Gönderen Konu: BİR GÜNÜN HİKÂYESİ  (Okunma sayısı 3688 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Kanpusat

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 63
BİR GÜNÜN HİKÂYESİ
« : 09 Mart 2013 »
Okuyacağınız yazı, 2005 yılının Türkiyesi'nde sıradan bir Türk insanının yaşadığı bir günün hikâyesidir. Kişinin adına Mehmet diyelim.

Bir kamu kuruşunda çalışan Mehmet sabah 07.00 sularında yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkadı, üstünü giyindi, kahvaltısını etmek üzere salona geçti. Eşi televizyonu açmıştı, gözü ister istemez sabah haberlerine takıldı. Güne yeni başlayan Mehmet'in duyduğu ilk haberler sırasıyla şöyleydi:

- "Bingöl kırsalında güvenlik güçleri ile PKK militanları arasında çıkan çatışma sonucu bir astsubay şehit oldu, iki er yaralandı."

- "Organize sanayi bölgesinin temel atma törenine katılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, konuşmasının bir bölümünü kürtçe yaptı. Kürt halkı için daha fazla demokratik hak ve özgürlük talebinde bulunan Baydemir, devleti bu konuda hassas olmaya davet etti."

- "Güneydoğu bölgesinde inceleme gezilerini sürdüren Avrupa Birliği Parlamenterler Komisyonu üyesi Hans, yaptığı konuşma sırasında bölgeden 'kürdistan' diye bahsetti. Danışmanları Hans'ın yanlışlıkla dilinin sürçtüğünü, herhangi bir kastı olmadığını söylediler."

- "Dün Süleymaniye kentinde CNN muhabirine konuşan Irak Kürdistan Demokratik Partisi Lideri Mesut Barzani, 'Kerkük bir kürt şehridir. Türkiye buraya karışamaz.' dedi. Bağımsız kürt devletinin kurulacağını da ifade eden Barzani'nin konuşması sonrasında Van il merkezinde 'biji kürdistan' sloganları atarak gösteri yürüyüşü yapan bir grup vatandaş, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu dağıldı."

- "Uyuşturucu çetesine operasyon!... Bir ihbarı değerlendiren polis, İstanbul'un Dolapdere semtindeki bir eve düzenlediği operasyon sunucu dört kilogram eroin ele geçirdi. Eroinin uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Mardinli Bekir'e ait olduğu anlaşıldı."

- "İstanbul'un Nişantaşı semtinde alışveriş yapan 23 yaşındaki üniversite öğrencisi Zeynep kapkaççıların saldırısına uğradı. Çantasını vermemek için direnen Zeynep çeşitli yerlerinden yaralandı. Olaydan sonra geniş çaplı bir soruşturma başlatan Emniyet birimleri, olayın failini tespit etti. Failin verdiği ifadeden yola çıkan polis, Diyarbakır'dan gelmiş çocuk yaştaki kişilerden oluşan kapkaç çetesini yakaladı. Çete lideri Süslü Rıfat'ın evinde yapılan aramada çok sayıda silah, delici-kesici alet ve bol miktarda para bulundu. Süslü Rıfat'ın lüks içinde yaşadığı kaydedildi."

- "Tinerci dehşeti!... Gece geç saatlerde Taksim'de yürüyen Mustafa adlı vatandaş, kendisinden para isteyen tinerciler tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Konuyla ilgili yorum yapan Psikolog Şaziye, çoğu evinden kaçarak İstanbul'a gelen güneydoğu kökenli çocuklardan oluşan tinercileri topluma kazandırmak için uğraşılması gerektiğini söyledi."

- "17 yaşındaki lise öğrencisi Ayşe, kendisini uzun süredir rahatsız eden Sidiklikaya aşireti mensubu Haydar tarafından kaçırıldı. Genç kızdan üç gündür haber alınamıyor. Ailesi perişan durumda."

