Gönderen Konu: BABAM ÇATLI-1  (Okunma sayısı 7248 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı EFE

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 206
BABAM ÇATLI-1
« : 29 Ağustos 2006 »


ÖLDÜKTEN SONRA VURDULAR BENİ


YASAK EV (istanbul 1996)

Huzur içinde geçen saatler yaşanmış sayılırsa, hangi zaman içerisinde olduğunu çok düşünmem gerek... Düşündüm ve hiç yaşayamadığımızı anımsadım.

Yağmakta olan şiddetli yağmura karşı, arabamın silecekleri yetişir mi bilmem ama başım çok ağrıyor. Düşünüyorum da acaba aylardan hangisindeyiz? Bir an için yüzüme çöken acı tebessüm, ne köşe başındaki dilencinin bugünkü kârını saymasına, ne de arabada bulunan annemle yengemin birbirlerine anlattıkları son havadislerden kaynaklanıyor. "Gülme be deli kız" diyorum kendi kendime. Ardından basımdaki ağrı biraz daha artıyor. Doğru ya, bize daima uğursuz gelen o meşhur kış mevsiminde olmamız içimi ürpertiyor. Yüzümdeki o ulak tebessüm gidiyor, vurgun yemişe dönüyorum. Belkide hu sebeple, kış mevsimine karşı hep bir tedirginlik hissi besliyorum. Özellikle de Kasım ayına karşı.
"Düşün ki yüreğin sallansın" diyordu ünlü bir şair. Düşünüyorum ve umut ediyorum ki, bela geliyorum demese de Allah'ım bizi korur, yüreğimizi de sallandırmaz.
Yağmur daha çok şiddet kazandığında araç telefonum çaldı. Hattaki babamdı ve ses tonu endişe vericiydi;
"Neredesiniz kızım? Her hangi bir tatsızlık var mı?"
"Gayet iyiyiz, sağol babacığım. Bildiğin gibi annem ve yengemle iftar yemeğinden dönüyoruz. Sokağımıza girmek üzereyim..."
O sözümü keserek, muntazam Fransızca'sıyla konuşmaya devam etti:
"II va faire froid ce soir. Ne rentrez pas a la maison!" (Bu akşam soğuk olacak. Eve girmeyin!)
Gözlerimi var gücümle yumup, tüm hırsımı direksiyondan alırcasma sıktım, içimden "kahretsin" diye geçiriyordum. Babamla aramızda şifrelendirdiğimiz bu cümlenin anlamı, tersliklerin gölgemize yetişmiş olduğunun habercisiydi. Fakat hangi sebeple, şimdilik bunu telefonda sormam sakıncalıydı. Yılların verdiği bir alışkanlıktan olsa gerek, konuların özü ve detayları bana söylenirse dinler, söylenmezse sormazdım ama içimde kopan fırtınanın bir isyanı vardı... Acımasız hayatımızın bitmek tükenmek bilmeyen dertleri, bu kez hangi engelle çirkefliğini yüzüne bulaştırıp yolumuza çıkacaktı. Oysa ki kaç kez elveda demiştik acımasızlığına. Biz her defasında bir öncesine nazaran daha kararlı, sen bize nispet edercesine daha inatçıydın. Utanmana gerek yok, çünkü artık bizlere karşı yüzün de yok, bırak artık yakamızı!..
Annemleri telaşa sokmamak için şimdilik bir şey sezdir -meyecektim. Boğazımı temizleyip, babamla konuşmaya devam ettim:
"Babacığım bildiğin sakin bir yer var mı?"
Sakinden kastım, emin bir yer ya da güvenilir kişilerdi.
"Rahat ol ve arabayla tur atmaya devam et kızım. Ben tekrar arayacağım." diyordu.
