Cengiz Han’ın Türklüğü ve İmparatorluğu
Amerika’nın ünlü National Geografic dergisinin Ağustos 2001 sayısının kapak yazısı Cengiz Han hakkındaydı. Kapak resmi de onun yüz heykeliyle süslenmiş. 33 sahife tutan makalede fevkalâde fotoğraflara ilâveten, derginin eklerinde de poster boyu tablolar, haritalar ve bilgiler var.
Yazıyı Mike Edwards yazmış. Sahifeleri karıştırdım, onun kimiği ve sıfatları hakkında bir bilgi bulamadım. Tek “Kredansiyeli”, gençilği dahil, Moğolistan’a defalarca gitmiş olması.
Cengiz Han yazısı çok ilginç ayrıntılarla dolu, fakat birkaç yanlış ve bir hayli de eksikle “mâlûl”.Eksik Bilgili Yazılar Yazar, Timuçin’in doğduğu ve öldüğü (ama meçhul mezarı) hakkında iyi bilgi vermekle beraber, kurduğu imparatorluğun sadece “Moğol” değil, “Türk-Moğol” olarak anılması gerektiğini yazmıyor. Dünyanın ve tarihin bu en büyük imparatorluğunda Moğol ve Türk boylarının ve nüfus oranlarının ne olduğuna dair bir işaret yok. Sadece Uygur Türklerinin (onların da Türk olduklarını belirtmeden) devletin bürokrasisini yönettiklerini belirtmekle yetiniyor. Hele Cengiz Hanı’ın kökeni, tipi, annesinin ve eşinin soyu hakkında hiç bilgi yok.
Mike Edwards, tarih konularında hep Amerikalılara danışmış. Zaten Amerikalıların âdetidir: araştırmalarında gösterdikleri kaynakların hemen hemen hepsi İngilizce olanlardır. Bırakın Türkçe yazılanları, Almanca veya Fransızca kaynaklara bile hemen hemen hiç atıf yapmazlar!
Oysa Prof. René Grousset’nin, Prof. J.P. Roux’un bu konuyu içeren güçlü Fransızca eserleri gibi nice kaynaklar vardır. Bence en esaslısı, rahmetli Prof. Zeki Velidî Togan’ın araştırmalarıdır. Başkurt kökenli ve hem Almanya, hem Türkiye üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmış olan Togan, pek çok yabancı diller arasında, Moğolcayı ve Çinceyi de bilirdi. 1947′de yayınlanan “Türk Tarihine Methal” (Giriş) adlı temel kitabında Cengiz Han hakkında sağlam bilgiler vardır. Ama ondan da önce 1940 yılında ben onun Cengiz Han’ın soykütüğü hakkında yazdığı araştırmayı “Çingiz, Moğollar ve Türklük” adıyla yayınlamıştım. (Bozkurt Yayınları olarak). Haziran 1987′de, üç ayda bir yayınlanan “Türk Dünyası Araştırmaları Tarih” dergisinde Cengiz Han’ın Türklükle ilgisi hakkında uzunca bir makalem çıkmıştı.
Bugünkü yazımda konum sırf Moğol-Türk ilişkileri, Cengiz Han’ın soykütüğü, eşi ve ilk çocukları hakkında olacak. Moğollarla Türklerin Farkları Türkler, ilk M.Ö. 7000′lerde Aral Denizi civarında, 5000 yıl sonra da Altay Dağları bölgesinde doğdular. Ural dağlarından göçen “Alpin” ırkıyla, Amerika’ya giden Kızılderili (“Amerindian”)’lerin Asya’da bıraktıkları boylarıyla “evlenmeler” sonucu ortaya çıkmış, iç evlenmelerle de genetik “sabitlik” kazanmış yeni bir ırktır: Turanid’ler.
Moğollar ise, Kadırgan Kingan dağları bölgesinde, Asya’da kalmış Kızılderililerle, Çinlilerin ve sarı ırkın ataları olan kısa boylu, sarı tenli halkların karışmasından doğmuşlardır. Buzullar çözülünce Doğu Sibirya’nın ormanlarına göç etmişler, Türk boylarıyla (özellikle Kun-Hun’larla) sık sık karşılaşmış, çatışmış ve Türklerin bozkır kültürü etkisinde kalmışlardır: atçılık ve savaş yöntemlerinden giyinişlerine varıncaya kadar! Çin arşivlerine göre, Çin Seddi’nin ötesindeki bozkır kavimleri şu farklılıklarıyla tanınıyordu: Moğollar domuz yiyor ve köpeği totem yapıyorlardı; Türkler domuz yemiyordu ve totemleri bozkurttu. Türkler, Çin için en tehlikeli düşmandı ve sık sık Çin Seddi’ni aşıp Çin’e giriyorlardı (birçok Çin sülâlesi bu Türklerden kurulmuştu: Topa’lar, Siyenpi’ler… vb. Çu/Şu’lar da Türk kökenliydi ama onlar çok eskiden, Çin devleti kurulmamışken, daha güneyden-Tanrı Dağları yönünden gelmiş, Şang’larla birleyip ilk Çin devletinin kurulmasında rol oynamışlardı).