- "Hülya Avşar Şov'un bu haftaki konuğu Keko Kırooğlu, çektiği kürtçe klibin reyting rekorlarını altüst edeceğini söyledi. Konuğuyla sıcak bir sohbete giren Hülya, "Benim babam da kürttür. Avşar aşiretindeniz' dedi.

(Bir yandan kahvaltısını ederken, diğer yandan dalgın gözlerle televizyona bakan Mehmet, bu sözleri duyunca birden şaşırdı. Vakti zamanında bir sohbet sırasında arkadaşı Hakan, Avşarların Oğuz'un 24 boyundan biri olduğunu söylemişti. Vay namussuz Hakan vay. Kafasından uydurmuş demek ki. Koskoca Hülya Avşar'dan daha iyi bilecek değil ya.)

- "Sahne çalışmalarına ara veren sanatçı Gülben Ergen, eşi Mustafa Erdoğan ile çıktıkları tatil dönüşü yaptığı açıklamada 'eşinin gerçekleştireceği müzikal şovda kendisinin de rol almayı düşündüğünü, bu yüzden kürtçe şarkı ezberlediğini' söyledi."

- "İstanbul gece hayatının genç playboylarından Baran, sevgilisi manken Arzu Şıngırdak'a doğumgününde 200.000 euro değerinde bir Porsche Cayenne cip hediye etti.

(Mehmet birden şaşırır. Baran'ın babası iki tane bankayı birden hortumlayan Liceli ünlü işadamı Halis değil miydi? PKK finansörleri listesinde de adı geçiyordu ama demek ki kimse kılına dokunamıyor.)

Kahvaltısını bitiren Mehmet evden çıkmak üzere hazırlanmaya başlar. Ayakkabılarını, paltosunu giyer ve İbrahim Tatlıses'in bir düğünde kürtçe şarkı söylemesiyle ilgili haberi büyük bir huşû içerisinde seyretmekte olan eşine hoşçakal dedikten sonra çıkar.

Yazarın Notu: Şöyle bir düşünün. Hepimiz hergün bu tür haberlerle yatıp kalkıyoruz, öyle değil mi? Peki bu haberlerdeki ortak nokta dikkatinizi çekiyor mu? Türkiye'de yaşanan tüm sorunların ana kaynağı işte bu ortak noktadır, yani "Kürtler".

36 ay vadeli banka kredisiyle aldığı yerli bir arabası vardır Mehmet'in. Akşam evin önünde park edecek yer bulamadığı için mecburen üst sokağa bırakmak zorunda kalmıştır. Arabanın yanına geldiğinde bir de ne görsün? Kaputun üzerinde kocaman bir çizik. Belli ki tornavidayla kazınmış. "Ulan keşke dün akşam bana 'vara vara' yapan değnekçi velede üç-beş kuruş verseydim. Gıcıklık olsun diye arabayı çizmiş itoğlu" diye söylenerek yola koyulur.

Mehmet trafik canavarı değildir, kurallara saygılı bir vatandaş olduğu için ana caddedeki kırmızı ışıkta durur. Keşke durmaz olsaydı. Nerden çıktığını anlamadığı 8-10 yaşlarında kara-kuru pis bir kız çocuğu "abeeey nooolur bi harçlıhh vir" diye cama birden yapışıverir. "Yahu eskiden böyle çocuk dilenciler yoktu, son yıllarda türediler" diye düşünen Mehmet, arabası kaşla göz arasında bir kere daha çizilmesin diye mecburen camı açıp çocuğa bozuk para verir.

Yazarın Notu: Hepimiz hergün böyle değnekçilerle, dilencilerle karşılaşıyoruz. Bunlar şehirlerimizi kirletiyor, sinirimizi bozuyor. Tümü kürttür.

Saat tam 8.30'da işyerine vardı Memur Mehmet. Masasının başına geçip oturdu. Eskiden olsaydı en az yarım saat arkadaşlarıyla muhabbet etmeden masaya oturmazdı ama o günler artık geçmiş; dairedeki personel kadrosu büyük bir oranda değişmiş, eski arkadaşları işten çıkarılmış, yeni birtakım elemanlar gelmiştir. Hiçbiriyle samimiyeti yoktu Mehmet'in; aralarında "hemşericilik" adı altında bir etnik dayanışma olduğunu farkettiği bu kişiler, eski memurlarla pek fazla diyalog kurmuyorlardı. Geçen hafta düzenledikleri çiğköfte partisine bile çağırmamışlardı ya...

