Rusya’daki Türkçülük akımının kökleri itibariyle çok eski zamanlara kadar indiği söylenebilir. Zaten Türkçülük bir varlık olarak başlangıcını günümüz itibariyle Rusya topraklarının içinde kalan bir coğrafyadan almaktadır. Nitekim, Prof. İ.Kafesoğlu’na göre Türklerin ilk yurdu tarihte Kögmen dağları olarak bilinen Sayan ile her Türk için önemli olan Altay dağlarıyla günümüzde Hakas Min-Suu (yani, Bengü Su) bölgesini kapsayan bir bölgedir. İthal olmayıp hem şekil hem de içerik bakımından tamamen Türklerin düşünce dünyasına ait olan Türkçülük hareketi tarihin çeşitli evrelerinde farklı boyutlarda gelişim kaydetmiştir.
Türkçülük eskiden, yani Yusuf Akçura’lar döneminde kuram ve uygulama düzeyinde güçlü bir biçimde yürütülürken günümüzde Türkçülük akımının ne yazık ki bunca zaman geçmesine karşın o döneme nazaran mesafe kat etme açısından çok da ayrılmadığı gibi bu birikimin üstüne kuramsal boyutta yeni bir şeyin de konulamadığını görmek durumundayız.
Ancak bu konuya daha derinlemesine girmeden, bu sunumun asıl konusu olan Sibirya Türklerinin inanç ve milliyetçilik arasındaki etkileşim çerçevesindeki durumunu irdelemeye yöneleceğiz.
Bilindiği gibi Sibirya toprakları Türklerin ilk yurdu olup günümüzde de Türkler bu topraklar üzerinde yaşamlarını sürdürmekte, bir anlamda ata yurda koruyuculuk görevini devam ettirmektedir. Bu görev yalnızca maddi anlamda değil, bunun yanı sıra manevi alanda da yerine getirilmektedir. Manevi boyutu ise inanç etkenine dayanmaktadır. İnanç ise kültürün en önemli unsurları olup Türklerin sosyo-kültürel çevresinin özünü oluşturmaktadır. Toplumsal hareketlilik düzeyinde son derece etkin bir olgu olan inanç kurumunun güncelliğinin günümüzde de kaybolmadığı, Avrupa ve İslam dünyasında “karikatür savaşları” üzerinden alevlenen gelişmelerden de takip edilebilmektedir. Bu bağlamda inanç kurumunun toplumlarda çok kısa bir sürede tepki patlamalarına yol açtığı ve aşırı toplumsal devinimlerin ortaya çıkmasında tetikleyici bir rol oynadığı açık bir biçimde görülmüştür. Aynı zamanda inanç olgusu çerçevesinde hem iç hem de dış boyutta toplumların dayanışma gösterebildiğini de gözlemlemek olanaklıdır. Bu gerginliğin her cephesi için geçerlidir.
Yeniden konumuza dönecek olursak, İnancın kurumsal boyutta Türklerin toplumsallaşma sürecinde çok önemli bir işlevi görmekte, o da geleneksel dünya görüşünün ve buna bağlı olarak yaşam tarzının yeni kuşaklara öğretilmesini ve böylece de kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamakta olduğunu söyleyebiliriz. Bunun zamanın içindeki yatay parametresi de tarihsel bütünlüktür. İşte bu tarihsel bütünlüğün varlığı tehlikeye düştüğünde Sibirya’daki Türk halklarında iç toplumsal koruma mekanizmaları devreye girmiş, tepkisel bir savunma akımına yol açmıştır, ki bunun adı da Türkçülük olmuştur. Esasında Y. Akçura’nın dediği gibi Pan Cermenizm’in karşısında ortaya çıkan Pan Slavinizm’e bir tepki olarak oluşan Türkçülük düşünce ve eylem akımı aslında Sibirya’da çok daha eski bir geçmişe sahiptir. Kabileye ya da kabileler birliğine aidiyet duygusu temelinde öz kültür ve inancın diğer kültürlerin karşısında erozyona uğramasına ilişki kaygı şimdilik bilinen en eski Türk belgeleri olan Yenisey-Orhun yazıtlarında açık bir biçimde dile getirilmiştir.
O halde kültür ve inanç çok önemli birer toplumsal olgu olup bunların toplumda oluşan tepkilere ya da modern adıyla milliyetçi tavırlar üzerindeki etki ve karşılıklı etkileşimi dünyada birçok örnek bulabildiği gibi Türklerin Kuzeydoğu kolunda da varlığının olağan karşılanması son derece normaldir. Nitekim, atalarından devraldıkları kültürel miras kapsamındaki geleneksel dünya görüşünün temeli olan Kamlık inancını günümüzde de sürdürmeye devam eden Sibirya Türklerinde de Türkçülükten söz etmek olanaklıdır. Zaten Türkçülük Türk kültürünü korumaktır belki de. İşte bu geniş tanımın çerçevesinde varlığını ve kültürünü korumaya ve sürdürmeye çalışan Sibirya Türkleri günümüzde yaşadıkları sıkıntılara burada yer verilmeyecektir. Yer verilmeyecekse de bu Sibirya coğrafyasının yerlisi olan Türklerin güçlüklerle iç içe yaşamadıkları anlamına gelmez elbette. Ancak burada onların inanç ve milliyetçilik arasında cereyan eden etkileşim bağlamındaki tutum, düşünce ve eylemlerine kısaca yer verilecektir.
