Bizim Nasrettin Hoca, çok matah ve de meraklı adammış, hepimizin malumu.
Nereden aklına düştüyse, ölünce kabir halleri nasıl, diye bir merak salmış.
Merakını gidermek için de köyün dışında bir yol kenarına mezar şeklinde bir çukur kazıp içine yatmış ve başlamış sorgu-sual meleklerini beklemeye...
Saatler geçmiş gelen-giden yok!
Derken, içi geçmiş ve tatlı bir uykuya dalmış.
Tam bu sırada şangur-şungur sesler duyulmaya ve sesler gitgide kendisine doğru yaklaşmaya başlamış. Sesler çoğalıp tam yanıbaşında yoğunlaşınca aha sorgu-sual melekleri geldi diye, heyecanla, çukurdan sıçramış!
Hocanın birden bire sıçramasıyla birlikte, zifiri karanlık içinde kıyameti andıran başka gürültüler daha oluşup ortalık karma karışık olmuş.
Gözleri karanlığa alışıp ortalığı azbuçuk gören Nasrettin Hoca sebep olduğu fecaati anlamış anlamasına ama ürküttüğü katırların yüklerini atarak onca fincanın kırılmasına sebebiyet vermenin ceremesini, kervancılardan bir ton sopa yiyerek, komalık olmakla, çekmiş.
Sürüne sürüne, güç belâ, evine gelen Hocanın komşuları toplaşıp Hoca'ya bu halinin ne olduğunu, mezarda başına neler geldiğini sormuşlar.
Hoca komşulara;
-Durum sandığınız gibi değil. Kabir hayatında kimsenin kimseye bir şey söylediği, öte git, beri gel dediği filan yok!
Orada dikkat edilecek tek şey fincancı katırlarını ürkütmemektir.
Ben bu hatayı yaptım ve halim ortada, sakın olaki siz siz olun fincancı katırlarını ürkütmeyin!
Evet, fincancı katırlarını ürkütmemek lazım!
Kök Teñğri Türk'e Kut ve Utku Versin!