Yeni amirine de bir türlü ısınamamıştı ama sesini çıkarmaya cesaret edemiyordu. Rivayete göre, amirin torpili büyük yerdendi. Şeyh Said'in torunu olduğu söylenen AKP genel başkan yardımcısı ile samimi olduğu ve bir düğünde beraber halay çekip zılgıt bile attıkları dedikodusu ortalıkta dolaşıyordu. Böyle bir adama bulaşmaya gelmezdi, nemelazım. Fakat yeni gelen personel bütün gün bomboş otururken, kendisine üç kişinin anca altından kalkabileceği işlerin yüklenmesine de içerlemiyor değildi Mehmet. Birden gözü kapının sağ tarafındaki duvara takıldı. "Eskiden orada bir Atatürk tablosu yok muydu, nereye gitti acaba?" diye düşünerek önündeki dosyaları tasnif etmeye koyuldu.

Yazarın Notu: Kadrolaşma doğrultusunda kamu kurumlarındaki Türklerin büyük bir kısmı işten çıkartılarak yerlerine kürtler doldurulmuştur.

Öğlen paydosu vakti gelince, Mehmet yemek için dışarı çıktı. Aslında öğlen yemeğini genellikle evden getirirdi ama dün akşam "Gurbet Kadını" dizisini seyretmeye dalan eşi yemeğini hazırlamayı ihmal etmişti. Anlayamıyordu bir türlü Mehmet, bu kadının eskiden böyle huyları yoktu. Televizyonla pek ilgilenmez, ev işlerini muntazaman yapardı. Ama son birkaç yıldır Berivan, Keje falan derken tam bir televizyonkolik olmuştu. Düşünceleri de hayli değişmişti; öyle ki, arada sırada amirinden ve yeni personelden yakındığında "Yok canım, kürtler iyi insanlardır, bence sen abartıyorsun" diye karşılık veriyordu.

"Hey gidi günler hey, eskiden şurada Yörük Sofrası lokantası vardı, ne güzel yemekler yapardı; yerine açılan Urfa kebapçısı ülserimi iyice azdırdı" diye düşündü Mehmet. Caddede ne kadar lokanta varsa el değiştirmiş, yerine lahmacun-kebap salonları açılmış, dükkanlardan taşan kürtçe müzikler sokağı sarmış, insan manzaraları da farklılaşmıştı. Birden aklına, geçen gün hasbel kaza internette rastladığı turkcu.net adlı bir sitede okuduğu yazı geldi. Kürt kültür emperyalizmi miydi neydi, öyle birşeyler anlatılıyordu yazıda. Ama tamamını okumasına fırsat kalmadan yanına gelen arkadaşı Zaza Davut, o yazıyı yazan kişilerin, Türkiye'yi bölmeye çalışan dış güçlerin hizmetindeki masonik yahudiler olduklarını söylemişti. Eh, ne de olsa Zaza Davut yıllarca ülkü ocaklarında bulunmuş değerli bir Türk milliyetçisiydi, o öyle diyorsa öyledir diye düşünmüştü Mehmet.