Doğru ya yine tedbirimizi almalıydık. Fakat bu kez hangi şartlar altında? Bu soruyu kendime sormadan evvel, bize yönelen hareketin kimden olduğu ve sebebi daha önemliydi. Şimdilik aklıma gelen tek kişi, fitilli iğne işkenceleriyle ünlü olan ve Ermeni terör örgütlerinin dağılmasına rağmen, başka terör örgütleriyle bağlarını pekiştiren "doktor" lakaplı kişiydi. Hasın kuruluşlarının iddia ettiği gibi, "Çatlı'nın ASALA mücadelesi 1984'te cezaevine girmesiyle bitmiştir..." ibaresi, tamamiyle yanlış bir istihbarat, derinlemesine ve genişlemesine inceleme gerektiren bir manipülasyondur. Gerçek şudur ki Çatlı, cezaevine girdikten sonra bile teşkilatının, söz konusu örgüte karşı vermiş olduğu mücadeleyi hiçbir zaman aksattırmamıştır. Babamdan duyduğum kadarıyla, ASALA'nın ideolojik lideri Agop Agopyan'ın, Çatlı cezaevindeyken Atina'da sokak ortasında öldürülmesi buna örnek teşkil etmektedir. Hata bu olay akabinde "doktor", Çatlı teşkilatının mücadele verdiği ASALA dışındaki diğer örgütlerle bağlantısını pekiştirerk uzun yıllar sürecek bir çok sorunun tohumlarını da atmışlı, bunun sıkıntısını çok yaşadık. "Doktor", ASALA'nın maalerl ki, Türkiye'deki uzantısıydı ve faaliyetlerine hiç ara vermeden devam ediyordu. O, bazen av bazen avcıydı. Derinlerdeki dünyanın gayri milli aktörlerinin başında geliyordu. En önemli özelliği ise sürekli hareket halinde olmasıydı.
Zamanı geçirmek için semtimizin daima sakin olan sokakaklarinda tur atıyorduk, içim volkan gibiydi. Öfkemin yağmur taneçiklerinin içine girerek, asfalta olabildiğince sert çarpmadım ve param parça olmasını istiyordum. Ayrıca kardeşim biizimle birlikle olmadığından, onu da acilen bulmalıydık. Araç Ve cep telefonlarımız gerek istihbarat servisleri (her istihbarat servisinin niyeti kötü değildir; bazıları bilgi toplamak, bazıları korumak, bazıları ise art niyetten dinlerler) gerekse babamın faaliyetlerinden rahatsiz olan örgütlerce dinlendiğini bildiğimden, arabayı bir Restorant'ın önüne park edip, yanındaki markete girdim. Dikkat çekmemek için soğukkanlı görünmeye çalışsam da içinde bulunduğum durum izlendiğim hissini yaratmış, kardeşim için yüklendiğim sorumluluk ise giysilerimi terden sırılsıklam etmeye yetmişti. Telefona doğru uzanırken, birinin bana seslendiğini işittim. Irkilmiştim. Dönüp baktığımda karşımdaki tanıdık ve zararsız bir simaydı. Dediğine göre, kardeşim de az evvel buradan geçmişti. Biraz rahatlamıştım. Gergin olan yüz hatlarımı yumuşatarak:
"Öyle mi güzelim onu ne zaman görmüştün?" dedim.
"Az evvel buradan geçti, galiba eve gidecekti. Dersler o kadar yoğunki seninle de görüşemiyoruz.
Artık bir şey duymuyordum. Babam eve girmeme hususunda bizi uyarmışken...
Belki de yaşımın gereği, var olan sıkıntıyı daha da çok arttırıyordum ama Selcen'in tehlikede olduğu kaçınılmaz bir gerçekti.