Sibirya Türklüğü; Hakas, Altay, Tıva, Şor, Tofa, Teleüt, Telengit, Kumandin, Dolgan, Saha, Sibirya Tatarlarından meydana gelmektedir. Coğrafya bakımından bunları Rusya dahilinde birleştiren ad Sibirya iken küresel boyutta bu işlevi Asya kıtası görmektedir. Bundan da öte yukarıda adı geçen halkları birleştiren çok daha önemli etkenler mevcuttur. Bunların başında, bu Türkleri dünyadaki diğer Türklerle birleştiren etnik ve dilsel altyapıdır. Bunun dışında, nüfus bakımından büyük farklılık gösteren (ör. Hakaslar ülkelerindeki toplam nüfusun içinde %12, Altaylar - %30, Tıvalar ise - %70 civarında) Sibirya Türkleri bölgesel düzeyde birleştiren en önemli unsurlardan biri de Kamlık inancıdır. Sibirya Türklerini birleştiren başka bir husus da bu toprakların yerlisi olan bu halkların XIX.yy’ın sonu XX.yy’ın başını kapsayan dönemde gelişen Türkçülük akımının içinde yer alan Türkçü düşünürlerin çoğunun nazariyesinde Türk kavramının dahilinde olsa da vurgudan yoksun kalmalarıdır. Bunun en önemli nedeni de inançsal farklılıktır. Çünkü Rusya Müslümanları hem Müslüman Türkleri hem de Türk olmayan Rusya Müslümanlarını kapsarken inançsal kimlik açısından Müslüman olmayıp etnik bakımdan Türk olan halkları kapsam haricinde bırakmaktaydı. Oysa ki Müslüman olmayan Türklerin üzerinde yaşadığı topraklar esas Türk adının ortaya çıktığı topraklar olduğu bir gerçekti. Müslüman Türklerin dünya Türklüğünün içerisinde çoğunluğu oluşturması da tartışılmazdır, ancak bu Türkçülük akımının içinde diğer inançlara mensup Türklerin temsil edilmemesi anlamına gelmemelidir.
Etrafında birçok görüşün aksine bir görüş birliği olmayan bu inancın eski Türklerin esas inancıyla hiçbir biçimde alakasının olmadığını ileri süren araştırmacılardan günümüzdeki Türk Kamlık inancının olduğu gibi eski Türk döneminden beri süregelen bir maneviyat köprüsü olduğunu savunan görüşlere kadar uzanan bir yelpazeden öte inanç gibi bir unsurun Kuzey Türklüğünde milliyetçilikle etkileşim çerçevesinde oynadığı rolü önemlidir.
Tarihsel boyutta konuya yaklaşıldığında Kamlık inancının Sibirya Türklerinin manevi yaşamı Kamlık inancıyla pekiştirilmiş olduğunu gözlemlemek olanaklıdır. Tabii kimi dönemlerde bu sürecin sıkıntılı günleri de olmuştur. Ama diğer inanç sistemlerle iç içe yaşandığı günler de. Ancak en güç günler Türklerin maneviyat hazinesine Sibirya’nın Rusya devleti tarafından işgal edilmesiyle başlamıştır. Rusların bölgeye getirdiği ayrı bir maneviyat dünyası ile bu toprakların yerlisi olan Türklerin inançsal algılayışının arasında büyük uçurumlar vardı. Bu farklılığa rağmen başka bir halka ait maneviyat dünyasının yerli Türklere empoze edilmeye kalkışılması kaçınılmaz olarak karşı tepkiyi doğurmuştur. Bu çok önemli bir nokta. Çünkü bu tepki hareketi savaşta düşmanına yenilmiş Türkler tarafından manevi kimliğine yönelik bir saldırı karşısında sergiledikleri tavır ve bu tavrın dahilindeki eylemlerde inançsal tanımlanmanın etkisi gözlemlenmekteydi. Bu süreç bir etkiden de ziyade inançsal ve etniksel kimlik duygularının korunmasına yönelik tutumların arasında yaşanan bir etkileşimdi. Bunun örnekleri, en az diğer bölgelerde yaşayan Türkler kadar bütün Sibirya Türkleri tarihinde de gözlemlenebilir.
