Kaynak :
http://www.turania.net/genel-turk-tarihi/5029-turk-tarihine-bakis-ve-cozumu-guc-sorunlar-uzerine.htmlCahil sual sormaz, doğrudan s...r
Müngke Tengri-Yin Küçü-Dür
Bilgisizlikle Türkçülük-Ahlâksızlıkla Müslümanlık, nereye kadar? Kedinin terbiyesi fareyi görene kadar mıdır? Müslüman Türkçü olmaz, ya da Müslüman olmayan Türk olamaz demek sizlerin bir parça boyunuzu aşmaz mı? Açmaya çabaladığınız bu boşluğu kimler nasıl dolduruyor görmüyor musunuz? Bu yayınları Alfa Centuri’den mi yapıyorsunuz? Sizin ulusunuz kim, zortlar mı? Kime ne anlatıyorsunuz? Bir zamanlar Boğaz’da viski çekerek köy romanları yazan salon sosyalistleri vardı? Onların tersine, sizin bu milletin yönelimlerini anlamak, ona göre Türkçü bir reçete düzenlemek gibi derdiniz hiç oldu mu?
Türk tarihi çok yüksek devinimli, olayların birbirine geçtiği, bozkır yaşamının acımasız ve hızlı yapısında devletlerin yaşamlarının bazen insan yaşamı gibi kısa sürdüğü, bir ipucunun peşinden gidildiğinde daha başka yeni bilinmezlerin peşine düşme isteği uyandıran olağanüstü bir heyecan fırtınasıdır. Togan Beğ’in dediği gibi Kağanlı Türkler ile Yabgulu Hun ve Oğuzlar arasında yönetim erkinin birkaç kere karşılıklı el değiştirmesi de bu tarihin omurgasıdır.
Tarihimizin şimdilik alacakaranlık olan eski zamanlarında İlk Türk hakanları, urukların beğleri arasında bir tür yargıç ve gözetmen gibi hüküm süren demirci tarhanlardı. El Birûni'nin ileri sürdüğü, W. Ruben'in de incelemeleri sonucunda onayladığı görüşe göre, eski Türk dininde, demirci ve tarımcı olmak üzere iki sınıflı bir ulusun, kam ve kağandan oluşan çifte yönetim şeklinin izleri vardır. W. Tomaschek'in tarihte ilk Türk devleti olarak kabul ettiği Argimpaylar ki, Tomaschek bunların anayurdu olarak Moğolistan taraflarını gösterse de, İskitler ve komşu ulusları hakkında geniş araştırmaları olan Dr. H. Triadler'in bulgularına göre bu yurt Orta Tiyanşan'ın batı tarafları olmuştur. Bu Argimpaylar hakkında en önemli kaynak olan Heredot şöyle diyor: Kimse onlara zarar eriştiremez, çünkü onlar kutsal sayılıyorlar, Onlar (yani Argimpayların başbuğları)silahlı bir güce dayanmazlar, ancak insanlar arasındaki anlaşmazlıkları da çözebilen bunlardır. Bunlara sığınanlara kimse dokunmaz. Heredot’un bu Argimpay önderlerinin çok dil bilmesine dikkat çekmesinden, bunların ülkesinden geçen ticaret heyetlerinin sağ salim yolculuk etmelerinden, Karadeniz İskitleri ile yedi dil bilen dilmaçlar aracılığıyla temas kurduklarına değinmesinden, bunların çok medeni ve gelişmiş, kudretli bir devlete sahip olduklarını anlıyoruz.
Bunları neden anlatıyoruz, yukarıda Heredot’un ve onun M.Ö 7. yüzyıldaki anlatıcısı olan Aristeas’tan, El Birûni'den merhum Togan Beğ’in günümüze taşıdığı bu bilgiler sonraki bütün Türk uluslarında kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılan geleneklerin tümüdür. Yani bildiğimiz TÖRE’dir. Oğuz Destanı'nda yabgunun yanında Uluğ Türk sıfatıyla kam olarak bulunan kişi, Çu’larda biri sihir diğeri askeri-siyasi konulara bakan iki yönetici, Göktürkler devletinde Kağanların urukların beğleri arasındaki hakemlikleri ki, Cengiz Han'ın ilk dönemleri bile böyledir. İşte bunlar ve daha birçok örnek bu cümleden konulardır.
