Gönderen Konu: IKTIDARIN KIBLESI VATIKANDAN,MÜTAREKE BASININA ÖVGÜ  (Okunma sayısı 4722 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Vatikan'dan Türk basını için övgü
Vatikan'ın Ankara Büyükelçisi Monsenyör Lucibello, Malatya katliamı ve Dink cinayetiyle ilgili karanlık noktaların basın tarafından ısrarla takip edilmesinin, kamuoyunda başka dinlere yönelik hoşgörüyü geliştirdiğini söyledi
UTKU ÇAKIRÖZER Ankara

Vatikan'ın Ankara Büyükelçisi Monsenyör Antonio Lucibello, Malatya'da Zirve Yayınevi'ne yapılan kanlı baskınla ilgili karanlık noktaların Türk basını tarafından ısrarla takip edilerek aydınlatılmasının, kamuoyunda başka dinlerin mensuplarına yönelik önyargıların giderilmesi ve hoşgörü kültürünün gelişmesinde etkili olduğunu belirtti.
Trabzon'da rahip Santoro'nun ve Malatya'da üç Hıristiyanın öldürülmesinin ardından son olarak İzmir'de Saint Antuan Kilisesi rahibi Adriano Francini'nin bıçaklanması, başta İtalya olmak üzere yurtdışında geniş yankı uyandırmıştı. Gösterilen tepkilere karşı Türkiye'ye sahip çıkan Lucibello, saldırılar ile bunlara karşı basın ve kamuoyunun gösterdiği tepkiler konusunda Milliyet'e şu değerlendirmeleri yaptı:
"Rahip Francini ile konuştum. Kendisi şu anda çok iyi. Konunun da büyütülmesini istemiyor. Saldırı sıradan bir adi olay gibi gözüküyor. Rahibi provoke etmek isteyen zanlı önce vaftiz edilmek istemiş, bu kabul edilmeyince para isteyip yine alamayınca bıçak çekmiş. Zanlının çok sağlıklı olmadığı kanaatindeyiz.

'Basın güvence'
Bu saldırı ile ölümle sonuçlanan Trabzon ve Malatya olaylarında ve Hrant Dink'in öldürülmesi sonrasında, Türk kamuoyunun duyarlılığı ve gösterdiği tepki beni iyimser olmaya sevk ediyor. Birkaç istisna dışında Türk basınının genel olarak gösterdiği eleştirel - sorgulayan yaklaşımdan memnunuz. Bu tavrı, hem Türk halkına hem de bizlere, Türkiye'de meselelerin üzerinin kolayca örtülemeyeceğini gösteren bir güvence gibi görüyoruz.
Dink suikastı ve Malatya olayları sonrasında basının da etkisiyle ortaya çıkan kamuoyu tepkisi çok etkileyici. Farklı bir atmosfer var. Türk halkının çoğunluğunda, Hıristiyanlık ve diğer dinler ile bunların mensuplarına karşı tolerans ve hoşgörü ortamının basının bu tavrı sayesinde geliştiği kanaatindeyim. İzmir saldırısını saymazsak, Malatya olayları sonrasında cemaatimize yönelik hiçbir saldırı olmaması memnuniyet vericidir.
Türkiye'de 'misyonerlik' kelimesi yanlış anlaşılıyor. Hıristiyan din adamlarının din değiştirilmesi için insanlara zorla baskı yaptığı sanılıyor. Bu kesinlikle doğru değil. İnanışımıza göre bireyin özgür tercih yapıp yapmadığıdır. İzmir'deki olayda da rahip, zanlının din değiştirme talebine olumlu bakmamıştır. Amacı sadece insanlara din değiştirtmek olsaydı, neden reddetsin ki?"


Katoliklerin buluşması

Papa 16. Benedictus'un 2008'i Hz. İsa'nın havarilerinden Aziz Paul yılı ilan ettiğini belirten Lucibello, "Tüm Katolik dünyasına ve onların temsilcileri olan piskoposlar konferansına mektup göndereceğiz. Bu mektuplarda, Katolik cemaatini Aziz Paul'ün doğduğu Anadolu topraklarına davet edeceğiz. Binlerce ziyaretçinin Türkiye'ye gelmesini bekliyorum" dedi.
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Vatikan'ın Kürtleri

Selda ÖZTÜRK KAY’ın yazı dizisi

VATİKAN’IN KÜRTLERi

G İ R İ Ş

Papa destekli misyonerlerin Türkiye’deki etnik kışkırtma operasyonları, 1965’te yapılan 2. Konsil’de karar altına alındı...

