Gönderen Konu: HAKAS TÜRKLERİNDE KAMLIK İNANCI -II  (Okunma sayısı 4747 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
Kamlık inancının yeniden canlanışı Sovyetlerin son ve yeni Rusya’nın ilk yıllarında meydana gelmiştir. Bu zamandan başlayarak Hakas Kamlık inancının yeniden doğuşu bağlamında daha önceleri uygulanan baskılar sonucunda yok olan ya da edilen birçok ulusal gelenek, bayram ve ayinin mümkün olduğu düzeyde hızla ihya edilmesi için bu davaya gönlünü vermiş insanlar tarafından yoğun gayret ve emek sarf edilmiştir. Böylece seksen yıl boyunca sürmüş Sovyet rejiminin çökerek yok olmasının ardından Hakas Türklerinin ve Türk dünyasının ortak bayramı olan baharda 21 Martta kutlanan Yılbaşı (Çıl Pazı) bayramı Hakas aydınlarından ileri gelenleri tarafından halkın içerisinde, konuyla ilgili mevcut literatürde ve arşivlerde bir takım araştırmalar yapıldıktan sonra yeniden yaşama döndürülmüştür.

Doğanın uyanışını sembolize eden bu bahar bayramı olan Çıl Pazı Payramı (Yılbaşı bayramı)’nın yanı sıra Çir İne Küni (Yer Ana günü), Adalar Küni (Atalar Ruhlarını Anma günü), Imay Küni (Umay Günü), Üren Hurtı Küni (Tohumdaki ilk kurt günü), Tuzah Kizis (Bağ Kesiş Günü), Tun Payram (İlk Süt Bayramı), Tün İb (Gece Çadırı-Evi)[17] gibi başka birçok ulusal ve dinsel bayramımız XX. yüzyılın son çeyreğinin ikinci yarısında ihya edilmiş ve böylece aynı ırka mensup atalar ile torunlar arasında doğal devamlılık ve iletişim köprüsü zamana adeta meydan okunurcasına yeniden kurulmuş ve tarihin tüm olumsuz gelişmelerine rağmen bu nesiller arasında kültür bütünlüğü yeniden oluşturulmuş oldu. Nesiller arasındaki bu devamlılık köprüsü ise Hakasları, yaklaşık altı bin yıl önce yaşayan atalarının kurmuş olduğu Tazmin dönemine ve hatta ondan önceki devirlere kadar götürmektedir.

Anılan bu Tazmin arkeolojik kültür dönemi, ünlü Hakas tarihçi ve arkeolog Prof. Yakov Sunçugaşev’e göre Kamlık inancının en parlak zamanını temsil etmektedir. Onun savunduğu gibi, bu döneme ait olan balbalların (obaalar) derin bir felsefesi var olup bunlar hem uzay hem de o dönemdeki halkın dünya algılayışı ve görüşüyle korelasyonu olan pahası biçilemez birer sanat eseridir. Tazmin dönemine ait balbalların dünya çapında bir başka benzeri bulunmadığından bu obaalar hem Hakas Türklerinin ulusal mirasını hem de tüm dünyanın kültürel miras zenginliğinin birer parçasını teşkil ederek son derece özgün ve yegane tarihsel anıtlardır.[18]

XX. yüzyılın sonunda eski sosyalist kampta genelde ve SSCB coğrafyasında özelde meydana gelen değişim rüzgarlarının etkisiyle yıllarca bastırılmış olan milliyetçilik akımı güçlenmeye başlamıştır. Kimi yer ve zamanlarda kanlı çatışmaya dek varan gelişmelere yol açabilen bu milliyetçilik (ulusçuluk) canlanışı Sovyetler Birliğinin göreceli olarak kansız bir şekilde dağılışında etkili olan nedenlerden biri olmuştur. Ulusçuluğun yeniden dirilmesi ve yıllarca bastırılıp adeta yok sayılmış olmasının haksızlığından acısını çıkartarak sayı bakımından küçük olarak nitelendirilebilen uluslardan sayıca büyük uluslara kadar herkesi derinden etkilemiştir. Bu akımın etkisiyle ve iletişim alanındaki gelişmenin artık engel tanımaz boyutlara gelmesinin sayesinde bilginin çabuk yayılmasından ötürü örnek alma yoluyla bu coğrafyadaki tüm ulus ve halkların içerisinde ulusçuluk ve ulusal kimlik konusunda muhteşem bir uyanış başlamıştır.