"Yanında birileri var mıydı?" diye sorarken, bir yandan da cep telefonunu çeviriyordum. O an bildiğim bütün duaları okumaya çalıştım ama bahsedildiği gibi korku insanı gerçektende şaşırtıyordu, ister adına tesadüfi bir aksilik, ister üzerime çöken kabusun bir parçası denilsin, Selcen'in daima açık olan cep telefonu kapalıydı, iyice endişelenmeye başlamıştım. Bu kez parmaklarım titriyerek, yasak evimizin numarasını çevirdim. Tek umudum Selcen'in evde bulunmamasıydı. Meşgul, meşgul, meşgul... Dizlerimin bağı çözülmüştü. Tansiyon düşüklüğü bahanesiyle konuyu kapattım ve var gücümle arabaya koşup, annemlere durumu kısaca özetledim. Hızımız neydi bilmiyorum ama bizim için her saniye önemliydi. Evin önüne gelir gelmez, annemle arabadan apar topar indik. Müstakil görünümlü apartmanımızın bahçesini aydınlatan ışıklarla, şimdilik kendimizi güven içinde hissediyorduk. Bu güvene gölge düşürebilecek hususlardan biri, daima kapalı tutulmaya
özen gösterilen fakat bu kez aralıklı bırakılan apartmanın giriş kapısıydı. Banyonun ışığı da yanıyordu. Buna fazla aldırış ölmeden merdivenleri, heyecandan soluk soluğa kalarak çıktık. "Ayrıntılar konunun temelidir" derdi babam. Annemle ben, bu kez ayrıntılara önem vermemiştik. Babam olsa bize öfkelenir, geri dönmemizi isterdi. Fakat annem hiç tereddüt elmeden, anahtarıyla usulca kapıyı açtı. Derin ama sessizce iç çekmişti. Evimizin antresi, bu kez bana daha uzun ve dar geliyordu. Bizim olan bu eve güvenemiyordum. Işığı açmadan koridorda tedirgin ve artık ayrıntılara özen gösteren adımlarla ilerliyordum. Salonun sağ tarafında, duvarı boydan boya kaplayan aynaların önüne geldiğimde, dışarıdan yansıyan ışıkla bakışlarımın aynada kesişip, yüzümdeki o çaresiz ifadeyi görüp bir kat daha korkuya düşmekten ürküyordum. Evdeki tekes ise şimdilik kalp atışlarımızındı.
Mutlağa doğru attığımız adımlar "ölüme gülerek koşanlaım" ne denli ender ve cesur olduklarını bir kez daha hatırlatmişti. her ne kadar kimsenin bize zarar vermeye cesaret edemeyeceğini düşünsem de, her an birilerinin karşımıza çıkma ihtimali korkumu kamçılıyordu. Kalbimin dayanamayacağı tek şey kardeşimin zarar ğörmesiydi.
Kardeşimin durumu için korkum meraka, evde olduklarindan şüphelendiğim yabancılar için ise merakım korkuya çevrılmisti. Görünüşe ve hissettiklerimize göre Selcen evde yoklu ama ya başkaları...
Evde birilerinin olduğuna, kesin kanaat getirmemiz çok zaman almamıştı. Alt katta bulunan odalardan sesler geliyordu Annemle göz göze geldik, sessiz olmamı işaret etti. Artık geri dönmek söz konusu olamazdı. Birbirimizin elini sıkıca tuttuk ve bir müddet olduğumuz yerde yarı donmuş şekilde bekledik bekliyorduk ama neyi? Bilmiyordum... Resim kadar donuk, bataklık kadar bulanıktı aklımız. Babama ya da ağabeylerime (bu kişilerle her hangi bir akrabalık bağımız yoktur) haber vermeden eve girdiğimiz için artık pişman olmuştuk. Aşağıdaki sesler merdivenlerin ilk basamaklarına ulaştığında tek umudumuz, meçhul şahıslar üst kata çıkmadan evden ayrılmaktı. Diğer odalardan dolanıp, koridora girmeyi hiç ses çıkarmadan başarmıştık. Geriye kapıyı açıp kaçmak kalmıştı ki, kapımızın tokmağına vuruldu. Alnımdan dökülen soğuk ter, göz kapaklarıma çoktan çökmüş, bulanık görmeye başlamıştım. Her şey çok açıktı; bu ev bize yasaktı ve biz edinmiş olduğumuz deneyimleri hiçe sayarak büyük bir hatada bulunmuştuk, ilk kez bu denli çaresiz olduğumuzu hissediyordum. Karşımıza bu meçhul şahıslar dikilince ne demeli, ne yapmalıydık? Hoş geldiniz ya da niye geldiniz! Hangisi daha cesur olurdu? Muhtemelen konuşmamayı seçecektik. Anneme göre tek ihtimal dış kapıyı açıp, aralarından sıyrılarak kaçmayı denemekti. Nefesimi tutup, gözlerimi sımsıkı kapattım. Gözlerimi araladığımda annemi yere çömelmiş dua ederken gördüm. Hem şaşkın, hem anlamsız olmuştum. Düşünmeme vakit olmadığından, başımı hafifçe kapıdan dışarıya çıkarttım. Karşımda duran ve bana bakan ürkek gözlerin sahibi kardeşimdi. Çifte sevinci tatmaya vakit tanımadan, apartmanımızın merdivenlerini apar topar indik ve soluğu arabada aldık. Şimdilik evdekiler umurumuzda değildi.
