Gönderen Konu: Bugün Artık Kaybedecek Bir Karış Toprağımız Yoktur!!!  (Okunma sayısı 2642 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrıbey

  • [GÖKBÖRÜ ANKARA]
  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2204
  • Ne mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana!
Bütün partilerimiz ve bir grup aydınımız, Anayasayı yeniden yapma krizine tutuldu. Ancak hiçbiri mevcut Anayasanın şu maddelerine karşıyız, bu madde insan haklarına, kadın haklarına, fertlerin özgürlüğüne. aykırı, onun için mutlaka değişmesi lâzım demiyor. Eğer böyle hükümler varsa (var olanları defalarca yapılan değişiklikle zaten değişti) bunlar değiştirilir ve dünyadaki geleneklere uygun olarak partiler tarafından bütün bir Anayasa yapılmaz.

Kamuoyuna yansıyan, partilerin bazı görüşleri, elbette olmuştur. İktidar partisi hak ve özgürlüklerden ve Türk kimliğinin tek üst kimlik olarak kalmasının doğru olmadığından ve özellikle Kürtlere bazı (?) hakların tanınmasından ve vesayet Anayasasından kurtulmak gerekliliğinden söz ediyor. Ancak bu fikirler ileri sürülürken, kesin olarak hiçbir şey ortaya konmuyor. Mesela Kürtlere muhtariyet ve bunun muhtevası içinde yer alması gereken hiçbir husustan söz edilmiyor.

Diğer partiler, anayasamızdaki değiştirilemez maddeler haricinde, her şeyin değişebileceğinden ve bu hususlarda iktidara destek olacaklarından bahsediyor. Anayasanın değişmesi gerektiği, zaman zaman AB`nin temsilcilerinin ağzından, zaman zaman da yazılı raporlar vasıtasıyla vurgulanıyor. Amerika da aynı şekilde, hariçten gazel okuyanlardan ve bu konuda adeta baskı yapanlardan. Buna Avrupa`nın diğer ülkeleri de, hangi hakla olduğu belirsiz, bu cesareti gösterebiliyorlar? Aslında AB nin dayatmasıyla kabul ettiğimiz kanunların hepsinin yürürlük tarihinin, Avrupa Birliği`ne giriş tarihi olmalıdır. Ayrıca kanunlar değişmekle millet hemen değişmez.

Burada birinci soru şudur: Türkiye`de hangi vatandaşımız, ben Turan Yazgan`ın, sahip olduğu hakların hangisinden mahrumdur.? Kısaca Anayasamızın, ferdi haklar bakımından, kadın hakları.. bakımından nesi eksiktir. Bu açıklansın. Kamuoyunda öncelikle bu tartışılmalıdır.

İkinci olarak; hangi milli "üniter" devlette, ülkedeki azınlıklara muhtariyet verilmesi tartışılabiliyor? Fransa`daki, Almanya`daki azınlıklar ve hatta ABD`deki nüfus nispeti içinde çok yüksek oranlara sahip topluluklar böyle bir hak isteyebiliyorlar?

Üçüncü olarak; yerleştirilmek istenen Türk milleti yerine "Türkiye Milleti" kavramı, dam üstünde saksağan mahiyeti taşıyan bir kavram değil midir? Acaba bir Almanya milletinden, Fransa milletinden, İngiltere milletinden bahsediliyor mu? Yoksa Alman, Fransız, İngiliz milletleri mi söz konusudur? Bu ilim dışı, mantık dışı kavramı müdafaa edenler, sadece ve sadece bölücülük fikirlerini ahmakça bir kavramın arkasına gizlemiyorlar mı?

