Gönderen Konu: KAM İNANCININ DİĞER DİNLERLE İLİŞKİSİ ÜZERİNE  (Okunma sayısı 3917 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KUTLUG

  • Türkçü-Turancı
  • **
  • İleti: 25
Yıllar öncesi tüm makalelerini kaynak göstererek yayımlama iznini veren Hakas Kamı Timur Davletovun aynı isimli makalesinden ;

Güney Sibirya’da yaşayan Türk kökenli yerli uluslardan biri olan Hakaslar’da maneviyat alanında diğer Sibiryalı halklarda olduğu gibi her zaman Kam inancı başatlığını korumuştur denilebilir. Ancak bununla birlikte Hıristiyanlığın ilk mezheplerden olan Nesturilik[1], Manihaizm[2], Budizm gibi diğer bir çok inanç da yaşanmıştır o topraklarda. Dolayısıyla Türklerin beşiği olan Sayan-Altay dağları bölgesindeki ata yurdunda inanç konusunda her zaman çeşitliliğin varlığından söz edilebilir. Bu çeşitliliğinin varlığı ya da başka bir ifadeyle bu denli farklı inançların bir arada yaşayabilirliği neyin sayesinde olabiliyordu sorusuna gelince bu hususta akla daha çok kadim Kam inancı geliyor. Belki de bu uyum ya da farklı inançların bir arada yaşamasının altında yatan göreceli hoşgörüye sahip olan sağlam bir alt yapı niteliğindeki Kamlık inancıdır?

Aslında her inanç sistemi kendi içerisinde bir takım değerleri içerdiğinden bunları korumak ve sürdürmek suretiyle tutuculuk niteliğine sahiptir. Bunun nedeni de inançların toplumsal yaşam içerisinde kurumsallaşmaya eğilimli olduklarıdır. Yani her inancın gelenek ve değerlerini ve hatta kanunlarını korumak ve kimi durumlarda toplumun diğer fertlerini de bu çerçeveye uymaya çağırmak ve bunu sağlamakla görevli icracıları vardır. Bunlar papazlar, imamlar, kamlar vb. gibi inanç görevlileri olarak tanımlayabileceğimiz insanlardır. Tabii, anılan bu görevlilerin dışında da daha nice insan inancın içerisindeki hiyerarşide yer aldığını ve bunların her dinde görevleri ve bu görev ve yetkilerinin sınırlarının değişiklik gösterebileceğini de belirtmekte yarar vardır. Ancak esas konumuz Kam inancı olduğundan biz de bu yazımızda daha çok Hakas Türklerindeki Kamlık üzerine ve bu inancın bölgedeki toplumsal yaşam üzerindeki etkileri ve önemi konusunda duracağız.

İşte her inancın göreceli ve aslında kaçınılmaz olarak tutucu olması nedeniyle de bir oranda Güney Sibirya’da birçok inancın bir arada bulunmasının da güllük gülistanlık olduğunu söylemek gerçeklikten kopmak anlamına geleceğini de bilmeliyiz. Ancak şu da bir gerçektir ki, kimi inançlara mensup insanlar diğer inançlara mensup kişilere karşı çok daha sert ve hoşgörüsüz davranabilmekte ve bu da her inancın yaşatanı sübjektif dünya görüşüne sahip olan insanlar olduğundan kaynaklanmaktadır. Sonuçta ne kadar mükemmel bir inanç olursa olsun onu yaşatan ya da gerçek yaşamda uygulayan son mertebe yine de insanoğlunun olduğunu, oysa bu konuda “humane errarum est”[3] gibi bir özdeyişin de mevcut bulunduğunu biliyoruz. Dolayısıyla her inanç gerçek yaşama çoğu durumda ancak toplu halde yaşayan insan toplulukları üzerinden ulaşabildiğinden inançların bu gerçek yaşamdaki yansımaları da zaman ve mekana göre küçük ya da büyük farklılıklar gösterebilmektedir[4]. Bu nedenle inançlar gerçek yaşama yansıdığında bu yansımaları hep nesnellik hem de öznellik içermekte olduğu söylenebilir.