Babamızın tembih ettiği gibi, semtimizin sokaklarında tekrardan tur atmaya başlayarak, bir yandan da Selcen'in anlattıklarını dinliyorduk. Dediğine göre kendisi alt katta bulunan odasındayken, evin kapısı kurcalanmış. Bizim olduğumuzu düşünüp, seslenmiş fakat cevap verilmeyince şüphelenmeye başlamış. Evimize kimler girdiyse ışığıda açmayınca, Selcen vakit kaybetmeden çıplak ayakla balkondan arka bahçeye atlayıp, koşmaya başlamış. Ardından izleyen olmamış. Yağmur dan ve bilinmeyen tehlikeden korunmak için evimizin yanın daki taksi durağında sakinleşmek amacıyla bir müddet bekle mis. Babamı arayıp, O'na ulaşmayınca da benim araç telefonu mu aramış. Yengemle konuşup hemen evin önüne gelmiş
Yengemin hali onu tedirgin edince de tekrar eve çıkmış. Kendi güvenliği olunca kaçmış, bizim ki için geri dönmüştü. Onu sert bir üslupla ikaz ettim. Dönem dönem babam da aynısını bize yapardı. Çünkü O'na göre değer verdiğin birinden tatlı bir sitemle ikaz almak, yanlış olandan darbe almaktan daha onurluydu.
Yağmur dinmişti. Çok geçmeden babam aradı. Şimdilik O'na eve girdiğimizi anlatmayacaktık. "Bahçeye" yani Avcılar semtine gitmemizi istiyordu. Babam izlenmediğimizden emin olmamı tembih ederken, O'na "sanmıyorum" demem o an ki şüpheci duygularımla tezatlık içindeydi. Çünkü dikiz aynasına rastlayan her araba, bana göre bir şüpheliydi, içimden kahkahayla gülmek, bu oyunun yazarına iki çift laf etmek geliyordu. Bu kez, dikiz aynasına yansıyan öfkeli bakışlarım beni de ürkütüyordu. Cinnet anı cahillikten değil, hayal kırıklığından ibaretti.
"Derinlerde görev alıp, görev veren vatanperverlerin hayat Öyküsü olmazdı!" O gece ve bundan önce binlerce kez düşündüğüm gibi babam için yine buna karar vermiştim.
Arabayı E-5'e sürmüş, öyle ya da böyle gitmemiz gereken yere kısa bir zamanda ulaşmıştık. Derin bir iç çekecektik ki, bize ulaşan bir başka haberle, ailenin tanıdığı Haluk Kırcı'nm yakalandığını öğrendik

















“TÜRK'ler  Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. TÜRK'ler ne Amerikanlaşacak ne batılılaşacak nede araplaşacaktır. O sadece özleşecektir.