Dördüncü olarak; Türkiye`de hangi vatandaşımız bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, milletvekili, profesör, gökdelen sahibi olamıyor? Muhtariyet aldıkları zaman bunlardan hangisine sahip olabilirler. Cumhuriyet`in kuruluşundan bu yana etnik bakımdan farklı olduğu ve bazı haklar diye muhtariyet isteyen hangi topluluklar vardır ki, bu mevkileri, payeleri elde etmemiş olsun? Muhtariyet, ayrı devlet bunların hepsinden mahrumiyeti gerektirdiği gibi, batının oyuncağı ve maşası olmaya, etrafı tarafımızdan çevrileceği için gökdelenleri vizesiz seyretmeye bile gelemeyecekleri bir durumu yaratacaktır. Bölünmeyi hararetle müdafaa eden aydınlar, hangi kökenden olursa olsun, bu hususları düşünürlerse hedef kitlelerine kötülük edeceklerini idrak ederler. Amerika`da zenciler için Martin Luther King`e bir eyalette toplanıp bağımsızlık ilan etme teklifi çok yapılmıştır. Bu mümkündür ve hiçbir engelle karşılaşmaz. Ancak ertesi hafta etrafı gümrük duvarlarıyla çevrili ve vize mecburiyeti ile karşı karşıya kalırlar. Bugün Vasington`da doymayan San fransisko`ya gider, orada doymayan Şikago`ya gider ve rızkını arayıp bulma hürriyeti içindedir. Bundan mahrumiyet hem siyasi ve hem de iktisadi açıdan korkunç sonuçlar doğurur. Bu fikir Martin Luther King`e aittir. Türk aydınları daha şumüllü düşünseler daha faydalı ve hayırlı olmazlar mı?

Beşinci olarak; Anayasadan Türk kimliğinin kaldırılması, hem tarihi gerçeklere, hem de fiili gerçeklere aykırıdır ve asıl kaos o zaman doğacaktır. Mesela Güneydoğu`da yakın zamana kadar Türkler çoğunlukta idi. Bugün de yapının çok değişmediği bir gerçektir. Bütün Türkiye`de herkes birbiri içine girmiş, birbirinin ayrılmaz parçası olmuştur. Çünkü Cumhuriyetimiz, Ermeni, Rum ve Yahudiler dışında kimseye azınlık dememiş ve asırların birleştirdiği ve Türk adı altında milletleştirdiği bir toplum yaratılmıştır. Artık Türk deyince bu toplum anlaşılır. Bu ülkede yaşayan milletin adı değişmez şekilde Türk olmuş, vatanın adı da Türkiye olmuştur. Anayasamızın değişmez dediği maddeler Türkiye Cumhuriyeti`ni kuranlarla birlikte bütün toplulukların iradesidir. Bu Cumhuriyet de öyle kolay kurulmamıştır. Çünkü bir ferdin kimliğini değiştirmek, nasıl o ferdi öldürmek demek ise, bir milletin, kaynaşmış toplumlardan mürekkep bir milletin, adını değiştirmeye kalkmak da o milletin ölümü demektir. Tabii buna da, Türk kökenliler ne kadar karışmış olurlasa olsunlar kendini Türk hissedenler elbette bu katliama boyun eğmezler. Bunları uzun uzun düşünmeden, Türk kavramını kaldırmaya, küçültmeye kalkışmak her yönüyle yanlış, altında gizli başka emeller taşıyan ve genellikle yabancıların emellerini taşıyan tutum ve davranış değil midir?