Oysa tarihsel yaklaşım içerisinde bu konuyu ele aldığımızda Kam inancını taşıyan toplumların genel olarak diğer inanç mensuplarına ve özellikle başka inançlardaki din görevlilerine ve tapınma[5] yerlerine yönelik olarak çok daha hoşgörülü bir biçimde yaklaştığını görebilmekteyiz. Yine bu konuda başka bir örnek vermek gerekirse İslam dinine mensup olan Abbasilerin bu dini yaymak adına Orta Asya’daki Türkleri 300 yıl boyunca kılıçtan geçirmesine rağmen Osmanlı Türkleri Doğu Avrupa’da yaşayan Gagavuzların (Gök Oğuzlar) ya da kökeni Türk olmayan Ermenilerin Hıristiyanlık inancına kolaylıkla karışabileceği halde bunu yapmamış ve bunları İslam dinine zorla dahil etmemiştir. İşte bunun açıklaması da bilimsellikten uzak görünse bile genlerinde taşıdıkları o geçmiş tarihlerindeki Kamlık terbiyesinde yatıyor olabilir. Buna karşın Sibirya’ya ve özellikle Güney Sibirya bölgesine XVII. yy’da işgal amacıyla gelen Rusların mensubu olduğu Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden din adamları, doğal olarak arkalarına devletin her türlü desteğini de alarak, yerli halka ve onun inancına yönelik olarak çok daha acımasızca davrandıklarını tarihte gizlenmesine ilişkin tüm gayretlere rağmen gayet iyi bilinmektedir[6].

Kamların da eskiden geleneksel toplumlarda günümüzde ise modern toplumların içerisinde diğer bireylerden hiçbir ayrıcalık ve farka sahip olmadan sıradan bir kişi olarak yaşamakta olduğunu görebiliriz. Papazlar gibi de ücretli çalışmazlar, oysa aynı zamanda da en az onların Hıristiyanlığa gibi kendilerini Kamlık inancına adamıştır bu insanlar. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Kam olmak kolay bir görev değildir ve çok güç ve sabır isteyen bir vazife olduğu bilinir. Eskiden Kamlar bir yerleşim yerinde birçok görevi birden üstlenmekteydi. Yani, bir Kam hem Kamlık yapar, hem sanatçılık (şarkı söyler, ilahi okur, dans eder, çeşitli giysiler giyer vb.), hem sağaltıcılık (ya da doktorluk), hem falcılık, hem öğreticilik, hem hava öngörücülüğü gibi birçok görevi yerine getirmekteydi. Oysa bir Kam bir kez güvenini kaybettiği zaman zaten birkaç haneden oluşan yerleşim biriminde oturan kişilerin ona karşı ne gibi tavır takınacaklarını kestirmek hiç de zor değildir aslında. Yani, Kamın geleneksel bir toplumun içerisindeki yaşamı o toplumun içerisinde sahip olduğu performansına doğrudan orantılı olduğu söylenebilir. Aksi takdirde o Kam oturduğu köyden ayrılmak zorunda, ki haberler de hızlı yayıldığı için ve herkes de küçük yerleşim birimlerinde birbirini yüz yüze tanıdığından kendisine güveni kaybeden bir kamın ne gibi zorluklara maruz kalacağı kolaylıkla tahmin edilebilir.

Öte yandan geleneksel toplumlarda insanlar belki de o ortamın içinde doğup yaşadıklarından her şeyi yeteri derecede sorgulama yeteneğine sahip olmayabilirdi ki bu doğrudur. Ve o zaman bir kam, yaşadığı toplumda örneğin “ruhlar istemiyor, ne yapalım”gibisinden geçiştirici laflarla durumunu kurtarabilirdi gibi geliyor günümüzden baktığımız zaman. Oysa bu görüş gerçekliği tam olarak açıklamakta yetersiz, çünkü günümüzde genelde batı tarzı mantığa dayanan bir eğitimle kuşanmış olan insanlar her şeyi rahatlıkla sorgulayabilme yeteneğine ve zihin tarzına sahip olduğu halde yine de Kamlar ve kamlık inancı kaybolmamıştır ve hatta modern tıbbın son derece gelişmiş olduğu halde tam tersine giderek daha da gelişmekte olduğu söylenebilir.

Tabii ki bu Kamlıkta her şeyin kusursuz olduğu anlamına da gelmemelidir, çünkü Kamlık inancında da durumdan yararlanmak üzere yanlış ve yalan kullanarak şarlatan türünden kendini Kam olarak tanıtan insanlara rastlamak mümkündür. Ki bu da bizi yeniden tüm inançları yaşatanların değişik duygu ve düşüncelere sahip olan insanların olduğu noktasına götürmektedir.