Ergenekon
Tarihi kesin bilinmeyen bir devirde Çinliler Moğolları da kullanarak Türklere müthiş bir baskın yapmış ve soykırıma girişmişlerdi. Bu Türklerden sadece bir kızla bir erkek kurtulup Ergenekon dedikleri girilmez-çıkılmaz dağlar arasına sığınmayı başarmış, çocuk sahibi olmuş, asırlarca orada çoğalmış ve bir gün gök-yeleli bir bozkurtun yol göstermesi sonucu dağları eritip dışarı çıkmışlardı.(*) Orta Asya’da egemen olan Moğol soylu (veya Moğol kökenli yöneticili) Apar devletini yenmiş, Gök Türk olarak tarih sahnesine damgalarını basmışlardı.
Gök-Türklerin vârisleri Uygur Türkleri Turfan cıvarına göçtüklerinde, Ötüken’in kuzeyine Moğollar (asıl adlarıyla, “Şevey”ler) dolmuşlar. Uygurların deve sürülerine çobanlık eder, aynı görevi almak isteyen Mançularla ve Tunguzlarla savaşıp dururlarmış. Buna kızan Uygur hanı, sarayındaki prenslerinden Börütegin’i (Kurt prensi) ailesiyle birlikte Moğol-Şevey’lerin ve diğer sarı ırklı boyların başına başbuğ olarak yollamış. Bu Börütegin ailesi nizamı sağlamış, deve sürülerini çoğaltmış, Moğol-Şeveylere bir sürü Türk efsanelerini de kabul ettirmiş. Öyle ki sonunda, Türkleri soykırımına uğratanlar arasında oldukları hâlde kendilerini kurban gibi saymış ve Ergenekon’u Moğol versiyonuyla aynen kabul etmişler!
Türklerin eski kutsal yurdu Ötüken’i dolduran Şeveyler’in başındaki Börütegin ailesinden, 1160 yıllarında Onon ırmağı yakınında (bugün artık “Moğolistan” olan ülkenin kuzeydoğusunda) bir erkek çocuk doğmuş ve adı Temuçin konmuştu. Saçları kızıla çalar kahverengi, gözleri de elâ-yeşildi (oysa Moğollar hep kapkara saçlı ve koyu renk gözlüdür).(2)
Sıfırdan Cihangirliğe Bu çocuğun “prens” ailesi çoktan eski gücünü kaybetmiş, çekirdek boy da bölüne bölüne bir avuç insan kalmıştı.
Sıfırdan başlayan ve sonradan adını “Çingiz” (Deniz) olarak değiştiren Timuçin mucizeler yaratacaktı: Önce Moğol boylarını birleştirecek, sonra Türk boylarını ve devletlerini (Toğrul Han’ın Kereyit’lerini, Merkitleri, Naymanları, Uygurları, Kırgızları… vb.) tek bir devlet hâlinde toplayacak, adına “Moğol” diyecek, sonra da fütuhatlara girişecekti. 40 yaşında başlayıp ölümüyle 60 yaşında noktaladığı bu cihangirlik hamlesi tarihin en geniş coğrafyalı Türk-Moğol İmparatorluğunu yaratacaktı. Asya’nın bir ucundan öbür ucuna kadar ve daha da fazlasıyla Çin’in içlerinden Rusya’ya ve Avrupa’da Polonya’ya kadar.(3) Üstelik bu, birkaç asır ve birkaç saltanat boyunca değil, bir ömür içinde başarılmıştı! Ve gene bir fark: vahşi, ilkel, zayıf “yerliler” üzerine değil, en ileri ve güçlü devletler yenilerek kazanılmıştı (Türklerin öteki cihangirliklerinde de yaptıkları gibi).
Bu “Türk-Moğol” ulusu içinde (Oğuzlar direnmiş ve karşı çıkmışlarsa da)(4), Türk nüfus Moğollardan kat kat fazlaydı. Uygurlar ileri bir bürokrasi idilerse de, diğer Türkler “Moğol” adı altında savaşan ordulardı.
Büyük Hakan 1227 yılında Yinçuan’ın güneyinde öldü.