Bu ulusal uyanış ve ulusal kimlik arayışı Sibirya’da yaşayan Doğu Türklerinden olan Hakasları da esaslı bir biçimde etkilemiştir. Bu akımın Hakas halkının ulusal bakımdan uyanmasına ve etnik kimliğinin arayışına girişmesine vesile oldu. Kendini tanımaya ve yeniden ben kimim? diye sorarak tanımlamaya koyulan Hakas halkı her şeyden önce kendi öz köküne ve tarihi geçmişine başvurmuştur. Sözü edilen bu kendini arayış süreci esnasında, daha önceleri meydana gelen kimi tarihsel gelişmelerden ötürü atalarıyla ve dolayısıyla da öz tarihiyle bağları kopmuş ve kopartmaya zorlanmış olan Hakas Türkleri tüm olumsuzluk ve kısıtlılıklara bakmaksızın yeniden zaman tünelini kurarak geçmişleriyle bütünleşmeye çalışmıştır. Böylece bir taraftan kendi geçmişiyle araştırarak yeniden tanışan Hakaslar bir diğer taraftan da Türk dünyasıyla bütünleşme yolunda ilerlemekteydi. Ve bunun en bariz örneği de daha önceleri değinildiği gibi Türk dünyasında nerdeyse birebir benzerlik gösteren (tarih olarak da her yerde 21 Martta kutlanan) Yıl Başı (Çıl Pazı ya da Nevruz veya Yeni Gün) Bayramıdır.

Böylece hem kendi geçmişlerine yönelik köprüleri yeniden kurmaya çalışan Hakas Türkleri öbür taraftan Türk dünyasıyla kültürel bir birlik ve beraberlik sürecine dahil olmaktadır. Geleneksel Türk Yıl Başı bayramının yanı sıra Türk coğrafyasında benzerliğiyle ve sürdürülme açısından devamlılığıyla ön plana çıkan bir başka ortaklık halk inancı alanında mevcut olan ağaçları sayma ve onların dallarına dilekler tutarak bez ya da çaput (Hakasça Çalama) bağlama geleneği gösterilebilir. Bir sonraki bölümde değinilecek olan bu bez bağlama geleneği hiçbir olumsuz koşul altında ezilmeden varlığını tüm Türk dünyasında aynı biçimde ve aynı anlam içererek sürdürmüştür.

Hakas Kamlık İnancı ve Dünya Görüşü
Kamlık (Şamanlık) denince öncelikle akla semavi dinlerin dışındaki ve onlardan öncesine ait bir inanç gelmektedir. Kamlık inancının diğer dinlerin içinde bile varlığını ya da izlerini sürdürebilmesi, bu inancın içerisinde aslında onu dünyadaki diğer dinlerle benzeten ve yakın kılan “öldürmeme”, “kötülük etmeme”, “iyilik yapma” vb. iyiliğe yönelik etik norm ve değerleri içermiş olmasına bağlanabilir, çünkü bu değerler nitelikleri itibariyle insanlığa özgü olup evrensel bir düzeyde geçerliliğe sahip bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Kamlığın dünyadaki diğer inanç mezhepleriyle yakın ve benzer kılan, onun, yani Kamlığın aslında yaş itibariyle en eski inanç sistemi olmasından ötürü diğer dinler için üzerine dayanabilecekleri bir tür alt-yapıyı oluşturmuş olmasıdır.

Tütsüleme, serpiştirme, daire şeklinde hareket etme vb. birçok ayinsel uygulamanın özelliklerinin kökeni yine Kamlığın içinden kaynaklandığı söylenebilir.[19] Bu bakımdan bir genellemeyle, Kamlığın meditasyon, reinkarnasyon vb. konularda Budizm ile; dünyanın ilk ve en önemli dayanağının bir çeşit yolun, sürecin ve hatta tanrıların uyması gerektiği bir tür dünya yasasının olduğuna inanma ve kabul etme açısından Daosizm ile; ve Gök kültü, atalar ruhlarını bir kült derecesinde sayma bakımından Konfuçyücülük ile birçok ortak ve benzer noktalara sahip olduğu ifade edilebilir.[20]

Bununla birlikte Kamlığın diğer dünya dinlerinden ayıran gerçek ve esas özelliği olarak, bu inanç sisteminin diğer dinlerden çok daha yoğun ve yüksek derecede doğa ve günümüzde özellikle sahip olduğu güncelliği bakımından ve çözülmesini bekleyen birçok doğal problemler itibariyle önemli olan ekoloji üzerine odaklanmış olması gösterilebilir.[21]

Hakas Türkleri Kamlığı, bir inançtan çok bir yaşam biçimi ve bir dünya görüşü olarak algılamaktadır. Bunun nedeni ise belki de inançla yaşamın çok içiçe girmiş ve birbirlerini etkilemiş ve etkilenmiş olmasıdır. Şöyle ki, inanç sınırının nerede bittiği ve inancın haricinde duran yaşam alanının nerede başladığı bu etkileşimden ötürü artık belirsiz bir duruma gelmiştir. Yani, burada sözü edilmekte olan, inancın gündelik yaşamın çok içine girmiş olup onun bir parçası haline gelmiş olması durumudur.