Bu açıdan dinin uygulanması sürecinde bir kurum olarak yer alan kilisenin, devletin kendi uyruğunda bulunan bireyleri ve özellikle işgallerin sonucunda yeni katılan toplumları daha çok bağlamak amacıyla geliştirdiği ve bunları zorla ve baskıyla (ya da şiddet yoluyla) uygulamaya yönelik kullandığı bir takım ideolojik aygıtlarına [7] mensup olduğundan 18.yüzyılın ortalarında işgal edilen Hakas topraklarına gelen Rus devleti kilise üzerinden burada yaşayanları kendine maneviyat alanında da bağlamak niyetindeydi. Nitekim bunda başarılı da oldu denilebilir, çünkü zaten sayısı çok aza inmiş Hakas (Kırgız) Türklerinin üzerinde kurulan yoğun etkilemenin sonucunda Kamlık inancı başatlık konumunu Rus Ortodoks Hıristiyanlığı karşısında kaptırmaya başlamıştır. Ancak tam olarak Kamlık inancının Hakas Türklerinin yaşamından silinmesinden söz etmek kesinlikle olanak dışıdır, çünkü eski ama yaşama gücü yüksek olan bu inanç hem çarlık hem de Sovyet baskıcı dönemlerinden geçerek günümüzde de varlığını daha da güçlü bir biçimde sürdürmektedir[8]. Yalnız burada karşılaştırma olanağını vermek amacıyla belirtilmesinde kanımızca yarar olan şey de bu Kamlık inancının, bu inancı yaşatan insan topluluklarının azınlıkta bulunduğu halde, kendi varlığını her hangi diğer baskıcı dinlerin başat olduğu ortamlarda bile sürdürebilirlik konusunda olağanüstü güce sahip olduğudur. Örneğin, Sovyetlerin gelmesiyle baskı altına alınan Rus Ortodoks Kilisesi bu durumda, yani baskı altında yalnızca Sovyetler rejimi boyunca - ki o da tam ve sürekli bir baskı sayılmaz - baskı altında toplum içinde sahip olduğu pozisyonu kaybederken Sibirya’daki Kamlık inancı Rus Kilisesine nazaran çok daha uzun dönem süren baskı ve yoğun ideolojik mücadele ile karşı karşıya kalmıştır. Üstelik kendi varlığını muhafaza ederken bu denli uzun süre boyunca Kamlık inancı hiçbir yazılı kaynaktan, kilise ya da camii gibi hem kurumsal yapı hem de tapınma yeri anlamındaki örgütlenmelerden istifade etmemiş, nüfus olarak da hep azınlıkta ve az sayıda kalmıştır. En fazla etkilendiği durumlarda Kamlık inancına ait insanlardan oluşan toplumlar senkretizm yoluna gitmekte, yani baskının veya başka dinlerin etkisi sonucunda dışarıdan gelen dinle Kamlığın içindeki değerleri karıştırarak ve harmanlayarak bu inancı yaşatmaya devam etmekteydi. Ki bu da yine kamlık inancının yaşayabilirlik gücünün yüksek olduğunu gösteren bir başka örnektir. Yani, genel olarak baktığınız zaman Türkler İslam, Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm vs. dinlere mensup olmalarına rağmen ve dünyanın neredeyse dört bir yanına yayılmış olmalarına karşın yaşadıkları her coğrafyada her dinle birlikte mutlaka eski ortak inançları olan Kamlıktan gelen gelenek ve inançları yaşatmaktadırlar. Bu görüşe bir örnek tüm Türk dünyasında çeşitli adlar altında olsa da kutlanan Yıl Başı (21-22 Mart) bayramı gösterilebilir[9]. Bunun dışında da Anadolu coğrafyasında da İslam öncesi dönemden kaynağını alan birçok inanç günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir, ki eşiğin (eşik) Anadolu Türklerinde eski Türk devrindeki gibi mukaddesliğini ve saygınlığını korumuş olması bunlara bir örnek olarak gösterilebilir.[10] Veya yine kaynağını Kamlık inancından alan ve Sibirya’da olduğu gibi Anadolu’da da yaygın olarak görülebilen ağaçlara dilek dilemek amacıyla çaput (Hakasça çalama) bağlama geleneği örnek olarak gösterilebilir. Tüm bu örnekler Kamlık inancında yer alan unsurların yaşayabilirlik açısından çok güçlü ve baskılara karşı dirence sahip olduğunu bize kanıtlar niteliğindedir.