Vatikan, 1965 yılındaki 2. Vatikan Konsili’nde alınan kararlar kapsamında, başta Türkiye olmak üzere tüm Orta Doğu coğrafyası ve Orta Asya ülkelerinde Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine hız verdi. Kısa zamanda, çalışma alanlarını paylaşan Vatikan destekli misyoner örgütlerin, Türkiye’de Karadeniz, Güneydoğu, Ege bölgeleri ile İstanbul’da sürdürdüğü Hıristiyanlık propagandasının, etnik kışkırtma operasyonunun bir ayağı olduğu anlaşıldı.

Bugün dünyanın en zengin ve güçlü devleti olarak tanımlanan bu 80 dönümlük ülke, tam 1.4 milyar insanın hayatını yönetiyor. Devletin başındaki Papa’ya yön veren ise ABD ve CIA. Devletler çöküş sürecine girdiğinde, misyoner teşkilatların nasıl birer milis kuvvetine dönüştüğü konusunda yüzlerce olay, binlerce tarihi belge var.

Bölücü misyonerler
Misyonerlere çalışan İsmail Çınar anlatıyor: Sürekli Kürtler arasında müjdeleme yapmamı istiyorlardı. Çoğunlukla Diyarbakır’da toplanıyor devlet tarafından gelecek engellemelere karşı strateji geliştiriyorduk...

Türkiye ve dünya, İzmir’in Bayraklı semtindeki Saint Antuan Kilisesi’nde ayin yöneten Rahip Adriano Franchini’nin uğradığı bıçaklı saldırıyı konuşuyor. Franchini’nin uğradığı saldırının faili 19 yaşındaki R. B. idi. Olay, 2006 yılında saldırı sonucu yaşamını yitiren Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi’nin rahibi Andrea Santaro ile Malatya’da geçen Nisan ayında Zirve Yayınevi’ndeki katliamı bir kez daha gündeme getirdi. Olayı yorumlayan dünya basını, Türkiye’yi inanç özgürlüklerine tahammül edemeyen bir ülke pozisyonuna mahkum ederken, Türkiye’de ise saldırı dinsel polemik temelinde yorumlanarak “misyonerlik” karşıtı “derin” güçlerin varlığı iddiası ortaya atıldı.

Terör örgütü bağlantısı
Haberi “acil” koduyla duyuran Associated Press Ajansı, saldırıyı “Türkiye’de Hıristiyanlara karşı düzenlenen saldırıların son halkası” olarak tanımlarken, AFP de “Saldırı, çoğunluğu Müslüman olan, ancak dinsel hoşgörü konusunda iyi geçmişi olmakla övünen laik ülkede Hıristiyanlara karşı düzenlenen saldırıların son halkası oldu” diye yazdı. Vatikan’a bağlı haber ajanslarından Asia News ise haberde, zanlı R.B.’nin bıçaklama eylemini vaftiz olma talebinin reddedilmesinin ardından
gerçekleştirdiğini savundu. Saldırıyı Türkiye’deki Hıristiyanlara karşı “tahammülsüz yaklaşım” olarak yorumlamayı tercih eden ajansların çabası, akla şu soruları getiriyordu: Bu esrarengiz saldırılar, Anadolu’daki misyonerlerin, İncil dağıtma, kilise açma ya da Hıristiyanlık propagandası yapma gibi tamamen dinsel içerikli faaliyetlerine karşı gösterilecek direnci kırmayı mı amaçlıyor? Amaç, Türkiye’deki misyonerliği din temelli bir faaliyet olarak sınırlandırmak ve buradan hareketle Türkiye için “farklı inançlara karşı hoşgörüsüz ülke” senaryosunu kurgulamak olabilir mi? Ya da bu yönde bir propagandadan, Hıristiyan misyonerler için daha sınırsız ve daha özgür çalışma ortamı oluşturmanın dışında ne gibi neticeler beklenebilir? Bu soruların cevaplarını tartışmadan önce, 2003 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kapsamındaki “İç Güvenlik Strateji Belgesi” ne bir göz atarak, misyonerlerin ve misyoner örgütlerin faaliyetleri konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “resmi” görüşünü bilmekte yarar var. Türkiye’deki misyoner örgütlerin, ulusal güvenliği tehdit eden bir unsur olduğu vurgulanan belgede şu ifadelere yer veriliyor: “Türkiye’de misyonerlik faaliyetleri şemsiyesi altında yürütülen gayretler, bu ülkenin siyasi, etnik ve inanç yapısı ile sosyal ve ekonomik sorunlarını istismar etmek suretiyle vatandaşlar arasında yeni çatışma ve ayrılık yaratma çabalarıdır.” Belli bir süre misyonerlerin içinde kalan, ancak meselenin din değil, ülkeyi bölmeye yönelik bir faaliyet olduğunu gören ve ayrılan İsmail Çınar’ın şu sözleri, Milli Güvenlik belgesinde yer alan bu hususun ne kadar isabetli bir tespit olduğunu gözler önüne seriyor:

Üst düzeyde baskı
“Ülkemizde misyonerlik faaliyetini sürdüren ve merkezi ABD’de bulunan CAMA ismindeki misyoner örgütün temsilcisi, ABD vatandaşı Thomas Tofilon aldığı direktifler doğrultusunda sürekli olarak benden Kürtler arasında müjdeleme yapmamı istiyordu. Daha sonra izinsiz kazı yapmak nedeniyle başı derde girince, onun yerine gelen Jim Mc Donald aynı şeyi telkin ediyor ve üst düzeyde baskı yapıyordu. Genellikle Diyarbakır’da toplanıyor devlet tarafından gelecek engellemelere karşı strateji geliştiriyorduk. Bu süreçte karşılaşabileceğimiz sorunları aşmak için Adana ABD Başkonsolosu devreye giriyordu. Herhangi bir sorun yaşadığımızda bunlar hemen durumu Ankara’ya ileterek bize yardımcı oluyorlardı. Misyonerlik faaliyeti dini-etnik ayrımcılık üzerinden sürdürülüyor, benim bu konuda kayıtsız kalmama tepki gösteriyorlardı. Görülen o ki, ülkemizde dini- etnik sorun yok, bunların üzerinden çatışma hatları üretme ve bölme amaçlı faaliyet yapan ’dış güçler sorunu’var.”

Her taşın altından Vatikan çıkıyor
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde de Türkiye’deki misyoner örgütlerin, ulusal güvenliği
tehdit eden bir unsur olduğunun altı çiziliyor. Bölücü faaliyetlerin altında da Vatikan çıkıyor.

Irak’ın kuzeyine yoğunlaştılar
Türkiye’deki misyoner örgütlerin faaliyetleri, toplumsal dirlik ve kamu düzenini tehdit ederken, bir yandan da ülkedeki siyasi dengeler üzerinde sinsi ama bir o kadar da etkili senaryolarla varlığını hissettirmekte. Burada bir paragraf açıp, Türkiye’nin farklı coğrafyalarındaki pek çok kilise, havra ve sinagogda ibadetlerini gerçekleştiren, yüzyıllarca Anadolu’nun Müslüman Türk halkıyla içiçe ve barış içinde yaşayan meskûnları konu dışında bırakmak gerekiyor. Kastedilen; bu dinsel faaliyetler değil, siyasallaştırılmış İnciller ve diğer propaganda malzemeleriyle sözde Kürt Devleti’nin kurulmasına ve bölücü terör örgütüne destek veren misyoner örgütlenmeler... Sözün özü, misyonerlerin çalışmalarının “dinsel” etkinliklerden ibaret olmadığını gösteren çok sayıda bilgi, belge ve doküman mevcut. Bu materyallerden yola çıkarak yeni bir “misyoner örgütlenmesi”, kışkırtıcı bir “etnik operasyon” ve “ruhani lider” kisvesine bürünmüş “tetikçiler” in varlığından bahsetmek gerek... Aksi taktirde; Türk milleti, dünya kamuoyuna; yüzyıllardır bir arada ve barış içinde yaşadığı farklı din ve inanç mensuplarına “aniden ve mesnetsiz bir şekilde” tepki duymaya başlayan sosyolojik bir vakanın aktörü gibi görünmeye başlayacak.