Bu ise hiç de yabana atılabilir bir düşünce değildir, çünkü yüzlerce değil, binlerce yıl içerisinde varlığını bu topraklarda sürdüren Kamlık inancı artık burada yaşayan halkın genetiğine işlemiştir. Bu süresi bakımından gerçekten de muazzam bir geçmişe ve birikime sahip olan Kamlık inancı zamanın sisli perdelerini yararak günümüze kadar vararak halen de varlığını güçlü, daha doğrusu zaman ilerledikçe varlığını artan bir biçimde güçlendirerek devam ettirmektedir. Daha önce bölümlerde değinildiği gibi Hakas Türklerinin Kamlık inancındaki en kritik sayılan son üç yüz yıl boyunca dışarıdan gelen yoğun baskıya ve oluşan olumsuz koşullara rağmen bu inancı ayakta tutabilmiş olan etken, bu inancın inanan kitlesinin gerçekten de genetiğine işlemiş olmasının bizzat kendisidir.

Bu Kamlık inancının Hakas Türklerinin genetiğine işlemiş olması durumu aslında bir zamanlar bu coğrafya alanında yaşamış ve daha sonraları kimi tarihi gelişmelerin neticesinde dünyanın dört bir yanına göç etmiş ve o yeni coğrafyalarda başka inanç sistemlerini girmiş ve benimsemiş olan diğer Türk boyları için de geçerlidir.

Nitekim, yayılarak yaşadıkları coğrafyanın genişliğine, ihtiva ettiği iklim ile doğa koşullarının farklılığına ve yaşadıkları ülkelerdeki kültür ve inanç sistemlerine rağmen bütün Türk dünyasında özellikle halk inanç ve geleneklerinde göze çarpan benzerlik ile öne çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Türk coğrafyasında kimi yerlerde batıl inançların bir uzantısı olarak ilan edilseler dahi ortadan kaybolmayan ve tam tersi halkın içerisinde yaygın olarak yaşatılan dilekte bulunarak ağaçlara bağlanan bez, çaput, ya da Hakasça’da “çalama” bağlama geleneği gösterilebilir.

Bir diğer taraftan da eski Türklerin yaşadığı dönemde Kamlık inancın Türklerin arasında ne denli güçlü ve yaygın olduğunu gösteren ve altını çizen konuşma ünlü Türk Kağanı Tonyukuk’a aittir. Türk Kağanlığının önderi olan Tonyukuk Türk eline Budizmin sokularak yayılmasını savunan görüşlere karşı gayet gerçekçi ve açık bir biçimde “Budizm ve Daosizm insanlara iyilik ve zayıflık kavramlarını öğretir, bunlar ise savaşlar ile fetihlerin yapılmasını yavaşlatarak engeller. Tapınakların inşa edilmesi de hiçbir şeyle kendini bağlamama [sınırlandırmama, yani özgür olma ve her an harekete hazır bulunma] gibi eski Türk geleneğimizin yıkılmasına yol açacaktır. [Bunlar gerçeğe dönüşseydi] Tang sülalesi bizi yok ederdi...” diye seslenmiştir.[22]

Böylece, özellikle eski zamanlarda karşı uygulanan zorlama ve engellere karşın Kamlık inancını yaşayan ve yaşatan Hakaslar bu inancı özellikle son dönemde canlanması ve gelişmesi için oldukça uygun ve elverişli bir ortamın bulunduğu günümüze kadar devam ettirebilmiştir.

Gündelik yaşama girerek hayatın her an ve alanında varlığı hissedilen ve kabul edilen Kamlık inancıyla yaşayan Hakas Türklerinin geleneksel dünya görüşlerinde dünya bir bütündür ve üzerindeki çok-çeşitlilik ya da çeşit zenginliği bu bütünlüğün ayrılmaz bir girdisidir. Çeşitlilik zenginliği Kamlıkta saygıyla karşılanır ve dolayısıyla çeşitliliğin varlığını yok etmeye, yani tek tiplilik ve aynı olma durumunu oluşturulmasına yönelik eylemlere girişilmez. Bununla birlikte üzerindeki bütün çeşitliliği ve farklılığıyla beraber dünya bir canlı olarak algılanmakta Hakas Kamlığında ve dolayısıyla dünyanın üzerinde bulunan her şey de canlıdır, yani can sahibi olandır.