Yine bu konu çerçevesinde, yani Kamlık inancının başat olduğu Güney Sibirya’da diğer inanç sistemlerinin de uzun dönem boyunca bir arada yaşayabilmeleri sorusuna ilişkin olarak Kamlık inancında Doğa, Evren, ata ruhları ve iyelerle olan ilişkilerin temelinde kurulmuş bulunan inançların korku ve yasak yoluyla değil de sevgi ve saygı üzerinden yürütüldüğü hususu dile getirilebilir, çünkü Hakas Kamlığında yaşam sonsuz olup tıpkı güneşin her gün sabah doğup akşam batması, doğanın her güz uykuya dalıp her baharın gelişiyle uyanması, insanın reenkarnasyonu gibi doğuş ve ölüş süreçlerinin döngüsel değişiminden oluştuğuna inanılmaktaydı[11]. Bu da Kamlık inancının yaşayabilirlik gücünün sevgi ve saygı duygularından aldığını göstermektedir.

Öbür taraftan bu kadar çeşitli inançların varlığına tanık olan Güney Sibirya topraklarındaki Kamlık inancından insan toplulukları nedense bir türlü tapınma amacıyla kilise, camii veya tapınak gibi yapılar kurmamıştır. Bu konuda çeşitli nedenler öne dizilebileceği gibi gerçek şu ki, Budizm ve Hıristiyanlık ve hatta İslam’la tanışma ve bu dinlerin tapınma yerlerini de yakından tanıma olanağına sahip olan – ki örneğin Maniheizm dini dönemine (VIII-XI. yy. başları) ait Hakas topraklarında arkeologlar tarafından Mani tapınakları bulunmuş ve bu durum Arap seyyah Abu Dulaf gibi tarihi seyahat notlarıyla da doğrulanmıştır[12] – Kamcı toplumların Kamlık inancı çerçevesinde tapınma amacıyla bina gibi yapıların kurmuş olmalarına rastlanmamıştır. Yoksa Şintoizm (Kami Yolu) inancına mensup Japonlarda tapınaklar ülkelerine daha sonraları gelen Budizm’den etkilenmiş olduğu söylenebilir. Ya da Müslüman olmuş Türklerde camii, Hıristiyan olmuş Türklerde kilise, Budist olmuş Türklerde de Lamaist tapınaklar kurmak yaygınlaşmıştır zaman içerisinde. Ancak Kamcı kalmış Türklerde bu gibi tapınma için binalar kurulmasının yoluna gidilmemiştir. Doğal olarak tapınakların kurulmaması mimarinin gelişmesinin önünde engel oluşturmuş olabilir, ancak bu konuya kamlık inancı bakımından baktığımızda bu olay Kamlığın özüne aykırılık ve tutarsızlık oluşturmamaktadır. Yani, Kamlık inancına göre insan tapınma gereksinimini özgürce istediği yerde giderebilme olanağına sahip olmalıdır. Belki de bu eskiden Türklerin göçebe yaşam tarzı sürdürdükleriyle de açıklanabilir, ancak yine arkeologlar ile Raşid ad-Din (Reşideddin) gibi seyyahların bıraktıkları yol notlarından öğrenilebildiği kadar eski Türkler sanıldığı gibi göçebelikle değil, köy ve şehirler kurmuş bir medeniyete de sahiptiler[13]. Demek ki bu durumun bir başka açıklaması olması gerekir. Kanımızca bu Kamlıktaki özgürlük ve doğallık felsefesinden kaynaklanıyor olabilir, çünkü Kamlığa göre bir insanın tapınma gereksinimini giderebilmesi için doğanın her hangi yeri uygundur ve bu amaçla özel tapınma yerlerinin kurulması gereksizdir. Üstelik tapınma gereksinimini giderme amacıyla kurulan tapınaklar herhangi bir doğal afetin sonucunda yıkıldığında bu durum kendi içerisinde tezatlık oluşturmakta ve tanrıya yakarış için kurulan binaların çökmesi gibi durumlarla Kamlık inancında karşılaşılmamaktadır.

Kısaca bu konuya birçok neden bulunabilmesine karşın biz, zamanının önde gelen devlet adamlarından olan Tonyukuk’un sözlerini de işin içine katarsak eski Türkler için özel tapınakların kurulmasının, özgürlüğün ve yüksek mobilize yeteneğinin sınırlandırılması anlamına geldiğini anlayabiliriz[14]. Yani stratejik nedenlerle de bu durumu açıklamak olanaklıdır bir ölçüde.