Günümüzde de bu etkileşimin daha az derecede olsa da sürdüğünden söz edilebilir. XX. yy’ın son çeyreğinden beri başlayan etnik uyanış süreci Sibirya Türklerinde de etnik kimlik ve kültüre yönelik sosyo-kültürel değişimlere, daha doğrusu yeniden sahip çıkma tutumuna yol açmıştır. Ancak XIX.yy’ın içinde yaşadığımız bu döneminde Türkçülük düşünce ve eylem akımının hem genel olarak Rusya Federasyonu hem de özel olarak da Sibirya Türklüğü düzleminde aşağıya doğru gelişen bir seyir içerisinde olduğunu söylemek durumundayız. Değişen siyasi çevre ile diğer sosyo-ekonomik öncelikler, ayrıca zamanında dış çevreden alınamayan etkin destek bu seyri belirleyen koşullardandır. Dolayısıyla günümüzde Sibirya Türklerinin yaşadığı topraklarda hiçbir engel ve herhangi bir örgütlü direnişle karşılanılmadan sürdürülen arkeolojik kazı çalışmaları bu bölgedeki Türklerin maneviyat alanında da atalar kültü algılayışlarında önemli değişikliklerin meydana geldiğine en bariz işarettir. Kazıların yapılması ise Türk olmayanlar tarafından yürütüldüğü için bunda yorumlama hakkını da dikkate aldığımızda “tarihin yeniden yazılması” gibi bir olasılıkla da karşı karşıya kalınabileceğini de unutmamamız gerekir. Oysa dünyada diğer milletlerin kendi atalarına ait geçmiş mezarlıkların kazılmasına karşı koydukları, bu yönde hukuksal hak kazanımlarını elde ettikleri de bilinmektedir. Bununla birlikte Sibirya Türklerinin hem yer altı zenginlikleri (ör. Saha Türklerinin ülkesinde dünya elmas üretiminin yüzde 25’i gerçekleşmekte) hem de zengin bir kültürel miras ve de en önemlisi tarihteki tapumuz olan eski Türk anıt ve maddi ile manevi kültüre ait nesnelerin bulunduğu topraklarda cereyan eden inanç ve milliyetçilik etkileşimi çerçevesindeki Türklerin durumu çok önemlidir. BU topraklardaki sosyo-kültürel değişimler yalnızca bu yazının başında anılan halkların değil, aynı zamanda bütün Türklüğün kültürel ve tarihsel mirasının elden gitmesi anlamına gelecektir. Bunun olmaması için de somut adımların atılması zaruridir. Bunlar bölgeye yönelik çeşitli bilimsel projelerin yapılmasından geçer. Bunların içinde de eski Türk anıtlarını hedefleyen çalışmaların öncelikli bir yere sahip olması gereklidir. Bu projelerin yerli Türkler tarafından da hayata geçirilmesi olanaklıdır, ancak kendi başlarına değil, mutlaka ortaklıklar içindedir. Bunun nedeni yerli Türklerin maddi güçlerinin yetmeyebileceği ya da uygun ortamın oluşmamasıdır.
Tarihsel süreç içerisinde Türkler birçok inanç sistemine dahil olmuş, bunun etkisiyle kaçınılmaz ve doğal olarak da meydana belirli sosyo-kültürel değişimler gelmiştir. Ancak kanımızca Türklerin çok inanç sistemli olması bir sorundan çok bir zenginliktir. Üstelik, bu verili durumun herhangi bir inanç sistemine öncelik verilmek suretiyle yapay yollardan değiştirilmesine yönelik girişimlerin hali hazırda mevcut sosyo-kültürel çevredeki statüko ile örtüşmediğini vurgulamak gerekir. Herkes kendi inancında kalmalı, ancak Bütün Türkçülük (Pan Türkizm) bütün bu çeşitliliğin içinde yer alan inançların herhangi birinin üzerinden yürütülmeye çalışılmamalıdır. Anılan bu inançsal çeşitlilik gerçekten bir zenginliktir, çünkü uygulama bakımından siyaset anlamında dış çevreye yönelik çok elverişli imkanları ele veren bir ortamı yaratmaktadır. Bu üstünlükleri ve kolaylıkları kullanmak da Türklüğün en doğal hakkıdır.
Bununla birlikte, Kamlık inancının bunların içerisinde Türkler tarihinde en eskilere dayanan geçmişi tartışılmazdır. Konumuz bağlamında inançsal geçmişimizin öğrenilmesi, hem Sibirya hem de bütün dünyadaki Türklük açısından son derece önemlidir. Günümüzde ise daha bunun farkına varılmış olmasa da bu gerçeklik Türkçüleri gelecekte beklemektedir. Çünkü atalarımızın maneviyat dünyasını anlamadan, bu zengin kültürel birikime sahip çıkılmadan geleceğe dair köprülerin, yolların, nihayet binaların bunun üzerine kurulmasından zaten söz etmek çok güç olacaktır. Yukarıda bahsedilenlerden çıkış yolunun da yalnızca hamaset ve duygusallıkla da kurulamayacağı da net bir biçimde ortadadır. Bunun yerine Türkçülük akımının hem bilimsel bir biçimde hem de bütün Türklerin durumlarının göz önünde tutulmak suretiyle geliştirilmesi kaçınılmaz bir şarttır.
ALINTIDIR
KAYNAK: Timur B. DAVLETOV