Altıncı olarak, "Ne Mutlu Türküm Diyene", asrın tek dâhisi Mustafa Kemal Atatürk`ün dahiyane bir sözü olduğunu inkâr etmek mümkün müdür? Tasada, sevinçte kaynaşmış bir topluluğun mensubu olarak, Türk olmakla övünmek, hiç kimseyi rahatsız edemez. Bu milletin, bu kaynaşmış toplumun refah ve huzuruna, varlığına kendisini armağan edecek nesiller yetiştirmek borcumuzdur ve çok akılcı bir tutumdur. Çünkü tarihi tecrübelerimiz "din birliğinin" yaşayamadığını ve asıl Müslümanların bizi kırdığını hatırlatmaktadır.. Dini terk etmeksizin, milli unsurlarımızın ayrılmaz parçası olarak muhafaza etmek ve aslından sapmalara, bu vasıtayı kullanarak başka türlü bölücülük yapanlara, mezhep ve tarikat kavgası çıkaranlara asla müsaade etmemek cumhuriyetin kökünde vardır. Ayrıca kuvvetli milli duygular kalkınmanın esas motorudur. Japonya`da bu böyledir, Atatürk döneminde de bu böyleydi. Aydınlar, ayağında çarığı olmayan askerlerimizle kazandığımız zaferin ardından, daha cumhuriyet kurulmadan iktisadi hedeflerimizi tesbite çalışan başbuğumuzun, 15 yılda ekonomimizi % kaç hızla geliştirdiğini, temell alt yapı yatırımlarının nasıl yapıldığını, dullardan, sakatlardan, hastalardan mürekkep savaş sonrası toplumumuzun bütün dertlerinden büyük ölçüde nasıl kurtarıldığını ve mesela 1000 doktorla nasıl mucizeler yarattığımızı düşünmelidirler. Bunun motoru milli duygularımızın yüceltilmesiydi. Bu duyguların köreltilmesine ABD, Japonya`da 1945`de,Türkiye`de 1945-1947lerde başladı. Misouri gemisinde mağlup Japonya kralıyla imzalanan antlaşmanın birinci maddesi, Japon eğitim sisteminin "milliyetçi ve toplumcu" esasa dayandığı ve bunun ferdiyetçi ve pragmatist eğitim sistemiyle değiştirilmesinin şart olduğu şeklinde idi.. Japonya`da bunun sonuçları 15 yıl sonra alınmaya başlandı. Netice olarak Japonya sokak kavgaları ve grevlerle boğuldu ve kalkınma hızı süratle düştü. Bunun üzerine Japon aydınları ve işverenler bir araya gelerek işgal edilmiş ülke olarak yeni eğitim sistemini değiştirmek mümkün olmadığı için, işe aldıkları her genci maneviyat eğitiminden geçirmeye karar verdiler. Yoğunlaştırılmış ve harp sonrasına kadar devam eden sistemden yararlanarak 3`er aylık kurslar açtılar. Böylece Japon milliyetçiliğine dayalı ve toplumcu eğitimden geçmiş gençler işe alındılar. Ve bu sayede toplum kalkınmaya ve huzura kavuştu. Atatürk de Türk milliyetçiliğini maneviyatın gücü olarak kullandı ve mucize yarattı. Sonucu kötü olan Hitler gibi akılsız olmadı. Çünkü Hitler de bu güce dayanarak ülkesini dünya çapında bir ülke yaptı. Ama nerede duracağını bilemedi. Çanakkale savaşında topyekün okullarını terk eden başta tıbbiyeliler olmak üzere öğrenciler ve 250 kiloluk mermiyi "Ya Allah" deyip topun ağzına süren Mehmetçikler, vatan için ömrünü hiçe sayan evlatlarımız, milliyetçiliğin kazandırdığı manevi güçle hareket ettiler. Maneviyat gücü fizik güce ilavedir ve ondan kat kat daha fazla bir bir güçtür. İşte bugün de fizik güce eklenerek maneviyat gücümüz Türk milliyetçiliğine ne mutlu Türküm diyene anlayışıyla hareket eden Türk milliyetçiliğine dayanmalıdır. Bunun da temelleri anayasımızın ilk maddelerinde mevcuttur. Bunu inkar etmek mümkün mü?

