Gönderen Konu: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!  (Okunma sayısı 67594 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı alikaraoglu

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 10
Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemâl Bey, Ermeni tehcîrinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiâsı ve i'dâm isteği ile yargılanacaktı.
Kemâl Bey, aynı iddiâ ile, önce Yozgat İstinâf Mahkemesinde yargılanmış ve berâat etmişti. Şimdi, bu mahkemenin verdiği karar dikkate alınmıyor, yeniden Dîvân-ı Harb önüne çıkarılıyordu.

Devir öyle bir devirdi ki, Kemâl Bey'i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Fakat Saadeddin Ferîd Bey adında cesâret sâhibi bir dâvâ vekîli gönüllü olarak, Kemâl Bey'in müdâfaasını üzerine aldı.

Yozgat'ta berâat ettiğini ileri süren Kemâl Bey'in yeniden yargılanmasına karar veren Dîvân-ı Harb'in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu.
Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey görüşünü kısaca anlattı:

"Yüksek mahkeme hey'eti, devletin ve milletin temiz alnına sürülmüş olan lekeyi ancak bir şekilde temizleyebilirdi. Herkesçe bilinen fâciâlara ve mezâlime sebep olanlar hakkında kânûnî gereklerin yapılmasıyla, yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refâh ve saâdet içinde yaşayan gayr-ı müslim unsurların sebeb oldukları olaylar, idârî hatâlardan çok dış te'sîrlerden doğmuştu.

Dosyalardan ve yabancı basından aldığı bilgilere göre, Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi Mayısında tehcîre başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbîrsizlik sebebiyle, bâzı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen fâciâları meydana getirmişlerdi".

Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey de, savcıya göre, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezâya çarptırılması lâzımdı.

ŞÂHİTLER

Ondan sonra, nereden çıktıkları bilinmeyen bir sürü şâhit, Kemâl Bey'in yaptıklarını bir bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Şâhitlerin çoğu komitacıydı. Başka komitacılar da, Istanbul'da buldukları küçük Ermeni çocuklarını dahi mahkemeye getiriyor, şâhit olarak dinletiyorlardı. Mahkeme heyeti, bunların hepsini sabırla ve dikkatle dinliyordu.

Azgın bir iftirâ kasırgasının orta yerinde yapayalnız kalmış olan Kemâl Bey, kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:

- Hepsi yalandır, diyordu, hepsi uyurmadır. Reis Paşa, ben ne bunlann dedikleri Keller (ţimdiki Yenipazar) köyüne gittim, ne de oradan geçtim. Burada vuku' bulduğunu söyledikleri cinâyetlerden de haberim yok. Hele, parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek. Ricâ ederim, bu vahşeti kim yapar? Bu derece ţen'î bir iţi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esâsen hiçbirini isbât edemezler. Çünkü hepsi iftirâdan ibârettir. Benim haberim olmadan birţey olmuţsa bilmem. Fakat bana bu ana kadar bu mevzu'da hiçbir ţikâyetçi gelmemiţtir. Ýlk defâ burada, mahkeme huzûrunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.

Kemâl Bey'in yanıldığı bir nokta vardı. Parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesecek kadar kimsenin alçalacağını zannetmiyordu. Van'ın Zeve köyünden Kıymet Başıbüyük'ün çok sonraları târîhin kanlı vesîkaları arasına girecek şu ifâdesini elbette ki bilmiyordu:

"Ermeni komitacıları hâmile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. Kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için çok kolay bir usûl bulmuşlardı. Hemen kasaturayı alıp kolu tamâmen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veyâ yüzük gibi ziynet eşyâlarını alıyorlardı".

Ne garîb ve acı bir tecellî idi ki, bu vahşeti yapan Ermeni komitacılarının yerine mâsum bir Türk idârecisi aynı suçla suçlanarak yargılanıyor ve Ermeni komitacıları da bu zavallının mutlaka asılması, hem de yine bir Türk mahkemesi tarafından verilecek karârla asılması için tanık mevkiine oturuyorlardı.

Ve Dîvân-ı Harb savcısı soruyordu:

- Demek ki, sizin oradan geçen muhâcir kafîleleri bir taarruza uğramamışlardır.

- Yoktur böyle birşey... Hayır, kat'iyyen haberim yok!..

Ermeni şikâyetçilerden biri hemen atılıyordu:

- Nasıl olur efendim? Keller köyünde yüzlerce ceset bulunmuştur. Bu sefer Reis soruyordu:

- Bakın ne diyor? Bu kadar büyük vukûat olsun da mutasarrıfın, kaymakamın haberi olmasın, olur mu?

- Yoktur Paşam... Bunların var demesiyle yok olan bir şey var olmaz.

Bu sırada, mahkeme salonunu doldurmuş olan ve çoğunu Ermeni komitacılarının teşkîl ettiği kalabalık kahkahalarla gülmeye başlıyordu.

MÜDÂFAA

Nihâyet dâvâ vekîli Saadeddin Ferîd Bey'in müdâfaasından sonra söz Kemâl bey'e veriliyordu:

- Düne kadar bir hâkimler hey'eti hâlinde olan sizler, bu dakîkada bir târîh mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.

Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının mâtemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı mâlûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriyâ memleketin asker kuvvetinden mahrûm kalmasına güvenerek fâciâlar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddiâ edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevkedilen bâzı Ermeni muhâcir kâfilelerine, Ermenilerin Müslümanlara revâ gördükleri fecâate şâhit olmuş bazı asker kaçaklarının tecâvüzü ihtimâl dahîlindedir.

Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyânı durdurmak maksadiyle, iddiâ makâmının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyâset îcâbı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adâletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek hey'etsiniz. Mutlakâ kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idârecisi olarak benim gibi küçük bir me'mur bulunacak değildir."

Bu müdâfaaya karşı, Reis:

- Kemâl Bey, diyordu, emîn olun, mahkeme, hükmünü hiçbir harîcî hisse kapılmaksızın, sırf kanâat-ı vicdâniyesine istinât ederek verecektir.

Halbuki, Kemâl Bey'in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgâl kumandanlarının, Ermeni komitacılarının ve Ermeni Patriği Zaven'in ağır baskısı devâm etmekteydi.

Bunun üzerine, Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli bir münâkaşadan sonra istîfâsını veriyordu.

Yerine de "Nemrut" lâkâbı ile tanınmış Kürt Mustafa Paşa tâyîn olunuyordu.

KARAR

Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkıyor, evvelden verilen bir emrin yerine getirilmesine me'mur bir hey'et hâlini alıyordu.

Kemâl Bey, Nemrut Mustafa Paşa'ya da:

- Ben emir aldım, diyordu, bir me'mur aldığı emre itâatle mükelleftir. Ben sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insânî harekette bulundum. Nitekim şimdi de hiçbir vicdan azâbı duymuyorum.

Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemâl Bey'e bağırıyordu:

- Kış kıyâmette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken Allah'tan hiç korkmadın mı? Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin?

- Hayır, bunu aslâ kabûl etmem. Ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim.

- On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu Allah'ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik, sen bir idâre âmirisin, bunları senin himâyene vermişlerdir.

Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:

- Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevkederek can ve mal tecâvüzüne teşvik etmenin cezâsı nedir, bilir misin?

- Îdâmdır Paşam...

- Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemâl Bey, biz de senin için bu karâra varmıştık.

Jandarma Kumandanı Binbaşı Tevfik Bey'e de 15 yıl hapis cezâsı verilmişti.

İNFÂZ

" Gerçekten, îdâm kararı önceden hazırlanmıştı bile. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek üzere Saray'a gönderildi. Ancak Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden kuşkulananlar vardı. Bunlar Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhibleri Cem'iyeti'nin Reisi Said Molla idi.

Bu iki adam, Dâmad Ferid Paşa'yı alelacele Saray'a gönderdiler.

Sultan Vâhideddin, karârın tasdîki için Şeyhülislâmdan fetvâ istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, "Kemâl Bey hakkında istenilen fetvâ değildir. 'Kazâya' âittir, benim ise kazâya yetkim yoktur" mütâlâasında bulunarak fetvâ vermekten kaçındı. Pâdişâh ısrâr edince, umûmî mâhiyette "Bir Müslümanın, Müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde îdâma cevâz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mir'asçılarının "kısas" istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat, Pâdişâhı tatmîn için bir not eklemeyi de ihmâl etmedi. Bu notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey'in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu, açıklanıyordu.

Bu fetvâ Saray'ı tatmîn etti. İrâde hazırlandı, imzâlandı. Îdâm için gerekli tedbîrler alındı, hazırlıklar yapıldı. Sehbâ kuruldu.

Kemâl Bey'in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü'nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt Meydanı'na çıkardılar.

Ermeni komitacıları, mahkemeyi ve infâz için harcanan gayretleri adım adım tâkîb ediyorlardı. Istanbul'un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni'yi meydana toplamışlardı.

Istanbul'un Müslüman halkı da için için kaynıyordu. Günlerden beri bu dâvâ ile meşgûl olanların kulaklarında acı haber bir anda dolaştı:

Kemâl Bey'e îdâm vermişler. Bu akşam asacaklarmış, Bayazıt'ta.

Halk, akın akın Bayazıt'a koşuyordu. Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın ve o zamanki M.M. grubunun mensûbları da Bayazıt'ta bulunuyorlardı.

Herkes birbirine soruyordu:

- Niçin böyle karanlığa bıraktılar?

- İşlerine öyle geliyor da onun için!

Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Îdâm sehbâsı, o zaman Harbiye Nezâreti'nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makâmı olarak kullanılacak küçük binânın önüne kurulmuş, etrâfı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binânın önünde duruyorlardı.

Güneş yavaş yavaş gurûb ediyor, pembe bir renk Süleymâniye tarafını kaplıyordu. Ne tezat! Türk'ün bu muhteşem yapısı ve bu küçülüş, bu eziliş, bu yok oluş tablosu birbirine ne kadar yakındı.

Dalgalanan kalabalık bir anda sustu.

Bir zafer tâkı gibi süslü Harbiye Nezâreti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey geliyordu.

Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. Îdâm mahkûmlarına mahsûs beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderâta teslîm olmuţ gibiydi.

SON SÖZ

Son sözü soruldu. O zaman, Kemâl Bey, halka hitâb etti:

- Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk me'muruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazîfemi yaptığıma vicdânım emîndir. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adâlet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet.