Şahsiyeti
Cengiz Han bir dâhiydi. Savaş taktikleri ve kullandığı teknoloji çağının çok ötesindeydi. Savaş stratejisi ünlü harp sanatı uzmanı Clausewitz’in örneği olmuş, modern iş yöneticileri de onun siyaset ve yönetim yöntemlerini kitap konusu yapmışlardır. Gerçi aşırı kan dökmüştür ama, Mike Edwards’ın danıştığı profesörler bunu sırf “terör taktiği” olarak kullandığını, bu sayede kan dökülmeden şehirleri fethettiğini ve katliâm iddialarının İranlı tarihçilerce çok abartıldığını belirtmişlerdir. Buna rağmen bir İranlı tarihçi Cengiz Han’ı şöyle tarif etmiştir:
“Cengiz, kuvvetli bir sezgiye, büyük bir enerjiye, dehâya ve kavrama yeteneğine sahipti. Hayranlık ve saygı uyandırırdı. Âdildi. Azimliydi. Düşmanlarını ezip geçerdi. Cesaret sembolüydü ve acımasızdı (National Geog., a.g.e., sah. 101).
Acımasızdı, doğru, ama o “insaf ve merhamet dini Hristiyanlığın” Haçlı Seferleri’nin korkunç katliâmları pek mi masumdu ki suçlamaya kalksınlar?
Tarih bilgisi kuvvetli bir tanıdığım farklı bir yorum yapmıştı bana: “Genlerden mi, geleneklerden mi bilmem ama, Türkler hep ‘tolerans/hoşgörü sahibi olmuş, Moğollar ise biraz fazla kan dökücü. Cengiz Han’ın Türk kökenine rağmen, 8 nesil boyunca ailesine karışmış olan Şevey kanının etkisiyle acımasız bir yanı olmuştur belki” demişti. Bir varsayım tabiî dedim. Ona şunu da hatırlatmıştım: Cengiz’in anası da Türktü.
Cengiz’in Çocukları ve Torunları
Cengiz Han ölürken imparatorluğunun mirasını 4 oğluna ve torunlarına bırakmıştı. Şu da ilginçtir, birçok eşi ve onlardan çocukları olduğu hâlde, mirasını sade Merkit Türkü kökenli olan ilk eşi Börte’den doğanlara bırakmıştı. Büyük rütbeyi de, gene Börte’den olma 3. oğlu Oktay Han’a vermişti.
Kabilây döneminde o muazzam imparatorluk Cengiz Han’ın torunları tarafından (birbirinden az çok bağımsız olarak) yönetiliyordu: Çağatay Hanlığı, Hülâgu’nun İlhanlı’sı, Batu’nun Altın Orda’sı ve Kubilay’ın Çin’de kurduğu Yuan hanedanı (1368 yılına kadar sürdü).
Bu Türk-Moğollar süratle tam Türkleştiler, saf Moğollar Moğolistan’a yerleştiler. Geride, Türkler arasında Kalmuk ve Buryatlar kaldı. Ama Cengiz Han’ın genleri, Timur’da ve Babür’de tekrar tarihe mühür bastı.
Prof.Dr. Reha Oğuz Türkkan
DİPNOTLAR
(1) Bu efsanenin hemen hemen aynısı, Peru’daki İnka devletinin temelini atan Aymara Kızılderililerinde de vardır. Adı da “Kapaktokon”dur. (Kızılderililer ve Türkler, R.O. Türkkan, E yayınları, sah 63.)
(2) Cengiz Han’ın kendi yazdırdığı “Gizli Tarih”de, Temuçin’in dünyaya gelişi bölümü şöyle: “Çingiz Han’ın ceddi, yüce Tanrının takdiriyle yaratılmış bir bozkurt idi, eşi beyaz bir dişi geyik idi”. Bu son cümle ilginçtir, çünkü, binlerce yıl önce Türk’ü doğuran iki ırktan biri olan Alpin’lerin totemi Beyaz Dişi Geyik’ti. Oğuzların “Ala Geyik” masalı da bunun bir hatırasıdır. (Oğuzlarda Alpin genleri biraz daha fazladır).
(3) İngiliz İmparatorluğu, deniz aşırı durumuyla mesaha olarak daha geniş sayılabilir.
(4) Türk hükümdarı Celâlettin Harzemşah, Cengiz’e karşı o kadar yiğitçe savaşmıştı ki, en son yenilip de atıyla nehire atladığında, peşine düşmek isteyen askerlerini Cengiz Han durdurmuş, “böyle bir kahramana dokunulmaz” demişti. Mısır’da Kölemen Devletinin başındaki Kıpçak Türkü Baybars ise Cengiz Han’ın torunlarının muzaffer ordularını yenen tek kişiydi.