Gönderen Konu: Geçmişten Bugüne Doğrular ve Yanlışlar.  (Okunma sayısı 3540 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Çağrı Bey

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 690
Kaynak : http://www.turania.net/genel-turk-tarihi/2723-gecmisten-bugune-dogrular-ve-yanlislar.html

Değerli arkadaşlar, Bir internet sitesi etrafında toplanmayı, insanları yalnızca sanala mahkum etmeyi her zaman eleştirmiş, bu görüşümü de, bu yer aracılığı ile tanıdığım ya da tanıyıp da buraya davet ettiğimiz bazı arkadaşlarımıza özel konuşmalarımızda belirtmişimdir. Bu yüzden Türkçülük ile ilginizi bu yerler ile sınırlı bırakmayıp, toplum içine karışarak düşüncelerinizi her ortamda dile getirin. İşlerinizde yükselmeyi, okullarınızda başarılı olmayı kendinize amaç edinin. Türkçü fikriyatınızı güzel ahlâkınızla pekiştirin. Öyle ki, size bakan daha siz konuşmadan bile sizin düşüncelerinize saygı duysun.

Sanalağ, kavram kargaşalarının, akıl karışıklıklarının iç içe geçtiği, bazen kaş yapayım derken gözün çıkarıldığı bir ortam haline geldi. Tarih bir gerçektir ama kimse o gerçekleri kendi meşrebini destekler biçimde çarpıtmamalıdır. Bir kaç örnek vermek gerekirse, günümüzde neo-liberal, dönek marksist, dinci yobaz ve tarikat ehlinin el ele vererek Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak için kullandıkları manivelâlardan birisi de yeni Osmanlıcılık akımıdır. Bunların özledikleri Osmanlı, cihan şümul özellikleri ile dünyaya mührünü vuran devlet değil, meclisleri ve icra mevkileri gayri Türkler ile dolu, hazinesi Batılılara ipotekli, asıl dayanağı olan Türk uruğunun yoksulluk ve salgın hastalıklarla boğuştuğu köhnemiş yapıdır.

Yazılmayan ve okunmayan tarihte ise asıl Osmanlı'nın bu bölücü hainlere ve açılım mimarlarına verdiği ceza cesetlerinin parçalanarak her bir parçasının ayrı bir köşeye atılmasıdır. Yobazların kendilerine özgü nedenlerle çarpıtarak sahiplendikleri Fatih Sultan Mehmet, yayınladığı bir kanunnamede fen bilimleri ile uğraşan talebeye din ulemasının ders vermesini kesin bir dille yasaklamıştır. Pozitif bilimleri koruması altına almıştır. İslâm ve Yunan felsefecilere ait görüşlerin münakaşasını teşvik ederek gelenekler çerçevesinde yeni eserlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Rönesans devri İtalyan sanatına ilgi göstermiş o zamanki geleneklerin aksine bazı İtalyan ressamları getirterek resim ve madalyonlarını yaptırmış, Alman, Macar ustaları getirterek o zaman bilinen en gelişmiş topların yapılmasını sağlamış, gemi yapım sanayisini ileri bir duruma taşımıştır. Uluğ Beğ çizgisinden gelen Ali Kuşçu ve maiyeti, Abdüllatif Mirza’dan kaçtığında Fatih’e sığınmış, Ayasofya’ya müderris olarak atanmıştır. Osmanlı’da dini taassubun ve bu taassubu kullanan devşirmeler elinde, bilimin ve Türklüğün son nefesini verdiği 16. Asır başlarına kadar bu çizgi aşağı yukarı korunmuştur.

Günümüzde gelişen ‘’asker-yargı-Türk kimliği’’ düşmanlığının köklerini geçmişte de araştırdım. Gördüm ki, Türk İslâmı diye tanımlayabileceğimiz, milli kimliğimize saygılı, Orta Asya’dan izler barındıran İmam Matüridi çizgisi ile Arap Eşari görüşü arasında amansız bir savaş cereyan etmiş. Gazali ve ona yol veren bağnazlar yüzünden kültürümüze sızan din görünümlü Arap mitolojisi 16. Yüzyıldan itibaren etkisini tam anlamıyla göstermeye başlamış. Çok ilginçtir günümüzde ‘’asker-yargı-Türk kimliği’’ düşmanlığı olarak ortaya çıkan dinci hareketler, Cengiz evlâdının egemenlik sahalarında yüzyıllar önce ‘’yasa, yargı, tamga’’ düşmanlığı olarak vücut bulmuştu. Bir yobaz kanalında gösterilen çizgi filmde büyük gökbilimci ve devlet adamı olan Uluğ Beğ’i Cengiz evlâdı tarafından yersiz yere katledilmiş gibi gösterme hayasızlığında bulunuldu. Aslı şudur; Uluğ Beğ, yasa vergileri ve faizli kredi uygulamaları gibi konulardaki ısrarından dolayı zamanın yobazlarının hedefindeydi. Bahaaddin Ömer adlı çok etkin ve tanınmış bir şeyhe atından inerek saygı göstermemiş ve bu şeyhin kaçakçılıkla uğraşan müridlerinin bütün mallarını yine bu şeyhin gözü önünde halka yağmalatması sonucunda şahsına karşı nefret besleyen şeriatçılar, Uluğ Beğ’in öz oğlu Abdüllâtif Mirza’yı elde edip, babasını bizzat buna katlettirmiş ve bilim yuvası gözlemevinin ışığını söndürmüş, Semerkand’daki büyük medresesinden sayısal ve felsefi ilimleri kovmayı başarmışlardır. Mütedeyyin, ancak tarafsız bakış açısına sahip bir Müslüman olan Ord. Prof. Dr. Zeli Velidi Togan bu safhayı şöyle anlatır; ‘’Şeriatçılar her yerde mutlak iktidar istemiş, sonunda bu yüzden devletin iflâs edeceğini bilseler dahi, bunda ısrar etmişlerdir. Türe ve yasanın tesirini azalttıktan sonra onun hamileri olan Türklerin yerine ulemayı, İranlıları getirmiş, kendileri türe’ye uymuş görünerek, İranlıları divanbeği, içki(padişahın mahrem müşaviri) ve yargu emiri olarak nasbettirebilmişlerdir.(nasbettirmek=hukuki anlamda tayin etmek) Bunları hükümdarın ihtiyarlığından yahut diğer fırsatlardan istifade ederek yaptırdıktan sonra, padişahın ordu kumandanını da ele almış, onu ordu teçhizatı yerine şeyhlerin dualarını elde etmenin kâfi olduğuna ikna etmiş ve böylece Temürlüler memleketini, medeniyet ve servet itibariyle kemaline erdiği bir devirde türecilerle birlikte batırmışlardır.’’ İşte Ulu Türkçü Atsız, ‘’ tarih önce bir gerçek sonra da bir terbiye vasıtasıdır.’’ Derken kastettiği budur. Yüzyıllar öncesinden sahnelenmeye başlayan bu oyun günümüz Türkiye’sinde aynı ile vaki değil mi? Bu konu sizlerinde katkısıyla uzun soluklu bir yazı dizisi olur ve tarihimizde çarpıtılan gerçekleri birer birer ortaya koyarız umudundayım. Şimdilik esen kalınız. TTK.

Tonyukuk