ve Anne tarafımın büyüğü olmasıyla , çok saygı görür , bütün akrabaları tarafından dediği yapılmaya çalışılırdı. Dedemin bu çıkışına " niye öyle dedin, dede ?" diye  sorunca , verdiği cevapla ırkımın milli kinleri damarlarımda bir daha alevlendi.

      - Rahmetli Babam Suriye cephesinde de döğüştü. Bizim ordu bozgun halinde geri gelirkene bu Araplar , Türklerin karnında altın var diye çengelli bıçak yapmışlar. Babam anladırdı , bizim askerin karnına sallarlarmış o bıçağı ,canlı canlı karnında altın var diye bakarlarmış. Bunlar böyle pis, melun, şiytan kılıklı adamlar."

          Tabi Ali İlbey'in dedesinin başına böyle şeyler gelmiş midir bilemeyiz. Hatta bu Ali İlbey Türk mü , onuda bilmiyoruz. Ama Türk olsa , şehit vermiş olsa " milli kin sahibi olurdu". Çünkü biz dedemizin dizi dibinde " Peygamber Efendimizin" hayatını öğrenirken şunuda öğrendik ;

     " Ben Arab'ım ama Araplar benden değil" sözünü hatırladınız, bildiniz mi ? Bu Türk'ün, Araplara dokunulmazlığını , onları kavmi necip olmaktan çıkarttığı , milli kinini yansıttığı bir sözüdür. Ya bunu Türk'ün Araplara nefreti çıkartmıştır , yada gerçekten Peygamber'in bir hadisidir. Ne olursa olsun , her Türk köylüsü bu sözü bilir ve Araplara bu yüzden hiç saygı göstermez. Dedemin yaptığı gibi.

       Biz tekrar Cenupta Türkmen Oymakları adlı kitaba , Arap ve Kürtlerle iç içe yaşamış Türkmenlerin onlara bakışına dönelim.

         "Konuşa konuşa söz bucak müdürlerine geldi. Koca Mehmet coştu.

           -Vaktiyle bucağımıza fellah araplardan bir bucak müdürü gelmişti. O adam bize;-Siz hayvan gibi adamlarsınız , dayak yemeden insan olmazsını- dedi. Ben dayanamadım cevap verdimn : Allah kurtarsın dedim. Herif daha çok öfkelendi ;-sizde bu Türk kafası varken hiçde kurtulamazsınız- deyince bu söz ayranımı taşırdı dayanamadım , çadırın önünde oynayan çocukları gösterdim ve dedim ki ;

       - Bizin sizin elinizden bu çocuklar kurtaracak.

         Haykırmamdan herif korktu.........................Koca Mehmet , burada biraz gülümsedi ve bana dönerek sert sert " Sanki dediğim çıkmadı mı ? Senin gibi bir Türk çocuğu benim dertlerimi dağ başında dinlemiyor mu? O dediğim fellah  da şimdi Mersin'de patlıcan satıyormuş... Nasıl , bizi sevmeyenler er geç belasını bulur". ( Bu Cumuriyet'in ilk döneminde yaşanmış konuşma , bana bugün Arapların durumunu hatırlattı )

           Artık söz aşiretin zorbalar elinden çekitiği sıkıntılara girmişti..

        " Ah efendin ah , biz yabancıların elinden neler çektik. Kör Andonlar , katil Abdurrahmanlar , Arnavutlar, Boşnaklar , Araplar bizim filizlerimizi kırdı".

          İhtiyar birdenbire sözün akışını değiştirdi ve coşkun bir volkan gibi gürleyerek ;

           - Gazi Kemal... Şapka değil başıma isterse tas giydirsin. Ona canım kurban..Ben Yunan savaşında çok paşa gördüm , ama Gazi gibi bir paşayı dünya görmedi. Allah ona ve millete zeval vermesin. Bize eski şahlar ( şahlardan kasıt padişahlar) gün göstermedi , çorap giydirmedi.(Sayfa 206 )
      
    Kara Hasan Efendi , Araplarla Türklerin senelerden beri devam eden gerginliklerini ispat edecek bir gerçek buldu ve benim sorduğum soruya cevaben ;

         - Efendi , şimdiye kadar Araplardan yalnız bir kız aldık fakat, Tanrı'ya şükürler olsun , Araplar aşiretimizden bir kız bile almayı başaramadılar. Arab'a kız veren adam , obada yaşamaz ,.. ( Sayfa 29)

          Ve gene kitabın aktardığına göre , o zaman Türklerde şöyle bir atasözü varmış.