Bu tahlilleri uzatmak gerekmez. Sonuç olarak bu vatanda yaşayan insanların hepsine birden Türk Milleti denir. Vatanın adı Türkiye, dilin adı Türkçe`dir. İslamiyetin emri olan muamelat hükümlerinin çağa uyması mecburiyetinin bir sonucu olarak laiklik ve toplumculuk devletin temellerindendir. (Osmanlı Devleti`nin hayat felsefesinde bu esas vardır. Osmanlı aynı konuda Diyarbakır`da yürürlüğe koyduğu kanunun Diyarbakır`da başka Budinde başka olmuştur. Dinin esasından sapmalar ne yazık ki 16 asırda başlamış ve allahın ilk emri olan "ben size akıl verdim" vecizesinden sapılarak, akli ilimler yerine nakli ilimler medreselerimizde kök salmış ve gene ne yazık ki sanayimiz geriledikçe işsiz kalan ustaların bazıları camileri işgal etmiş ve camilerde İslamiyette olmayan ruhban sınıfı doğmuştur. İşsiz kalanların bir kısmı da yeniçerilerle birleşerek sokak kavgaları ve soygunlardan istifade etmeye çalışmış ve cemiyet tam bir çöküntüye girmiştir.) Atatürk 16. asırda başlayan ve 20. asrın başlarında başımıza gelen felaketleri dikkate alarak "bölünmez bir vatan, bölünmez bir millet" armağan etmiştir. O halde devlet laik ve toplumcudur. Tarih bir tarafa itilerek, Türk milletini tekrar kaosa sürükleyecek, her önüne gelenin devlet kuracağı, muhtar olacağı. gibi sapık davranışların Balkan harbiyle başladığı gibi yeniden başlamasına imkan verecek her türlü hareketin ihanetten başka bir deyimle ifade edilmesi mümkün değildir. Bu hıyanet, Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasına, topraklarının çok büyük bir kısmının kaybedilmesine sebep olmuştur.

Bugün artık kaybedecek bir karış toprağımız yoktur.

Ne Mutlu Türküm Diyene.
Tanrı Türkü Korusun.

Prof. Dr. Turan Yazgan
Turan Vakfı Gn. Bşk.
 



Çevrimdışı Böri

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1084
Alıntı
Üçüncü olarak; yerleştirilmek istenen Türk milleti yerine "Türkiye Milleti" kavramı, dam üstünde saksağan mahiyeti taşıyan bir kavram değil midir?

____________________________________

Bu sadece Kürtçülerin istedikleri birşey değildir... Türkiye'deki Yahudiler, Anayasa'daki bu değişiklik ile ülkenin "asıl unsuru" haline gelecektir! Türkiye "Türk Devleti" olmaktan çıkacaktır!

PKK-BDP sorunu değildir bu; Yahudi Sorunudur!
Türkiye'ye ihanet edenler cezalandırılmalıdır!

Çevrimdışı Kurtkaya

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 412
Atatürk 16. asırda başlayan ve 20. asrın başlarında başımıza gelen felaketleri dikkate alarak "bölünmez bir vatan, bölünmez bir millet" armağan etmiştir.
Saygıdeğer büyüğümüz Turan Yazgan hocamız bu kısacık ifade ve tespitiyle Türklüğün başında döndürülen felaketlerin özetini vermiştir.
Hep söylüyoruz, bir kez daha söyleyelim:
Sorun ne etnik hak, ne şu, ne de budur.
İleri sürülen bahanelerin hepsi ambalaj, kılıf ve eften püften şeyler..
Sorun: Başbuğumuz Atatürk'ün 20. yüzyılın başında Türklük için sona yaklaşmış olan felaketi, hemen uçurumun başında, engelleyerek bütün hain ve alçak planları tersine çevirip kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletini kan ve soy olarak Türklüğün üstünlüğü esası üzerine oturtturmuş olmasıdır.
İşte; yok insan hakları, yok vicdan hürriyeti, yok düşünce özgürlüğü yok ot, yok çöp vs. adlarla yapılagelen bütün ciyaklama ve hariçten gazel okumların altındaki yegane neden budur.
 
Alıntı
Bugün artık kaybedecek bir karış toprağımız yoktur.

Almaya güç yetirebilecek babayiğit varsa buyursun alsın, alabiliyorsa?!
 
Tanrı Yüce Türk'ünü Korusun.