Gönderen Konu: Devşirme Çabalarına Karşı Türk Milletinin 1000 Yıllık Direnişi  (Okunma sayısı 13364 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Adil ÖZTÜRK

  • Türkçü-Turancı
  • ***
  • İleti: 83
DEVŞİRME ÇABALARINA KARŞI TÜRK MİLLETİNİN 1000 YILLIK DİRENİŞİ

Büyük bir Teşkilatçılık, Devlet kuruculuğu ve Önderlik vasıflarına sahip olan Türk’ler, tarih çağlarından sonra birçok imparatorluk ve devlet kurmuşlardır. Orta Asya’dan sonra 3 kıtaya yayılarak birikim ve kültürlerini gittikleri ülkelere taşımışlardır.  Yazılı Kültürlerinde Türkler Göktürk Alfabesini kullanıyorlardı. Daha sonra 24 harfli Uygur Türk alfabesini kullanmaya başladılar. Göktürk alfabesi ile Orhun kitabesini anıtlaştırdılar. Kendi yazıları ile destanlar yazdılar.
Asya içlerinden çıkarak dünyaya açılan Türklerin İslamiyet öncesi Türk-Arap ilişkisinin varlığını, Cahiliye Devri Arap şiirlerinde de görmek mümkündür. Bu şiirlerde Türklerin daha çok askerî yönleri ve kahramanlıkları anlatılmaktadır.  Arap Edebiyatı, Türk Mitolojisinden ve Türk Tarihinden önemli etkilenmeler yaşamıştır. Arap’ların Türklere ilk ihaneti; ticari ortak oldukları Göktürk’lere ait bilgileri Türklerin doğal düşmanları olan Çinlilerle paylaşmalarıdır. İpek Yolu Ticaretinde imtiyazlı bir konuma sahip olan Araplar, yine Göktürk’lere ikinci ihanetlerini  Göktürk-Sasani Savaşı‘nda Sasani ordusunda yer almaları ile pekiştirmişlerdir. Arapların Türklere İlk Saldırıları Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi İpek Yolu üzerindedir. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı. Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı. Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir. Bu zenginlik öteden beri Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı. Daha önce Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi. Ancak daha sonraları 751 de Talas Muharebesinde Çinlilere karşı Türklerin safında yer alan Araplar tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk ‘’Araplaştırma girişimleri’’ başlamış oldu.

‘’BİZ ADAM OLMAYIZ’’ DEYİMİ NE DEMEKTİR.
Kuteybe komutasındaki Müslüman Arap Orduları ilk olarak Talkan’ı istila ederler. Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır. Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar. Erkekleri dövüşerek ölürler. Bütün şehir yakılır. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.
Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)
Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.
Kuteybe’nin yerine Yezit İbni Muhellep’i sefere gönderir. Yezit’in ilk işi Hazar denizinin batısına, Dağıstan bölgesine saldırmak olur (716). Dağıstan Meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır. Sonunda Dağıstan düşer. Kent yağmalanır ve 14.000 kişi öldürülür. Yezit’in ordusu Hazar denizinin güney doğusunda bulunan Culcan kentine yönelir. Culcan’iı Türkler savaşmadan teslim olsa da 50.000 Türk acımasızca öldürülür.
Bu 70 yıl süren Türk-Arap savaşlarının sonunda;
1-   100.000'in üstünde Türk katledilmiştir. 2- 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır. 3- Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir. 4- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır. 5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan "Talkan Katliamında" 40.000 Türkün kesilerek 24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır. 6- "Curcan Katliamında’’ da esir alınan 50.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır. 7- "Teslim olursanız canınız bağışlanacak" sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş, kadın-erkek bütün Türkler kılıçtan geçirilmiştir. 8- Araplar Türkleri katlederek, mallarına mülklerine el koyup, kadınları ve kızlarını köle ve cariye yapmışlardır, 9- Türk kentlerine Arap aileler yerleştirerek,  Her Türk evine bir Arap aile yerleşip, Arapça öğrenmeleri ve Müslüman olmaları için zorlanmışlardır. Müslüman olmayanlara ‘’Cizye vergisi’’ ve çeşitli yaptırımlar uygulayarak Türkleri Müslüman olmaya zorlamışlardır. 10- Araplar Türk Yurduna yaptıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir. 11- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi yüzlerce yıldır savaştıkları Çinlilerden dahi görmemişlerdir.