Hakas Kamlık inancında ruh (can) çok önemlidir. Bu önemlilik ise Kamlıktaki Ruhun (canın) geçtiği ya da dönüştüğü hale göre farklı isme sahip olma özelliğinden ileri gelir. Hakasların geleneksel inancında birden çok birbirinden farklı ruh (can) hali mevcuttur. Bunlar: kut, yaşam gücü, şans ve mutluluk anlamına gelen hut; Kam tarafından çocuk ayininin yapıldığı esnada çadırın tavanında bulunan duman deliğinden içeri girerek doğacak çocuğun canına hayat veren güneşin ışını biçimindeki sus; yaşamın ilk nefes alışı, dolayısıyla başlangıcı olan ve nefes anlamına gelen tın; canlıların gözlerinde yaşayan, oradan ölümle giden ve göz ateşi anlamına gelen harah odı; insanın içindeki canın bilince sahip kısmının adı olan ve düşünce, fikir anlamına gelen sağıs; insanın ölümünden sonra içindeki canın aldığı yeni adı olan ve 40 gün kadar varlığını sürdüren süne ya da sürnü; ve süne bir insanın ölümünün ilk yılında yeryüzünde gezen canı ya da ruhu olurken bu can Alt dünyaya (Alt tilekey) geçtiğinde aldığı yeni hal olan üzüt’tür.[23] Görüldüğü kadarıyla Hakas Kamlık inancında canın toplam yedi tane farklı hali vardır. Bu da, can kavramının geleneksel Hakas dünya görüşünde oldukça önemli bir yere sahip olduğunu kuvvetli bir biçimde desteklemektedir. Aslında bu gelenek ta eski Türk ve daha önceki dönemlerden gelmektedir. Örneğin, dünyaca tanınan ve atalarımız tarafından kendi öz yazılarını kullanarak öz dilinde yazıp bize bıraktıkları eski Türk yazıtlarında canın kaynağı olduğu hayatın önemi ve ölümden sonra bu dünyadan ayrıldıklarında doyamadıkları ve halk ile devletin önündeki görevlerini tamamlamadan yakınlarını bıraktıkları hayata duydukları özlem hep dile getirilirdi. Bunun sebebi de Türklerin öbür dünyadaki yeniden doğuşa (reincarnation) götüren sürece inanmalarıyla birlikte hayata ve bu hayatın yaşanarak tadının çıkartıldığı bu dünyaya verdikleri önemdir. Ama eski Türklerin bireysel hayattan ziyade toplumsal yaşam boyutu oluşturan aile, soy, toplum ve “yüce devlet”in varlığını sürdürebilirliğine önem verdikleri bilinmektedir. Bu bilginin alındığı eski Türk dönemine ait Kırgız yazıtlarının üzerinde “Yüce devletime doyamadım...” ve “Halkım, üzüldüm sizden ayrıldığıma...” gibi ifadelere rastlanmaktadır.[24]

Sibiryalı gayri Rus halklar için genelde ve Hakas Türkleri için özelde bir Kam, Kamlık inancının çerçevesinde insanlar ve insan dünyası ile ruhlar ve ruhlar dünyası arasındaki bir tür aracılık eden bir büyü ve mucize yapma ve/veya gösterme yeteneğine sahip olan birisi olarak algılanmaktaydı. Ama bunun yanı sıra Sibirya’nın yerlisi olan halkların geleneksel yaşam tarzlarının içerisinde bir Kam, sahip olduğu bu dinsel niteliklerinin yanı sıra dans etme, şarkı söyleme, otacılık ve iyileştiricilik yapma gibi halk kültürünü oluşturan önemli katmanların bir taşıyıcısı olarak da yerli kültürlerin zenginliğini meydana getirmede katkıda bulunmaktaydı. Hatta Kamın, bu geleneksel toplumlarda oyunculuk ve tiyatroculuk geleneklerinin doğmasına yol açtı diye denilse bu biraz iddialı olsa da en azından gelişmesine esaslı bir biçimde katkıda bulunduğu söylenirse sanırım hiç de abartılmış olmayacaktır.