Ama gene de aklına takılmıştı. Birşeyler oluyordu bu ülkede. Gençlik yıllarının Türkiyesi ile 2000'li yılların Türkiyesi arasında sanki bir fark vardı. Sanki birşeyler değişmişti. Lisede okuduğu günler aklına geliverdi birden. Akşamüstleri evinin yukarısındaki caddede tertemiz yüzlü hanımlar ile beğler yürüyüş yaparlardı. Hani mahallede yaşça kendisinden biraz daha büyük bir genç vardı. Çocuklar onu pek severlerdi. Neydi adı? Ha tamam, Göktürk ağabey... Gazoz kapağı çelik jantları, 205'lik ince yanak yokohoma lastikleri olan pek havalı bir Doğan'ı vardı hani... Barış Manço'nun kasetini sonunda kadar açıp nasıl da tur atardı caddede; bir aşağı, bir yukarı. Arabasının dikiz aynasında gümüşten yapılmış uluyan bir bozkurt sallanırdı. Zaza Davut'un yakasındaki rozete benziyordu hani. Yok ama tam olarak ona benzemiyordu. Göktürk ağabeyin arabasındaki bozkurt, hilâlin içerisine hapsedilmiş değildi. Özgürdü o, tıpkı gerçek bir bozkurt gibi... Bugün ise o caddede suratından melânet akan kara-kuru bir kalabalık dolaşıyor. Barış Manço susmuş, arabaların içinden Keko Kırooğlu'nun sesi geliyor. Eskiden o caddede gece geç saatlerde rahatlıkla yürünebilirdi. Sıkıysa şimdi hava karadıktan sonra gez bakalım. Tinercisi, kapkaççısı insanın boğazına çöker.

Yoksa, "Dağdan gelen ilkel yaratıklar şehirlerimizi istila ettiler" diyenler doğru mu söylüyordu?.. Peki doğru söylüyorlarsa, Zaza Davut neden onları kötülüyordu? Sakın bu Zaza sinsi bir iç düşman olmasın? Yok ama yahu, ocak başkanlığı bile yapmış büyük bir Türk milliyetçisidir, hiç öyle olur mu? Türkçe'yi askerde öğrenmiş olsa bile, pek yaman bir Türkçüdür.

Memur Mehmet bu düşünceler içerisinde kebabını yedi, işyerine döndü, mesai bitimine kadar çalıştı; sonra da işten çıkıp evine geldi. Herkes gibi o da akşamlarını televizyon seyrederek geçiriyordu. Açtı televizyonu, son yılların moda deyimiyle zapping yapmaya başladı. Hangi kanalı açsa, kürtçe isimli karakterlerin başrolde olduğu bir dizi çıkıyordu karşısına. "Hey gidi günler hey" diye düşündü Mehmet, "eskiden ne güzel diziler çekerlerdi; şunların hepsini toplasan bir Çalıkuşu'nun yerini tutabilir mi?"

Ve biraz daha ekrana baktıktan sonra yatıp uyudu Mehmet.


***

Türkiye'de milyonlarca Mehmet var... Ve Türk Milleti, tarih boyunca görmediği büyüklükte bir tehlike ile karşı karşıya kalmış durumdadır...

Bu tehlikeyi yaratanlar üzerimize önce topla-tüfekle gelmeye kalkıştılar. Yirmi yıl boyunca mücadele ettik. Altı bin şehit verdik, toplam ölü sayısı otuz bine ulaştı. Tamamen yok edemediysek de, büyük ölçüde zayıflattık.

Baktılar ki olmuyor, taktik değiştirdiler. Sıcak çatışma yoluyla asla ulaşamayacakları hedeflerine, toplum üzerinde psikolojik yönlendirme yaparak erişmenin daha kolay olduğunu bildikleri için beyaz, gri ve kara propaganda unsurlarını sonuna kadar kullanmaya başladılar.

Sığ fikirli kesimler onların "bölücü" olduklarını zannetse de; hayır, onlar bölünmeyi asla istemiyorlar. Gerçek amaçlarını, birkaç yıl önce Diyarbakır'da infaz edilen Musa Anter adlı ideologları şu sözleriyle açıkça ifade etmişti:

"Kürt salak mı ki bölünmek istesin? Türk batıdaki en iyi yerleri alacak, kürde ise güneydoğudaki bereketsiz topraklar kalacak. Yok öyle yağma. İstanbul da bizim, Ankara da, İzmir de. Günü geldiğinde hepsini alacağız."