Lojistik destek
Küresel misyoner örgütleri, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta doğu coğrafyasındaki merkezlerini kuzey Irak’ta yapılandırdığında, başlıca amaç Irak’ın kuzeyinde kurulmaya çalışılan sözde Kürt Devleti’ne lojistik destek sağlamak ve bu amaçla Türkiye’deki Kürtlere yönelik faaliyetleri Dünya Kiliseler Birliği çatısı altında biraz daha yaygın hale getirmekti. Son yıllarda Türkiye ve Irak’ın kuzey bölgesinde “vaftiz” yoluyla Hıristiyanlığa geçenlerin sayısında görülen artış ve Kürtçe İncil gibi propaganda malzemelerinin ortaya çıkması, bu politikanın uygulanmaya başladığını somut bir şekilde gözler önüne seriyordu. Misyoner örgütlerin Anadolu’daki ayrılıkçı hareketlere verdiği destek, bugünün değil 19’ncu yüzyılın ortalarından bu yana önce Osmanlı’nın daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprak bütünlüğüne karşı verilen mücadelenin bir parçasıydı. Bu nedenle, İzmir’deki Rahip Franchini saldırısının perde arkasına geçmeden ve son dönemin misyoner politikalarını irdelemeden önce bu örgütlerin Osmanlı İmparatorluğu’na ait topraklarda sürdürmeye çalıştıkları “Özel Kürt Politikaları” nın tarihsel sürecini kısaca özetlemekte
fayda var.

Hayali kimlik oluşturmak çabası
Osmanlı İmparatorluğu ve ABD arasında 1830 yılında imzalanan bir anlaşma, Protestan misyonerlerin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde dini vaaz verme çalışmalarını güvence altına aldı. İstanbul’daki ilk Protestan Kilisesi de bu sayede kuruldu. Böylece ABD’nin misyoner örgütü American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) aracılığıyla, Osmanlı topraklarında yaşayan bazı ayrılıkçı unsurların dışarıdan desteklenmesi faaliyetleri de başlamış oluyordu. 1852 yılında Amerikalı misyoner George W. Dunmore, ABCFM tarafından Osmanlı topraklarına gönderildi. Amaç, Kürtlere yönelik bir çalışma yapmak ve Anadolu’daki misyon merkezi için en uygun yerin tespit edilmesini sağlamaktı. Amerikalı Protestan misyonerlerin faaliyetleri daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu vilayetleri üzerinde yoğunlaşıyordu.

Bölücülüğü yaygınlaştırma
ABD, bu amaçla ilk misyon merkezini 1852 tarihinde Harput’ta oluşturdu. İlk önce bölgedeki Ermeni ve Süryanilerle bağlantı kuran merkez, daha sonraki tarihlerde Kürt gençlere de “eğitim” yuvası oluyordu. Hatta ilerleyen yıllarda Harput, Dersim, Malatya, Kiğı ve Bingöl’den çok sayıda Kürt köylüsü, Harput’taki merkez aracılığıyla ABD’ye fabrika işçisi olarak gönderildi. Araştırmacı Ali Rıza Bayzan- Küresel Misyoner Örgütlerin Kürt Operasyonu adlı yazısında, 19’uncu yüzyılda başlayan bu faaliyetlerin amacını şöyle özetliyor: “Kürtler için hayali ve suni bir etnik kimlik geliştirerek ayrılıkçı hareketi yaygınlaştırmak, teröre dönüştürmek ve meşruiyet kazandırmak. İkinci aşamada ise etnik kimliği Kitab-ı Mukaddes’te temellendirerek Kürtlere Hıristiyanlığı aşılamak.” Bu nedenle bütün propaganda faaliyetlerinin temelini, “Kürtlerin köklerinin Hıristiyan olduğu, daha sonra Müslümanlaştırıldıkları” savı oluşturuyordu. Protestan bir misyoner olan Douglas Layton tarafından kaleme alınan, İngilizce ve Kürtçe olarak yayınlanan “Kitab-ı Mukaddes’te (Kurds In The Bible-Kurd Dinaf Tevrat-ı ve Incil-i Da)” Kürtlerin Kitab-ı Mukaddes’te Med kavmi olarak geçtikleri ileri sürülüyordu. Misyoner Layton’a göre Kürtler, yeniden Med Kimliği’ne bürünmeliydi. Daha sonraki yıllarda İmralı’daki bölücübaşının, Kürtlerin kökenini Med Kavmi’ne dayandırması, hatta kendisini “Çağdaş bir Mesih” olarak tanımlaması, terör örgütünün propaganda aracı olan televizyon kanalına da bu ismin verilmesi, misyonerlerin bu savının, ayrılıkçı kesimler üzerinde “olumlu etki” yarattığını gözler önüne seriyordu. Kürtlere yönelik Hıristiyanlaştırma operasyonu adım adım ilerliyordu.
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
PKK'ya kol-kanat gerdiler