Heyecandan boğulan çâresiz halk bir ağızdan cevâb veriyordu:

- Kahrolsun böyle adâlet!

- Benim sevgili kardeşlerim, asîl Türk milletine çocuklarımı emânet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zevâl vermesin, Âmin!

Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir mâtem havasına bürünmüştü.

Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden Said Molla'nın cellâtlara emri, Kemal Beyin sözlerin bastırıyordu:

- Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!..

Kemâl Bey, bu mazlûm Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:

- Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!

Kemâl Bey'in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehbâda sallanırken gören Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atarak alkışlamaya başlamışlardı. Azgınlıkları son hadde varmıştı.

Fakat, süngü takmış jandarmaların üstlerine yürüdüğünü görünce seslerini kesip dağılmaya başladılar.

Artık yapacakları bir şey kalmamıştı zâten.

Yapacaklarını yapmışlardı.

O gece, köşebaşlarını İngiliz ve Fransız askerlerinin makinalı tüfeklerle tuttuğu Istanbul'un üzerine inen karanlık perde, Türklük nâmına utanç verici, felâket dolu bir güne son veriyordu.

Tarih 10 Nisan 1919'du.

VASÎYET

Kemâl Bey, vasîyetnâmesine şunları yazmıştı:

Merhûm sevgili oğlum Adnan'ın medfûn bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü'nde sâkindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hânedir, adı İsmet Hanım'dır. Defin masrafı teyzeme tevdî buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: "Millet ve memleket uğrunda şehid olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl'in rûhuna fâtihâ". Perîţan zevcem Hatîce'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref'e muâvenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı sâbıkı Ârif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muâvenet olunursa memnûn olurum. Türk milleti ebedîyen yaşayacak, Müslümanlık aslâ zevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşâallah Türk milleti ebedîyete kadar yaşayacaktır.

30 Mart 1335

Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı Kemâl."

Kemâl Bey'in alelacele îdâm edildiği akşam karanlığında Istanbul limanındaki Fransız savaş gemilerinden biri sefere hazırlanıyordu. Sevr Muâhedesi'ni görüşmek üzere Avrupa'ya gidecek Osmanlı delegeleri, gâlib devletlerin dikte edecekleri şartların altına imzâ atmak üzere hareket edeceklerdi.

Fransız gemisinin adı, baş tarafına iri harflerle yazılmıştı: Demokrasi!

Kemâl Bey'in hâtırâsı millî vicdanda unutulmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922'de çıkardığı özel bir kânûnla, kendisini "Millî Şehid" olarak kabûl etti.

Boğazlıyan'da bir mahalleye yıllar sonra "Kaymakam Kemâl Bey Mahallesi" adı verildi. Aynı kasabada 1972'de Kemâl Bey'in adını taşıyan bir ilkokul açıldı. Başöğretmenin odasında "Millî Şehid"in resmi asılıdır.

Kemâl Bey'in kabri Mülkiyeliler Birliği tarafından yaptırıldı. Adına "Anıt-Mezar" denildi. 15 Aralık 1973 günü mezar sâde bir törenle açıldı.

Kemâl Bey, Türk'ün hâfızâsında Ermeni komitacılığının zulmüne isyân sembolü olarak yaşadı, yaşıyor, yaşayacaktır

Çevrimdışı gurturk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 330
 Şimdide değişen bir şey yok ,1919 da işgal kuvvetlerini arkalarına alan ermeniler şimdide abd nin iteklemesyle sevr sınırlarını kabul edelim demeye başladı.1919 da zayıf,teslim olmuş bir osmanlı vardı,bugünde her şeyiyle güdüme girmiş bir ak parti iktidarı var ve sevr geri geliyorum diye bas bas bağırıyor.Kemal beyin ruhu şad,mekanı cennet olsun.

Çevrimdışı alikaraoglu

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 10
Gecenlerde Ato başkanı Sinan Aygün bir proğramda amerika 1943 yılında basılan bir atlası gösterdi Türkiye Cumhuriyetindeki doğu illeri kürdistan olarak gösteriyordu sözkonusu haritada sene, 1943 ve hala amerikan düşüncesi aynı ve hala haclı ordusu gzilidende olsa soğuk siyasetle faliyette ama bu soğuk savaş daha tehlikeli Türkü zorla yıldıramazlar asla bunun farkına vardılar. Masada yenme peşindeler şimdi

Çevrimdışı Tonyukuk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 140
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #3 : 10 Nisan 2011 »
        Türk milletinin fedakârlarından Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Beğ’in şehadetinin 92. yıldönümünde, onun kutlu ruhunu anmak için burada ve bir arada olan siz değerli Türkçüleri ve bizden önce bizden sonra Kemâl Beğ’in kabri başına gelerek manevi huzurunda duran ve duracak olan yurttaşlarımızı da saygı ve minnet duyguları ile selâmlarız.
 
          Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey 1. Dünya Savaşı sonrasındaki Mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul'unda, işgalci güçlerin, ermeni ve diğer azınlıkların, bir kısım devlet adamları(!)nın işbirlikleri ile 1. Dünya Savaşı sırasındaki ermeni göçleri esnasında yaşananlar için sorumlu arayışına girdikleri bir dönemde yargılanarak, 10 Nisan 1919’da Beyazıt meydanında idam edilmiş bir mülki amirdir. T.B.M.M.'nin 14 Ekim 1922'de çıkardığı özel bir kanunla ilk 'Milli Şehit' ilan edilmiştir. Son görevi Boğazlıyan Kaymakamlığı ve Yozgat Mutasarrıf Vekilliğidir.