Kamlık inancını diğer inançlardan ayıran en önemli özellik olan doğayla barışık olması ve insanı da denge üzerine kurulu biyolojik zincirin içerisinde diğer yaratıklarla eşit düzeyde yalnızca bir halka olarak kabul etmesinin yanı sıra Kamlık inancında kadın ile erkeğin eşitliği vardı, hatta kadınların lehine feminizm bile vardı denilebilir, çünkü Kamlık inancına göre ilk Kam bir kadındı. Söz gelişi, ünlü Türk sosyologlarından Ziya Gökalp’ın da belirtmiş olduğu gibi eski Türkler de bu nedenle hem demokrat hem de feministti[15]. İşte bu da Kamlık inancını diğer inanç sistemlerinden ayıran çok önemli bir özelliktir denilebilir.

Bir diğer konu da Kamlık inancının sözüm ona, kodifikasyon çalışmalarının yokluğunun nedenidir. Yani, neden acaba Kamlık inancında bir kutsal kitap yoktur? Bu konuda birçok yanıt bulmak olanaklıyken bize göre bu tür kodifikasyon çalışmalarının denendiği muhtemeldir, üstelik eski Türk toplumunda kendine ait, yani özgün ve gayet çok gelişmiş bir yazı sistemi de mevcuttu el altında, ki kimisine göre bir yazının ortaya çıkabilmesi için en az üç bin yıllık bir gelişme sürecinin kat edilmiş olması şarttır. Buna göre genelde 7.yüzyıla tarihlendirilen eski Türk yazısı doğal olarak milattan çok daha öncelerine gitmektedir. Peki neden bu denli yoğun ve derin felsefe ve halk bilgisi yazılı bir hale getirilmedi? Kanımızca bunun nedeni Kamlık inancına statikten öte dinamikliğin özgü olmasında gizlidir, çünkü Kamlık inancında hayat bir harekettir ve hayatta yer alan her şey de diyalektik bir biçimde değişime uğramaktadır. Bununla birlikte kamlık bilgisi her halde o kadar derin ve karmaşık idi ki, bunu yazılı hale getirmek, amacın işi aştığına benzetilmiş olsa gerek, yani, zaten yazılı kaynağı olmadığı halde binlerce yıl dünyanın her tarafında esas hatlar itibariyle şaşılası bir benzerlik arz eden Kamlık inancı yine de günümüze kadar ulaşabilmiştir, ki bu da bu inancın yazılı hale gelmediği halde bile gayet iyi korunabildiği ve varlığını binlerce yılı aşkın süre boyunca tüm zorluklara rağmen koruyabildiğini göstermektedir bizlere. Öte yandan bir söz kayda geçirildiği zaman ebedilik ve din anlamında toplum üzerinde çok daha güçlü etkinlik niteliğini kazandığı da doğrudur, ancak yazılı olmayan bir haldeyken Kamlık inancı, yaşamın gelişmesine de ayak uydurabileceği ve gelişmeye açık olduğu anlamına gelmektedir, yani kamlık inancına bu durum dinamiklik kazandırmaktadır. Ki sonuç olarak bu durum Kamlık felsefesine de zıtlık oluşturmamaktadır, çünkü bu inanç zaten hayatta her şeyin diyalektik bir biçimde geliştiğini kabul etmektedir ki şekilci ve kalıpçı olmaması da bundan kaynaklanmaktadır. Oysa Kamlık inancının kodifikasyonu yapılmış olsaydı bugün bu inanç çok daha yaygın bir halde yaşanmakta olurdu belki de çünkü yazılı kaynağa dayanarak toplum üzerinde tam etkinliği sağlamak zordur, ya da sağlansa bile bunun etkisi lokal kalır ve geniş coğrafyaya yayılması oldukça güç olur. Yazılı hale getirilmemenin bir başka açıklaması da belki, kamlık inancının değil başka toplumlar üzerinde kendi toplumunun içinde bile tam etkinliği ve nüfuzu sağlama konusunda ısrarlı olmamasıdır ki bunun sonucu olarak Kamlık yine de kendi iç felsefesine ters düşmemekteydi, çünkü bir defa Kamların arasında kalıpçılık ve tek düzenlik yoktu ve hatta her Kam bir diğerini kendine rakip olarak görür ve hem çalışma yöntemleri ve hem de sağaltma yolları bakımından genel ve ortak bir düzen aralarında bulunmamaktaydı. Modern anlamda buna bireyselcilik denilebilir. Oysa papazların ve diğer inançların din adamlarının giysi itibariyle bile aralarında tek düzenliliğin mevcut olduğunu gözlemleyebiliriz. Basit bir düzeyde ise Kamlık inancındaki bu durumun açıklaması Kamlıkta “benim doğrum doğrudur, senin doğrun ise yanlıştır” gibisinden dünya görüşünün mevcut olmamasından da kaynaklanabilir.