Selda ÖZTÜRK KAY’ın yazı dizisi


VATİKAN’IN KÜRTLERi

PKK’ya kol-kanat gerdiler

Teröristbaşı Öcalan 1996’da Papa 2. Jean Paul’a bir mektup göndererek, “Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu’daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir” diyerek yardım istedi. Papa ise, “Kürt halkının trajedisini sessizlik içinde geçiştiremeyiz” cevabını verdi.

Vatikan’ın Adalet Bakanı konumundaki görevlisi Kardinal Renato Raffaele Martino, Ekim 2007 tarihinde Türkiye ile Irak arasındaki sorunun çözümüne ilişkin önerilerini dile getirdiği bir açıklamasında, Kürtler için ayrı bir devlet imasında bulunuyordu. Martino’nun “Vatikan, Irak-Türkiye arasındaki sorunun, kısa sürede barışçıl biçimde çözümlenmesinden yanadır. Çözümde Kürt halkının ihtiyaçları da dikkate alınmalıdır. Zira Kürtlerin durumu dünyada benzeri olmayan bir nitelik taşımaktadır: Ortada bir halk var, ama bu halka te-kabül eden bir devlet yok” şeklindeki sözleri, Vatikan’ın öteden beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı terör örgütü PKK’yı destekler nitelikteki politikalarının bir yansımasıydı kuşkusuz.

Türkiye’nin baskıları sonunda Suriye’den çıkmak zorunda kalan teröristbaşı Öcalan, İtalya’ya gittiğinde Vatikan, hem terör örgütüne hem de bebek katiline sahip çıkarak bu desteğinin en somut örneğini sergiliyordu. Hürriyet Gazetesi’nin, 22 Kasım 1998 tarihli “Vatikan’dan teröre destek” başlıklı haberinde şu ifadelere yer veriliyordu: “Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan, Apo’ya sığınma hakkı ve-rilmesine taraftar olduğunu bildirdi. Kürt sorununun yalnızca Türkiye ve İtalya arasında bir mesele olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çeken Kardinal, sorunun bütün Avrupa’yı ilgilendiren uluslararası bir konu olduğunu vurguladı. Vatikan bunun da ötesinde Kürtçü ayrılıkçılığı kışkırtacak bir tavır sergiliyor.

Doğu Kiliseleri Topluluğu sorumlusu Kardinal Achille Silvestrini, Kilise’nin Kürt toplumunun ulusal kimlik kazanmasına sempatiyle baktığını hatırlattı.”

’Direniş hakkı’...
Vatikan’ın terör örgütüne ve onun başına verdiği desteğin, “dini” referansı Kurtuluş Teolojisi’dir. Misyoner çevrelere yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı akımlara destek vermek konusunda meşruiyet tanıyan bu teolojiyi, Papa VI. Paul’un sözleriyle anlatmak gerekiyor: “Bir halk barışçı direnişin hiçbir yarar sağlamadığı şekilde baskı altındaysa ve başka hiçbir barışçı direniş olanağı kalmamışsa, o zaman en son ihtimal olarak şiddetin kullanılabileceği direniş hakkı vardır.”

Papa’ya mektup
Roma’da bulunduğu zaman içerisinde kiliseler tarafından sahip çıkılan teröristbaşı Öcalan’ın Papa’ya yazdığı iki mektup var.