            Arap Allah'tan korkmaz ,
           Türkmenden korkar !

      Bir Türkmen-Arap kavgasına yazılmış ağıt. Şiirlerin hepsini yazmayıp sadece konuyla ilgili yerlerini yazıyorum.

         Halidim de , bunu böyle söyledi
         İnip aşkın deryasını boyladı
         Alçak Arap otururken neyledi ,
         Ciğerimi delik delik deldi mi?

      Bir Türkmen-Kürt  kavgasına yazılmış şiirdir ;

          Kasımım da derim ki , gel etme yeter ,
          Ederim seni Haci Beyden beş beter
          Senin kürtlerine bir Türkmenim yeter ,
          Şimdi katarım da toun dumana

         Kasım Ağa der ki , ben kılıncı astım ,
         Çok şükür kalmadı hüdaya yastım
        Var meteyle Beydilin dostun,
         Aç kurt gibi girişirler düşmana.

         Bu söyleyen İspir kendidir ,
         Türkmenin yardımcısı Hızır kendidir.
         Her birisi bir Urustem dengidir
         Kürtler yalvarırlar gani süphane.

          Bunlar Arap ve Kürtleri tanıyıp bilen Türklerdir. Görülüyor ki , bunları müslüman olmalarına ragmen Türk'ten saymıyorlar. Demek ki Ali İlbey ve zevatı Türk'e , Türk'ün kabul etmediği ve etmeyeceği bir fikri aşılamaya , anlatmaya çalışıyorlar. Elbet Arap ve Kürd'ü tanımayan Tekirdağlı bir Türk için belki bu toplumlar o kadar düşman değildir ama , sen O Tekirdağlı Türk'e de çingenelerle ,pomakları sor.

          Velhasıl artık iki gıramlık bilginizle , Türklüğü yorumlamaya çalışmayın. Türklük manevi birşey oldu kadar gerçekçi birşeydirde. Öyle Türk'üm demekle , Türk olunmaz. Türk olmanın soyca ve kültürce gerekleri , geçerliliği vardır. Öyle Türk'ün şu dünyada ki tek servetini , elin adamlarına üleştirmek kimsenin haddi değildir ?

           Müslümanlık adam etmez kişiyi. Hıristiyan Gagauz Türkleri kurtuluş savaşında mavzerini kapıp , Anadolu'da ki soydaşlarına yardıma koşarken , Arap, Kürt, Çerkez ve Arnavut gibi müslüman toplulukların yaptığı tarihi vesikalarla ortadadır.

         Hala bunlarda yetmiyorsa ; Türk'ün, bu gayrı-Türklere ne derece öfkeli olduğu Çakırcalı Mehmet Efe'de ruh bulmuştur. Makaleyi Babür Şah'ın , Hindistan prenslerine yazdığı öğüdüyle tamamlıyorum. Kulağınıza küpe olsun!

         " Türkle şaka olmaz !"

                                                                                                       A. Yavuz Yetim
    

  
GAYRI RAHATTA BULDUM CANIMA "İLK HARAMI "!

Çevrimdışı İsmail İpek

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 663
Yavuz'um ağzına kalemine sağlık çok güzel yazmışsın, yazdıklarından sonra "arif olan" anlar demek kalıyor bize.

Tanrı Türk'ü Korusun.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
 Yavuz çok güzel bir yazı yazmışsın. Yüreğine, kalemine sağlık.
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

tungatonyukuk

  • Ziyaretçi
Yavuz andam tebrik ederim,kalemine,yüreğine sağlık.

TTK