       O zamanki Türk devletinin çekirdeği olan Anadolu ve İstanbul’un yabancı kuvvetlerce işgal edilme girişimleri sırasında düşmanla işbirliği yaparak binlerce Türk’ü vahşice katleden ermeniler dönemin hükümetinin çıkarttığı bir kararname ile zorunlu göçe tabi tutulur. Bu göç sırasında hastalık ve kış şartlarından ötürü doğal ölümler de olur. Savaşın sonunda yaşanan işgal sürecinde İngiltere ve Fransa bu doğal  ermeni ölümlerini ileri sürerek Osmanlı’dan diyet ister. İşte bu diyetin kurbanlarından biri de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’dir. Kemal Bey türlü suçlamalarla Yozgat İstinaf Mahkemesinde yargılanır, ancak  beraat eder. Bu beraat kararı üzerine işgal kuvvetleri dayatır ve ikinci bir yargılamayı kabul ettirir. Bu kez mahkeme İstanbul’da kurulur. Yargılamayı yapan Mahkemenin 8 üyesinden 4’ü azınlıklardan oluşturulur. Divan-ı Harp Reisi Mahmut Hayret Paşa, uzun yargılamadan sonra Kemal Bey’e,  “Merak etme Kaymakamım suçsuzsan bu mahkeme onu ibra etmekle mükelleftir”  der ve bunu dediğinin ertesi gün başkanlıktan alınır. Mahkemeye Mahmut Hayret Paşa’nın yerine kürt Mustafa atanır. Nemrut lâkaplı kürt Mustafa kendisiyle beraber bu düzmece divan-ı harp mahkemesi üyelerinden olan Kaymakam Fettah’la birlikte Cumhuriyet’in ilanı ile beraber vatan hainliği suçlamasıyla sınır dışı edildiler.
 
      Sonucu baştan belli olan bu mahkemede onlarca yalancı tanık dinlenilir. Ve hüküm beklendiği gibi idam olur. Verilen İdam cezası Beyazıt Meydanında infaz edilir. İnfazdan önce Kaymakam Kemal Bey son sözleri olarak şunları haykırır:

 “Allah şahidimdir ki ben kimsenin öldürülmesi için emir vermedim.. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu milletime emanet ediyorum. Allah vatanıma ve milletime zeval vermesin.”
 
10 Nisan 1919 tarihi, yaşanan bu olay Türklüğün utanç günüdür.

Ama her şerden bir hayır doğar sözünde olduğu gibi bu idamla beraber  bütün İstanbul galeyana gelerek sokaklara dökülmüş ve milli mücadelenin psikolojik ikliminin yeşermesine sebep olmuştur.

     Milli Şehidimizin üzerinden çıkan tarihi bir belge niteliğindeki vasiyeti şöyledir:
    “Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayır’ndaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim.
Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşaallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.” (30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam - Sabıkı Kemal)
   Cumhuriyet’ten sonra Gazi Başbuğ’umuzun teklifi ile TBMM tarafından milli şehit ilân edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in ailesine de maaş bağlanır... Dahası Mustafa Kemâl Atatürk, Kemal Bey’in babası Arif Bey’i de, “Vatan’ın babası” ilan eder.

      O zillet günlerinde vatanını milletini sevenler, vatan uğrunda ölüme koşmaya hazırken, adları Türk adı olduğu halde Türk olmayı hak etmeyen hainler de işgalcilere karşı değil, Milli Mücadeleye karşı harekete geçmişlerdi. Tıpkı bugün olduğu gibi koynunda haç taşıyan bu mürteciler sürüsü, Türk milletinin kutsal değerlerini kendi adi çıkarlarına göre kullanarak saf inanç sahiplerini aldatıyorlar, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ortadan kaldırmak istedikleri gibi o günlerde de Anadolu’da filizlenen Milli direnişi ortadan kaldırmaya çabalıyorlardı. O yıllarda işgalci keferelerin amaçlarına hizmet eden İslâm Teali Cemiyeti, Tarikat-ı Salâhiye, Nigehban Askeri Cemiyeti, Osmanlı İla-yı Vatan Cemiyeti, Sulh ve Selâmet-i İslâmiye Cemiyet-i, Cemiyet-i Ahmediye, Muhafaza-i Mukaddesat, Muhafaza-i Saltanat, Necat ve İtila vb. Cemiyetler türemişti. Bunların hainlikleri Anadolu’da Yunanlıların kurmak istediği kukla bir meclisi örgütlemeye çalışmaktan tutun, Gürcistan’daki Türk ordusuna karşı ordu oluşturma çabalarına kadar geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Bunların yanında kurtuluşu yabancı himayesine girmekte bulan beyinsizlerde türemişti. Bunlardan İngiliz mandası altına girmemizi isteyenlerin kurduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti ve Amerikan mandasını arzulayanların kurdukları Wilson Prensipleri Cemiyeti bunlardan iki tanesidir.