Bir diğer taraftan da Kamlık metafizik dünyasında bu denli yoğun bir biçimde ruhların, Kamların yardımcı töslerinin, iyelerin (eeler), kutların ve Ülgen başkanlığında ak güçlerle Erlik Han önderliğindeki kara güçlerin – ki bunları bile Kamlık dünyanın ancak 20. yüzyılda tanıştığı görecelilik prizması üzerinden algıladığından aralarında üstünlük hiyerarşisini hiçbir zaman kurmamaktaydı – bulunduğu bir inanç olup yalnızca üzerimizdeki Gök Tanrı’yı (Han Tigir) değil aynı zamanda üzerinde yaşadığımız ve beslendiğimiz Yer ya da Toprak Ana (Çir İne)’yı da saymaktaydı. İşte belki de bunun için eski Türk döneminde bu kadar hayati önem arz eden vatan kavramı Yer (toprağın hem bizi beslediği hem de atalarımızın beşiği olarak sayılırdı ve ormanlar da Yer Ananın saçları olarak algılanmaktaydı geleneksel Kamcı topluluklarda) ve Su (çünkü su hayat anlamına gelirken dünyanın nehirleri ve Yer Ananın damarları olduğuna inanılmaktaydı) gibi önemli iki unsurun bir araya gelmesinden ortaya çıkan Yer Sub sözcüğünden ibaretti. Bunun dışında da Kamlık inancının metafizik dünyasının bu denli yoğun olmasının olası bir açıklaması da halk bilgeliğinde “bir kişi bir akıl, iki kişi iki akıl” olarak, günümüzde ise “beyin fırtınası”, “takım çalışması”, “yönetim kurulu”, “fikir alış-verişi” vb. olarak bilinen bir çerçevede bulunabilir belki de. Büyük bir ihtimalle tıpkı Japon Şintoizmi (Kami Yolu)’nde olduğu gibi tartışılma sürecine tabii tutulmayan fikir veya kararın yüksek ruhsal güçler katında dahi yoğun tartışmanın ve uzlaşmanın sonucunda verilen ya da alınan karardan daha zayıf çıkması olasılığının çok daha yüksek olduğu mantığından hareket edilmiş olabilir.

Aslında belki de bunlar da önemli değildir ama önemli olan Türklerin asıl ilk inancı olan ve Sibirya’da halen de böyle kalmaya devam eden Kamlık inancında müthiş bir biçimde ayakta kalma becerisinin mevcut olduğudur. Bunu yaparken de tarihten de öğrenebildiğimiz gibi Kamlık inancında şekilcilik olmadığı ve hoşgörü olduğu nedeniyle diğer inanç sistemlere karşı da saygı duymaktadır ve hiçbir biçimde yayılmacı misyonerci zihniyete sahip olmadığından - ki bu yüzden aslında dünyada yeteri kadar yayılamayıp diğer dinlere karşı kendi pozisyonunu yitirmiştir denilebilir - diğer dine mensup insanları da kendi inancına çekme gibi amacını da gütmemektedir. Ama bununla birlikte de yok edilememektedir de ki özellikle 20.yüzyılın son on yılından beri Kamlık yalnızca Sibirya’da değil, tüm dünyada artış trendini izlemektedir. Bunun da birçok açıklaması bulunabilir ve bunlardan birisi de son zamanlarda doğanın artık insanın istediği gibi tasarrufta bulunmasını kaldırmaya zorlandığının anlaşılması, bundan dolayı da ekolojik sorunların giderek derinleşmesi gerçeği de olabilir. Oysa doğayla Kamlık kadar barışık başka bir inanç yoktur herhalde. Üstelik Kam hem kandan hem de öğrenilmek suretiyle olunabildiğinden dolayı Kamlık inancı varlığını daha uzun bir dönem boyunca - ki Kamlara karşı engizisyon ateşiyle, Sovyetler döneminde ise toplama kampları aracılığıyla sürdürülen mücadelelerin başarısız kaldığını tarih göstermiştir - devam ettireceğine benzemektedir[16].