Bu bağlamda Kamların özünü oluşturduğu Kamlık inancının bir bakıma, Sibirya Türklerinin geleneksel toplumlarındaki kültür, gelenek ve göreneklerin kuşaklar arası devamlılığını sağlayan bir köprü vazifesini görmekte olduğu söylenebilir.

Bu devamlılığı sağlayan köprü binlerce yılla ifade edilen bir bütünlüktür aslında. Biraz önce önemine değindiğim toplumsal görevleri yerine getiren kamlara karşı yapılmış bütün uygulamalara ve suçlara (ki bunu açıkça söylemek gerek) rağmen bu kültürel bütünlük, son 300 yılın içerisinde meydana gelen tarihsel gelişmelerin altında ezilmemiş ve varlığını koruyarak devam ettirebilmiştir.

Bununla birlikte az evvelce değinen bu son 300 yıllık dönemde yaşananlar gerçekten de çok korkunçtur. Bu korkunç olaylar esasen bu dönemin başlangıcında, yani 1800’lü yıllarda ortaya çıkmış ve Rus devlet geleneğinde işlenmiş olan bir suç ve insanlık ayıbı olmuştur. Hakas Türklerinin aydınlarından rahmetli Prof. Dr. Gavril Kotojekov’un bu döneme ilişkin olarak söylediği gibi o yıllarda Güney Sibirya’da Altay dağlarının kuzey-doğusunda yaşayan Hakas Türklerine karşı aslında “...maneviyat alanında zorla Hıristiyanlaştırma, Ruslaştırma politikası ve ırksal ayırımcılık biçiminde açıkça bir ‘kültürel soykırım’ yürütülmekteydi.”.[25]

Burada tüm değinilerek söylenenlerden hareketle yazının sonunda söylenebilir ki, Hakas Kamlığı eskiden olduğu gibi bugün de kendi varlığını devam ettirmektedir. Ancak tarihin kimi dönemlerinde ağır darbe ve baskılara maruz kalmasından ötürü ciddi kayıplar veren Kamlık Hakaseli’nde özellikle 1990’lı yıllarda hızlı bir biçimde kazandığı canlanış ve gelişim ivmesi yine de tam tatmin edecek düzeyde devam ettirilememiştir. Bunun altında ise politik, sosyal-ekonomik ve demografik nedenler yatmaktadır.

Nüfus bakımından kendi ülkesinde bir azınlık olarak yaşayan Hakas Türklerinin bu durumundan kaynaklanan siyasal sürece yeteri kadar katılamamaları, kendi görüşlerini siyasal arenada savunmaları için elverişsiz koşullarda bulunmaları, halkının çoğunun zaman içerisinde meydana gelen ekonomik sıkıntıların en ağır biçimde vurduğu kırsal kesimlerde yaşaması ve dolayısıyla yeterli ekonomik potansiyele sahip olmaması, vb. birçok hem maddi hem manevi alandaki gelişmeyi engelleyici ya da yavaşlatıcı nitelikli handikaplar bugün Hakas Türklerinin önünde yol üzerindeki kaya gibi durmaktadır. Bu kaya tek başına bir parça olsaydı onun kırılması ve böylece aşılması mümkün olabilirdi diye düşünmekteyim, oysa bu kaya yıllar boyunca rejim tarafından yığılan zaman zaman büyük, kimi zaman ise küçük taşlardan ibaret olduğu gibi bu kayanın arkasında daha büyük dağlar vardır.

Hakas kam inancında dünyanın gelişmesini spiral biçimde algılanmaktadır. Bunun için geçmiş günümüze, günümüz de geleceğe bizi götürmektedir. Gelecek ise yeniden geçmişe bağlanmaktadır. Bunun simgesi ise kendi kuyruğunu ısırmış olan ve sonsuzluk ile bilgelik anlamına gelen yılandır. Hayatın en üstün ve sonsuz bir ışık ya da gelişme olarak algılandığı bu sonsuzluk süreci hayat ile ölümün dönüşümlü değişimi üzerine kuruludur. Buna göre de evrenin gelişiminde tekerrürler ama aynı şekilde ama bir üst ya da alt düzeyde ve benzer yönde vuku bularak kaçınılmazdır. Dolayısıyla Kamlık üzerine kurulan Hakas geleneksel dünya görüşüne göre tarihin gelişmesinde dönüşümler meydana gelebileceği gibi eski şanlı zamanlarımıza benzer dönemlerin geleceği beklenebilir. Hatta bu bekleyiş düşünce ve eylem planında ilerlemekte olduğu şimdiden söylenebilir.

ALINTI:Timur Davletov