Hitler’in Gazi Başbuğ hakkındaki düşüncelerini çeşitli kaynaklardan okuyup işitmiştik, bunlar içinde beni en fazla gülümseten de;''Onun ilk talebesi Mussolini’dir. İkinci talebesi benim'' cümlesidir. Eğer bu kompleksli onbaşı eskisi, gerçekten Atatürk’ü kendisine öğretmen bilecek kadar örnek alsaydı, gücünün gerçek sınırlarını, nereye kadar gidebileceğini, nerede durması gerektiğini bilseydi, Alman milletine ve dünyaya onca felâketi yaşattıktan sonra, metresi Eva Braun ile birlikte intihar ederek, cesetleri sığınağının kapısında yaveri Linge tarafından 200 kilo istenmesine karşın o günün koşullarında ancak bulunabilen 180 kilo benzin dökülerek yakılır mı idi?
Gazi Başbuğ Olağanüstü soğukkanlı bir asker ve büyük bir devlet adamıydı. Mesela Sakarya Meydan Savaşı'nı kazandıktan sonra, meclisteki bütün eleştirilere, bağırış çağırışlara kulak tıkayarak saldırılara ara vermeyi tercih etti. Çünkü ordu yıpranmıştı bir süre sonra gücünü kazanmış, hazırlıkları tamamlanmış Türk ordusunun Büyük Taarruzu yine O’nun emri ile başladı ve düşmanın kovulmasıyla sonuçlandı. Halbuki Hitler, Berlin alevler içinde yanarken, sığınağının tepesinde bombalar patlarken durmadan saldırın emirleri yağdırıyor, elinde kalan son birliklerden 14 yaşındaki Alman çocuklarından oluşan ‘’volkstrum’’ları bile ölüme yollamaya çalışıyordu. Atatürk, İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce Hitler tarafından kendisine yollanan bir propaganda filmini yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte seyrettikten sonra şu sözleri söylemiştir: ‘’ Efendim, bu adamlar, filmde gördüğümüz gibi tiyatral bir atılış ile işe girişti..Bugün bütün Almanya'nın askeri gücü onun elinde..Yarın savaşa girişecekler...O ve onun taklitçisi Mussolini savaş hazırlıkları ile meşguller...Evet yakın bir gelecekte savaşa dalacaklardır, çünkü asker değildirler, savaş ne demektir bilmezler..Savaş bir felakettir hele bu iki müttefik için muhakkak ölümdür...Tarih Almanya ya öyle bir toprak vermiştir ki, o daima iki ateş arasında kalmaya mahkumdur..
Körü körüne hesapsız, kitapsız bir kendine güvenme, tamamen otomatik bir ordu sistemi, ilk hamlede korkunç bir kuvvet etkisi yapacak, fakat bir kere bir tarafı sakatlandı mı darmadağınık olacak, o çalışkan millet yere serilecektir...Ortada ne Hitler, ne örgütü kalacaktır..Mussolini'den ise hiç söze hacet yoktur, o efendisinin ortadan kalktığı gün yok demektir..’’
Bu öngörülerin sahibi Atatürk aynı soğukkanlı ve akıllı duruşu diplomasi alanında da sergilemiş, Lozan görüşmelerinde sorun olan Hatay konusunu istese bir tümen askerle oldu bittiye getirip ortadan kaldırabilecekken zamanı gelinceye kadar bekleyip, tek asker yitirmeden halletmiştir.
Atatürk’ün yalnızca yakın çevresinde Hitler’i anlatırken kullandığı bazı sıfatlar çok ilginçtir; Yazar Ernest Jackh kendisiyle yaptığı Hitler’e ilişkin söyleşilere dair bir değerlendirme yapmış; ‘’ Bu ifadelerin tevazusu, hor gördüğü kendisinden dokuz yaş küçük Adolf Hitler söz konusu olduğunda kayboluyordu. Onu nadiren ismiyle anıyor, Fransızca’da ‘’quincaillier’’, İngilizce’de ‘’tinpaddler’’ veya bir keresinde benim de kendisini tarif ettiğim gibi fare kapanı satıcısı olarak ifade edilebilecek şekilde ‘’tenekeci’’ olarak nitelendiriyordu. Atatürk Voltaire ve Rousseau üzerine çalışmıştı, bu sayede rasyonel düşünceyi ve akıcı bir Fransızca kazanmıştı. Hitler’in Mein Kampf’ının Fransızca baskısına baktığımızda, dilinin kabalığı ve '‘düşüncelerinin’’ deliliği ile dehşete kapılmıştı.’’
Mein Kampf, ‘’ bir hapishane hücresinde o sırada deneyimsiz ve sorumsuz bir laf ebesinden başka bir şey olmayan, kendini mağlup ve önemsiz hisseden, psikopat bir çete reisi tarafından yazıldı. Öfkenin, aşağılık kompleksinin ve cehaletin ifadesinden öte bir şey olmayan; herkese her şeyi vaat eden, ön yargı ve öfkeden başka bir şey içermeyen, saldırılara, savaşa ve köleliğe hazırlanan program içeren bir metin.’’
Nutuk, 15-20 ekim 1927 tarihleri arasında Ulusal Meclis’te Atatürk’ün aralıksız okuduğu kendi yazdığı metindir. ‘’ …Bir kurtarıcı ve eğitimci, büyük bir asker ve ondan da büyük bir devlet adamı tarafından hayatının en önemli günlerinde yazılıyor. Atatürk konuşmasını yaptığında kırk yedi yaşında, ilk ve ikinci demokratik başkanlık dönemleri arasında, ulusal ve uluslararası başarılarının zirvesindeydi. Tarihin ve coğrafyanın verdiği derslerin farkında, geniş görüşlü ve hoşgörülü bir insandı. Barış istiyor, kuvvetli bir ulusal bağımsızlık kurup, kararlı bir şekilde uluslararası ilişkiler kurmaya hazırlanıyordu…’’
Tonyukuk
Devam edecek