2. Jean Paul’ün papalığı döneminde yazılan mektupta teröristbaşı, “Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu’daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir. Bize yardımcı olun” diyerek yardım istemiş, Vatikan da bunun üzerine bazı girişimlerde bulunmuştu. Vatikan’daki tüm yayın organları, mektubun yazıldığı 1996 tarihinden itibaren Türkiye’de TSK’ya karşı saldırgan bir tutum izlemeye başladı. Türkiye’ye karşı başlatılan karalama kampanyasını yürüten ise bizzat bugünkü
Papa idi. Papa 2. Jean Paul Ocak 1998’de diplomatik bir dille şu göndermeyi yapıyordu:

Etnik ayrıştırma
“İçinde bulunduğumuz günlerde herkesin dikkatini çeken Kürt halkının trajedisini sessizlik içinde geçiştiremeyiz. Olağanüstü durumlarda mültecilere yönelik acil merhamet arzusu; onların güvenli ve kabul edilebilir hayat şartları isteyen milyonlarca kardeşinin arayışını unutmamıza neden olmamalıdır.” Prof. Dr. Nadim Macit’e göre, “arayış” tan bahseden Papa, her nedense bu coğrafyayı etnik ayrışma üzerinden parçalayan, çatışma hatları ve kanlı sınırlar oluşturan emperyalist Batılı devletlerden hiç bahsetmiyordu.


Prof. Dr. Erkal, Caritas’a dikkat çekti
Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal  “Misyonerlik, zannedildiğinden farklı olarak siyasi hedefler gütmektedir” diyor. Misyonerliğin Anadolu’da Türk kimliğini ve milli devleti hedef aldığını söyleyen Erkal’a göre, siyasi ve dini boyutlu misyonerlik hareketleri yeni bir “Haçlı Saldırısı” olarak tanımlanmalı... Misyonerlerin, her tür insani duyguları istismar ederek ve kullanarak Hıristiyanlık propagandası yaptığını belirten Erkal, misyonerlerin asıl amacının “Mutlak Hıristiyanlaştırma” olmadığına da özellikle dikkat çekiyor. Erkal, “Önemli olan, insanları toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, değerlerini aşağılama, vatandaşlık ve milli kimliği aşındırma ve maddi yönden tatmin etmektir. Misyonerlik şahitlik kelimesini kullanmaktadır. Kardeşlik adı altında ve dikkat çekmemek için ’İsa Müslümanları’ yaratılmak istenmektedir” görüşünü dile getiriyor ve Vatikan bağlantılı Caritas isimli örgüte özellikle dikkat çekiyor. Caritas’ın adı ilk kez 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan büyük Marmara felaketinden sonra duyuldu. İnsani yardım adı altında İncil dağıttıkları öğrenilen bazı grupların, deprem nedeniyle kimsesiz kalan çocuklara da “sahip çıktıklarını” hatta yurt dışına götürdükleri iddia edildi. Afet bölgesine gönüllüleriyle gelen sivil toplum örgütleri ve yardım kuruluşlarının belki de en önemlilerinden biri Caritas’tı. 1897 yılında Almanya’nın Freiburg kentinde Katolik bir yardım kuruluşu olarak kurulan Caritas, pek çok ülkede aynı adla bağımsız yardım kuruluşları açmaya başladı. 1951 yılında papalığın öncülüğünde bir araya gelen 154 Katolik yardım kuruluşu Caritas İnternationalis adıyla bir konfederasyon şekline dönüştü ve örgüt bütünüyle papanın emrine girdi. Merkezi Vatikan’da Papalık sarayının içinde olan Caritas’ın başkanı 1999 tarihinde bu göreve seçilen ve daha önce Caritas Ortadoğu ve Caritas Lübnan’ın başkanlığını yürüten Yohana Fuad El Haci. Bu gün yüz binlerce misyoneriyle 198 ülkede faaliyet gösteren Caritas’ın Türkiye’deki Vatikan Büyükelçiliği Caritas Üniteleri Müdürlüğü’nü yürüten kişi ise geçtiğimiz günlerde İzmir’de bıçaklı saldırıya uğrayan Rahip Adriano Franchini idi.