         Bugün burada Milli Şehidimiz Kemâl Beğ’in manevi huzurunda duranlar, büyük önder Atatürk’ün, O şanlı Gökbörü’nün söylediği ‘’Gençliğe Hitabe’’ nin gereğini yerine getirmeye ant içmiş kişilerdir. Şöyle ki; ‘’Gençliğe Hitabe’’ batıya karşı kazanılan savaşın nihai bir galibiyeti temsil etmediğini, ancak savaş yorgunu ve Bolşeviklik tehdidi altına girmiş Avrupa ile aramızda imzalanan geçici bir ateşkes olduğunu vurgular. ‘’Gençliğe Hitabe’’ bir gün emperyalizmin Türkiye’yi yine hedef alacağına dair bir öngörüdür, orada verilen öğütler böyle bir zamana hazırlıklı olmak için verilen emirlerdir. Modern ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti, batılı sömürgecilere ve onların yerli uşaklarına Mustafa Kemâl Atatürk önderliğindeki Türklerin verdiği en ağır yanıttır. Yaşasın Türk Milleti, yaşasın onun özverili kahramanları. Yaşasın Türkçülük ülküsü. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Kutlamış’ın Rey’deki Türkçü isyanında can verenlerden, Anadolu uçlarında cenk eden oğlu Kutlamış oğlu Süleyman’a, barbar haçlıların işgal teşebbüslerine karşı elde kılıç, vatan ve Türklük aşkına sinesini açanlara, bütün kutlu savaşların kutlu erlerinin ruhlarına selâm olsun. Milli Şehidimiz Kemâl Beğ’in kutlu ruhu şad olsun. Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin.   

Çevrimdışı Üçoklu Börü Kam

  • Otağ Yöneticisi
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2322
  • Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #4 : 10 Nisan 2011 »
Milli şehidimiz; Türklüğün onur, vakar ve şerefinin sembolü olmuş, idam sehpasında bile "Türk Milletinin sonsuza değin hür ve mutluluk içerisinde yaşamasını" dileyen Boğazlayan Kaymakamı Şehit Kemal Beğ'i uçamağa varışının 92. yılında rahmet, minnet ve şükranla yad ederim.

Ne yazık ki Kemal Beğ'i idama mahkum eden zihniyet bu gün yine işbaşında.

Dün Kemal Beğ'in katline fetva veren Şeyhül İslam Mustafa Sabri adlı hain ve alçağın adına vakıflar kurulmakta*, Türk'ü var eden değerlere karşı yürütülen kahpe oyunlar, o gün olduğu gibi bu günde, din kisvesine girmiş alçak zihniyetin uzantılarınca, kaldığı yerden, devam ettirilmektedir.

Aziz Şehidimiz Kemal Beğ'in; kutlu ruhu şad, durağı Tanrı Dağları ve Türk Uçmağı olsun!!!

TÜRK IRKI SAĞOLSUN!!!

TTK.

*Şeyhül İslam Mustafa Sabri Adlı Hain


Türk Soyunun Gizli Gücüne İNAN ve GÜVEN!

Çevrimdışı Cebe Noyan

  • Her Şey Türk İçin, Türk'e Göre!
  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 319
  • Türk Irkı Sağ Olsun!
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #5 : 10 Nisan 2011 »
Milli Şehit Kaymakam Kemal Beğ'in Ruhu Şad Olsun!

Bu gün kaymakam Kemal Beğ'in kabrinde bulunanlar ve uzaktan da olsa yüreklerindeki Türklük/Türkçülük aşkı ile Kemal Beğ'in aziz ruhunu yad edenler sağ olsun var olsun.

TTK
Ümmetinizin bittiği yerde, Türk'ün Kudreti başlar.


"Niye kaçıyoruz? Çok diye niye korkuyoruz? Azız diye niye kendimizi hor görelim? 'Hücum edelim' dedim. Hücum ettik...Savaştık. Bizdeni iki ucu,
yarısı kadar fazla idi. Tanrı lûtfettiği için, çok diye korkmadık, savaştık. Tarduş şadına kadar kovalayıp dağıttık."
(Bilge Tonyukuk - 2. Taş, Batı Yüzü - 3-4-5-6)

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #6 : 10 Nisan 2011 »

Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemâl Bey, Ermeni tehcîrinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiâsı ve i'dâm isteği ile yargılanacaktı.

Kemâl Bey, aynı iddiâ ile, önce Yozgat İstinâf Mahkemesinde yargılanmış ve berâat etmişti. Şimdi, bu mahkemenin verdiği karar dikkate alınmıyor, yeniden Dîvân-ı Harb önüne çıkarılıyordu.

Devir öyle bir devirdi ki, Kemâl Bey'i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Fakat Saadeddin Ferîd Bey adında cesâret sâhibi bir dâvâ vekîli gönüllü olarak, Kemâl Bey'in müdâfaasını üzerine aldı.

Yozgat'ta berâat ettiğini ileri süren Kemâl Bey'in yeniden yargılanmasına karar veren Dîvân-ı Harb'in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu.
Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey görüşünü kısaca anlattı:

"Yüksek mahkeme hey'eti, devletin ve milletin temiz alnına sürülmüş olan lekeyi ancak bir şekilde temizleyebilirdi. Herkesçe bilinen fâciâlara ve mezâlime sebep olanlar hakkında kânûnî gereklerin yapılmasıyla, yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refâh ve saâdet içinde yaşayan gayr-ı müslim unsurların sebeb oldukları olaylar, idârî hatâlardan çok dış te'sîrlerden doğmuştu.