(Talas Muharebesi sonunda başlayıp, yaklaşık ‘’70 yıl süren’’ Türk-Arap Savaşı hiçbir tarihçi tarafından bahsedilmemektedir. Bu da Arapların işine yaramaktadır. Sadece; Arap İstilasını bizzat Arap Orduları ile gidip yerinde görerek yazan Arap Tarihçi Taberi’nin 4 ciltlik ‘’Taberi Tarihi’’nde görmekteyiz. Birde, Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın ‘’Türkler Nasıl Müslüman Oldu’’ isimli eserinde kısmet anlatılır. Türkçü siyasetçiler ve ne hikmetse Türkçü Tarihçiler konuyu geçiştirmektedir.)

Artık Türkler Müslüman olmaya başlamışlar ve İslam Dinini Kur’an’a uygun şekilde Türk Kültürüne göre yorumlayarak yaşamlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. İmam  Matürdi, İmam-ı Azam gibi Alimleri yetiştirerek Müslüman Türk Devletleri kursalar da bu devletlerin başındaki Türk Hakanlara rağmen Vezir denilen şimdiki Bakan düzeyindeki etkili şahsiyetler gayritürk unsurlardan oluşmakta ve Türkleri asimile edebilmek için din silahını olabildiğince etkili kullanmaktaydılar.
Müslüman olan Türklerin kurdukları en etkili devletlerden olan Büyük Selçuklu Devletinin başında Türk Hakanları olmasına rağmen en etkili veziri Nizamülmülk adı ile bilinen asıl adı Ebu Ali Kıvâmüddin Gıyâsüddevle Şemsülmille Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî olan Fars asıllı vezir bulunmaktaydı.
Nizamülmülk'ün adıyla anılan medreseler ki; En büyüğü, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi olup, İsfahan, Nişapur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul'da benzerleri vardı. Bu Medreselerde Egitim ve Öğretim dili Arapça ve Farsça idi.  Arapça'nın İslam dünyasının ortak öğretim dili olarak yaygınlaşması Nizamiye medreseleriyle gerçekleşmiştir. Dört yıllık eğitim süresi olan Medresede, Şafii mezhebi fıkhı, tefsir, hadis, feraiz ve kelam dersleri okutulmuştur. Talebelerin kalma yerleri, kütüphane, hamam, imaret ve hastane ek binalarıyla donatılarak ilgi odağı haline getirilmeye çalışılmıştır.
Büyük Selçuklu Devletinin yıkılması ile bu Medreselerde işlevini yitirmiştir.
Arapça ve Farsça baskısından kurtulan Türkler rahat bir nefes alarak bir müddet kendi öz kültürlerini yaşamışlar, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre. Hace Bektaş-ı Veli gibi değerlerle canlı tutmaya çalışsalar da Selçuklu Devletinin yerine kurulan Osmanlı Devletinde Saray içerisinde faaliyete başlayan Enderun Okulu ile Türk Kültürü üzerindeki kabus dolu baskılar tekrar başlamıştır.