İşte bu amaç doğrultusunda kaleyi içten fethetme uğraşına giriştiler. Bir ahtapot misali Türk toplumunu sekiz koldan sardılar; bir yandan kendi ilkel kültürlerini televizyon dizileri ve ünlü şarkıcılar-oyuncular aracılığıyla Türklere şırıngalayıp kürt hayranı Türk nesilleri yaratırken, diğer yandan da satılmış yazar-çizer-siyasetçi takımına propaganda yaptırarak kendilerini Türklere masum, zararsız, sempatik ve kardeş olarak gösterdiler ki, Türkler uyanmasın, amaçlarını farketmesin, savunmaya geçmesin, Türkiye'yi fiilen ele geçirecekleri güne kadar ölü gibi uyusun.

Kürt hayranı Türk nesilleri yetişecek olursa, kürtler günün birinde Türkiye'yi fiilen kürdistan'a dönüştürmek için düğmeye bastıklarında bu Türk nesilleri en ufak bir tepki bile vermez. Kürtler işte bunu amaçlıyor.

Madalyonun bir diğer yüzü de var. Kürtler sadece dağda değil, şehirlerimizde de bir tür terör yaratıyorlar. Her çeşit suçu bunlar işliyor. Mafyavari oluşumlar, organize suç çeteleri, tinerciler, kapkaççılık, uyuşturucu ticareti, vs. hepsi bunların marifeti. Güzelim şehirlerimizi yaşanmaz hâle getiriyorlar ve bize zarar veriyorlar.

Çok hızlı ürediklerini ve bilinçli bir şekilde yurt geneline yayıldıklarını da düşünecek olursak, 20 yıl sonra durum ne olur acaba?

Kürtleri bütün dünya destekliyor. Amerika destekliyor, Avrupa destekliyor, Türkiye'deki tüm siyasî oluşumlar destekliyor. Öyle pis bir tezgah kurulmuş ki. Türk toplumunu kürt tehlikesine karşı uyarmaya çalışan ve sayıları bir avuçtan fazla olmayan bizim gibi Türkçüler, "dış güçlerin ajanı, bölücü, provakatör, yahudi, mason" iftiralarıyla yıpratılmaya, sindirilmeye, susturulmaya çalışılıyor. Ve bu işi kürtler değil; kürtlerin işbirlikçileri, maşaları, hizmetkârları yapıyor. Bunlar bazen ülkücü kılığında karşımıza çıkıyorlar, bazen sosyalist, bazen hümanist, bazen de ümmetçi.

Fakat, kürt çıkarlarına hizmet eden satılmışlar tarafından Türk toplumuna empoze edilmeye çalışılan "Aman kürtler kırılmasın, gücenmesin; aman Türkiye bölünmesin" gibi saçma düşüncelerle beynimizi kelepçeleyecek değiliz. Türkiye'yi bölmeye kimsenin gücü yetmez. Bizi böyle safsatalarla esir almaya çalışanlara vereceğimiz tek bir cevap olur: Eskiden var olan fakat son çağlarda aramıza sızan etnik özürlülerin provakasyonları yüzünden gerileyen TÜRK IRKI DAYANIŞMASI'nı tekrar canlandırmak suretiyle; Türkleri diğer etniklerden dostluk, kardeşlik dilenmek zorunda kalmaktan kurtararak, onları Türklerin dostluğunu kazanabilmek için canla başla uğraşmak ihtiyacında bırakacağız.

Biz, Orta Asya bozkırlarından Anadolu'ya kardeşlik Türküleriyle değil, ucundan kan damlayan bozkurt başlı kılıçlarla geldik. Ve bu topraklar üzerinde varlığımızı sürdürebilmeyi başarabildiysek, aciz ve korkak politikalar sayesinde değil, düşmanı gördüğümüz anda kafasını ezme politikası sayesinde başarabildik. Bundan sonra da bu şekilde devam edeceğiz.

Tanrı Türk'ünü Koruyacaktır!
Türkler, Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur. Nihâl ATSIZ

Türkçü; eyyamcı ve dalkavuk olamaz. Sert yaşamaktan hoşlanır ve en büyük sertliği de nefsine karşı gösterir. Nihâl ATSIZ