Dosyalardan ve yabancı basından aldığı bilgilere göre, Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi Mayısında tehcîre başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbîrsizlik sebebiyle, bâzı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen fâciâları meydana getirmişlerdi".

Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey de, savcıya göre, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezâya çarptırılması lâzımdı.

ŞÂHİTLER

Ondan sonra, nereden çıktıkları bilinmeyen bir sürü şâhit, Kemâl Bey'in yaptıklarını bir bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Şâhitlerin çoğu komitacıydı. Başka komitacılar da, Istanbul'da buldukları küçük Ermeni çocuklarını dahi mahkemeye getiriyor, şâhit olarak dinletiyorlardı. Mahkeme heyeti, bunların hepsini sabırla ve dikkatle dinliyordu.

Azgın bir iftirâ kasırgasının orta yerinde yapayalnız kalmış olan Kemâl Bey, kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:

- Hepsi yalandır, diyordu, hepsi uyurmadır. Reis Paşa, ben ne bunlann dedikleri Keller (ţimdiki Yenipazar) köyüne gittim, ne de oradan geçtim. Burada vuku' bulduğunu söyledikleri cinâyetlerden de haberim yok. Hele, parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek. Ricâ ederim, bu vahşeti kim yapar? Bu derece ţen'î bir iţi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esâsen hiçbirini isbât edemezler. Çünkü hepsi iftirâdan ibârettir. Benim haberim olmadan birţey olmuţsa bilmem. Fakat bana bu ana kadar bu mevzu'da hiçbir ţikâyetçi gelmemiţtir. Ýlk defâ burada, mahkeme huzûrunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.

Kemâl Bey'in yanıldığı bir nokta vardı. Parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesecek kadar kimsenin alçalacağını zannetmiyordu. Van'ın Zeve köyünden Kıymet Başıbüyük'ün çok sonraları târîhin kanlı vesîkaları arasına girecek şu ifâdesini elbette ki bilmiyordu:

"Ermeni komitacıları hâmile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. Kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için çok kolay bir usûl bulmuşlardı. Hemen kasaturayı alıp kolu tamâmen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veyâ yüzük gibi ziynet eşyâlarını alıyorlardı".

Ne garîb ve acı bir tecellî idi ki, bu vahşeti yapan Ermeni komitacılarının yerine mâsum bir Türk idârecisi aynı suçla suçlanarak yargılanıyor ve Ermeni komitacıları da bu zavallının mutlaka asılması, hem de yine bir Türk mahkemesi tarafından verilecek karârla asılması için tanık mevkiine oturuyorlardı.

Ve Dîvân-ı Harb savcısı soruyordu:

- Demek ki, sizin oradan geçen muhâcir kafîleleri bir taarruza uğramamışlardır.

- Yoktur böyle birşey... Hayır, kat'iyyen haberim yok!..

Ermeni şikâyetçilerden biri hemen atılıyordu:

- Nasıl olur efendim? Keller köyünde yüzlerce ceset bulunmuştur. Bu sefer Reis soruyordu:

- Bakın ne diyor? Bu kadar büyük vukûat olsun da mutasarrıfın, kaymakamın haberi olmasın, olur mu?

- Yoktur Paşam... Bunların var demesiyle yok olan bir şey var olmaz.

Bu sırada, mahkeme salonunu doldurmuş olan ve çoğunu Ermeni komitacılarının teşkîl ettiği kalabalık kahkahalarla gülmeye başlıyordu.

MÜDÂFAA

Nihâyet dâvâ vekîli Saadeddin Ferîd Bey'in müdâfaasından sonra söz Kemâl bey'e veriliyordu:

- Düne kadar bir hâkimler hey'eti hâlinde olan sizler, bu dakîkada bir târîh mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.

Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının mâtemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı mâlûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriyâ memleketin asker kuvvetinden mahrûm kalmasına güvenerek fâciâlar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddiâ edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevkedilen bâzı Ermeni muhâcir kâfilelerine, Ermenilerin Müslümanlara revâ gördükleri fecâate şâhit olmuş bazı asker kaçaklarının tecâvüzü ihtimâl dahîlindedir.

Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyânı durdurmak maksadiyle, iddiâ makâmının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyâset îcâbı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adâletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek hey'etsiniz. Mutlakâ kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idârecisi olarak benim gibi küçük bir me'mur bulunacak değildir."

Bu müdâfaaya karşı, Reis:

- Kemâl Bey, diyordu, emîn olun, mahkeme, hükmünü hiçbir harîcî hisse kapılmaksızın, sırf kanâat-ı vicdâniyesine istinât ederek verecektir.

Halbuki, Kemâl Bey'in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgâl kumandanlarının, Ermeni komitacılarının ve Ermeni Patriği Zaven'in ağır baskısı devâm etmekteydi.

Bunun üzerine, Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli bir münâkaşadan sonra istîfâsını veriyordu.

Yerine de "Nemrut" lâkâbı ile tanınmış Kürt Mustafa Paşa tâyîn olunuyordu.