Misyonerler Öcalan ile aynı dili kullanıyor
Türkiye’de Hıristiyan misyoner örgütlerin temsilcileri özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya ziyaretlerde bulunarak oradaki halkla iletişim kurmaya çalışıyor. Milli Güvenlik Kurulu’na sunulan bir raporda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne son bir yılda gelen ziyaretçilerin sayısının son 15 yıldaki ziyaretçiler kadar olduğu ve Türkiye’ye yönelik bu hareketlerin hepsinin belli bir merkezden yönlendirildiğinin anlaşıldığı belirtiliyordu. Terörist başının mektuplardaki sözleriyle, Türkiye’de misyonerlik faaliyetini sürdüren kişilerin sözlerinin birebir örtüştüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Nadim Macit, şunları söylüyor: “Ülkemizde misyonerlik yapan kişiler şöyle derler: ’Türkiye Devleti, Kürtler üzerinde baskı yapmaktadır. Geçmişte Ermeniler, Süryaniler, Rumlar üzerinde soykırımı faaliyeti yaptılar. Bunun benzerini şimdi Kürtlere yapmaktadırlar. Türkiye Devleti, soykırımını sürdürmektedir. Birçok masum Kürt kimliğini ve hakkını istemesinden dolayı öldürülmektedir.’ İki metin arasındaki benzerlik, bize, terör örgütünün kutsal sürümünü yeterince tanımlamaktadır. Batılı devletler ve kiliseler niçin PKK’yi destekliyorlar? Bu sorunun cevabı İtalyan Evanjelist Kiliseler Federasyon Başkanı Domenico Maselli’nin şu sözünde gizlidir. Maselli, der ki: Varlıklarını kabul etmeyen beş devlet arasında bölünmüş saygın Kürt halkının yazgısına kayıtsız kalamayız.’ Gerçekten kalamazlar. Çünkü iki kutuplu dünya sisteminin çöküşünden sonra ortaya çıkan durum, dünya dengelerini bozacak niteliktedir. Öyleyse Türkiye ile Türk dünyası arasında duvar örmek gerekir. İkisinin arasını tam anlamıyla kesmek için Ermenistan yetmez, bir de Kürdistan gerekiyor. Bütün mesele budur.”

Bush’la 2003’te
antlaşma imzalandı
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal:  “Teröristbaşının mektubundan sonra Papalığın Doğu Kiliseler Birliği Komisyonu’nun başı Achille Silvestrini bir açıklama yaparak Vatikan’ın PKK’yi ve onun başını desteklediğini belirtti. Rusya’da ise Ortodoks Kilisesi’nin en hararetli savunucularından bir olan bir milletvekili bölücü başını Rusya’ya getirmek ve ona sığınma hakkı tanıtmak için var gücüyle çalıştı. Bu milletvekili aynı zamanda gizli bir tarikatın üyesi idi. Tarikatın adı, ’İstanbul Haçı’nın Egemen Askeri ve Hanedansal Tarikatı’idi. Tarikatın başında yasal Bizans İmparatoru olduğu başta Rusya, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa mahkemeleri tarafından tevsik edilmiş olan Prens Henry Paleolog vardı. İşte bu tarikatın başı Almanya’da PKK örgütüne destek veriyordu. El altından dağıtılan bildirilerinde aynen şöyle yazıyordu: Türkiye’de boyunduruk altında yaşayan siz Kürtleri çok yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız.”

Papa’nın misyonu
Mektup ile birlikte Ortodoks Papa’nın, Evangelist Bush ile bir anlaşma yaptığını ve bu anlaşma çerçevesinde, başta Irak’ın kuzeyindeki Kürtler olmak üzere, tüm coğrafyada etnik ırkçılık yapan Kürt nüfusunu koruma mis-yonunu üstlendiğini ifade eden Altındal, şu noktalara vurgu yapıyor: “Papa ben ’Bush’u destekliyorum’ diyor. Oysa ki Bush evangelist yani Protestan. Bush ile 2003 yılında yapılmış bir anlaşması var. Bu anlaşma, Irak’ta bir Katolik kilisesi kurulmasını öngörüyordu. Amaç, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri korumak ve Türkiye’deki Kürtlere yapılan baskıları yerinde tespit etmekti. Bu kilise kuruldu, 2003 yılından itibaren faaliyete geçti ve Kürtleri koruma görevi Papalığa verildi. Şimdi de BOP çerçevesinde Rusya’ya ve Çin’e karşı ABD’nin yollarını açmaya çalışıyor, açıkları bu yönde. Papa’nın misyonu bu.”
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı NTürk

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 158
Malatya da işlenen cinayete bende çok üzüldüm.Çünkü oradakilerden bir tanesi Türk tü.Buda yine ülkemizde hala dinin Irktan önce geldiğinin göstergesi ne yazık ki....
Malasef Vatikan nın yaptığını Osmanlı zamanında Şeyhül islam da yapmıştı onun için bunun dinleri kötüleme aracı olmaması gerekiyor.Bunları destekleyen din adamlarının suçu...
HARAY HARAY MEN TÜRKEM!!!