İşte bu yazıda anlatılmak istenen de Kamlık inancının yayılmacı ve misyoner olmamasına, yazılı kaynak sahibi olmamasına ve günümüz itibariyle diğer dinlere karşı azınlık durumunda bulunmasına rağmen kendi içerisinde varlığını sürdürebilecek gücü barındırdığıdır.

Bu güç öyle bir güçtür ki Kamlık inancının en parlak dönemlerinde bile diğer dinlere karşı hoşgörüyle yaklaşıma olanak vermiş ve diğer dinlere karşı azınlık durumuna düştüğü dönemlerde de asimile olmayıp varlığını sürdürebilmesini olanaklı kılmıştır.

En son olarak da şunun eklenmesinde de fayda vardır, o da Kamlık inancının gelişmeye ya da kendini geliştirmeye açık olmasıdır, şekilci ve kalıpçı olmamasının sayesinde. Nitekim, son dönemlerde Kamlık bu yönde hızla ilerlemekte ve Kamlar kendilerini yalnızca metafizik konularda değil, aynı zamanda bilim alanında da geliştirmektedirler ki bunun nedeni de doğaldır; Kamlar kendilerine yardım için başvuranları - ki modern insan geleneksel bir insandan farklı olarak mantığa dayanan eğitim sahibi olduğundan her şeyi rahatlıkla sorgulayabilen bir insandır - ikna edebilmesi için bu süreçte örneğin tıbbi ya da psikiyatri terimlerden yararlanması ve bu konularda bilgi sahibi olması[17] gerekmektedir. Öte yandan bilim dünyasının da kamlık inancına yönelik ilgisi her geçen gün arttığı da görülebilir. Bununla birlikte Kamlık inancının esas olmakla birlikte asıl ve her şeyi olmayan figürleri olan Kamların arasında da Kamlığın olası gelişmesi yönünde yoğun tartışma ve düşünce alış verişleri yaşanmaktadır. Kamlar hatta aralarında örgütlenmektedir ki buna lokal bir örnek olarak da Hakaseli’nde Hakasların Geleneksel İnanç Şamanlık Merkezinin kurulması gösterilebilir. Kamlık konusunda hem Rusya’dan hem de dünyanın birçok ülkesinden bilim adamlarının katıldığı çok sayıda uluslar arası bilimsel konferanslar düzenlenmektedir günümüzde.

Bununla birlikte bu denli yoğun tartışmalara ve eleştirilere sahne olan bilimsel vs. toplantılara dünyada bir başka inanç yoktur herhalde. Üstelik Kamlık inancı dünyadaki diğer inanç sistemlerinden karşın her türlü eleştiri ve sorgulamaya sonuna kadar açıktır ki bu da kamlık inancının statikten ve kalıpçılıktan öte dinamik ve gelişmeye açık olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Bu çerçevede doğal olarak da kamlık konusunda bilimsel araştırmalar yürütülmektedir ki bunlardan birisinin sonucunda oldukça ilginç tespitler ortaya çıkabilmektedir. Örneğin Tıva Kamlık inancının günümüzdeki önde gelen araştırıcıları olan S.İ. Vainstein ile N.P. Moskalenko’nun yürüttükleri araştırmanın kapsamında mülakat gerçekleştirdikleri çeşitli nedenlerle Kamlara yadım almak üzere başvuran 57 kişiden 47’si – ki bu yaklaşık olarak %86 olup oldukça yüksek bir başarı oranı olarak kabul edilebilir – bu kamlamaların (Kam ayinlerinin) sonucunda olumlu netice aldıklarını belirtmiştir. Ki bu olumlu sonuçlar, adı geçen araştırmacı bilim adamlarına göre yalnızca psişik ve sinirsel rahatsızlıkları olan hastalarda değil, aynı zamanda başka çok daha karmaşık hastalıklar vakasında da ortaya çıkmıştır. (18)

Kaynakça ve Açıklamalar

[1] Bu konuda bkz.: Timur B. Davletov “Dinlerin Karşılıklı İlişkileri Işığında Sibirya Türklerinden Hakasların İnanç Yaşamının Dünü Ve Bugünü” Mersin”de 23-27 Eylül 2002 tarihlerinde düzenlenen Uluslar arası Türk Dünyası İnanç Merkezleri Kongresinde sunulan bildiri.