KARAR

Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkıyor, evvelden verilen bir emrin yerine getirilmesine me'mur bir hey'et hâlini alıyordu.

Kemâl Bey, Nemrut Mustafa Paşa'ya da:

- Ben emir aldım, diyordu, bir me'mur aldığı emre itâatle mükelleftir. Ben sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insânî harekette bulundum. Nitekim şimdi de hiçbir vicdan azâbı duymuyorum.

Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemâl Bey'e bağırıyordu:

- Kış kıyâmette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken Allah'tan hiç korkmadın mı? Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin?

- Hayır, bunu aslâ kabûl etmem. Ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim.

- On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu Allah'ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik, sen bir idâre âmirisin, bunları senin himâyene vermişlerdir.

Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:

- Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevkederek can ve mal tecâvüzüne teşvik etmenin cezâsı nedir, bilir misin?

- Îdâmdır Paşam...

- Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemâl Bey, biz de senin için bu karâra varmıştık.

Jandarma Kumandanı Binbaşı Tevfik Bey'e de 15 yıl hapis cezâsı verilmişti.

İNFÂZ

" Gerçekten, îdâm kararı önceden hazırlanmıştı bile. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek üzere Saray'a gönderildi. Ancak Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden kuşkulananlar vardı. Bunlar Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhibleri Cem'iyeti'nin Reisi Said Molla idi.

Bu iki adam, Dâmad Ferid Paşa'yı alelacele Saray'a gönderdiler.

Sultan Vâhideddin, karârın tasdîki için Şeyhülislâmdan fetvâ istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, "Kemâl Bey hakkında istenilen fetvâ değildir. 'Kazâya' âittir, benim ise kazâya yetkim yoktur" mütâlâasında bulunarak fetvâ vermekten kaçındı. Pâdişâh ısrâr edince, umûmî mâhiyette "Bir Müslümanın, Müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde îdâma cevâz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mir'asçılarının "kısas" istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat, Pâdişâhı tatmîn için bir not eklemeyi de ihmâl etmedi. Bu notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey'in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu, açıklanıyordu.

Bu fetvâ Saray'ı tatmîn etti. İrâde hazırlandı, imzâlandı. Îdâm için gerekli tedbîrler alındı, hazırlıklar yapıldı. Sehbâ kuruldu.

Kemâl Bey'in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü'nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Bayazıt Meydanı'na çıkardılar.

Ermeni komitacıları, mahkemeyi ve infâz için harcanan gayretleri adım adım tâkîb ediyorlardı. Istanbul'un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni'yi meydana toplamışlardı.

Istanbul'un Müslüman halkı da için için kaynıyordu. Günlerden beri bu dâvâ ile meşgûl olanların kulaklarında acı haber bir anda dolaştı:

Kemâl Bey'e îdâm vermişler. Bu akşam asacaklarmış, Bayazıt'ta.

Halk, akın akın Bayazıt'a koşuyordu. Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın ve o zamanki M.M. grubunun mensûbları da Bayazıt'ta bulunuyorlardı.

Herkes birbirine soruyordu:

- Niçin böyle karanlığa bıraktılar?

- İşlerine öyle geliyor da onun için!

Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Îdâm sehbâsı, o zaman Harbiye Nezâreti'nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makâmı olarak kullanılacak küçük binânın önüne kurulmuş, etrâfı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binânın önünde duruyorlardı.

Güneş yavaş yavaş gurûb ediyor, pembe bir renk Süleymâniye tarafını kaplıyordu. Ne tezat! Türk'ün bu muhteşem yapısı ve bu küçülüş, bu eziliş, bu yok oluş tablosu birbirine ne kadar yakındı.

Dalgalanan kalabalık bir anda sustu.

Bir zafer tâkı gibi süslü Harbiye Nezâreti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey geliyordu.

Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. Îdâm mahkûmlarına mahsûs beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderâta teslîm olmuţ gibiydi.

SON SÖZ

Son sözü soruldu. O zaman, Kemâl Bey, halka hitâb etti:

- Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk me'muruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazîfemi yaptığıma vicdânım emîndir. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adâlet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet.

Heyecandan boğulan çâresiz halk bir ağızdan cevâb veriyordu:

- Kahrolsun böyle adâlet!

- Benim sevgili kardeşlerim, asîl Türk milletine çocuklarımı emânet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zevâl vermesin, Âmin!

Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir mâtem havasına bürünmüştü.

Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden Said Molla'nın cellâtlara emri, Kemal Beyin sözlerin bastırıyordu:

- Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!..

Kemâl Bey, bu mazlûm Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:

- Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!

Kemâl Bey'in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehbâda sallanırken gören Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atarak alkışlamaya başlamışlardı. Azgınlıkları son hadde varmıştı.

Fakat, süngü takmış jandarmaların üstlerine yürüdüğünü görünce seslerini kesip dağılmaya başladılar.

Artık yapacakları bir şey kalmamıştı zâten.

Yapacaklarını yapmışlardı.

O gece, köşebaşlarını İngiliz ve Fransız askerlerinin makinalı tüfeklerle tuttuğu Istanbul'un üzerine inen karanlık perde, Türklük nâmına utanç verici, felâket dolu bir güne son veriyordu.