Çevrimdışı motun yabgu

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 1566
Malatyadaki olaya bende cok üzüldüm,tabii geberenlere degil,ellerini pis misyoner kanina bulamis,kandirilmis aslan gibi Türk genclerine üzüldüm.Misyonerlerin arasindaki,gebermis haine gelince,kendini bilen hicbir Türk,ister dinli olsun,ister dinsiz,ne olursa olsun,Türk düsmani misyonerlerle,isbirligi yapip,kendi milletinin inandigi dinin,aleyhinde propaganda yapmaz,böyle bir serefsizin,Türk oldugundan,süphe ederim.Üzülecek o kadar cok sey varki,mesela rahip santoronun,kizil tamuya,biletinin kesildigi günden,cok kisa bir süre sonra,italyan soförünün,kullandigi aractan atlayip,13 Türkü ucuruma yuvarlayip,katletmesi,dahami az üzücü?TTK
ÜZE TENGRI TEMÜR CIDA OKLAR BIRLE BIR BULUT

  BASBUGUMUZ TANRIKUTTUR TANRIKUTTUR

                       TANRIKUT.

Çevrimdışı TÜRK-KAN

  • Türkçü-Turancı
  • *****
  • İleti: 2181
  • UÇMAĞA VARDI, TANRI DAĞLARINDA!
 Motun Yabgu Andamız,

 Gene turnayı gözünden vurmuş.

 Çok eskiden rastladığım Almanca bir dergide(Avusturya menşeili The Code dergisi idi sanırım) Vatikan'ın özel misyonerler yollayarak kürt nüfusunu Hristiyanlaştırmayı; Türkiye üzerinde kendisine bağlı piskoposluklar  kurmayı ve toprak satın alarak buraların doğrudan Vatikan'a bağlanmasını planladıkları yazıyordu.

 Malatya'daki olayda bu misyoner denen haşaratlar yüzünden ömürlerini hapislerde geçirecek olan Türk Evlatlarına elbetteki üzülüyoruz. Gencecik çocukları hayatlarının baharında hapislerde çürüyecekler. Asıl hesap bu çocuklardan değil; bu gençlerin ellerine silah verip, aslan kaplan diye sırtını sıvazlayıp bu cinayete sevkedip, bu gen.lerin hayatının kararmasına vesile olanlardan sorulmalıdır. 

 Sonuç olarak misyonerler; TÜRK dümanı sinsi haşaratlardır. Amaçları Türk Aile yapısını ve Ahlakını çökerterek, Türk gençlerini kendi Milletlerinden ve benliklerinden uzaklaştırmaktır. Am şu da bir gerçektir, misyoner denen haşaratlar; bir sürü para harcamalarına, yer tutmalarına ve kitap-dergi-çeşitli yayınlar neşretmelerine rağmen Türkiye'de taban bulamamamışlar ve başarısız olmuşlardır. Başarısız olmaya da mahkumdurlar. Çünkü karşılarında Haçlı Sürülerine hadllerini bildirip tarih yazan KILIÇ ARSLAN'LARIN torunları olan TÜRK EVLATLARI vardır.

 TTK
23 EKİM 2023'DE, ELİM BİR TRAFİK KAZASI SONUCU, UÇMAĞA VARDI.
ŞİMDİ; TANRI DAĞINDA, ATALAR YURDUNDA, ATSIZ ATA MAKAMINDA, BAŞBUĞLAR OTAĞINDA, ERİNÇ İÇERİSİNDE!

Çevrimdışı Temir Yalıg

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 184
  • TÜRK'ÜM BAŞKA ÜNVAN İSTEMEM
Malatya da işlenen cinayete bende çok üzüldüm.Çünkü oradakilerden bir tanesi Türk tü.Buda yine ülkemizde hala dinin Irktan önce geldiğinin göstergesi ne yazık ki....
Malasef Vatikan nın yaptığını Osmanlı zamanında Şeyhül islam da yapmıştı onun için bunun dinleri kötüleme aracı olmaması gerekiyor.Bunları destekleyen din adamlarının suçu...

Olayın dinin ırktan önce gelmesiyle bir ilgisi yok.Türk düşmanı misyonerlerin tamuya gittiğine üzülmeyin,boş yere hapislerde çürüyecek olan gencecik milliyetçi Türk çocuklarına üzülün.

TTK!
TÜRK IRKI SAĞOLSUN!