Bu bilgiler bir ulusun yapıtaşlarıdır. Şu an hatırlayamadığım bir yerde, annenin sahip olduğu bilgilerin, sütündeki protein zincirleri aracılığı ile yavrusuna aktarıldığını okumuştum. Belki o yüzdendir ki, Türkçemize ‘'’helal süt emmiş'', ‘'sütü bozuk'', ‘’çiğ süt emmemiş/emmiş'' gibi deyişler girmiştir. Dünya üzerinde Türk üzerine araştırma yapanların sayısı sanıyorum ki, Türk olup ta Türkoloji üzerine çalışanlardan fazladır. Bizden olanlar bile, ''karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar'' örneğindeki gibi eğitimlerini ve yazdıklarını ulus önüne çıktıklarında unuturlarken veya Çin kaynaklarında geçen Türklüğe ait bir tanımı, hainliğin eseri olarak ilişki kuramayacağımız bir biçime kasıtlı olarak sokarlarken, elâlem de Türkoloğlarından aldığı bu yapıtaşı bilgileriyle ulusal varlığımıza yönelik, nokta atışlı saldırılar düzenlemektedir.
Peki, bizler Türkçüler olarak nasıl davranmalıyız? Atsız Beğ’in bir önsözde dediği gibi, sosyal alanda kendi çıkarlarımıza elverişli olacak biçimde mi?..... Çok akıllı bir yurttaşımız diyor ki:
‘’ Lâkin şu sıralarda Atsız'ın yol gösterdiği üzere "Türk müslümanlığı" denen ve Türkler tarafından, içerisinden Arabî ilkellikler elenip Türkçü öğelerin enjekte edildiği bir tür kavramdan söz ediliyor.
Şu ân "dînsiz" olmak marjinal bulunduğundan, geçici bir süre "Türk müslümanlığı" kavramı kullanılarak miâdı dolmuş ve çoktan târihin çöplüğüne atılmış olması gereken İslâm kavramının içi boşaltılabilir; bunda bir sakınca görmüyorum. ''
İlk tümceye eyvallah! İkincisinde de lütfetmişler, iyi ki bir sakınca görmemişler. Başta sordum ya, kedinin terbiyesi fareyi görene kadar mıdır? Kafası kırık yavrum, diyelim ki bu dediğin doğrudur. Sen böyle orta yere açıkça pisledikten sonra uygulamanın imkânı ve manası nedir? Bir Türkçü otağı(!) kişisel sayıklamalarla Leman dergisi ayarına getirmek, ille de çıkıntılık yapma isteğinin ya da gizli bir gündem sahibi olmanın sonucu mudur? Acaba bu yurttaş, müptezelliği arşa yükselmiş, yüzlerce peygamber ve nebi aracılığıyla her seferinde ancak 5-10 seneliğine terbiye edilebilmiş Arap ulusunun davranışları ile İslâm peygamberi arasında nasıl bir ilişki kurmuş. Türk yurtlarına yönelen Arap saldırılarının kendilerini tamamı ile yok olmaktan kurtaran Türk ulusuna karşı en büyük nankörlük olduğunu ve bunun en başta kendi içlerinden çıkan peygamberin sözlerini çiğnemek olduğunu defalarca yazdım.
Türklerden Eftalitler (Akhunlar) rahtu kâbil adıyla, Göktürkler doğrudan Türk adıyla 604 yılında ölen Nâbighat al Dhubyani ve A’şa (Ölm.621), Peygamberin amcası Abu Talip'ten aktarılan şiirlerde anılmışlardır. İslâm peygamberinin ''qubba turkiya '' adını verdiği çadırı kullandığı doğruluğundan şüphe edilmeyen bir hadiste anılmıştır. Ayrıca Türklere karşı tarafsız, belki de dostane davranılmasını öneren, Türklerin kılık kıyafetlerinden bahseden yine peygambere dayandırılan hadislerde vardır. (Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, s. 74, Bu şiirler T. Kowalsky ve Ernst Mainz tarafından incelenmiş ve Der İslâm, XXI, 1933 s. 279-285 de yayınlanmıştır. Togan,a.e, s.435 B.2, Haşiye 58) ve demek ki, bizim Arapla kan davamız İslâm peygamberi ile değil, 674 yılında ilk işgali ve katliamları gerçekleştiren, Ubeydullah bin Ziyad’la başlar, Kuteybe bin Müslim’den Yemen çöllerine, Medine muhasarasına kadar devam eder.
Bu başlığı Tanrı izin verirse bir dizi yazı olarak sürdürmeyi düşünüyorum. Çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri, Başlangıçtan günümüze bize kalan kalıtı kendi görüşlerimi de katarak sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Esen kalınız.
Tonyukuk