Tarih 10 Nisan 1919'du.



VASÎYET

Kemâl Bey, vasîyetnâmesine şunları yazmıştı:

Merhûm sevgili oğlum Adnan'ın medfûn bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü'nde sâkindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hânedir, adı İsmet Hanım'dır. Defin masrafı teyzeme tevdî buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: "Millet ve memleket uğrunda şehid olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl'in rûhuna fâtihâ". Perîţan zevcem Hatîce'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref'e muâvenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı sâbıkı Ârif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muâvenet olunursa memnûn olurum. Türk milleti ebedîyen yaşayacak, Müslümanlık aslâ zevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşâallah Türk milleti ebedîyete kadar yaşayacaktır.

30 Mart 1335

Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı Kemâl."

Kemâl Bey'in alelacele îdâm edildiği akşam karanlığında Istanbul limanındaki Fransız savaş gemilerinden biri sefere hazırlanıyordu. Sevr Muâhedesi'ni görüşmek üzere Avrupa'ya gidecek Osmanlı delegeleri, gâlib devletlerin dikte edecekleri şartların altına imzâ atmak üzere hareket edeceklerdi.

Fransız gemisinin adı, baş tarafına iri harflerle yazılmıştı: Demokrasi!

Kemâl Bey'in hâtırâsı millî vicdanda unutulmadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 14 Ekim 1922'de çıkardığı özel bir kânûnla, kendisini "Millî Şehid" olarak kabûl etti.

Boğazlıyan'da bir mahalleye yıllar sonra "Kaymakam Kemâl Bey Mahallesi" adı verildi. Aynı kasabada 1972'de Kemâl Bey'in adını taşıyan bir ilkokul açıldı. Başöğretmenin odasında "Millî Şehid"in resmi asılıdır.

Kemâl Bey'in kabri Mülkiyeliler Birliği tarafından yaptırıldı. Adına "Anıt-Mezar" denildi. 15 Aralık 1973 günü mezar sâde bir törenle açıldı.

Kemâl Bey, Türk'ün hâfızâsında Ermeni komitacılığının zulmüne isyân sembolü olarak yaşadı, yaşıyor, yaşayacaktır.


23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #7 : 10 Nisan 2011 »
 Kendi Devleti tarafından yabancı işgalcilere, ermeni haydutlarına yaramak için Darağacı'na gönderilirken son nefesinde bile yüreği Türk Milleti için çarpan ve canını Millet uğrunda hiçe sayan Milli Şehidimiz Boğazlıyan Kaymakam'ı Kemal Beğ'i rahmet ve minnetle anıyoruz.

 "Fertler ölür, Millet yaşar". Kemal Beğ gibi kahramanlarda da hem Milletimizin hem de Türkçülerin yüreğinde sonsuza kadar yaşayacaktır.

 Aziz Şehidimizin kabrinde kendisini anan Andalarımıza tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Sağolsunlar, Varolsunlar.
 
 Aziz Şehidimiz Kemal Beğ'in; kutlu ruhu şad, durağı Tanrı Dağları ve Türk Uçmağı olsun!!!

 TÜRK IRKI SAĞOLSUN

 TTK

 
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

tungatonyukuk

  • Ziyaretçi
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #8 : 11 Nisan 2011 »
Boğazlıyan Kaymakam'ı Kemal beğ'i her sene büyük üzüntülerle,hırsımızla,kinimizle anıyoruz ! Kubilay'lar,Kemal'ler ölmez,Türk Irkı Yaşar..

'' KAHRAMANLAR CAN VERİR,YURDU YAŞATMAK İÇİN''


Aziz milli şehidimiz Kemal beğ'in; ruhu şâd,mekanı Türk Uçmağı olsun.

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2199
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Ynt: BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI, MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY!
« Yanıtla #9 : 19 Nisan 2011 »
SOYDUR ÇEKER!

Öyle amcadan böyle yeğen!
Mustafa Akyol'u biliyorsunuz,Taha Akyol'un mahdumudur.
Başkalarının 25 yılda aldığı mesafeyi bir günde aldı ve anında hem köşe yazarı hem de TV Programcısı oldu.
Sakın bravo becerikli çocuk, demeyin; olan şey AKP'ye yandaşlığın  sonucu!
Baba Taha gerçi her devrin adamıdır.
Milli Mücadeleci, sözde ülkücü, sıkı Özalcı, Mesut Yılmaz'ın danışmanı, (Yalçın Amanvermez'in kankası), Çiller'in hayranı, Ecevit'in takdircisi ve son olarak AKP'nin militanı.
Oğul da  babasının izinde ve hatta onun bile ötesinde!
Bu delikanlı son olarak Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sine taktı.
Aklınca hitabe üzerinden Mustafa Kemal'e hücum ediyor.

Soya çekim olsa gerek, bu aile milliliğe karşı hep tavırlı ve eylemli.
Ermeni kahpeliğinin kurbanı büyük şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey bu Taha Akyol'un özbeöz amcası olan Hulusi Efendinin verdiği yalan ifadeyle idam edildi.
Dün Hulusi Efendi, bugün Taha ile mahdumu!
Dedik ya soya çekim!



Kaynak: Sabahattin ÖNKİBAR - YENİÇAĞ GAZETESİ