Görünüşte Enderun Okulunun gayesi 9-14 yaşlarındaki Hrıstiyan çocuklarından en zeki ve yeteneklilerinin seçilerek Türk ve İslam geleneklerini öğrenerek Müslüman olmaları olsalar da bu Enderun Okullarına ‘’Yörük ve Türkmen Taifesi’’ alınmadığından Enderun Okulu tamamen gayritürk çocukları yetiştirerek Devlet Adamlığı ve Askerlik gibi kurumlara yerleştirilmekteydiler. Hemen hemen bütün Büyük Devlet Makamları ile Kapıkulu Ocaklarının çoğu Enderûn Okulundan yetişmiştir. (Şeyhu’l-İslâmlar, Sadrazamlar, Kaptan Paşalar, Beylerbeyiler, Sancak Beyleri, Kemankeş (Okçu), hattat, Nakkaş, Musıkîşinas, Besteci vb. Sanatçılar) Osmanlı toplumunda görülen Aydın (Enderun) ve Halk (reaya) ikiliği bundan kaynaklanmaktadır. Osmanlı Devletinde Halkın büyük kısmı devletin kurucu unsuru olan Türklerden meydana gelmekte olmasına rağmen ‘’Etrak-ı Türk’’ yani (Pis, Kötü Türk) olarak görülmekteydi. Halk yani Türkler savaş zamanı asker olarak hatırlanmakta, vergi ödemekle yükümlü, toprağı ekip-biçen köylü-çiftçi olarak görülmekte idi. İlim Öğrenmek, Devlet idaresi, Sanatkarlık Türk Milletine adeta yasak edilmişti. Devşirmelerden oluşan ve Türk toplumu içerisine sızarak psikolojik baskı politikası uygulayan Türkümsüler her fırsatta ‘’Biz Türkler adam olmayız’’ diyerek Türklerin bilinç altına aşağılık psikolojisini sinsice aşılamaya çalışmaktaydılar.
Osmanlı Devletinin büyük kesimini oluşturan Türk Milletinin başında Enderun Okulundan yetişerek hüküm süren gayritürk azınlık Osmanlı Devletinin yazı dilini Arap Alfabesi olarak benimsemiş, Konuşma ve Yazışma da ise Arapça ağırlıklı olmak üzere Farsçayı da etkin kullanıp Türkçeyi zaman içerisinde eritme yoluna gitmiştir.
Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki bu kültürel zulmü yetmezmiş gibi Osmanlı Devletinin son yıllarında birde ‘’Masonluk’ belası kendini göstermiştir.
Birinci Dünya savaşı sonunda yıkılan Osmanlı Devletinin yerine Türk Milletinin kanını dökerek, canını vererek son Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde kurduğu ‘’Türkiye Cumhuriyeti’’ bin yıllık Arapça, Farsça Kültür baskısına son vererek 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıp, Eğitim ve Öğretim Birliğini sağlayarak ‘’Türk Milli Eğitimi’ni oluşturmuştur. Artık Türk Milleti Muhasır medeniyetler seviyesine çıkarak Hukukçu, Felsefeci, Fizikçi, Kimyacı, Doktor, Astronom, Botanikçi, Veteriner, Mimar, Mühendis, Siyasetçi, Öğretmen, Din Adamı vs. medeni ve ileri bir toplum için gerekli bütün değerleri kendi Kültüründe ve kendi insanları ile yetiştirecek hem Türk Milletine hem dünya insanlığına hizmet verecekti.
Elbette ki 1000 yıllık tahrifatı gidermek kolay olmayacaktı, elbette ki Enderun Okulundan yetişerek en üst makamları işgal eden gayritürk unsurlardan kurtulmak kolay olmayacaktı ve elbette ki savaşta her ne kadar zafer kazansa da bitkin düşen Türk insanına sinsice yaklaşmak isteyen Mason tehlikesini bertaraf etmek kolay olmayacaktı. Bütün bunlara rağmen ‘’Damarlarındaki asil kanın gücüne inanan’’ Türk insanı silahlı savaştan tüm olumsuzluklara rağmen galip çıkmayı başardığı gibi 1000 yıllık Kültür savaşından da galip çıkmayı başarmıştır.
‘’NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!...’’
Adil ÖZTÜRK
Adil ÖZTÜRK