Atalarımızın inancı, Gök Tanrı = Kök Tengri inancıdır. Eski Türkçe'de Tanrı sözcüğü Tengri biçiminde söylenirdi. Eskiden Kök olarak söylenen gök sözcüğü ise Eski Türkçe'de ulu, yüce, kutsal demekti. İşte Kök Tengri/Gök Tanrı deyiminde geçen kök/gök sözünün taşıdığı anlam ulu, yüce, kutsal'dır. Buna bağlı olarak da, Kök Tengri/Gök Tanrı deyimi Ulu Tanrı, Yüce Tanrı anlamlarına gelir. Tanrı sözcüğü, bütün Türk şive ve lehçelerinde ortak olarak vardır. Türkçe'nin temel sözcüklerindendir. En aşağı 2500 yıllık bir geçmişi olan öz Türkçe Tanrı kelimesi, Moğolca ile birlikte kimi Asya dillerine de yerleşmiştir.Söz konusu olan tek bir yaratıcı Tanrı ve bu tek Tanrı'ya yapılan saygı dolu bir sesleniştir.
Zaten Eski Türklerin kendi öz inançları, tek tanrıcılığa dayanır. Tarihin hiçbir döneminde Türklerin öz dininde birden çok Tanrı olmamıştır. Bugüne değin yapılan arkeolojik araştırmalar da bunu desteklemektedir. Eski Türklerden kalan arkeolojik buluntularda Tanrı yontularına ve putlara rastlanmamıştır.
Gök Tanrı'nın özelliklerinden söz etmek gerekirse şunlar söylenebilir: Öncelikle tektir, eşi ve benzeri yoktur. Yaratıcıdır; bilinen ve bilinmeyen her şeyi O yaratmıştır.Canlılara yaşam verir. Ölüm onun iradesine bağlıdır. Varlıklara yaşam verdiği gibi, dilediğinde de onu geri alır.Göktürklerin savaştan önce zafer için Tanrı'ya dua ettiklerini belirten Çin kaynaklarına göre, Tardu Kağan 590 yılında bir savaştan önce atından inerek Tanrı'ya yakarmıştır.Göktürklerden kalan Orhun Anıtları'na göre Tanrı, evrenin ilk nedenidir, yani yaratıcısıdır.
İslâmiyet’te Esmâ-i hüsnâ denilen Allah’ın sıfatlarından bazıları,eski Türk inancında da mevcuttu.
Ahiret ve ruhun ölmezliği, her iki inançta da mevcuttu. Türkler cennet için uçmağ (uçmak), cehennem için tamu sözünü kullanmaktaydı. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna inanılırdı.
İslâmiyet’te olduğu gibi Gök Tanrı inanışında da Tanrıya kurban sunuluyordu. Kurban olarak koç ve aygır geçerliydi. Türklerde insan kurban etme gibi vahşi uygulamalar bulunmadığı gibi, egemen oldukları yerlerde de bu gelenekleri kaldırmağa çalışmışlardır.
Bu inancın kalıntılarını bugün birçok Türk Halkları'nda, örneğin Altay-Türkleri ve Yakutlarda bulmak olasıdır; ama, Tengriciliği çoktan bırakmış halklarda da bu inancın birçok parçası; İslam, Hıristiyanlık, Budizm, Musevilik ya da Taoizm ile birlikte, geleneksel kültür olarak hâlâ sürmektedir. Örnek olarak, ağaca çaput bağlama, su dökerek uğurlama, tahtaya vurmak, kurşun dökmek, kırmızı kurdela, rakı içmek gibi gelenekler ve Türkiye Türkçesindeki "Utançtan yedi kat yerin dibine girdim" deyimi gösterilebilir. Yine, ölen birisin ardından yapılan mevlid törenleri (haftası, kırkı, elli ikisi ve yılı diye de bilinir) ve ölünün ardından helva yemek ve yedirmek Şamanist dönemden Tengri dinine ondan da Türklere geçmiş bir gelenektir.Ayrıca insan şekilli mezar taşları da tengri dininden kalmadır.
Göktürk yazıtlarında bulunan diğer bir cümle, Tengricilikteki mahşer günü hakkında bir fikir verir:
Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun ilingin törüngün kim artatı udaçı erti?
(Üstte gök yıkılmazsa, altta yer delinmezse (çökmezse), Türk milleti, senin ilini, senin töreni kim bozabilir?)
Böylece Göktürklerde dünyanın sonunun 'gök'ün yıkılması ve yerin çökmesi ile gerçekleşeceğine inanıldığı söylenebilir
Tengriciler, doğaya çok önem verirler. Doğada bir dengenin olduğuna, bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanılır.
Tengriciler, kendi dinlerinin, kitaplı dinlerden önce var olduğuna inanırlar.
Tengricilik'de erkeğin toplumdaki statüsü kadınınkinden üstün değildi.Bir erkek sadece bir eşit kadınla evlenebilirdi. Evlilikte mülk erkek ile kadınındı. Kadın savaşta erkeğinin yanında, barışta karar meclislerinde yer alırdı.
Kadınlar devlet başkanı bile olabilirlerdi; Delhi Türklerinde Raziye Sultan, Kutluk Devleti’nde Türkan Hatun gibi. Aynı dönemlerde Araplar, “Cahiliye dönemini” yaşıyorlardı.
Bir erkek, istediği kadar kadın alabilirdi, istediği zaman da satabilirdi. Kadının deve kadar değeri yoktu. Erkekler, kız çocuklarını kuma gömerek öldürebilir, kız doğuran kadınları da cezalandırabilirlerdi.
GÜNÜMÜZDE TENGRİCİLİK
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, bu rejimden kurtulmuş olan Türk halkları tekrar kendi köklerini ve milli kişiliklerini aramaya başlamışlardır. Bu gelişme 1990'lı yıllarda ilk başta Tataristan'da, sonradan Rusya'da ve Kırgızistan'da belli olmuştur. Zamanla Tengricilik halkın arasında yaygın olan bir heves olmaktan çıkmış, devlet tarafından desteklenmeye ve enstitüleri kurulmaya başlanmıştır. Böylece 1997 yılında Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te Tengrici bir topluluk kurulmuştur ve en son verilere göre 500.000 resmî üyeye sahiptir.Tengriciliğin Kırgızistan'da bulunan başka önemli bir kuruluşu da "Tengir Ordo" (Tengri'nin Ordusu)'dur. Bu kuruluş Kırgızistan'ın parlamentosunda milletvekili olan Dastan Sarygulov tarafından kurulmuş ve yine kendisi tarafından yönetilmektedir.Ayrıca Tengricilik araştırma merkezidir. Bu kuruluş İstanbul Üniversitesi'nin Türk Dünyası Araştırma Merkezi ile bir işbirliği yapmaktadır. Tengir Ordo'nun çalışmalarına zamanla diğer Türk halklarının da ilgisi artmış ve Orta Asya'da çok kez basına yansımıştır.
Türkiye'de de bazı entelektüel ve milliyetçi çevreler arasında "Göktanrı dini" dedikleri Tengriciliğe karşı ilgi artmaktadır.
not: internetten alınarak düzenlenmiştir.