[2] Mesos (Orta) + Potamos (Nehir) sözcüklerinden türeyen ve “İki nehir arasındaki ülke” anlamına gelen bir bölgede ortaya çıkan bu inanç İran’da güçlenerek Orta Asya üzerinden Güney Sibirya’ya Uygurların döneminde, yani VIII-X yy’larında girmiştir. Bkz. “İstoriya Hakasiyi S Drevneyşih Vremön do 1917 goda” (Editörü: L.R. Kızlasov) “Nauka” Yayınevi, Moskova, 1993, ss: 108-113;

[3] “İnsan yanılabilir bir yaratıktır” olarak da çevrilebilir bu deyim.

[4] Belki de dinlerdeki mezhepler de bundan kaynaklanmaktadır. Bunda her somut toplumun gelenek, görenekleri ve kültürü etkili olduğu görülebilir.

[5] Burada “tapınma” sözcüğü “ibadet”in yerine kullanılmıştır.

[6] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. Timur B. Davletov “Hakas Türklerinin Geleneksel İnancı Kamlık (Şamanlık): Dünü Ve Bugünü” Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Üç Aylık Bilim Kültür ve Araştırma Dergisi (ISBN: 1300 - 4999), Yıl: 10, Sayı: 22, (2002), ss.20 - 37;

[7] Bu kavram konusunda bkz.: Erol Mutlu, “İletişim Sözlüğü” Ark Yayınevi, 1998, ss. 92-92, ss. 160-163;

[8] Timur B. Davletov “Hakas Türklerinin Geleneksel İnancı Kamlık (Şamanlık): Dünü Ve Bugünü” Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Dergisi (ISBN: 1300 - 4999), Yıl: 10, Sayı: 22, (2002), ss.20 - 37;

[9] Bu konuda da bkz.: Timur B. Davletov “Hakas Türklerinde Çıl Pazı Bayramı” – Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Dergisi (ISBN: 1300 - 4999), Yıl: 9, Sayı: 21, (2001), ss.42 - 51;

[10] Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” (Haz.: Prof. Dr. Mehmet Kaplan) Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990, s. 157; Timur B. Davletov “Hakas Türklerinde Çıl Pazı Bayramı” – Anayurttan Atayurda Türk Dünyası Üç Aylık Bilim Kültür ve Araştırma Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 21, (2001), ss.42 - 51; ve Anayurttan Atayurda Türk Dünyası dergisi, Yıl: 6, Sayı: 15, 1998, ss. 5-11;

[11] Prof. Dr. Larissa V. Anjiganova “Sakralnıye Osnovaniya Etniçeskoy Kulturı Hakasov” (Hakasların Etnik Kültürünün Kutsal Temelleri) Bkz.: [http://www.gov.khakassia.ru/hist/index9.htm] Adı geçen bilim adamının bu makalesinin tarafımızca yapılan İngilizce çevirisi için bkz.: [www.turkleronline.com]

[12] “İstoriya Hakasiyi S Drevneyşih Vremön do 1917 goda” (Editörü: L.R. Kızlasov) “Nauka” Yayınevi, Moskova, 1993, ss: 108-119;

[13] a.g.e., s. 108;

[14] Türk Kağanlığının önderi olan Tonyukuk Türk eline Budizmin sokularak yayılmasını savunan görüşlere karşı gayet gerçekçi ve açık bir biçimde “Budizm ve Daosizm insanlara iyilik ve zayıflık kavramlarını öğretir, bunlar ise savaşlar ile fetihlerin yapılmasını yavaşlatarak engeller. Tapınakların inşa edilmesi de hiçbir şeyle kendini bağlamama [sınırlandırmama, yani özgür olma ve her an harekete hazır bulunma] gibi eski Türk geleneğimizin yıkılmasına yol açacaktır. [Bunlar gerçeğe dönüşseydi] Tang sülalesi bizi yok ederdi...” diye seslenmiştir. Bkz.: Potapov, L.P. “Altayskiy Şamanizm” Moskova, 1991, s. 17; (Aktaran Anjiganova, L.V. “Traditsionnoye Mirovozrenniye Hakasov. Opıt rekonstruktsiyi” Abakan, 1997, s. 93’te);

[15] Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” (Haz.: Prof. Dr. Mehmet Kaplan) Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990, s. 158-159;

[16] Prof. Dr. Larissa V. Anjiganova “Sakralnıye Osnovaniya Etniçeskoy Kulturı Hakasov” (Hakasların Etnik Kültürünün Kutsal Temelleri) Bkz.: [http://www.gov.khakassia.ru/hist/index9.htm] Adı geçen bilim adamının bu makalesinin tarafımızca yapılan İngilizce çevirisi için bkz.: [www.turkleronline.com]

[17] a.g.m.

[18] a.g.m.